CHP Genel Başkanı, “adalet” istemi ile yürümeye başladı. Ankara’dan İstanbul’a yürüyor. “Gelin katılın” çağrılarını mümkün olduğunca yapmadan, mümkün olduğunca “ortalığı ayağa kaldırmadan”, cikletten çıkmış hâli ile yürümek istiyor.
Kılıçdaroğlu ve CHP için adalet, bir hayli geç hatırlanmış bir olay oldu. CHP milletvekili Enis Berberoğlu tutuklanınca, MİT tırları davası nedeni ile açılan davadan çıkan ilk karar gereği 25 yıl ceza alır almaz tutuklanıp hapse atılınca, CHP, “adalet” olmadığını anladı ve yürüme kararı verdi.
CHP lideri, parti olarak yürüyeceğiz, milyonlarla birlikte yürüyeceğiz, demiyor. Ben yürüyeceğim, diyor. Olay, adalet ihtiyacı, onun kişisel isteği olarak ortaya konuyor ve kitlelere de, büyük kalabalıklara da seslenmiyor. Mesela yolu üzerinde bulunan büyük fabrikaların önünde, “adalet ve yürümek” konulu bir konuşma yapmaya yönelmiyor. Mesela her geçtiği yerden milyonların kendisine katılmasını istemiyor. Sadece, “adalet” için yürüyor.
CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun, bu cikletten çıkmış hâli ile yürüyüşü, gerçekte, AB ve ABD’li yetkililere “ben de varım” deme amacını mı güdüyor? Yoksa “adalet ve özgürlük” yürüyüşü müdür? Adalet ve özgürlük yürüyüşü ise, tüm halkı, işçileri, Kürtleri, emekçileri, öğrencileri, herkesi davet etmesi gerekirdi. Etkili bir eylem, tüm kitleleri bu yürüyüşe katmakla mümkündür. Etkili bir eylem, “parlamento bitti, biz de artık sokaktayız” demekle mümkün olabilir. Etkili bir eylem, ancak ve ancak, halkın aktif katılımı ile mümkün olabilir. Etkili bir eylem, aynı anda, ülkenin her yanından başlatılacak yürüyüşlerle gerçekleştirilebilir.
Ama Kılıçdaroğlu, bunu yapmak istemiyor. Sonra hakkında, “bak karıştırıcı” denmesini istemiyor. Kendisi, tarihe, şöyle geçmek istiyor:
Devletçi.
Erdoğan’ın destekçilerinden, Bahçeli kadar, ama başka alanda görevli.
Efendi, korkak denecek kadar.
Derdini söylemeye mecali yok, çünkü ya halk sokaklara çıkarsa ihtimalinden çok korkan.
AB ve ABD’nin sevgisini kazanmak için uğraşan.
Kılıçdaroğlu, mümkün olduğunda, devletin zarar görmemesi için uğraşan bir muhalif lider olmak istiyor. Ama çevresinden kendisine sorulmuyor, acaba hangi devletin? Erdoğan’a kişisel “laf” yetiştirmelerle muhalefet yapılabilir mi?
İki olay, CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun, ne olduğu hakkında bize çarpıcı bilgi vermektedir. İkisi de yakın tarihlidir.
İlki, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasıdır. AK Parti iktidarı, Saray Rejimi’ni bir dirhem anlamış herkes, Erdoğan’la yapılacak pazarlıklarının sonuçlarını bilir. Mesela Kılıçdaroğlu, eğer Baykal beyefendisine sormuş olsa idi, Baykal, kendisinin yediği kazıkları anlatabilirdi. Baykal, Erdoğan ile kaç kere pazarlık yapmış, kaç kere Erdoğan’ın imdadına yetişmiştir. Ama her birinde, Erdoğan verdiği sözleri tutmamıştır ve Baykal’ın cumhurbaşkanlığı hayali, ahir ömründe sadece bir hayal olarak kalmıştır.
ABD, CIA, Baykal’a, Bahçeli’ye, Erdoğan projesine destek olacaksınız dedi mi, onların yapmaması mümkün değildir. Bunu kaç kere gördük.
Kılıçdaroğlu, milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırmanın “demokratik bir talep” olduğunu söylüyor. Utanması da kalmamıştır. Hata yaptık diyememektedir. 15 Temmuz başladığında, önüne ilk gelecek tankın üzerine çıkacağına, Yenikapı’da sahneye çıkan Kılıçdaroğlu, en azından CIA’dan da şüphelenmeli, kendine iktidar vizesinin çıkmadığını görmelidir. Tankın üzerine çık deselerdi, bugün, meşhur olurdu. Yenikapı’ya çıkınca, cikletçi oldu. Baykal’ın bıraktığı yerden, aynı tutku ile, “devlete hizmet önceliklidir” vurgusu ile Erdoğan’ın koltuk değneği olmuştur.
Sözümona CHP; devleti korumaktadır. Hangi devleti? Erdoğan’ın Saray’dan yönettiği devleti, Erdoğan’ın istilasından mı kurtacaksınız? Hangi devleti, Gezi’de halka ateş açan devleti mi? Genelkurmay başkanının artık işsiz olduğu devleti mi? Gazetecileri, aydınları, öğretim üyelerini, barış isteyenleri hapse atan devleti mi kurtacaksınız? Her sene binlerce kadının cinayete kurban gitmesine seyirci kalan devleti mi kurtaracaksınız? Suriye’de işgale katılmak için can atan, askerlerini bilmem kaç sente satan devleti mi kurtacaksınız?
Parlamentoda dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet demelerinin tek nedeni vardır: HDP milletvekillerine karşı baskıyı desteklemek. Bu yolla HDP’yi sıkıştırmak ve biat etmelerini sağlamak. CHP liderine konu böyle sunulmuştur ve kendisi de kendilerine dokunulmayacağı garantisini alarak buna evet demiştir. Efendim “CHP programında varmış.” CHP programında mesela taşeronlaşma ile ilgili bir şeyler var mı? Mesela başkanlık sistemi ile ilgili bir şeyler var mı? Mesela adalet sistemi ile ilgili, mesela Kürt meselesi ile ilgili, mesela kadın cinayetleri ile ilgili, mesela iş cinayetleri ile ilgili vb. bir şeyler var mı? Bu programın sadece milletvekili dokunulmazlıklarını mı akıl edebildiniz? Diğerlerini gerçekleştirmeye gücünüz mü yok, öyle ise parlamentoda niye duruyorsunuz?
Dokunulmazlıkların kaldırılması, CHP’nin devletçi tutumunun ve CHP liderlerinin Erdoğan’a yedeklik yapmalarının sonucudur. CHP, kendi dar yönetimine, HDP milletvekillerinin ceza görmesinin pek de sorun olmayacağını söylemiştir. Bu, devletçi tutumun, devletçi genlerin doğal sonucudur. Öte yandan, CHP lideri, CHP’ye CHP’li milletvekillerine bir şey olmayacağının garantisini de, hizmetinde olduğu projenin başında yer alan Erdoğan’dan dolaylı yollarla almıştır.
Şimdi, Berberoğlu olayında olduğu gibi, sıra CHP’ye gelmiştir.
Daha CHP’nin başka unsurlarına da yönelecekleri açıktır. Berberoğlu’ndan başlanılmasının nedeni, onun FETÖ’cü olması yönünde ihtimallerin konuşulmuş olmasıdır. Kolay lokmadır, genel havaya uygundur.
Yoksa, başlayacakları yerleri biliyorlar.
Soru şudur: CHP lideri, adalet arayan, adalet yürüyüşüne çıkan Kılıçdaroğlu, parti içinde sol vuran milletvekillerini, mesela Sağlar’ı, neden ihraç etmekle uğraşıyor? Acaba Sağlar, “kontrollü muhalefet” ilkesine mi uymuyor? CHP’nin hangi dozda muhalefet yapacağı acaba, CIA tarafından mı organize ediliyor? Sağlar ya da başka isimler, “kontrollü muhalefet” sınırlarını mı aşıyor?
İkincisi, 16 Nisan referandumudur.
16 Nisan akşamı, sandıklar açılıp, sonuçlar ilan edildiğinde, Erdoğan, yeni ünvanlar edinmiş hâlde sevinçle kameraların karşına çıkmak yerine, Damat Berat’ın gözlerinin önünde, boynu bükük, ciğeri sökülmüş bir tarzda kameralara “zaferimiz kutlu olsun” dediğinde, herkes kadar Kılıçdaroğlu, herkes kadar CHP de, hileden haberdardı.
Tüm ülke, herkes, referandumda sandıktan HAYIR çıktığını biliyordu ve bugün de biliyor. İşte o akşam, cesur Kılıçdaroğlu neredeydi? O akşam, CHP’nin yönetiminin, devletçi, devleti korumayı amaç edinmiş bu ahlâk timsallerinin, adalet duyguları neredeydi? Yoksa devlet, onlara, “şimdi durum, halkın sokağa çıkması, sadece Erdoğan’ı iktidardan indirmez, devleti de kaybederiz, biz Erdoğan’ı halledeceğiz” mi dedi?
Soruyu atlamayalım. Soru budur. Soru aydınlatıcıdır. CHP’nin ne yaptığını, “kontrollü muhalefet” ile muhalafeti kontrol görevini yerine getirdiğini göstermektedir.
Diyelim ki, devlet, gelip Kılıçdaroğlu’na öyle dedi.
Kim bu devlet? Ordu mu? MİT mi? Hangisi Saray’ın kontrolünde değil? Ergenekon mu? Kim bu devlet? Erdoğan’a başlarına gelen bir felaket olarak bakan ve gerçekte düştüğü hâlde, gerçekte kaybettiği hâlde, mesela 7 Haziran 2015’te onu iktidarda tutan devlet mi? İstemedikleri hâlde, başkanlık sistemine, üstelik hayır da çıkmış iken, evet diyen devlet mi?
Ama kesindir, CHP’ye birileri gelip, halkı sokağa çağırmayın, 16 Nisan gecesinden söz ediyoruz, halkı sokağa çağırırsanız, radikal sol, bu ülkede iktidarı bile alabilir, ülke elden gider, işte bu çerçevede bir şeyler CHP’ye söylenmiştir.
Parlemento işlevsizleşmiştir. CHP sesini çıkarmamış, devlet elden gitmemiştir.
Saray Rejimi, ülkeyi savaşa atmıştır, ama devlet elden gitmemiştir.
AK Parti, bitmiştir, parti olmaktan çıkmıştır.
MHP bitmiştir, parti olmaktan çıkmıştır.
16 Nisan’da halkın verdiği oylar ne olursa olsun, sandık sonuçlarının, bundan böyle Saray’ın istediği gibi açıklanacağı ilan edilmiştir. Yani, bundan sonra, seçim ve sandık, açık bir tiyatrodur. Ve adalet duygusu zedelenmemiştir.
Ama şimdi, CHP lideri, adalet diyor!
16 Nisan, bu ülkede, sandıkların gömüldüğü gündür. Bundan sonraki dönemde, seçimlerden zafer çıkaracaklarını umanlar, gerçeklikle ilişkisi kopmuş kişilerdir. Başlarına Baykal’ı koyun. 2019 raunduna hazırlanmaktan söz eden Baykal, gerçekte, Erdoğan’ın elini rahatlatmak istemektedir. Baykal, hileli sonuçları unutturmak için bu hamleyi yapmıştır.
Kılıçdaroğlu, sandık sonuçlarına sahip çıkmamıştır. Deyim uygun düşerse o cesareti gösterememiştir. Ciklete girmiş, orada saklanmayı yeğlemiştir.
O akşam, Kılıçdaroğlu’nun CHP’si de bitmiştir.
O akşam Kılıçdaroğlu, “devlet elden giderdi. AK Parti’nin silâhlı adamları vardı ve halka ateş ederlerdi” bu nedenle sokağa çıkma çağrısı yapmadık, dedi.
İşte size devletçi mantığın, korkaklığın, güdümlü muhalefetin gerçekliği budur.
Peki, şimdi, 10 Haziran’da, ne değişti?
Mesela AK Parti, silâhlı adamlarına silâhları bırakın mı dedi? Şimdi, Berberoğlu tutuklanıp, sıra size geldiğinde “adalet” demeniz geç değil mi?
Hayır, CHP lideri, kişisel olarak temizlenmek, kişisel olarak aklanmak istiyor. Milletvekili dokunulmazlığı, 7 Haziran seçimlerinin ardındaki tutumu, Yenikapı performansı, bunca üniversite öğretim üyesinin okullardan atılması karşısındaki suskunluğu, 16 Nisan’daki ahlâksız Erdoğan destekçiliği, onu iyice yerin dibine sokmuştur. CHP ve Kılıçdaroğlu, kitleler gözünde artık bir lider, bir varlık değildir. CHP, bitmiştir. CHP, artık bir siyasal parti değildir ve bu yönde bir misyonu da kalmamıştır.
İşte, egemenler, Kılıçdaroğlu’nun da rol aldığı, oynadığı, Bahçeli’nin de rol aldığı Erdoğan projesinin mimarları, şimdi, bu bitmiş hâli ile CHP’ye kan vermeye, acil kan takviyesi yapmaya çalışıyorlar.
CHP dirilir mi? Ruhuna fatiha okunmuşların dirildiği görülmemiştir. Türkiye’de parlamento bitmiştir. Cumhurbaşkanı, artık yalnız ve boynu bükük şekilde, sahnelerin kahramanı olarak konuşmaktadır. Başkan, “Reis”, AK Parti Başkanı olmak için o kadar çırpınmıştır ki, aslında bunun bir kıymeti olmadığını geç anlamıştır. Başkan Reis, şimdi, daha yalnız, daha büyük korkular içindedir. Daha çok baskı kurması da işini kolaylaştırmayacak. Başkan, “Reis”, şimdi bu ünvanlarının kendine yetmediğinin farkındadır. Gele gele, halife-sultan ünvanlarının ikisini birden alma hedefine gelmiştir. Ama artık, bu ünvanları alsa da kurtuluş yolu gözükmemektedir. Devlete en çok sahip olduğu bugün, aslında, başkasının kollarında kıskıvrak esir olduğunu görmektedir. Peygamber de olsa, durum budur.
Ve Cumhurbaşkanı, ramazan kürsülerinden birinde çıkıp, CHP liderini, sivil toplum örgütlerini tehdit etmektedir. 138. madde var diye kükremektedir. Hiçbir aslan, bu kadar zavallıca kükrememiştir.
Cumhurbaşkanı, Başkan, Reis, AK Parti Genel Başkanı, Başkomutan kükremeye çalışmaktadır: Adalet aranacak yer parlamentodur.
Komiktir, Saray’ın sahibi, Saray Rejimi’ni, kendi iradesi ile reddetmektedir. Adres parlamentodur demektedir. Parlamentoyu dağıtan kendisidir, Başkanlık sistemi bunun en açık ifadesidir. Milletvekillerini hapse tıkan, trilyonlarca liralık yolsuzluğa bulaştığı hâlde yargılanmayan kendisidir. Milletvekillerini, kürsüden söyledikleri ile yargılayan bir yargı sistemini kuran kendisidir. Hangi parlamentodan söz ediyor Muktedir? Ve bu sözlere gülmeyen vatandaş var mıdır, bilemiyoruz ama AK Parti sıralarındakilerin güldüğünden eminiz.
Demek ki, bu çok geç de olsa, bu cikletten çıkmış hâli ile de olsa Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü, bazı gerçekleri ortaya çıkarmak için bir adım olabilir. Yürümek, belki de Kılıçdaroğlu’na da iyi gelebilir.
CHP, tüm kadroları ile, açık olarak, olup biteni deşifre etmek, halklara gerçeği söylemek zorundadır.
CHP, gerçekte, olayların gelişimi, içinden geçilen süreç kendisini aştığı için harekete geçmiştir. Artık daha fazla susmaları durumunda kitlelerin devrimci sosyalizme yöneleceğini bildikleri için, kitleler gözünde itibar kazanabilmek için bu adımı atmıştır.
Hâlâ, bu adımları atarken, “kontrollü” olmaya çalışıyorlar. Halka açıktan çağrı yapıp, her ilde halkın sokağa çıkmasını sağlamaya yönelmiyorlar.
Ama derler ki, eylem, eylemi gerçekleştirenleri çoğunlukla aşar.
Şimdi, tüm illerden, ülkenin her yanından, İstanbul’a yürüme zamanıdır.