8 Mart 2020, valilik emri ile yasaklanmıştır. 8 Mart 2020’de, Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, devlet güçleri, yani kolluk kuvvetleri, yargı sistemi, basını ile devlet güçleri, kadınların karşısına dikildi.
Normaldir.
Kadınları çiçekle karşılamayacaklarını biliyoruz. Hâlâ bu yönde umutları olanlar varsa, onların anlaması da artık daha kolaydır.
Ama yine de, 8 Mart günü, polisin saldırganlığı, medyanın organize hareket etmesi, valiliğin ve yargının polis gücünün destekçisi olarak iş görmesi, her zamandakinden daha “özel” bir hazırlıkla yapılmıştı.
Saray Rejimi, korku içindedir.
Gençlerin eyleminden korkuyor.
İşçilerin grevinden, basın açıklamasından korkuyor.
Kadın eylemlerinden korkuyor.
Anaların cumartesi toplantılarından, adeta saplantı hâline getirecek kadar korku duyuyorlar.
Bir insanın iş istemesinden korkuyorlar.
Bir ailenin tren kazasında ölmüş üyeleri için, Ankara’ya mahkeme kapısına gelmesinden korku duyuyorlar.
Bir tweet’ten, bir cikleme sesinden korkuyorlar.
Gerçekten korkuyorlar, gerçeğin yazılmasından, kendileri dışında bir görüş ve düşünce olmasından korkuyorlar.
Erdoğan ve onun etrafı, artık sürekli kâbuslar görüyor olmalıdır: Ha bu ay Gezi olur, ha bu ay olmadı, gelecek ay kesin olur. Ha bu ırza geçme olayı bir Gezi hâline gelir, ha işçilerin işten atılması olayı. Kısacası, Erdoğan ve Saray, aklını Gezi Direnişi ile bozmuş durumdadır ve bu büyük kâbuslarıdır.
Menderes iktidara geldiği andan başlayarak, sürekli olarak, “bu kış komünizm gelir” korkusu ile yaşıyordu. Bu korkuyu doğuran, daha çok SSCB’nin Alman faşizmi özelinde emperyalist saldırıyı bertaraf etmesi, kazandığı zafer idi. Bu zafer, tüm emperyalist dünyada, büyük bir korku doğurmuştu. Atom bombasının Hiroşima ve Nagazaki’ye atılması, aslında bu korkunun ürünüdür. Ve TC devletinin NATO’ya girmesi, NATO’ya girmek için Kore’ye asker göndermesi bunun içindir. ABD yönetimi ve uluslararası karşı-devrim örgütlenmesi, sürekli olarak Türkiye’nin komünizm tehlikesi altında olduğunu propaganda ediyordu ve elbette Menderes’in ufku, efendilerinin söylediklerini allahın emri kabul etmenin ötesine geçemiyordu. Onun için, evinde bile, sadece ofisinde değil, evinde de, her gün, hangi kış komünizmin geleceği üzerinde sıkı tartışmalar yapılıyordu.
Oysa o günleri analiz edecek olsak, SCCB, kendi derdinde, toparlanma ve yaralarını sarma mücadelesindeydi. Dünyada devrimci kalkışma, Fransız ve İtalyan devrimlerinin feda edilmesi ile geri çekilmişti. Yani, 1950’lerin Türkiye’sinde komünizm korkusu, ancak Menderes ailesi ve çevresinde yerleşik bir korku idi. Komünist avcılığı, işte bu koşulların ürünü idi.
Şimdi, Erdoğan’ın korkuları biraz daha farklıdır.
Birincisi, çok para götürmüştür ve mal mülk sahibi olmak, insanı korkak yapar. Kaybedecek çok şeyi var. Artık, ilk günlerdeki gibi, Coca-Cola dağıtım işini Burak oğlana vermekle sınırlı işler değil bunlar. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı, 80 milyon Türkiyeli’nin emeği çalınmıştır. Erdoğan, saymakla bitmeyecek bir servete sahiptir. O kadar ki, bu serveti emanet edecek yer neresi olursa olsun, ipleri de o yere kaptırmaktadır. Damat Ferit, pardon Berat, acaba bu ipleri eline almış olabilir mi?
İkincisi, bu yağma, rant ve savaş ekonomisi, çetelerle birlikte gelişmiş, ABD’nin AB dışında bir “ekonomik varlıklı sınıf yaratma” projesi ile uyumlu olarak gelişmiştir. Ve bugün bu çeteler sorundur. Her biri kendi kârını düşünmekte, her biri Erdoğan’ın arkasından dolanmaktadır. O kadar ki, bu çeteler, başka bir “lider” buldukları an, Erdoğan’ı batmakta olan sarayında tek başına bırakmaya heveslidir. Galiba aile üyeleri de bu işin içindedir.
Üçüncüsü, Gezi korkusudur. Her gece uyanıp uyanıp, toplumun çok büyük kesimini Taksim’den Ankara’daki Saray’a yürür vaziyette görmektedir. Tam Taksim’e müdahale edecekken, bu kez rüyasında Kızılay meydanının kızıl bayraklarla Saray’a doğru yürüdüğünü görmektedir. Acaba, bu Saray’ın yeri yanlış mı yapıldı?
Şimdilerde, ABD konsolosluğu olarak yapılan bir alan var. Bu alan da Atatürk Orman Çiftliği arazisi içindedir (Ha doğru ya, bu CHP; mesela Saray için kaçak derken, yapılmakta olan Amerikan konsolosluğu için acaba neden kaçak demez?). Acaba, o nokta daha mı güvenli idi? Acaba, Amerikalılar, alttan, Saray’ın altından, bu yeni konsolosluk binasına giden bir tünel yaparlar mı, kaçış kolay olur, diye düşünmektedir.
Yani, Gezi Direnişi Erdoğan’ın kimyasını bozmuştur. Saray Rejimi’nin altını oymuştur.
Dördüncüsü, uluslararası durum var. Suriye’ye, Libya’ya ABD emri ile bir tetikçi olarak girmekten çekinmedi, ne de olsa Mehmet çok var ve onunla da bir ilgisi yok bu işlerin. Ne kadar Mehmet ölecek, bu onun derdi değildir. Ne de olsa onlar emekçi çocuklarıdır. Hem ne Burak, ne Bilal, askere gitmek için hevesli de değildirler. ABD ne dedi ise yaptı ama, iş yine de sarpa sardı. İdlib yolları, Erdoğan için mayınlarla dolu bir yol oldu. Ve galiba bu yolun sonu da İdlib’de gözükmektedir.
İşte, tüm bunlar, Erdoğan’ın korkularını, Menderes’in korkularından büyük ölçüde ayırmaktadır. Tek ortak noktaları, “iki ayaklarının arkadan birleştiği yere” yiyecekleri halk tekmesidir. Hem sonra, Menderes altı üstü başbakanlıktan düşecekti, oysa Erdoğan, bir RTE markasıdır ve Saray’dan düşmek çok tehlikelidir.
İşte bu nedenlerle, bu denli saldırgandırlar.
8 Mart’ta kadınlara, kitleye saldıran bu Saray güruhu, bu nedenle bu denli azgındır. Korkuları boylarını aşmıştır.
Artık, korku çukuru içinde debelenmektedirler. Saray’ın her yanını, bu korku, iktidarını, cennetini kaybetme korkusu sarmıştır.
Korkuları boylarını aşmıştır, işte bu nedenle bu denli saldırgandırlar.
Saldırarak, korkularını açığa vuruyorlar.
Kendi korkularını, kitlelerin, işçi ve emekçilerin korkuları hâline getirmek istiyorlar. Kendi korkularını halka, kitlelere, direnen herkese bulaştırmak istiyorlar.
Ama nafiledir.
Korkuları, gün be gün gerçeğe dönüşmektedir.
Saklamak istedikleri gerçekler, bir bir karanlığı yırtarak gün ışığına doğru yükselmektedir.
8 Mart’ta saldırdıkları kadınlar, daha da büyük sayılarla direnişi geliştireceklerdir.
Yasaklar, yüksek perdeden açıklama ve fermanlar bir bir yırtılacak, çiğnenecektir.
Ve kâbuslarınız, bir seher vakti, gerçeklik hâline gelecektir.
Güzel, aydınlık ve direngen gözleri, ellerinde kızıl bayraklarıyla, ağızlarında en güzel şarkılarıyla kadınlar, o seher vakti, bu kez kaçmanızı önlemek üzere karşınıza dikileceklerdir.