Google ve Facebook gibi uygulamaların, bunların bağlı olduğu şirketlerin, aslında sizi takip edebildiğini, sizi izleyerek, bir “tüketici” olarak, bir nesne olarak, sizi avlayabilecek, sizi yönlendirebilecek yollar aradıklarını “Bir Kontrol Mekanizması Olarak İnternet-İletişim” bölümünde ele aldık. Aslında, bu artık, her Google kullanıcısı tarafından biliniyordur.
Bize “insan hakları” bahşedenlerin, Google vb. gibi internet üzerinden işlem yapan uygulamalara karşı haklarımızı korumak için, “kişisel bilgilerin korunması” başlıklı kanunlar çıkardıklarını da biliyoruz. Ama aslında bunlar, Google’a veya başka bir dev kontrol software firmasına rakip olabilecek diğer uygulamaları önlemek için iş görebilir. Yani, tekelci rekabetin bir parçası olacak kanunlardır. Tekel olarak pazara hakim olan, bunun devamı için kanun çıkarmaktadır.
Diyelim ki, ülkenizde ayakkabı ile ilgili bir kanun çıkmış olsun, ayakkabıların ithalatında ilave vergiler konmuş olsun. Emin olabilirsiniz ki, bunun anlamı, bir tekelci grubu korumaktır.
Nasıl ki, Çin’den pirinç ithal edecek firma Saray Rejimi’ne yani devlete yakın ise, pirinç dolu gemileri Akdeniz’e girdiğinde, birden bire “pirinç ithalatı vergileri kaldırıldı” diye kanun çıkıyorsa, bir hafta sonra eski kanun tekrar geçerli oluyorsa, Google gibi şirketler için de uygun kanunlar ve uygulamalar olur, oluyordur.
Tekelci sistem, bazı iktisatçıların bize vaaz ettiği gibi, “oligopol piyasalar” başlığı altında ele alınması gereken, kapitalist sistemden, serbest piyasa ekonomisinden bir sapma değildir. Tersine, tekelci sistem, mutlaka pazar hakimiyetine dayanır ve bu pazar hakimiyeti, tekelci ek kârlar anlamına da gelir.
Diyelim ki, deterjan pazarının çok büyük bölümünü elinde tutan P&G, Henkel, Unilever gibi firmalar, hem pazara başkasının girmesini önlerler, hem fiyat politikalarını ve pazar paylaşımını birlikte belirlerler, hem de bu arada onlara çalışan onlarca işletmenin kârlarının bir bölümüne el koyarlar.
İşte bu firmalar, pazara başka oyuncuların, başka kapitalistlerin girmesini de önlerler. Bunun için, “yasal düzenlemeler” yaparlar. Bunlar bazan gümrük prosedürüne ilişkindir, bazan, üretime ilişkin küçük bir ayrıntıdır. Bu yasaları, mesela gümrük vergisi gibi kararları, bize “ulusal ekonominin korunması” olarak sunarlar. Profesör unvanlı iktisatçıların aklına, bu koruma işini neden mesela şeker sanayiinde yapmıyoruz, sorusu gelmez. Öyle ya ulusal ekonomi deyince akla gelebilecek sanayi dallarından biri idi şeker sanayii. Neden tütün sanayiinde yapmadık? Sigara şirketlerine karşı devlet destekli yürüyen “içmeme” yasağı ve reklâmları, neden tüm tütün sanayimizi bu uluslararası dev şirketlere devrettikten sonra gündeme geliyor? Deterjan ile ilgili bir kanun çıkartırlar ve üretim tekniğinde yeni bir regülasyon devreye sokarlar. Ve bunu bize, “doğanın korunması” diye yuttururlar. Oysa, bizzat deterjan üreticileri, ülkemizde atıklarını, İstanbul’a su sağlayan göllere boşaltmışlardı.
İkinci Dünya Savaşı’nda, SSCB önderliğinde faşizme karşı elde edilen zafer, kapitalist-emperyalist sistemi, bazı önlemler almaya itti. Bu önlemlerden biri, Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atmak idi. Bu yolla, SSCB ve devrim cephesine “dur” tehdidi yapılmıştı. Ama aynı anda, tüm kapitalist dünyadan, Marshall Planı ve ona eşlik eden “demokrasi, insan hakları” reklâmı yükselmeye başlandı. Yukarıda adını andığımız P&G, o dönemler Amerikan devletine, propaganda konusunda bir hayli “yardımcı” oluyordu. Yani, sizin güzelleşmek, cilt sağlığı, temizlik, ev ürünleri vb. sağlayıcınız P&G, bu reklâm ve propaganda işlerini iyi bilir. Size zehiri satar ve kendinizi de mutlu hissetmenizi ister. İşte, “demokrasi” ve “insan hakları” atağı, aslında sosyalizmi durdurmak, dünya devrimini ezmek için kullanılan burjuva ideolojik saldırının kendisidir. P&G’nin de destek verdiği bu “demokrasi ve insan hakları” propagandası, devrim tehlikesi ortadan kalktıktan, cadı avı ile komünistler avlandıktan sonra, yani “demokrasi”nin en büyük tehdidi olarak komünizmin ilanı halka kabul ettirildikten sonra, bazı yasal düzenlemeleri de beraberinde getirdi.
Bunu şunun için anlatıyoruz, “yasal düzenleme”, bu tekelci egemenliği önlemek için işe yaramaz. Tersine, sistem, mevcut durumu sürekli öyle tutabilmek ve olası “tehdit”leri önlemek için yasalar çıkarır.
Onların “insan hakları” yasaları, istedikleri zaman ustaca ayaklar altına aldıkları yasalardır. Yoksa, tüm Batı dünyasında, bunca şiddet, bunca pislik, bunca sömürü, bunca aşağılama, bunca “insan hakları suçu” nasıl var olabilir ki?
Demek ki, “bilgilerin korunması” kanunları da hikâyedir. Hele ki, Google, Facebook gibi tekeller için bu tamamen öyledir. Belki Google ve Facebook, bu yasal düzenlemeleri kullanarak, tekelci egemenliklerine gelecek herhangi bir tehdidi önler ya da ileride işleyecekleri suçlar için yasal alt yapı oluşturmuş olurlar.
Size, binlerce yolla, kendi istedikleri şeye onay vermenizi sağlayacak “seçenekler” sunarlar. Öyle ya, demokrasi “seçenek sunmak” değil midir? Her biri bir diğerinin aynısı olan partilerden birini seçmenizi isterler, ama gerçekte, tüm partilerin milletvekillerini, önceden kendileri zaten seçmiştir. Size seçenek sunarlar, ama her seçenek, onlara kazandırır. Seçeneğinizi siz yaratamıyorsanız, “demokrasi”den söz edemezsiniz.
Size birer nesne, hareketleri çeşitli açılardan ve çeşitli nedenlerle kontrol edilen tüketiciler, yönlendirilmesi gereken “varlıklar” diye bakmaktadırlar. Ve mesela cep telefonunuz, modern tasmanız sayesinde siz bu oyuna gönüllü olarak girmektesiniz.
Turkcell, eğer sizden bir konu için onay istiyorsa, Google gibi dev tekeller bunu istediği içindir. Turkcell, bu tekeller için bir hizmet yapmakta, parasını da almaktadır.
Kaldı ki, biz bu bilgilerle “devlet”in neler yapacağını da bilebiliyoruz ve kabul etmiyoruz. Bizzat Brexit ve Trump seçim kampanyalarında yaşananları konu alan dokümanter filmler var. Bunları izleyince, zaten bu sistem kendini ele veriyor. Bu durumda, “bilgilerin korunması yasası”, doğrusu, hiç kimse için bir güvenlik sağlamaz.
Kısacası, bir hacker grubuna karşı, bir dijital hırsızlığa karşı sizi uyaran ve koruma vaadinde bulunanlar, bizzat hırsızdırlar.
Bizim ülkemizde, çok bilinen bir yoldur. Eğer bir eve hırsız girmiş ise, eğer bir işyerine vb. hırsız girmiş ise, hemen “polis”in bu işin ortağı olduğu bilinciyle hareket edilir. Zaten öyledir de. Polis, bizzat bu işi organize eder. Eğer bir hırsız arkadaşınız olmuş ise, size bunu anlatabilir. Evine girilen adam, evimden 10 bin lira çalındı, der, hırsız gerçekte 5 bin lira almıştır, polis, 5 bin lirayı getiren hırsızı saatlerce döver. Öyle ya, hırsızın ne kadar çaldığını, ne kadar paranın bölüşüleceğini nasıl bilecekler? Bu nedenle, sizin evinize hırsız girdikten sonra gelen polisler, size tam olarak neyin ve ne kadarın çalındığını sorarlar.
Hacker ve dijital hırsızlıkları tehdit olarak gösteren sistem, emin olun, gerçekte sizi koruyan bir “koruyucu” değildir. Tersine, tüm bu hırsızlıkların ana kaynağı, suyun başı, suçların sorumlusu ve yaratıcısıdır. Bunlara, devlete ve tekellere güvenmek yerine, ille de birine güvenecekseniz, o zaman hacker’lara güvenin.
Google’a dönelim. Bu arada, Google özel olarak ele alınmalıdır. Kapitalist sistemi anlamak için, bugün, tekelleri değil de, bir küçük işletmeyi incelemek, aptallık değilse, mutlaka akıl karıştırmak içindir. Tekelci yapılar, kapitalist sistemden birer sapma, onun uru vb. değildir. Bu konuyu daha önce, “21. Yüzyıl ve Kapitalist-Emperyalizm” çalışmamızda ele almıştık. Bu nedenle sadece şunu vurgulayalım: Her zaman en gelişmiş örnek ele alınmalıdır ve oradan daha “ilkelini” anlamak kolaylaşır. İnsan vücudunu anlamak isterseniz, daha ilkeli olan fare vücudu size yardımcı olabilir. Ama hedefiniz insan vücududur.
Diyelim ki, Google kullanıcısısınız. Zaten olmama durumunuz yok. Türkiye’de, başka ülkeleri bilemiyorum, sizden e-mail istenen kurum sayısı artmaktadır. Mesela özel okulların hemen hepsi sizden bir “gmail” hesabı istemektedir. Bu “gmail” hesabı isteyenler, her geçen gün artmaktadır. Ve size Google, “gmail” posta hesabınızı ücretsiz açmaktadır. Sanırım, bunun için, bazı doğrulama testlerinden sonra. Mesela sizden adınızı, yaşınızı vb. ister. Yaşınızı “ebeveyn” koruması için istediğini söyler. Yasal olarak bunu yapması gerektiğini söyler. Bizim “aklını evde unutarak” yaşayan okur-yazar takımımız, bu ebeveyn korumalarını, devletin kendisini koruma iradesinin bir parçası olarak ele alır. Oysa, açıkça öneriyorum; eğer devlet sizi koruyacağım diyorsa, mümkünse bunu reddedin, o alandan kaçın, bu korumanın bizzat kendisi size tehdittir ve bunun istisnası yoktur. Doğrulama testleri, mesela cep telefonunuza bir mesaj gelmesi gibi, sizin hangi takma ismi alırsanız alın, kimliğinizi bilmeleri içindir. Eğer telefonunuz bazı markalar ise, mesela iphone gibi, Apple sizinle ilgili bilgileri sattığı için, sizin telefonunuzun markasını-modelini bilebilirler. Demek oluyor ki, sizin kredi kart bilgilerinizi de bilirler. İşte kredi kartı dediğimiz zaman, şimdi, bizim “okur-yazar” takımımız, hemen korkmaya başlıyor. Ya kartımdan para çekerlerse. Korkmayın! Zira bu konularda Google güvenilirdir. Sizin kredi kartınızdan en çok 5.000 TL çeker. Bu 5.000 TL, zaten borçlu olan sizin için, bir kere daha yıkım anlamına gelebilir. Ama bununla ilgilenmezler.
Birçok “okur yazar”, iyi ama herkesten 5.000 TL çekerse, dünya kadara para eder, diye “zekâsını” göstermek ister.
Gösteri, böyle yapılırsa, körlüğü örtmeye yarayabilir, çünkü, bizzat yapanı kör eder. Siz, onun ne kadar para kazanacağı ile ilgili misiniz? Eğer öyle ise, bilin ki, sizin hesapladığınızdan çok ama çok daha fazlasını, sizin kredi kartınız üzerinden sizi dolandırmadan, bizzat sizin onayınızla ve desteğinizle kazanmaktadır zaten. “Zekâ” gösterisine gerek yok. Zekânızı, sisteme karşı mücadele için kullanırsanız, o zaman size bir faydası olur.
Siz şimdi Google’a bu bilgileri verdiniz. Google istiyor ki, bu bilgileri, bizzat siz, “alıklaşmış” bu hâlinizle, yeni bitme bir şirkete de vermeyin. İşte onun için size “bilgilerin korunması”, “ebeveyn kontrolü” gibi şeylerden söz ediyor. Hatta size kullandığınız cep telefonunun bizzat marka ve modelini de söylüyor ki, siz “bak be adamlar neleri biliyor” diyesiniz ve teslim olasınız. Güç gösterisi işte böyle olur sayın “okur-yazar”. Yani Google, hep onun olasınız diye, sizi “zeki” kılmaya çalışıyor. Onun için, sayın “okur-yazar”, bu gösteriyi yapmayın. Onun yerine, Google’ı silip atın, Facebook’u yakın, işte o zaman sizin zekânız bağımsız işleyen bir şey olabilir.
Diyelim ki, ilk okulda, şurada ya da burada, bedava olduğu için, engel çıkarmadan, biraz “Google tarafından eğitilmeyi kabul ederek”, mutlu sona ulaşıp bir gmail hesabınız oldu. Gerisi, artık sizden çıkmaya başlıyor.
Google, mesela Google anlamında, mutlaka başkaları da, sizin tüm bilgilerinizi tutuyor. Mesela 10 yıl önce, nerede ne yaptığınız ile ilgili bir veri dahi sizin hesabınızla bağlantılı olarak orada duruyor. Şu dükkândan, şu ürünü aldınız ya da şu kahvede bilgisayarınızdan “aşk” kelimesini arattınız, şu sitelere girdiniz ve şu kadar süre şu fotoğrafın başında beklediniz gibi.
Bir soru sorabiliriz herhâlde: Acaba, bunca bilgiyi, mesela sizin (siz özel bir kişi değilsiniz, herkesin anlamında sizin) 20 yıl önce gmail hesabı açarak içine girdiğiniz Google dünyasında bu kayıtlarınız neden tutuluyor? Google’ın bir sahibi var: Kapitalist. Fabrikada üretilen bir gömlek sahibi ve satıcısı olarak kapitalistten, biraz farklı, bir kapitalist. Ama bunca bilgiyi ne yapmayı düşünüyor? Gelecek için mi hazırlık yapıyor? Yoksa, bizzat bugün, bu bilgileri kullanıyor ve bizzat bugün, buradan akıl almaz paralar mı kazanıyor?
Kapitalizmde, size bugün “hava” bedava ise, bunun nedeni, henüz kapitalizmin “hava”yı (ya da o şeyi, yani hava yerine koyacağınız başka bir şeyi) meta hâline dönüştürememiş olmasındandır.
Dün, su bedavaydı. Elinizi musluğun altına koyup, kana kana içerdiniz. Ama bugün, suyu para ile satın almak zorundasınız. Ve bu, kendiliğinden olmadı. Hayır, kapitalist üretim doğayı kirlettiği için de su paralı olmadı. Elbette kapitalist sistem doğayı kirletiyor, kirletmek ne demek, yağmalıyor, öldürüyor. Gezegenimizi öldürüyor. Ama su bundan dolayı paralı olmadı. Su, bazı tekeller, bazı kapitalist işletmeler böyle istediği için paralıdır. Sularımızı kirleten, bunun için eylemler yapan (suya deterjan dökme, su sağlayan barajlara hayvan leşi atma, şehrin su sistemi içindeki boruların değiştirilmesini önleme vb. eylemler) bu şirketlerdir.
Ve sonuç ortada; su para ile satılıyor. Dün, mesela bir 50 yıl önce, kimse suyun para ile satılacağını düşünemezdi. Yarın, aynı şeyin “hava”ya olacağını düşünmek artık zor değil.
Demek konumuz yine meta.
Meta, sınıflı toplumla birlikte başlıyor. İnsanın üretimi (yaşamı için gerekli şeylerin insan tarafından üretimi) elbette insanlaşma sürecinin içinde ele alınır ve ilk dönemlerinden başlar. Ama ürün ile meta aynı şey değildir. Meta denildi mi, pazar için üretilen şey diye ele almalıyız. Elbette, bir dönem vardır ki, insanoğlu elinde bir şeyden fazla varken, başka bir şeye ihtiyaç duymuştur ve bunu değiştirmiştir. İşte bu, komünal toplumun dağılmaya yüz tuttuğu dönemlere rastlar. Elindeki fazla olanı, başka bir şey karşılığında değiştirme, metalaşma sürecinin içindedir. Öncesinde, her kabile fazlasını, başka birine karşılıksız verebilirdi. Takas, başlangıçta, zorunluluktan ortaya çıksa da, zamanla bir ilişki biçimine dönüşüyor. Ama ürünün metalaşması için yeterli değildir.
Meta üretiminin iki asgarî koşulu var. Birincisi, meta olarak bir ürünün satışa çıkarılabilmesi için önce o ürünün bir sahibi olmalıdır. Bu sahiplik denilen şeyin ise, toplulukça, toplumca kabul görüyor olması gerekir. Yoksa, ben Hasan’ım, öyle ise sahibi de benim gibi olmuyor. İkincisi, meta olması için, sahibi tarafından, tüketilecek olan miktardan fazla olması gerekiyor. Yani değişim için üretilmesi gerekiyor. Şimdi, elimde fazla olan ve sahibi olduğum herkesçe kabul edilen bu buğdayı, bana lazım olan et ile değiştirme süreci başlıyor. Bunun takas usulü olması durumu değiştirmiyor. Biliyoruz ki, burada, ilişkiye sokulan iki metadan birinin değeri ölçülürken, diğeri eşdeğer rolüne bürünüyor. Ve yine biliyoruz ki, giderek bir genel eşdeğer oluşur ve para denilen şey, bunun ardından gelişir.
Eşdeğerin bu serüveni, bugünden bakarsak, paranın bu serüveni, meta üretim sürecinin de değişim ve gelişim serüveninin bir parçasıdır.
Yani, meta ilk ortaya çıktığı şekli ile kalmıyor.
Meta üretimi demek, mülkiyet meselesi demektir. Bugünden bakarsak, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet olmadan, meta üretimi olmaz.
Fabrikada üretilen buzdolabı, mülk sahibi için, mesela Vestel için bir kullanım değeri ifade etmez. Yani, onun için tüketeceğinden fazla anlamındadır. Elbette onun da çok ötesine geçmiştir. Vestel’in sahibi, bu buzdolaplarına, “buzdolabı”, yani kullanım değeri olarak bakmaz. Onların bir kullanım değeri vardır, ama bu ona ihtiyaç duyan için bir kullanım değeridir. Onu satın alan, onun kullanım değerini satın alır. Oysa Vestel için bunlar, içinde artı-değeri de (yani kârın kaynağını da) içeren bir değerdirler. Vestel’in sahibinin, kullanım değeri üretmek umurunda değildir. O artı-değer üretir ve bunu yaparken, o ürünün içinde daha önceden üretilmiş değerler de var olur. O şimdi, bu buzdolabını satarak, değeri ve elbette ki artı-değeri paraya çevirmek istemektedir.
Metanın sahip olduğu değer ve kullanım değeri eğer anlaşılmamış ise, mutlaka ve mutlaka, ekonomi-politik bilgisine ihtiyaç vardır. Bunun için, bizim Kaldıraç yayınlarının kitapları kadar, doğrudan Kapital okunması da mümkündür. Okuyucu bilmelidir ki, gerçekten meta anlaşılmamış ise, günümüzde sürdürdüğümüz pek çok tartışma, eksik anlaşılacaktır.
Metanın değeri, değişim değeri olarak karşımıza çıkar. Kullanım değeri ise, içinden geçilen tarihsel ve toplumsal koşullara göre oluşur, değişir.
Diyelim ki, bir meta, aslında hiçbir ihtiyacı gidermeyecek içerikte olsun. Bilimsel açıdan böyle olsa da, o bir kullanım değerine sahip olabilir. Mesela Cola böyle bir metadır. Tütünün zararlı olduğunu iddia edebilirsiniz ve mutlaka da haklısınız. Ama eğer sigara, modern tütün tekellerinin içine koyduğu 40’a yakın madde ile sarmaş dolaş olmamış olsa idi, tütünün bir zevk verici madde olduğunu söylememiz mümkün olurdu. Seversiniz veya sevmezsiniz, ama keyif verici bir maddedir. Şimdi, bugünün sigara tekelleri, içine öyle maddeler koyuyorlar ki, o sigara markasına bağımlı hâle gelmemiz için öyle şeyler yapıyorlar ki, doğrudan bir kanserojen madde olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Acaba, neden, “insan hakları yasaları” yapan bu burjuva devletler, sigara üretimine “tütün” dışında bir maddenin giremeyeceği yollu bir yasal düzenleme yapmazlar? Çünkü mesele artı-değer üretimidir. Sigara üretimi üzerine, çeşitli fabrika çalışanları ile yapılan gözlemler ışığında, paketi 15.00 TL’ye satılan sigaranın, üretim maliyetinin 0,10 kuruş civarında olduğu hesaplanmaktadır. Elbette, bu kesin bir hesaplama değildir. Benim fikrimi soracak olursanız, bu maliyetin 0,10 kuruşun da altında olduğunu düşünürüm. Sigarada, tütün, kâğıt, filtre, kimyasallar, makinaların yıpranma payı ve emek var. Kimyasallar, üretimin içinde olmayan biri tarafından kolaylıkla tespit edilebilir değildir. Ama içerdiği tütün, plastik ve barut karışımlı kâğıt ve kimyasal bir alışkanlık yaratıcıya bandırılmış filtre, işçilikle birlikte 0,10 kuruş ya tutar ya tutmaz.
Ama Cola, daha ilgiye değerdir. Cola, gerçek anlamı ile hiçbir insan ihtiyacını giderememektedir. Bugün Cola olmamış olsa, alışkanlıkları (bir tür uyuşturucudur) nedeni ile ona ihtiyaç duyacak olanlar hariç, yeryüzünden bir şey eksilmiş olmaz. Belki de temizlik maddesi olarak işe yarayabilir. Cola, aslında bilimsel açıdan bir ihtiyaç olmamış olsa da, pazar sisteminde üretilmiş bir ihtiyaçtır. İhtiyaç, ister mideden gelsin, ister beyinden gelsin, onu ihtiyaç olarak “kabul etmek” zorundayız. Öyle ya, meta üretiminden söz ediyoruz. Cola’nın, musluktan akan sudan maliyet olarak bir tek fazlası olabilir, o da, üretim için kurulmuş tesisler. Yoksa içine konan kimyasallar, bir büyük maliyet kalemi oluşturmaz. Pek çok üründe olduğu gibi, burada da en büyük maliyet ambalajı, yani şişesidir.
Ama buna rağmen, Cola üretilmekte olan bir metadır ve yüksek kâr marjına, yüksek miktarda artı-değere işaret etmektedir.
Aslında, doğanın mülk edinilmesi dediğimiz süreç de, bize büyük “olay” gibi görünen toprağın, doğanın bir parçasının mülk edinilmesidir. Maden ocağının mülk edinilmesi ya da makinaların, üretim araçlarının mülk edinilmesi, o kadar sorun değil gibidir. Yani üretim araçlarının mülk edinilmesi sanki doğal bir şeymiş gibidir. Biz bunu böyle görmüyoruz elbette, ama öyle görünmektedir. Bu nedenle, “mülk allahındır” denildiğinde, daha çok bu toprak vb. üzerinden konuşuluyor, daha az “üretim araçları”, makinalar vb. üzerinden konuşuluyor gibidir. Toprak bir meta hâline gelip alınıp satıldığında, aslında, üzerinde hiçbir “canlı emek” harcanmadan da alınıp satıldığı görünür ve bu durum, “değeri” olmadığı hâlde, “fiyatı” olan bir meta olarak örneklendirilir. Hakimin vicdanı da öyledir. Bir değer içermez ama bal gibi bir fiyatı vardır. Dava ne kadar büyük, “önemli” kişileri ilgilendiren bir dava ise, fiyat o kadar yükselmeye başlar.
Bunun gibi, şantaj malzemeleri de böyledir. Bir erkek ile kadının birlikte çıplak görüntüleri, yeri ve günü geldiğinde bir şantaj malzemesi olarak kullanılmaya başlanır. Gerçi burada bir fotoğraf çekimi, onun tab edilmesi, korunması vb. gibi maliyet kalemleri, işin içine “emeğin” de girdiği süreçler vardır. Ama fiyat, bu süreçlerle alâkalı olmaktan çıkan bir fiyattır.
Bir meta, belli bir toplumsal açıdan gerekli emek zamanında üretilmiştir ve bu onun değerini içerdiği, toplumsal açıdan gerekli emek miktarı belirler. Değer, kendi kendine ortaya çıkmaz. Pazara gittiğinde meta, değişim sırasında ortaya çıkar. Değer, kendini, başka bir metanın değeri üzerinden ifade ettiğinden, burada değerden niceliksel bir sapma ortaya çıkabilir. Normalde, sizin metanız, bir birim emek zamanda üretilmektedir ama öyle bir an olur ki, iki birim emek zamanda üretilmiş bir meta ile değişime girmiş olabilir. Buna niceliksel sapma deriz. Bu durum, değişim değerinden fiyata geçerken daha da artar. Tekelci aşamada, bu daha da fazla ve iradî olarak artar. Ama para bulunduğu andan itibaren, aynı zamanda “niteliksel” sapma da ortaya çıkar. İlkinde, içerdiği emek birim zamandan daha farklı (daha düşük veya daha yüksek) işlem görebilen meta, şimdi, toprakta olduğu gibi, hiçbir emek birim zaman içermediği hâlde, fiyatı olan bir şey hâline gelmiştir. Hakimin vicdanı da böyle bir metadır. Şantaj için kullanılan video ve fotoğraflar biraz daha farklıdır.
Demek ki, biz meta ile, üretim araçları üzerindeki mülkiyet arasında bir bağ kurabilmiş durumdayız. Meta üretimi, aslında sınıflı toplumların ilki ile yaşıttır. İlkel komünal yaşam dağılırken, kölecilik oluşurken, aslında meta üretimi de gelişmekte idi. Ama eğer bugünden, kapitalist toplumdan bakmıyorsak, bunu analiz etmemiz o kadar da kolay olmazdı. Metanın kapitalizmin hücresi olarak keşfi, Marx’ı beklemek zorunda kalmıştır.
Sınıflı toplumlar geliştikçe, metanın etki alanı da artmaya başladı. Ama kapitalist topluma kadar hiçbir zaman meta, toplumun her alanına sızmış olamadı. Kapitalist toplum, metanın egemen olduğu, dahası evrenselleştiği bir toplumdur. Bunun bir nedeni de, ücretli emeğin, işçi sınıfının ortaya çıkmış olmasıdır. Ücretli emek derken, proletaryanın doğuşundan söz ediyoruz. İşçi, üretim araçlarına sahip olmamak bir yana, kendi emeğini “yararlı” kullanacak durumda değildir. Yani, eski çağlardaki gibi, “ekmeğini taştan çıkarmak” deyimi artık işe yaramaz. Zira, üretim için üretim araçları lazım ve bu araçlar, artık sadece belli bir sınıfın elindedir. İşçi emek gücünü satmak zorundadır. Onu hangi kapitaliste satacağı konusunda özgürdür, ister o kapitaliste, ister diğerine satar. Ama satmama özgürlüğü yoktur.
Meta, ne kadar genişler ve yaygınlaşırsa, aslında, kendisi ile birlikte, kapitalist üretim ilişkilerini de o kadar genişletir ve yaygınlaştırır.
Suyun para ile satılması, doğanın bir parçasının şişelenerek meta hâline getirilmesi, ilgiye değerdir. İlgiye değerdir, zira, bundan 100 yıl önce, böylesi bir olay inanılmaz bulunurdu. Meta üretimi genişledikçe, meta toplumun tüm hücrelerini sardıkça, insanlar arasındaki ilişki şeyler arası ilişkiye döndükçe, her şeyin bir fiyatı var sözü hayat buldukça, bedava olan bazı ihtiyaç maddeleri de metalaşıyor.
Sıra “hava”da mıdır, bilmiyoruz, ama ona da sıra geleceği açıktır. Kapitalizm öldürür sözü doğrudur. Ölümden başka bir seçenek sunmaz bu sistem. İster uyuşturarak, ister alıklaştırarak, ister “metalaştırarak”, ister fizikî olarak olsun kapitalizm öldürür. Sosyalizmi reddetmek, bu ölüme boyun eğmektir de.
Google, bu meta alanının genişlemesini de ifade etmektedir. Yani hava gibi, toprak gibi, su gibi, daha önceleri metalaşmamış bir şeyin metalaşmasını ifade ediyor. Sizin datalarınızı, sizin bilgilerinizi, sizin “yaşamdan anılarınızı”, bu yeni medya dünyası, yani Google, Facebook vb. meta olarak pazarlamaktadır. Reklâm şirketleri, sizin bu denli yakından izlenmenizden gelen bilgilere, tekeller adına büyük önem vermektedir. 18-25 yaş aralığında, cebinde kredi kartı olan, davranışları bilmem nasıl olan “tüketici”ler diye bir grubun içine girmektesiniz ve bu grupta iseniz, sizin kaydedilmiş hareketleriniz, anılarınız, eylemleriniz vb. birileri için pazarlanmaktadır. Sizin bilgileriniz, büyük bir datadır ve metalaşmıştır.
Bizim bilgilerimizi bu denli büyük bir özveri ile saklayan, bizi korumak için bunca çabalar harcayan Google şirketi, ürkütücüdür de. Anlaşılan, sadece bizim bilgilerimizi almak, bizi izlemek, bizim nasıl yönlendirilebileceğimizi bulmak ile sınırlı bir iş yapmamaktadır. Aynı zamanda, bu alanın tekeli, hakimi olmak istemektedir. Bu pazara hakim olmak, mutlaka, şiddeti de beraberinde getirir. Sadece, reklâm, aynı zamanda şiddettir, anlamında değil o bildiniz, devlet ve mafya eli ile ortaya çıkan şiddet de içinde.
Tekelci rekabetin gerçekliği budur.
Şimdi biz, P&G-Unilever-Henkel üçlüsünün arasına dalıp, “müthiş buluşumuz var” diyerek deterjan sektörüne girebilir miyiz? Aslında teknolojik olarak bu olanaklı. Sıradan bir kimya fakültesi öğrencesi, sabun üretimini, deterjan üretimini bilir. Öyle ise bu alana girebilir. Nasıl olsa, üretim maliyetleri ile piyasa fiyatları arasında büyük farklılık var. Diyelim ki bu üç büyükler, deterjanın kilosunu 1 TL’ye mal ediyordur ama piyasada satış fiyatı 30 TL/kilo’dur. Siz pazara gireceksiniz ve size de maliyeti 3 TL olsun. Daha az üreteceksiniz vb. nedeni ile, maliyetiniz, büyük çaplı üretimin altındadır. Ve siz bunu mesela 10 TL’ye satmaya razısınız. Ama bunlar pazarın tümünün hakimidir. Bu işle uğraşan kimya hocasını da, bu işi üretebilecek merdiven altı üretim alanlarını da bilirler. Ve bunları önlemek, bildiğiniz gibi, mutlaka şiddeti gerektirir. Öyle de yaparlar. Modern mafya dediğimiz şey, aslında bu tekelci rekabetin gerektirdiği şiddetin ürünüdür.
Google, bundan azade değildir. O da bunu yapmaktadır, yapacaktır. Bu şiddeti nasıl kullanacağı ise apayrı bir konudur. Ama nihayetinde, mafyanın metotları, her yerde biraz olsun tanıdıktır, öyle değil mi?
Google, bu bilgileri topluyor ve bu yolla, tüm tarihi, tüm yaşamı, toplumsal yaşamı meta olarak satmaya yöneliyor.
Netflix, sizin seyrettiğiniz dizilerden, sizin seyrettiğiniz filmlerden vb. sizin karakterinizi çözümlüyor. Eğer siz, onu seyrederken, o da sizi seyredecek bir kamerayı TV üreticilerine televizyonun içine koydurmayı başarmış ise, modern HD TV’lerinizin içinde istenildiğinde kamera işlevini görebilecek bir şey varsa, demek oluyor ki, onlar da sizi kayıt altına alabilir. Bu, sizce bir şiddet değil midir?
Birkaç film seyretmek adına, bu riske değer mi bilinmez. Ama sizin bilgilerinize ihtiyaç duydukları kesindir.
Telif hakkı meselesi de sizce ilginç değil midir?
Bir insan, diyelim ki Nâzım Hikmet, bir mücadele sürecinin içinde, toplumsal ilişkiler ağı içinde, birikimlerini oluşturuyor ve sonra bunları, şiirleri ile, kendi amaçları için topluma sunuyor. Elbette, onun kitaplarının satılması gerekiyor, ki geçimini sağlayabilsin. Ama Nâzım Hikmet için biz şimdi kime telif hakkı ödeyeceğiz? Eğer, aile, özel mülkiyet ve devlet olmamış olsa, böyle bir sorumuz dahi olmayacaktır.
İnsanoğlunun tarihsel birikiminin, fikirlerin, buluşların vb. mülk edinilmesi, açık olarak hırsızlıktır. Tüm toplumun malı olan o şeyler, daha düzgün söyleyelim, tüm toplumun olan ve mal olmayan o şeyler, birileri tarafından mülk edinilmektedir ve bu durum toplum tarafından onaylanmaktadır.
İşte aynı şekilde, mülk edinilen üretim araçları da, insanın, daha önceki üretimlerindeki canlı emeğidir ve aslında toplumsal karakterdedir. Yani, üretim araçları, ilkel balık avlama sopasından başlayalım, en modern makinalara kadar, toplumundur, o üretim araçları, insanlığın ortak zenginliği, birikimidir. Bunların özel mülk edinilmesi hırsızlıktır ve devlet, bu hırsızların ortak komitesi, ortak örgütüdür.
Onun için devlet ve tekeller, ne zaman size bir iyilik yapmaktan, sizi korumaktan, sizin için bir şeyi bedava vermekten söz ederlerse, bunu mutlaka reddedin, bundan korkun; mutlaka, sizden çok daha büyüğünü almak için gelmişlerdir.
Google, aslında sizin yaşamınızı kayıt altında tutuyor ve bunu sizi bir reklâmın hedefi hâline getirmek için kullanıyor. Bu en açık olanıdır. Bundan şüphe etmeyin. Ama dahası vardır. Bu yolla, sizin tüm geçmiş yaşamınızı analiz ederek, sizi yönlendirebilecek mekanizmalar geliştirmeye çalışıyor. Sosyal medya, aynı zamanda bu tekelci ilişkiler ağı içinde, fikrî mülkiyet alanını genişletmektedir. Metanın alanının genişlemesi ile, mülkiyet alanının genişlemesi arasında bir bağ olması doğal olmalı.
Siz arkadaşlarınızla, bir konu hakkında konuşurken, modern akıllı cep telefonlarınızdaki ayarlamalara uygun olarak, sizi dinliyor. Eğer siz özel bir şampuan arıyorsanız, sizi hemen bir P&G ürünü satan mağazaya yönlendirebilecektir. Ya da bir ilaç için konuşuyorsanız, hemen size bununla ilgili bir reklâm gönderecektir. Bu aslında, en masumudur.
Bu yeni bir alandır ve sizin tüm bilginize ihtiyaç duymaktadırlar. Milyar terabaytlık alanlarda bu bilgileri depolamaktadırlar. Sizin bilgileriniz, şimdi, bu disklerde, acaba kimin malıdır? Bu bilgilerin sahibi, mülk sahibi kimdir? Tıpkı işçinin maddeleşmiş emeği demek olan üretim araçlarına el konulması gibi, şimdi sizin yaşamınızın özeti demek olan bilgi ve anılarınıza el konulmaktadır. Bunlar, yeni tarzda ele alınıp, pazara sunulmaktadır. Bu kadar da değildir. Bu bilgilere sahip olanlar, bunları mülk edinebilenler, acaba, başka ne olanaklara sahip olurlar?
Bilgiye sahip olan, tanrı olur mu?
Telif hakları, patentler vb. bugünkü sistemin önemli bir alanı hâline gelmiştir. Kapitalist sistem, bilgiyi kontrol etmek zorundadır. Uluslararası tekeller, hakim oldukları pazarları denetim altında tutmak için, bilginin kontrolü ile ilgilidirler.
Mesele sadece, dev, eğlence-iletişim-medya sektörü meselesinden de anlaşılabilir. Sizin nasıl eğleneceğiniz, ne kadar eğleneceğiniz, hangi oyunlar vb. ile sizde bağımlılıklar yaratılabileceği, sizin nasıl üretken olmaktan çıkarılacağınız, velhasıl sizin nasıl insanî yeteneklerinizin tümü ile onların denetiminde olabileceğiniz konusu vardır. İşte Google’ın tekel olduğu alan burasıdır.
Siz Facebook’ta, eğlendiğinizi, podyumda yürür gibi, kendinizi “sosyalleştirdiğinizi”, aldığınız her “like” ile önemli birisi hâline geldiğinizi düşünüyor olabilirsiniz. Onlar ise, a- sizin tüm bilgilerinizi, yaşamınızın izlerini, kayıtlarını almaktadırlar. Yarın, yaşamınızla ilgili bilgilerin sizde olduğundan fazlasının Facebook’ta olduğunu öğreneceksiniz. b- sizin sosyal bir varlık olarak, gerçek yaşamda gelişiminizi ve bu yolla sistemden bağımsızlaşma eğilimlerinizi yok etmektedir. Size göre sosyalleşme, artık aldığınız “like”larla ilgili hâle gelmektedir. Mesela bu durum, anti-depresan hapları üreten ilaç şirketleri için önemli bir potansiyeldir. c- sizi istedikleri gibi yönlendirebilecek malzemeleri, bilgileri, gönüllü olarak verdiğiniz için, sorunsuz olarak almaktadırlar. Arkadaşınıza vermediğiniz “sırlarınız” Facebook’ta dolaşmaktadır. Ne sır ama!
Bir reklâm şirketi, diyelim ki lüks bir araba için bir film çeksin. Bu filmde, seksi vücudu ile bir kadın boy göstersin. Bu kadın, iyi paralar da almaktadır. Peki reklâm şirketi, bu paraları, bu çalışan kadına nasıl ödüyor? Elbette araba üreticisi firmadan aldığı paralarla. Peki, bu paralar nereden geliyor? Elbette, o fabrikada üretim yapan işçilerin karşılığı ödenmemiş emeğinden, yani o fabrikada üretilen artı-değerden.
Google, işte bu yolla bir “hizmet” satıyor ve bunun kaynağı, dünyanın her yerinde, işçilerce üretilen artı-değerdir. Ve şimdi, bu, işçilerin karşılığı ödenmemiş emeği, işçilerin yaşamlarını, anılarını, bilgilerini, duygularını kayıt altına alıyor.
Kontrol mekanizmaları, gizli ya da açık, şiddettir. Sistem, bu şiddeti, hayatın bir parçası olarak normalleştirmektedir. Bunun önemli yolu, aslında, insanların alıklaştırılmasıdır. Google ve Facebook gibi sistemler, aslında bu alıklaştırmanın kanallarını oluşturmaktadırlar. Elinizdeki akıllı telefonlar, bu nedenle, kelimenin bilimsel anlamı ile birer tasmadır. Bu tasmayı takma işimiz ise, sanki gönüllü olarak gerçekleştirilmekte, gerçekte, bu kontrol mekanizmaları, meta fetişizmi vb. yolu ile sağlanmaktadır.
Köleci, feodal ve kapitalist devletlerde, bir “hizmetliler” oluşmuştur. Kral, hizmetlilere sahiptir, feodal bey de, Soros da. Bu hizmetlilerin sayısı, onların gördüğü işler, hem efendinin zenginliğinin göstergesidir, hem de onun “ne kadar önemli bir kişi” olduğunun. Bu hizmet öyle bir noktadadır ki, bugün, köleleri aratır tarzda hizmetliler vardır. Bir milletvekilinin evinde öldürülen kadın, hizmetin içeriği hakkında da size bilgi vermektedir. Modern kölelik denildiğinde, ne kadar da doğru bir kavram kullanılmaktadır, öyle değil mi?
Şimdi devlet, Google, Facebook, size bir hizmet sunduklarını söylemektedir. Üstelik bedava. Siz de kendinizi, “alemlerin kralı” sanabilirsiniz. Öyle sanıyorsanız, zokayı yuttunuz ve ağzınızdaki tat, sizin kanınızın tadı demektir. Artık siz, bir “havuz”da, gerçek okyanustan sizi çekip çıkardıklarını bile hatırlamadan, “rahat”ça yaşayabilirsiniz, yem olana kadar.
Siz siz olun, size “hizmet etmekten”, hele hele bunu size ücretsiz sağlamaktan söz eden oldu mu, ondan uzak durun, o zokayı kapmak için uğraşmayın. Bedelini ödediğiniz şeyler, size daha az zarar verecektir.
Bilginizi, yaşamınızı, kendiniz kaydeder durumda olmayı tercih etmelisiniz. Hafızanızı, iradenizi bu tekellere, bu gözetmenler sürüsüne, bu devletlere teslim etmek, ölümdür.
Her şeyin alınıp satılması, sadece değerler sistemini yok etmiyor. Nihayetinde her şeyin ölçütü olarak parayı kabul ettik mi, paranın baronlarının denetimini de kabul ettik demektir. Soros, bu nedenle, para dışında hiçbir “katı” şeyi kabul etmediğini söylüyor.
Meta ne kadar yaygınlaşırsa, ilişkiler o kadar insan ilişkisi olmaktan çıkıp, şeyler arasındaki ilişkiye döner. Bir meta karşısında ezilen, aşağılanan insan, o metaya tapınma eğilimleri göstermeye başlıyor.
Google, Facebook gibi şirketler, gerçek ücretli emekçiler dışında, kendilerine gönüllü çalışan kalabalıklara sahip olmaya başlarlar. Tekelci kapitalizmin, tekeller dünyasının önemli özelliğidir bu: Sadece bizzat ücret ödedikleri onlara çalışmaz, sadece devlet memurları onların elemanları gibi iş görmeye başlamaz, aynı zamanda sıradan herkes, onlar için de çalışmaya başlar. Tekelci ek kâr denilen şey, aslında bu çarkın tümünün kavranması ile açıklık kazanır.
Burjuva egemenlik, nasıl ki, kendini “demokrasi” olarak sunabiliyorsa, aynı şekilde modern tekelci yapılar kendilerini insanlık için hizmet eden kurumlar olarak sunmayı başarabiliyorlar.
Burjuvazinin, ideolojik hakimiyeti olmadan, kitleleri yönetmesi mümkün değildir. Burjuva devlet, hem baskı aygıtlarına, şiddete başvurur, hem de ideolojik kontrol mekanizmalarına ya da “yönetilme rızasına” ihtiyaç duyar. Google, Facebook gibi devasa reklâm, iletişim, medya ve eğlence sektörü, aslında burjuva ideolojisinin daha da derinlerde yer etmesinin araçlarını sunmaktadır. Cami, kilise, okul gibi kurumların yerine getirdiği ideolojik işlevleri, reklâmcılık sektörü (tümüne reklâmcılık, eğlence, iletişim, medya sektörlerinin tümüne, reklâmcılık diyelim) daha üst düzeyde yeniden üretmektedir. Facebook, sadece CIA’nın söylediği gibi, onlarca yıldır toplayamadıkları bilgilerin toplanmasını sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda burjuvazinin ideolojik hakimiyetini yeniden üretmekte de iş görüyor.
Gerçekte bilginin tümü, tıpkı üretim araçları gibi, toplumsal karakterdedir ve tüm topluma aittir. Bilginin ve bilimin tekeller çıkarına kullanılması için, bilim adamlarının tekellerin laboratuar elemanları hâline gelmesi, üniversitelerin holdinglerin ortak-ücretsiz AR-GE alanları hâline gelmesi, artık yeni bir aşamaya evrilmektedir. Tekelci kapitalizm, tüm insanlığa ait bilgileri, anıları, tekellerin kasalarına hapsetmeye başlamıştır. Bu bilgilerin kayıtlarını, bir tarz rıza ile, gönüllülük ile toplamaktadırlar. Daha şimdiden Google’ın devasa bir arşivi olduğu biliniyor.