Bugün kapitalist emperyalizmin çürümesi pandemiyle beraber ayyuka çıkmıştır. İşçi sınıfına salgın ve açlık arasında bir seçimden başka bir şey vadetmeyen bu sistemin egemenleri, varlıklarını sürdürmek için var gücüyle saldırmaktadır. Yöne tenlerin tüm yalan ve manipülasyonuna rağmen, direniş bir kıvılcım yakaladığı her toplumsal mücadele alanında gelişmektedir. Bu gelişen direnişleri yorumlamak ve kitlelerin ruh hâlini analiz etmek, elbette bu topraklarda mücadele eden sınıfın öznelerinin görevidir. Ve elbette kitle hareketiyle örgütlü güç arasındaki diyalektik bağı her seferinde yeniden ele almak da…
Mücadele alanlarında yan yana geldiğimiz yoldaşlarımızla yürüttüğümüz tartışmalarda, yoldaşlarımızın yayınlarında, kitle hareketine ve kitlelerin ruh hâline dair çeşitli analizlerle karşılaşıyor, analizlerimizin farklı ve benzer olan yanlarını görüyoruz. Bu konuda tartışmayı derinleştirmeye tüm özneler açısından ihtiyaç olduğunu ve ortak mücadele için bu tartışmaların geliştirici olacağını düşünüyoruz.
Analiz ne için yapılır?
Nesnel durumu kavramak ve amacına ulaşmak üzere hareketini planlamak için özneler yapar analizi. Amaç burada kritik öneme sahiptir. Nesnel durumu radikal biçimde değiştirmek isteyenin yaptığı analiz, nesnel durumun adım adım niceliksel değişimle orantılı biçimde değişmesini yeğleyenin yaptığı analizden farklıdır. Amacı devrim yapmak olanın analiziyle, “faşizme” karşı daha “demokratik” bir kapitalizmi olanaklı görenlerin yalnız analizi değil; mücadele yöntemleri, ilkeleri, tüm stratejileri birbirinden farklı olur.
Tüm bağlamın ötesinde; bir özne, amacını ne istediğine göre değil de, sadece verili koşulların sınırlı analizine göre belirlediğinde; mücadele ufku da bu çerçeveyle sınırlı olur. Analiz yaparken de bu koşulların ötesinde bir ufku göremez. Örnek olsun; “faşizme karşı demokrasi” mücadelesi yürüten bir örgütün; bugün kitlelere dair analiz yaparken sınıfı “seçmen” olarak görme, yorumlama eğiliminde olması muhtemeldir. Çünkü yürüdüğü mücadelede düzen partilerinin bir kısmıyla ittifak kurabilmenin yollarını aramaktadır ve seçim burada stratejik olarak kritik bir yerde durmaktadır. Bu yüzden gerçekten ne istediğimiz ile, belirlediğimiz amacın birbiriyle ne denli örtüştüğü, öznelerin kendilerinde incelemeleri gereken önemli bir konudur.
Amacın ne olduğuyla beraber; analizi belirle yen en önemli faktörlerden bir diğeri ise, nereden bakarak analiz yaptığımızdır. Sınıfın örgütleri için uygun olan; sınıfa, kitlelere dair analiz yaparken; kitlenin içinde, ama bir adım önünde durarak yapılan analizdir bize göre. Özne olma iddiası, mücadelenin varacağı yere, ufka gözünü dikmeyi ve ona göre konum almayı gerektirir.
Analizde bir diğer önemli nokta ise; kitleleri nasıl kesimler biçiminde ele alacağınızdır. Devrimci duruma dair nesnel koşulları analiz etmek istiyorsunuz; bir bütün olarak 81 milyonu ele alırsanız eğer, 81 milyon insan artık eskisi gibi yönetilmek istemediğini ifade edene kadar devrimin nesnel koşullarının olgunlaştığından söz edemezsiniz. Tarihte hangi devrim nüfusun büyük yoğunluğunun örgütlenmesini ve direnişe geçme sini beklemiştir, hangisi böyle gerçekleşmiştir; bu bir soru. Bu devrimin doğasına aykırıdır. Öyleyse, devrimden bakarken nesnel durumun analizini, sadece kitlenin çoğunluğunun eylemi ya da eğilimleri üzerine kuramayız.
Kaldı ki; bugün kitlenin ne ileri unsurları için ne de çoğunluğu için sistem gerçek anlam da rıza üretememektedir. Geçmişte rıza üretme ile manipülasyonu ve zoru aynı anda örgütleyen devlet, bugün rıza üretememekte ve kitleleri uyuşturmak; yalanla, medya başta olmak üzere bin bir çeşit uyuşturma yöntemiyle sersemleştirmek ve şiddetle saldırmak dışında yönetme yöntemi bulamamaktadır. Bu, kitlenin çoğunluğu için geçerli bir hâlken, biz yine de kitlenin ileri unsurlarına; direnenlere ve direnme eğilimi gösterenlere odaklanan bir analiz yapmak durumundayız. Çünkü örgütlü güce dönüşecek olan nokta burasıdır.
Sınırlı olmakla beraber, bazı verileri önümüze koymak buradaki tartışmamızı geliştirecektir.
2019 yılının verilerine göre; en az 65 bin işçinin katıldığı, en az 423 iş yerinde gerçekleşen, günde en az 3 işçi eylemi yapılmıştır. Bu veriler son üç yıl için güncellendiğinde, 1 yılı aşan pandemi döneminde bile eylemlerin azımsanmayacak ölçüde olduğu görülecektir.
Eylemlerin yüzde 21’i fiilî grev şeklinde yapılmaktadır, OHAL’in ilan edildiği 2015’ten bu yana ayda ortalama 52 işçi eylemi olmaktadır, eylemlerin 3’te 1’inde kadınların sayısı erkeklerle ya eşit ya da daha fazladır.
İstanbul Sözleşmesi’nin iktidar tarafından tartışmaya açıldığı Haziran ayından itibaren, kadınlar ülke genelinde bu gündemle 100’den fazla eylem gerçekleştirmişlerdir. Veriler toplanmaya devam etmektedir.
Kitlelerin hareketini yorumlarken, 81 milyona dair genel çıkarımlardan daha farklı bir noktaya odaklanmayı gerektirir böylesi veriler: Kitlenin ileri unsurlarına. Kitleyi işçi sınıfı ve sistemle yoğun çelişkileri olan toplumsal dinamikler olarak ele aldığınızda ve bu kitlenin ileri unsurlarına odaklandığınızda; eğer ufkunuzda devrim varsa; yaptığınız analiz size bir önceki örnekteki analiz den çok farklı sonuçlar ortaya çıkarır.
Gördüğümüz şudur; işçilerin, kadınların, öğrencilerin, doğasını savunan köylülerin bugün sistemle bağları geçmişe göre daha zayıftır. Güvencesizdirler ve yönetenler tarafından gözden çıkarıldıklarını iliklerine kadar hissetmektedirler. Bu hâl, direniş durumlarında, sistemle pamuk ipliğiyle bağlı bir tablo ortaya koyar. Yani, kitlenin ileri unsurlarının hareketi, böylesi dönemlerde ön açıcı olur ve düne kadar harekete geçmemiş olan daha geniş kesimleri de etkiler. Ancak kazandırıcı olan her zaman örgütlenmedir. Bunun böyle olma sı ise, direnişlerin taşıdığı potansiyeli ve direnişle örgütlenme arasındaki bağı önemsiz hâle getirmez.
Gördüğümüz, devrimin geçmişten değil, gelecekten geldiğidir.
Bugün yakıcı çelişkileri hissederek mücadeleye atılan, direnişe geçen; geçmiş mücadele deneyimlerinin büyük bölümünden habersiz, ancak geçmişten taşınan kararsızlıkların, ikirciklerin de yükünü taşımayan bir kitle hareketinin geliştiğidir. Bu, kendi hikâyesini yazmak üzere yola yeni çıkan genç bir kitledir. Yeni harekete geçen, sendikal mücadeleyi yeni deneyimleyen işçiler; kendi mücadelesini ilk kez deneyimleyen öğrenciler; şiddete, aşağılanmaya karşı direnişlerini geliştiren kadınlar… Bu kitle, örgütlü unsurlarla buluşabildiği ölçüde de örgütlenme, kendi deneyiminden öğrenme ve mücadeleyi sürekli hâle getirme eğilimi göstermektedir. Tabii örgütlü unsurlar için burada direnişe geçen kitleye neyi taşıyacağı bir konudur: 10 Ekim sonrası ruh hâlini mi? 80 darbesi yenilgisinden yadigâr “dengeli” siyaseti mi? “Aman sokağa çıkmayın” diyen CHP’nin aklına uygun olan “seçime kadar direnme” komedisini mi? Yoksa Kavel direnişi gibi, 96 öğrenci hareketi gibi, Gezi gibi yakın tarihlerin mücadele deneyimlerinden süzülen dersleri mi? Hangisi taşınırsa taşınsın; devlet gerçeği, sınıf bilinci ve direnişin dönüştürücü gücü, bugün canlı çelişkilerle, bu genç kitleyle birlikte yeniden tanınacaktır. Geçmişten bakiye olarak değil, geçmişin dersleriyle yeniyi örgütlemeye, yeni olandan öğrenmeye gözümüzü dikerek tanınacaktır.
Güncel olarak kitlelerin kendiliğinden eyleminin, nesnel durumun basıncı karşısında henüz o kadar yaygın olmadığını söylemek gerekir. Bu eylemler artacak, yaygınlaşacak ve çeşitli biçimlerle kendini ortaya koyacaktır. Özneler için de, bugün gelişen her bir direnişi, örgütlenmenin de önünü açacak birer kıvılcım olarak görmek, onlara bugünden olmadıkları roller biçmeden, yaratabilecekleri etkiye, potansiyele yoğunlaşmak; tahlilin, analizin ve iddianın birlikte bir sonucudur. Bu noktada kitlelerin ruh hâlinin yanı sıra, öznelerin de ruh hâlinden bahsetmek gerekir.
Özneler, yani sınıfın örgütleri bir sıkışma yaşamaktadır.
Bu sıkışma tahlil sorunundan başlamaktadır. Solun içerisinde yaygın olan “faşizm” tahlili öylesine muğlaktır ki, neye karşı mücadele edileceği somutlanamamakta; Saray ile tekellerin, çetelerin ilişkisi kavranamamakta, iktidarın saldırıları soğukkanlı bir analize yer bırakmayacak kadar öne çıkmaktadır. Sorun bu tahlilden başlıyor ve adeta ne idüğü belirsiz karanlık bir gücün “tepemize binmeye hazırlandığı” şeklinde bir algıya dönüşü yor. Devamında bu durum, gönlünden sınıfsız, sömürüsüz bir dünya geçen devrimci insanların savunma hâline geçmesine, kendi gücüne ve sınıfın potansiyeline güvenmemesine ve ‘faşizme’ karşı sistem içi ittifaklar aramasına neden oluyor. Böylece bir kısım özne, amacını “koşullar”la sınırlandırıyor, stratejisini de buna göre oluşturuyor, kitle analizini de bununla sınırlı bir ufukla yapıyor.
Sistem büyük bir hızla çürürken, yeniyi örgütlemek için karşısındaki gücü somutlayamamak, perspektifini nasıl kazanacağına göre belirleyememek, mücadelede hız almamak, topyekûn saldırıların karşısında iddiasını yükseltmek için peygamber sabrıyla ‘doğru zamanı’ beklemek; çürüyen bu sistemin ömrünü uzatmasına engel olmuyor.
Sınıfın örgütleri, kazanmak için; sermayenin, egemenlerin saldırılarından yakınmanın, bunları teşhir etmenin ötesine geçmelidir.
Pandeminin de sınıf savaşımının bir alanı olduğu ortadayken, “bu koşullarda mümkün olan en ileri şeye” değil, ufka odaklanmak zorundadır. Öbür türlüsü ‘ayakta kalma’ mücadelesi olur ve devrimci bir hâl değildir. Sınıfı ve kendisine yüzünü dönen kitleleri oyalamaktan başka bir işe de yaramaz. Oysa devrimcilerin görevi en uzun süre boyunca ayakta kalmak değil; bu mücadeleyi kazanmak, sömürü düzenini parçalamak, devrim yapmaktır.
Bu mücadelenin varacağı ufka odaklanmayı, örgüt aklını, kolektif bilinci devreye sokmayı; başlıca görevi işçi sınıfına ve direnen kesimlere saldırmak olan devletin karşısında savunma hâlinden çıkmayı gerektirir. Hareketin içindeki potansiyeli görmeyi gerektirir.
Örneğin bugün kitlelerin ruh hâlini ele alır ken; İstanbul Sözleşmesi fesih kararı sonrasında kadınların “çok da öfkeli olmadıkları” yorumunda bulunmak (bazen bizzat bir kadın, bir işçi ola rak kendi ruh hâlimizi de analizin içine koymak önemlidir); işçi direnişlerine, doğa ve yaşam alanı mücadelelerine, öğrenci direnişlerine ömür biçmek ya da bu eylemlerin varabileceği noktanın “nesnele dayalı öngörülerle” sınırını çizmek, bir özne için nasıl bir ufka işaret eder?
Sistemin çelişkileri giderek derinleşirken; sınıfın bu denli örgütsüzlüğünden söz ediyoruz. Evet, örgütlenme, sınıfın derinden hissettiği öfkeye, direnme eğilimine karşılık hâlâ oldukça zayıftır. Ama bir soru da şu olmalı öyleyse; kitleler neden örgütsüzdür? Bunda her devrimci hareket, kendi payına düşeni anlamalı. Örgütlenmedeki çabalarımızın kitlelerin taleplerini karşılamaya yetmemesi bir sorundur ve özneler tarafından daha çok kabul edilen yönü budur. Peki, sınıfın özneleri acaba kitlelerin aradığı cesareti, umudu, gücünü kalabalıklardan almayan iddia ve iradeyi göstermekte yeterli midir?
Kitleler korkmakta mıdır? Evet. Peki, ne zaman cesaret alırlar? Kimden cesaret alırlar? İçlerindeki ileri unsurlardan cesaret alırlar. Bu yüzden “Bizden çaldıklarınızı almaya geri geleceğiz” diyen bir direnişteki işçi kadın, hem işçilere, hem kadınlara, hem öğrencilere cesaret verir. Bu yüzden saldırılara rağmen direnişten vazgeçmeyen öğrencilerin eylemleri, işçilere de cesaret verir. Maden işçilerinin yürüyüşü, sanatçılara da cesaret verir. Aslında bu, işçi sınıfının siyasal bir güç olduğunun, sınıfın safında hangi toplumsal dinamiklerin olduğunun henüz yeterince görünür olmasa da önemli bir ifadesidir.
Burada bir parantez açmakta fayda var: İşçi sınıfının siyasal bir güç olduğunun kimler bilincindedir? İşçiler bunun bilincine, kararlı bir direnişe geçtiklerinde, karşılarında devletin polisini, tomalarını bulduklarında varırlar çoğu kez. Kendi eylemlerinden öğrenerek varırlar ve örgütlendikleri ölçüde de bu bilinç gelişir.
Peki, sınıfın özneleri, işçi sınıfının siyasal bir güç olduğunun bilincinde midir? Eğer öyleyse, sınıfın safındaki birçok farklı mücadele alanında ge lişen direnişlerini görünür kılmak, desteklemek, en ileri noktaya taşımak için mücadele etmek, kitlele rin aradığı cesareti eylemin içinde büyütmek yeri ne; yeterli bir niceliğe, yeterli örgütlülük seviyesi ne gelene kadar bu direnişleri rutin bir çalışmayla desteklerse, bu özneler sınıfa ne anlatmış olur?
İhtiyaç olan siyasal odak ve iddia
İşçiler bir araya geldiklerinde, 1 Mayıs’larda alanda buluşanların sadece sendikalı işçiler değil, devrimciler, kadınlar, öğrenciler, halklar, velhasıl tüm ezilen kesimler olduğunu gördüklerinde; güçlerini hem kendileri görür hem de düşmana gösterirler. İşçi sınıfının siyasal gücünü, öncü rolünü gösterirler. Biz Kaldıraç Hareketi olarak kitlesel ve militan 1 Mayıs’ları da bu nedenle önemseriz. Bu yıl birçok ilde yasakları tanımayan 1 Mayıs eylemleri, özellikle de İstanbul’da devlet denetimin de sayı ve isim vererek yapılacak temsilî eylemi reddeden devrimcilerin ve sınıf mücadelesini esas alan sendikaların pek çok noktadan Taksim’e yönelen meşru eylemleri; yarının kitlesel ve militan 1 Mayıs’larını örgütlemek için önemli bir adım olmuştur. Sendika konfederasyonlarının içine düşerek hareketsiz kaldıkları umutsuzluk tablosunu yırtarak iddia ve cesaretle gündemini örgütleyen 1 Mayıs Platformu, sınıfın siyasal gücünü bir hat olarak ortaya koyacak bir odağa ne denli ihtiyaç olduğunu ortaya koymuştur. Saray Rejimi’nin çizdiği sınırları delerek iddiasını örgütleyen bir odak, kitlelerin kendiliğinden eylemleriyle de, direnen kesimlerle de buluşma, örgütlenmeyi geliştirme potansiyelini taşımaktadır. Yani kitlelerin analizi ile devrimcilerin rollerini iç içe ele almak, bu potansiyeli örgütleyecek bir bakış geliştirmeyi sağ layabilir ancak.
Kitlenin ileri unsurlarına, direnişe, direnme eğilimine odaklanmak; farklı mücadele dinamiklerinin eylemlerinden hem öğrenirken hem bu mücadelelerin önünü açabilmek ve durmaksızın her kıvılcımın içinde örgütlenmeyi geliştirmek, kitlelerin eseri olacak olan devrimde öznelerin bugünkü görevleri olarak öne çıkmaktadır. Analiz yaparken kendi rolümüzü de yeniden ele almak ve tekrar kavramak gerekir ki; devrimciler buz kırıcılardır.