Bu sadece Ermeni katliamında, sadece Rumların sürgünlerinde, sadece din değiştirme süreçlerinde, sadece zorunlu yer değiştirmelerde, sadece Dersim katliamında vb. ortaya çıkan bir durum değildir. Bu, süreklilik arzeden bir durumdur. Katliamlar, her zaman, farklı yoğunlukta da olsa var olmuştur. Kürt devrimine karşı girişilen katliamlar, binlerce faili meçhul cinayet, katliamların bir başka türüdür. Sivas katliamı bir başkası. Maraş ve Çorum katliamlarını hatırlayalım, hâlâ AK Partili devlet, Maraş katliamının anılmasına bile müsaade etmemektedir.
Gezi Direnişi’nde ölenlerin tümü, polis müdahalesi ile öldürüldü ve dönemin Başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı bu polislere Çanakkale kahramanları muamelesini yaptı. Kabataş yalanını dizenler, Gezi’de insanların gözlerini gaz fişekleri ile alanlar, bu katliamcı kültürün parçasıdırlar.
Ve bu katliamcı kültür, bu halkı kendine düşman gören anlayış, mutlaka ve mutlaka kibirle birleşir. Korku ve kibir birliktedir.
Berkin Elvan’ın annesini kürsüden koro hâlinde yuhalatmak, Yavuz Bingöl ne derse desin, korku ve kibirin bileşimidir. Kibir, halka tepeden bakmaktır. Katliamcılık da budur.
1 Mayıs 1977’de, ABD’lilerin emirleri ile, hiç tanımadığı kalabalığa, kendisi ile aynı dili konuşan insanlara, yaşlı-genç, çoluk-çocuk demeden ateş emri veren, onlara ateş eden anlayış, sadece burjuva devletin vahşiliği ile açıklanmaz. Dahası var, bu ancak katliamcı gelenekle anlaşılabilir. Ergenekon davalarında asla ve asla Maraş katliamı, 16 Mart katliamı, 1 Mayıs katliamı anılmaz. Bu katliamların sayfaları açılmaz. Faili meçhullere sıra gelmez.
500’üncü haftayı geçmiş olan Cumartesi Annelerinin çığlıkları var iken, utanmadan bu ülkede “demokrasiden” söz etmek, yeni iç güvenlik yasaları hazırlamak ve TV kanalları karşısında hâlâ Kabataş yalanlarına sığınmak, kibir değilse nedir?
Kibir ve katliam hep atbaşı gitmiştir. Katliam emrini verenler, kibirli olurlar. 6-8 Ekim olaylarında öldürülen kişilerin sorumluluğu devlete aittir. Gezi’de öldürülenlerin hepsi polis müdahalesi ile ölmüştür. Ama iç güvenlik yasası, “polisin bu müdahalelerini nasıl cezalandırırız” diye yapılmıyor, tersine yargılanmalarını önlemek için yapılıyor.
Yasin Akay, AK Parti’lidir, devlette görevlidir ve dahası, yanlış bilmiyorsak, eklenmiş öğretim görevlisidir. Ve şimdi, Kürt Müslümanlara sesleniyor ve “devletin yapamayacağı şeyler var, yasalara uymak zorunda değilsiniz” diyor ve silâhlanmalarını istiyor. İşte TC devleti tam da budur.
AK Parti’nin, devletin bazı geçmiş uygulamalarını eleştiriyormuş gibi yapması, aslında, devletin zaten dağılmış olan sistemini, yeniden kurmak içindir. TC devletinde bir çözülme süreci yaşanmaktadır. Bunun bir boyutu, Kürt devriminden kaynaklanan çözülmedir, ikincisi emperyalist güçler arasında SSCB sonrası başlayan dünyanın yeniden paylaşılması savaşının etkilerinden kaynaklanan çözülmedir. TC devleti, bu çözülmeyi durdurmak için, kendini toparlayacak fırsatı yaratma peşindedir. Bu nedenle, zaman zaman geçmiş uygulamalara dokundurarak karşı çıkışlar yapıyorlar. Oysa, pratiğe bakıldığında aynı süreci devam ettiriyorlar.
Dersim katliamından söz eden Erdoğan, Roboski katliamının üzerinden yıllar geçtiği hâlde bir tek adım atmıyor. Hrant’ın cinayeti için sözler veriyor, beni hedef aldılar diyordu, ama korumadığı kimse yok, dahası, her şeyi bir yana bırakalım, Ali İsmail’in katillerini korumasın yeter. Ethem Sarısülük’ü vuran polis, “Kaldıraç kortejine ateş emri” aldığını gizlesin diye, en tepe tarafından savunuluyor. Bir yandan İnönü’yü eleştiriyor ama diğer yandan onun uygulamaları ile yarışır şekilde iç güvenlik yasası hazırlıkları yapıyor. Sivas katliamı orta yerdedir. 1 Mayıs 1977 orta yerdedir. Gezi ve 6-8 Ekim direnişine karşı tutum orta yerdedir.
İşte devlet, bugün, bu çözülme sürecini durdurmak için, her fırsatı, her yolu kullanmaktadır.
Katliamcı, aynı zamanda ileri düzeyde yalancı oluyor, başka çaresi yoktur. Halkları akılsız ve örgütsüz gördükçe, çaldığım düdük yoluna koyuluyor. Bu kibirdir. Halkı sadece koyun olarak ele almak, bu kibrin en açık kanıtıdır.
Katliamcı korkak olur. Çünkü, halkları kendine, sistemine düşman görüyor. Herkesi düşman gördüğü için, akıl almaz önlemler devreye giriyor. Korkaklar kibirlidirler, halka karışmayı sevmezler, halkın bir parçası olmayı istemezler.
TC devleti, tarihi boyunca hiçbir zaman, hiçbir konuda halka gerçeği, doğruları söylememiştir. Halkı kandırmayı, halkları birbirine düşman etmeyi, birbirine kırdırmayı seçmiştir. “İti ite kırdırmak”, öyle bir kibirle, halklara karşı kullanılmıştır.
Her zaman yönetebilmek için, düşmanlar yaratmışlardır. Düşman, öcü gibi halkı sokaklardan uzak tutmak, boyun eğdirmek için kullanılmıştır.
“Devletin yapamayacağı işler var, yasalara uymak zorunda değilsiniz” diyerek, sivil güçler halkın üzerine sürülmüş, sonra varsa yakalanan, bunlara devlet “hakem” olarak sözde ceza verir gibi yapmış, gerçekte ödüller vermiştir.
Gülsuyu’nda, Ağaoğlu İnşaat’a rant sağlamak için mahalleye sürülen çeteler, “hayırlı cinayetler” diye mesaj atmaktadır. Ve bu konuda dava, bir türlü başlayamamaktadır.
Bu baskı ve yıldırma politikası, halkı düşman görme politikasının sonucudur.
Bugün de devlette bu kibir, bu hoyratlık, bu halkı küçümseme, aşağılama, bu tepeden bakma, bu katliam ve baskı politikası devrededir. Her zaman olduğu gibi. Üstelik bu, “biz oy aldık, sandıktan çıktık” söylemi ile gerçekleşmektedir. İnşaat sektörünün tüm uyanıklıkları devlet yönetiminde egemen olmuştur. Her türlü durum için bir uydur kaydır çözüm üretilmekte, ata alan üsküdarı geçsin mantığı teşvik edilmekte, bal tutan balı götürsün halka da parmak yalamak düşsün mantığı devreye sokulmaktadır. Böyle bir pratik çözüm ile devlet çarkı işlemektedir. İnşaatlarda nasıl akıl almaz cinayetler gerçekleşiyor ise, aynı akla hayale gelmez cinayetler devletin halka karşı savaşımında devreye sokulmaktadır. Elleri palalılar, sopalılar, TV kanallarında kan dondurucu sakinlikle “tahrik edici giyinmesinler” gibi sözler, vapurdan inenlerin giyimlerine bakmalar katliamcı ve kibirli bakışın ürünüdürler.
Oysa gerçek, her zaman daha güçlüdür.
Gerçek olan şudur: Bu devletin tarihi katliamlar tarihidir. Bu devlet, bu topraklarda yaşayan tüm halkları, ama tümünü düşman olarak görmüştür. Devleti yönetenler, sömürgecilerin gözlükleri ile bakan elitler olmuştur. Halkları birbirine kırdırmışlardır.
Gerçek olan şudur: Artık mızrak çuvala sığmıyor. Kürt halkı örgütlüdür ve kendi alanında bu katliam politikalarına, bu “Osmanlı’da oyun bitmez” taktiklerine karşı bilinçlidir. Bu nedenle işler eskisi gibi kolay değildir. TC devleti, istediği kadar oyalama taktikleri uygulasın, çözülmesini durdurması bugün mümkün değildir.
Gerçek şudur: Anadolu, Kürdistan dışındaki tüm Batı örgütsüzdür. İşçi ve emekçiler örgütsüzdür. Bu örgütsüzlük, bu topraklardaki egemenleri, burjuva iktidarı rahatlatmaktadır. Gezi Direnişi, 12 Eylül süreci ile, gerçek anlamda, kitlesel bir hesaplaşma sürecinin önemli bir adımıdır. Bu nedenle de egemenlerin kâbusu olmuştur. Gezi süreci ile başlayan, Soma ile devam eden, Özgecan isyanı ile büyüyen direniş ruhu, daha da kökleşmeye, sağlam örgütlülüklere dönüşmeye muhtaçtır. Bunu yapabilirsek, tüm Ortadoğu bölgesinde etkileri olan Kürt devrimine güçlü bir destek vermiş olacağız, Yunanistan’da başlayan arayışa güçlü bir destek vermiş olacağız, bölge devrimine güçlü bir destek vermiş olacağız. Bunu başarmanın olanakları vardır.