Mahşerin atlıları ve hâl-i pür melâl(imiz)

“Selam olsun dört bir yana merhaba
Akan kana düşen cana merhaba
Hesap sorulacak güne merhaba
Türküler söyleyen dile merhaba.”[1]

V.İ. Lenin’in, “Milyonlarca işçi ve köylünün çıkarları bir avuç zenginin çıkarlarını korumak uğruna feda ediliyor,”[2] betimlemesindeki hâli, “Ağaç görmüş yakmışlar,/ Bir kanat görmüş kırmışlar,/ Şimdi de düşmüşler insan izine./ Nerede insan, Nerede ışık,/ vurmuşlar,” diye tasvir eden Hasan Hüseyin Korkmazgil’in dizeleri bugünlerdeki hâl-i pür melâl(imiz)e dairdir.

Gabriel García Márquez’in Kırmızı Pazartesi’ndeki[3] hâldir ve herkes farkındadır: Yerküre büyük değişimlerinin eşiğindeyken; insan(lık) uçurumun kenarında yol alıyor; XX. yüzyıl kapanırken “Komünizm yıkıldı, dünyaya barış, demokrasi geliyor,” diyenler bugünlerde bir “büyük savaşın” kaçınılmaz olduğuna inanıyorlar.[4]

* * * * *

2008 krizinden beri kapitalist küreselleşme geriliyor; Çin ekonomik teknolojik süper güç düzeyine yükselirken BRICS ülkelerinin küresel ekonomi içinde ağırlığı giderek artıyor; uluslararası rekabeti, savaş tehdidini ve kaosu besleyerek…

Gıda Krizine Karşı Küresel Ağ’ın Küresel Gıda Krizi Raporu’nun 2024’ün ikinci güncellemesine göre, “felaket/kıtlık” düzeyiyle karşı karşıya kalan insan sayısı 2023’te 705 bin iken, bu rakamın 2024’te 1.9 milyona ulaştığını[5] ifade ettiği verili durumla bağıntılı[6] öteki boyutu da Arundati Roy’un, “Savaşmak için silaha mı ihtiyacımız var? Yoksa silah pazarları yaratmak için savaşlara mı ihtiyacımız var?”; Peter Ustinov’un, “Yoksulların savaşına terör, zenginlerin terörüne savaş denir,” sözleri net biçimde tarif ediyor.

* * * * *

Kolay mı? Yerküre devasa bir cephaneliğe dönüşt(ürüld)ü!

Kapitalist dünyada en yüksek askerî harcama 10 ülke tarafından yapılmaktadır: ABD, Çin, Suudi Arabistan, Rusya, Birleşik Krallık, Hindistan, Fransa, Japonya, Almanya ve Güney Kore… Sadece 4 milyon nüfuslu İsrail, dünyanın en büyük on silah üreticisinden biridir. İsrail ordusu için, “Eşsiz ordu: Bir Ulus İnşa Eden İsrail Savunma Güçleri” tanımı yapılması boşuna değildir.

2023’te dünyadaki askerî harcamalar, 2.4 trilyon dolarla rekor kırmıştı. Ukrayna savaşı sonrası Avrupa ülkelerinin silah ithalatı yüzde 94 arttı. İlk defa silah bütçesi, soğuk savaş dönemindeki seviyeye vardı. Harcamaların aslan payı yüzde 37 artışla ABD, yüzde 12 ile Çin, yüzde 4.5 ile Rusya’ya ait. 2023’te NATO’nun askerî harcamaları 1.3 triyon dolar olarak gerçekleşmişti. Bu, dünya çapındaki askerî harcamaların yüzde 55’ine tekabül ediyor.

NATO üye ülkelerin askerî harcamalara ayırması gereken parayı da belirliyor. Almanya, yıllık gayri safi yurt içi hasılasının (GSYİH) yüzde 2’sini savunmaya ayırmak zorunda kaldı. Bu, 90.6 milyar doların askerî harcamalara ayrılması demektir. Böylece Almanya, Hindistan ile beraber “en fazla silahlanma harcaması yapan” 4 ülke arasında yerini almıştır.

ABD’nin savaş örgütü olan NATO, Galler’de 2014 yılında yaptığı zirvede, üye ülkelere bütçelerinin yüzde 2’sini askerî harcamalara ayırma, bu oranın yüzde 20’sini ise silahlanmaya ayırma zorunluluğu getirmişti. Yüzde 2 şartının ilan edildiği 2014’te 4 ülke bu şartı yerine getirdi. 10 yıl içinde bu şartı 32 üye ülkenin 23’ü yerine getirmektedir. Bu sayı 2023 yılında 11, 2022’de ise sadece 7 idi. Özellikle Doğu Avrupa ülkeleri, bu şartın da üzerinde, bütçelerinin yüzde 3,4’ünü askerî harcamaya ayırmak zorunda kalıyor. Son olarak Varşova Güvenlik Forumu NATO ülkelerine, “GSYİH’lerinin en az yüzde 3’ünü savunmaya harcama çağrısı” yapmıştır.

Çin’in silahlanma alanındaki dev yükselişi de dikkatleri çekmektedir. SIPRI’ye göre, “Çin, nükleer başlık cephaneliğini 90 savaş başlığı artırdı ve ocak ayı itibarıyla 500’e çıkardı. Ayrıca Çin şu anda 238 civarında olan toplam kıtalararası balistik füze sayısında, önümüzdeki 10 yıl içinde, ABD’nin 800, Rusya’nın 1244 olan füze sayısını geçebilir.”

Dünya 1914 Avrupası’ndaki emsali görülmemiş silahlanma dönemine benzer bir atmosferden geçiyor.[7]

* * * * *

Bu(nlar) elbette boşuna değil!

Örneğin ABD’nin Tokyo Büyükelçisi Rahm Emanuel, The Wall Street Journal gazetesindeki makalesinde, ABD ve müttefiklerinin, Çin’e ekonomik anlamda karşı koymak amacıyla “NATO benzeri” bir ittifak kurmasını önerdi. Japonya Başbakanı İşiba Şigeru da 2024 Ekimi’nde seçilmesi ardından, “Asya’da NATO benzeri bir ittifak kurulması” önerisini dillendirmişti.[8]

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da, “Rusya ve Batı soğuk savaştan da kötü bir durumla karşı karşıya” derken; “Isınan Soğuk Savaş”tan ya da III. Dünya Savaşı ihtimalinden söz edilmesi boşuna değil; uluslararası ilişkiler tablosu da buna kanıt.

* * * * *

“Bu gidiş nereye” soru(nu)nun öne çıktığı güzergâhta, faşizm ile kaos arasındayız sanki.

“Nasıl” mı?

“Stagflasyon” (durgunluk+enflasyon) sürdürülemez kapitalizmin temel belirleyenlerinden birisi oluyor; bu da kapitalist “standart” yalanların iflas ettiğini gösteriyor. Stagflasyonun, durgunlukla mücadele ederken enflasyonu, enflasyonla mücadelenin de durgunluğu kalıcılaştırdığı gerçeği kapitalizmi derinden sarsıyor.

Kapitalist dünyanın öne çıkan tekelci politik dinamikleri, sermayenin faşizmle ilişkisini yeniden gündeme taşırken; toplumsal gelişmeyi negatif yönden etkileyip biçimlendiriyor.

* * * * *

Mesela: Almanya’da ifade özgürlüğünün, özellikle Doğu Alman mirası, Filistin ve Gazze savaşı gibi hassas konularda baskı altına alınması, giderek yüksel(til)iyorken; toplum hızla sağa kayıyor. Almanya için Alternatif (AfD) partisinin yükselişi, bunun kanıtı.

Alman devleti, Yahudi soykırımına gözlerini kapattığı gibi şimdi de İsrail’e koşulsuz destek veriyor; Filistin’deki soykırıma gözlerini kapatmakla yetinmiyor; konuşmak isteyenleri de susturuyor. Sosyalist Doğu Alman mirasını da tarihten siliyor.

Nâzım Hikmet’ın, “Faşizm ölümün methiyesini yapıyor, hayatın en inanılmaz kıvılcımını, zekâyı, aklı sevmiyor. Faşizm ümidi mahvediyor. Bize, ‘Herkes olduğu yerde ebediyen kalacak’ diyor. Daha adil, daha güzel bir insan hayatına karşı duyduğumuz hasretle alay ediyor.”[9] tarifindeki neo-faşist hareketlerin XXI. yüzyılda (yeniden) doğuşuna ebelik eden yıkım politikaları şizofren kapitalist dünyanın, bir semptomudur!

Süreç olarak faşizm bu konuma, Trump, Bolsonaro, Wilder gibi toplumu ırkçılık, yabancı/Müslüman göçmen düşmanlığı üzerinden kutuplaştırarak sosyal medya üzerinden yalan haber, dedikodu, paranoya ve komplo teorileri yayarak geldi. Klasik faşizmden farklı olarak XXI. yüzyıl faşistleri liberal demokrasiyle kurdukları ilişki ve görünüm bakımından mazilerindekinden farklı bir yol izlediği de göz ardı edilmemeli.

“İtalya’da neo-faşist gruplar, 1975 yılında öldürülen militan Sergio Ramelli’yi ‘faşist selâmıyla’ andı, Anmaya iktidar partisinden de katılanlar oldu.”[10] örneğindeki üzere sözünü ettiğim deprem Avrupa’yı sarsıyor.[11] Hollanda, Danimarka, Avusturya, Almanya, Fransa, İtalya, İspanya örneklerinde neo-faşist partilerin yükselişi Wilhelm Reich’in “Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı” eserini anımsatıyorken;[12] Enzo Traverso’ya kulak vermekte yarar var:

“XXI. yüzyılın başında ‘faşizm’ ne anlama gelir? Bu sözcük iki savaş arası dönemde karanlık bir şiddet, diktatörlük ve soykırım manzarasını çağrıştırmaktadır. Avrupa’dan ABD’ye ve Brezilya’ya kadar küresel ölçekte radikal sağın yükselişini tekrar gördüğümüzde ise bu tür imgeler kendiliğinden düşüncelerimize geri dönmektedir. Ancak faşizm kabuk değiştirmiştir. Tipik faşist özellikleri -otoriter ve karizmatik liderlik, demokrasi nefreti, hukuku küçümseme, insan haklarını aşağılama, açık ırkçılık (özellikle Siyahlara, Latinlere ve Müslümanlara karşı), kadın düşmanlığı, homofobi- gösterişli bir şekilde sergiler ancak eski faşist retorik terk edilmiştir: Post-faşist hareketler kendilerini küreselleşme, kitlesel göç ve İslâmî köktencilik tarafından tehdit edilen ulusal kimliklerin savunucuları olarak gösterir. Melez bir fenomen olan bu ‘post-faşizm’ ne eski faşizmin yeniden üretimi ne de tamamen yeni bir şeydir; bilinmeyen bir gelecek ile akıldan çıkmayan bir geçmiş arasında askıda kalmaktadır.

“Son zamanlarda faşizm, pek çok gözlemcinin kesin olarak bir kenara itildiğini düşündüğü tarih yazımı tartışmalarının sınırlarını aştı ve olağanüstü bir şekilde siyasi gündeme geri döndü. Bu eğilim küreseldir. Dünya, 1930’lardan bu yana, kaçınılmaz olarak faşizmin hatırasını uyandıran radikal sağ hareketlerin benzer bir büyümesini yaşamadı. Başlangıçta bu fenomen, Fransa’da Ulusal Cephe’nin ve eski Sovyet bloğu ülkelerindeki diğer aşırı sağ hareketlerin yükselişiyle kıta Avrupa’sında ortaya çıktı. Bugün aşırı sağ partiler neredeyse tüm Avrupa Birliği ülkelerinde güçlü bir şekilde temsil edilmekte, bazen de hükümet güçleri olarak yer almaktadır. Alternative für Deutschland ve Vox’un başarısı Almanya ve İspanya’nın artık istisna olmadığını göstermektedir. Son yıllarda bu dalga tsunamiye dönüştü ve ABD’de Donald Trump, Brezilya’da Jair Bolsonaro, Hindistan’da Nabendra Modi[13] ve Filipinler’de Rodrigo Duterte’nin seçilmesiyle diğer kıtalara da taştı. Milliyetçilik, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve otoriterlik son derece bulaşıcı hâle geldi. Her yerde faşizmin hayaletleri yeniden ortaya çıkıyor ve eski tartışmaları yeniden açıyor: 1930’lara geri mi dönüyoruz?”[14]

* * * * *

Evet!

Kapitalist dünyadaki siyasi dinamikler, teknolojik gelişme-sermaye ve faşizm arasındaki yakın ilişkiyi yeniden gündeme getiriyorken; “Teknoloji alanında en ‘yaratıcı’, ‘yenilikçi’ sermayenin en büyük şirketleri dün olduğu gibi bugün de faşist hareketleri destekliyor.”[15]

“Teknoloji fetişistleri”nin iddialarının aksine, şurası çok net: “Yapay zekâ” teknolojileri, iki yüzü olan Yunan tanrısı Janus’u anımsatıyor.

Yapay zekânın insanlık adına büyük ilerlemeler vaat eden potansiyellerinin yanı sıra, son derecede tehlikeli, “uygarlık yıkıcı” senaryoları gündeme getiren özellikleri de var.

Bunlardan birisi de kapitalist gözleme-izleme-disiplin ve dezenformasyon; en kötüsü de bu yeni teknolojinin, Elon Musk, Peter Thiel, Sam Altman gibi bir avuç psikopatın elinde yoğunlaşmış olması. Yapay Zekâ’nın bir kıyım aracına dönüşmesi için “kötü niyetli hacker’lar”a ihtiyaç yok, yani… Bunu bizzat teknolojiye hükmedenler de gerçekleştirebilirler.

* * * * *

Ayrıca, emperyalist paylaşımla ilgili savaş var ki, o da şöyle: Ukrayna’daki vekâlet savaşı, Ortadoğu’da  evasa altüst oluş, ABD’yi de kapsayan bölgesel savaş imkânını besliyorken; küreselleşen gericilik dalgası ırkçılığı, faşizmi, milliyetçiliği gövdelendiriyor.

Bun(lar)a Avusturya seçimlerini faşist partinin kazanmasını; Almanya’da birinci parti olmaya doğru giden faşist AfD’yi; küresel ekonomik jeopolitik basınçları; ABD seçimlerindeki Donald Trump (ve J. D. Vance) ile “Yaklaşan Fırtına” gerçeği yanında 2024 seçimleri akabinde yaşanması mümkün kaos tehlikesini; ya da derinleşen iklim krizi, hızlanan teknolojik (yapay zekâ) “devrim” felaketini de eklemek gerek.

Elbette giderek odak noktasına dönüşen Ortadoğu’daki Hamas ve Hizbullah “dinî hakikât”leriyle bağıntılı İran’ı ve dinci/ırkçı perspektif ile hareket eden, Filistin sorununu, Filistin yerleşimlerini ve nüfusunu yok ederek çözmeyi arzulayan siyonist İsrail’in faşist varlığını da.

Kolay mı?

“İsrail’in Beyrut’a yönelik bombardımanın Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı öldürerek, Ortadoğu’yu bölgesel bir savaşın eşiğine getirdi.”[16]

“ABD emperyalizmini arkasına alan İsrail, Gazze ve Lübnan’da kan dökmeye devam ediyor. Saldırılara tepki yağarken bölge savaşa sürükleniyor.”[17]

“ABD emperyalizminin desteğiyle İsrail’in saldırıları İran’ı çekecek daha büyük bir savaşı tetikleyebilir.”[18]

“İsrail Lübnan’da yaşananların gösterdiği üzere böyle bir savaşı kazanabilir, ancak hem kendisi hem de tüm bölge kaybeder.”[19]

Önceki bölgesel savaşlar seküler siyonizm tarafından, bir “iki devletli çözüm” bulma “iddiasıyla” yönetiliyordu! Ancak durum artık çok farklı…

Hamas 7 Ekim saldırısını planlarken Netanyahu yargıdan kaçabilmek için, çoktan Smotrich, Ben-Gvir gibi faşistlere, radikal dinci/ırkçı (Kahanist) hareketin seçmenine teslim olmuştu; iktidarda kalmaya devam edebilmek için, bölgedeki diğer “Adamlar” gibi yeni güvenlik krizlerine gereksinimi vardı. Faşist liderler, pratikte bir soykırım anlamına gelen Gazze’yi yeniden işgal etme, yerleşimlere açma niyetlerini açıkça dile getiriyorlardı. İsrail, ABD desteğinde kurduğu, çalıştırdığı, Gazze yıkım-soykırım projesinde birinci dereceden rol oynayacak bir hava gücüne sahipken, Hamas’ın buna karşı savunma olanakları yoktu. (Siyonizmin refleksi dinci/ırkçı “Büyük İsrail” fantezisinin ürünüdür).

Tüm bunlar (elbette fazlasıyla!) Ortadoğu (ve yerküre) realitesinin parçaları; hem de “ABD toplumu çöküşün eşiğindeki imparatorlukların tarihsel özelliklerini sergiliyor”ken…[20]

* * * * *

Sözcüğün tam anlamıyla dünya kalkıp, göçerken; Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü’nün ifadelerine göre, “göç ile savaş” politikaları ABD-Meksika sınırını dünyadaki en ölümcül sınır hattına dönüşürdü.[21]

Eduardo Galeano’nun, “Hepimiz Afrika kökenli göçmenleriz, bunu hatırlamayı reddediyoruz, ırkçılık hafıza kaybına neden oluyor”; Ai Weiwei’nin, “Mülteci krizi mültecilerle değil bizimle ilgili,” haklı saptamaları ile V. İ. Lenin’in, “Kapitalizm ulusların göçünün özel bir biçimine yol açmıştır. Hızla gelişen sınai ülkeler, geniş çaplı makineleşmeyi ortaya çıkararak ve geri kalmış ülkeleri dünya pazarından sürerek yurtta ücretleri ortalama oranın üzerine yükseltiyorlar ve böylece geri kalmış ülkelerden işçileri çekiyorlar. Dolayısıyla yüz binlerce işçi, binlerce verst yol kat ediyor. Gelişmiş kapitalizm onları zorla kendi yörüngesine çekiyor, yaşadıkları taşralardan koparıyor, dünya-tarihsel harekete katıyor ve güçlü, birleşik, uluslararası bir fabrika sahipleri sınıfıyla karşı karşıya getiriyor,”[22] uyarısını görünmez kıldı.

Göç hareketleri savaş ve yoksulluk[23] kadar, ekolojik meseleden, yerkürenin ateş topuna dönüştürülmesinden kaynaklanıyor…

“Sürdürülemez kapitalizm insan(lık)ı nereye mi götürüyor”? 8.5 milyar insanı ile tahrip edilen doğa, küresel ısınma… Kapitalist yıkımla nereye kadar? İnsan(lık) bencilliklerin, çıkarların, önlenemeyen savaşların, dizginlenemeyen sömürü ve kâr hırslarının kurbanı ediliyor…

Yerkürenin 11 bin 700 yıldır içinde olduğu holosen çağı bitti. Bitti de bilim dünyası “antroposen” olarak tanımladığı felaket çağını henüz ilan etmedi. Eli kulağında…

* * * * *

Nature Geoscience’ye göre, ozon kirliliği tropikal ormanların büyümesini ve dolayısıyla karbon emme kapasitelerini önemli ölçüde azaltıyor. Ozon kirliliği nedeniyle tropik ormanlar yılda 290 milyon ton karbonu tutamıyor. Bu kayıp, 2000’den beri tropik ormanların karbon alımında yüzde 17’lik bir azalmaya tekabül ediyorken;[24] küresel ısınmanın yol açtığı iklim krizi tüm canlıların ve uygarlığın geleceğini tehdit eden en önemli gerçek. Bu çılgınlığı durdurabilmek için atmosfere CO2 ve çeşitli zehirli gazlar salan fosil yakıtlara aşamalı olarak son vermek, yoğun tarım ile hayvancılıktan kaynaklanan CO2 ve metan gazı emisyonlarını hızla azaltmak gerekiyor. Çünkü küresel ısınma tüm dünya halklarını, gezegende yaşayan canlıların varlığını tehdit eden, dahası, tüm diğer sorunları da kapsayan bir soru(n).

“Nasıl” mı?

Antarktika buzullarının erimesi tehlikesi artık giderek yaklaşan bir gerçek. Peki büyük buzul parçaları erirse dünyadaki yaşam nasıl olur, biliyor muyuz?

Antarktika’da yaklaşık 25 milyon 400 bin kilometreküp buz bulunur. Bu miktar dünyadaki tüm tatlı suyun yüzde 60’ını ve tüm buzun yüzde 90’ını oluşturur. Eğer buradaki buzulların tamamı erirse küresel ölçekte deniz seviyesinin 70 metre yükselebileceği öngörülüyor. Tabii buzulların erimesi, sırf kıyı bölgelerindeki yaşamın tehlikeye girmesi değil, su ve karasal biyoçeşitlikten küresel ısınmaya kadar birçok yaşamsal koşulun zorlaşması hatta bazı türler için ortadan kalkması, yeni göçler anlamına geliyor.

Antarktika Yarımadası’nın batı kıyısındaki ortalama yıllık hava sıcaklığı son 50 yılda yaklaşık 3 derece arttı. Bu küresel artış ortalamasının beş katıdır. 1960’lardan günümüze ise buzulların yüzde 60’ında geri çekilme gözlemlendi. Bu durumda i) Dünya haritası değişecek. Florida, Danimarka, Hollanda, Bangladeş ve birçok küçük ada ülkesinin çoğu tamamen yok olacak. Birleşik Krallık ve Uruguay gibi deniz seviyesinden aşağı ülkeler toprak alanlarının önemli bir bölümünü kaybedecek. Avustralya büyük bir iç denize sahip olacak.

  1. ii) Dünya nüfusunun yüzde 40’ı iklim göçmeni olacak.

iii) Eriyen buz, tatlı su seviyesini artırarak okyanusları daha az tuzlu hâle getirecek. Okyanus akıntılarındaki değişikliklerden su altı biyoçeşitliliğine kadar olumsuz etkiler oluşacak.

  1. iv) Dünyada yaşayan insanlar kutuplara ve yaşanabilir iklimlere doğru göç etmek zorunda kalacak.[25]

* * * * *

Sonra bir de salgınlar…

Covid-19’un yeni varyantları dünyada yeniden yayılıyorken; Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), coronavirüs salgınının küresel risk olmayı sürdürdüğüne dikkat çekti. Virüsün öngörülemeyen özelliklere sahip yeni varyantlara dönüşme yeteneğini koruduğuna dikkat çekerken; Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu da dünyanın bir sonraki salgına hazır olmadığı uyarısında bulundu.[26]

İnsan(lık)ı tehdit eden tek Coronavirüs SARS-CoV-2 virüsü değil. İnsana bulaştığı bilinen 7 farklı Coronavirüs tipi var ve bunlardan 4 tanesi aralıklarla insanlarda hastalıklara neden olmaya devam ediyor.

Pandemiler böyledir. Bizi hastalandıran ve pandemi yapan güçlü virüsler ise hiçbir yere gitmez ve kaybolmazlar. Pandemiden etkilenen insan topluluğunda önemi sonradan anlaşılan hasar ve değişimlere yol açarlar. En az 500 yıldır bizi hastalandıran “grip” (influenza) virüsünün 1918 yılındaki meşhur pandemisinden sonra gelişen “ensefalitis letarjika” (uyku hastalığı) salgını ve bu salgının da parkinsonizm ile ilişkisinin olması bir diğer örnektir. “Salgınlar ender gerçekleşir ve ender fenomenlerin tümü gibi salgınlar da bireysel çabayı aşan, tastamam bir toplumsal hazır bulunuşluk gerektirir. Bu hazırlık olmaksızın gerçekleşen bir karşılaşma felâkete dönüşebilir.”[27]

* * * * *

Bunlar böyle ve hatta daha da fazlasıyken; Antonio Gramsci’nin, toplum üzerinde hegemonya kurmak için mücadele eden aktörler (sınıf/zümre) arasında yaşanan “mevzi savaşı” kavramını yeniden anımsamalıyız; karşı cephenin ürettiği söylemleri etkisizleştirme, dönüştürme, yenilerini benimsetmek için Hugo Chávez’in, “Eğer adalet istiyorsan zenginlerin sözlerine değil fakirlerin gözlerine bakacaksın,” sözlerini anımsayıp/anımsatarak…

16 Ekim 2024, İzmir.

[1]           Yaşar Kemal.

[2]           V. İ. Lenin, Yaklaşan Felaket, çev: Mehmet Korkmaz, Ekim Yay., 1990.

[3]           Gabriel García Márquez, Kırmızı Pazartesi, çev: İnci Kut, Can Yay., 1985.

[4]           The Wall Street Journal, 16 Eylül 2004.

[5]           “Kıtlıkla Karşı Karşıya Olanların Sayısı 1.9 Milyona Çıktı”, 24 Eylül 2024… https://www.avrupademokrat3.com/kitlikla-karsi-karsiya-olanlarin-sayisi-19-milyona-cikti/

[6]           Deniz Adalı, “Savaş ve Emperyalizm Üzerine”, Kaldıraç dergisi, No: 278, Eylül 2024, s. 33-36.

[7]           Hüseyin Aygün, “Silahlanma”, 10 Ekim 2024… https://www.birgun.net/makale/silahlanma-566083

[8]           “ABD Büyükelçisi’nden Çin’e Karşı ‘NATO Benzeri’ İttifak Çağrısı”, 10 Ekim 2024… https://www.birgun.net/haber/abd-buyukelcisinden-cine-karsi-nato-benzeri-ittifak-cagrisi-566347

[9]           Nâzım Hikmet, Yeşil Elmalar, Adam Yay., 1990.

[10]          “İtalya’da Faşist Selamıyla Anma”, 30 Nisan 2024… https://www.avrupademokrat3.com/italyada-fasist-selamiyla-anma/

[11]          “Avrupa’da Faşizmin Yükselişi Üzerine”, Devrimci Duruş, No: 122, Temmuz-Ağustos 2024, s. 19.

[12]          Wilhelm Reich, Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı, çev: Bertan Onaran, Payel Yay., 1979.

[13]          “Başbakan Narendra Modi ve Hindistan Halk Partisi’nin (BJP) öncülleri Mussolini’den faşizm dersleri alan bir parti; Hindistan devletini bir “Hindu ulusu” olarak baştan tasarlıyor. 1930’lu yıllara gelindiğinde RSS güçlü bir ivme yakalamıştı ve Benito Mussolini ile tanışmak üzere İtalya’ya bir delegasyon yolladı. Delegasyonun amacı, faşist örgütlenme için kadrolaşma sanatını öğrenmekti. Hedgewar’ın varisi M. S. Golwalkar örgütün yapısını, Mussolini’nin partisinden örnek alarak şekillendirdi. Eğitim merkezleri kuruldu, üniformalar hazırlandı, tatbikatlar yapıldı. Golwalkar kaleme aldığı yazılarda, Hindistan için nihai çözümün Almanya modeli olduğunu yazıyordu (Modi, Golwalkar’ın kendisi için ilham kaynağı olduğunu söylüyor ve yazıyor).” (Hartosh Singh Bal, “Modi Faşizminin Ayak Sesleri”, Birgün, 22 Nisan 2024, s. 10).

[14]          Enzo Traverso, “Post-Faşizm: Tarih-ötesi Bir Kavram Olarak Faşizm”, Crisis and Critique, 26 Temmuz 2024… https://birdunyaceviriblog.wordpress.com/2024/07/26/post-fasizm-tarih-otesi-bir-kavram-olarak-fasizm-enzo-traverso/

[15]          Ergin Yıldızoğlu, “Teknoloji, Sermaye, Faşizm”, 8 Ağustos 2024… https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/teknoloji-sermaye-fasizm-2235603

[16]          Michael Lavalette, “Nasrallah’ı Devlet Terörü Öldürdü”, Birgün, 30 Eylül 2024, s. 10.

[17]          “ABD Emperyalizmi Destekli Terör”, Birgün, 30 Eylül 2024, s. 11.

[18]          Phil Stewart-Idrees Ali, “Tel Aviv, ABD’ye Suikastı Önceden Söylememiş”, Birgün, 30 Eylül 2024, s. 10.

[19]          Paul Wood, “İsrail Amerika’yı İran ile Savaşa mı Çekiyor?”, Birgün, 30 Eylül 2024, s. 10.

[20]          Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Çürüme’ ve ‘Alçalma’ (2)”, 26 Eylül 2024… https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/curume-ve-alcalma-2-2251438

[21]          Andrea Lobo, “AMLO’nun Emperyalizm ile Ortaklığı”, Birgün, 2 Ekim 2023, s. 10.

[22]          V. İ. Lenin, “Kapitalizm ve İşçi Göçü”, Pravda, 29 No: 22, Ekim 1913…https://laborans.org/Article/Details/21

[23]          Menekşe Kızıldere, “Ekolojik Yıkım ve Yoksulluk İlişkisi”, Yeni Yaşam, 27 Aralık 2022, s. 4.

[24]          “Ozon Kirliliği Tropikal Ormanların CO2 Emme Kapasitesini Azaltıyor”, 19 Eylül 2024… https://www.avrupademokrat3.com/ozon-kirliligi-tropikal-ormanlarin-co2-emme-kapasitesini-azaltiyor

[25]          Ayça Ceylan, “Buzullar Erirse Ne Olur?”, Cumhuriyet Pazar, 8 Ekim 2023, s. 2.

[26]          “DSÖ: Covid-19 Küresel Risk Olmayı Sürdürüyor”, Birgün, 30 Ocak 2023, s. 16.

[27]          Sunuş, Çetin Balanuye, Esin Şenol, Salgının Seyir Defteri-Bir Enfeksiyon Hekiminin Salgın Günlüğü, Humanist Yay., 2022.

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz