Millet İttifakı’nın ekonomi alanındaki vaatleri

Adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dedikleri gerçekte ise tek kişinin her şeye egemen olduğu ve bu nedenle demokrasinin kırıntısını bile ihtiva etmeyen yönetim biçiminin uygulandığı beş yıl içerisinde ülkeyi ne hâle getirdiğini özetlemek için bir çalışma yapmak istemiştim. Çalışmanın bir noktasında bunun nafile bir uğraş olduğunun farkına vardım. Tüm ekonomik göstergelerde OECD ülkelerinin son üç sırasındaki yerlerden birine oturmuş ülkenin ekonomisi ile ilgili her şey açıkça ortada idi ve elinde avucunda ne varsa pazarda harcadıktan sonra alabildikleri ile bir haftanın yarısını bile tam doyamadan geçiren insanların içine düşmüş olduğumuz durumun farkına varabilmek için hiçbir araştırma veya makaleye gereksinimi yoktu. Bunun üzerine mevcut durumu açıklayıcı bir çalışma yapma fikrimi değiştirip alternatif olarak önümüze sunulan program ile nelerin bizi beklediğini öngörmeye yönelik bir çalışma yapmanın daha doğru olacağını düşündüm. Öyle ya muhalefetin en büyük bloğu “millet ittifakı” sayısını hatırlayamadığım toplantı ve muhtemelen blok bileşenlerinin de hatırlayamayacakları kadar komisyon toplantısı sonrasında iddialı bir mutabakat metni hazırlamış ve kamuoyu ile paylaşmışlardı. Tam zamanı işte diye düşünerek iki yüz kırk üç sayfa uzunluğundaki metni mercek altına aldım.

Bilgi ve ihtisas alanımın dışında olan başlıklarla ilgili söz söylemeyi o konularda yetkinlikleri olan insanlara bırakıp kendimce laf edebilme yeterliğine sahip olduğumu düşündüğüm ekonomi başlığı ile sosyal politikalar başlığı altında gerçekleştirme sözünü verdikleri konularda gözüme çarpan hususları aşağıda paylaşıyorum:

Her şeyden önce hâlen cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal etmekte olan şahsın kullanımındaki köşk ve yalıların halkın yararlanmasına açılması, Türkiye Varlık Fonu’nun kapatılması, Strateji ve Planlama Teşkilâtı kurulması, TBMM’de “Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu” oluşturulması, bütçe hakkının tanınması, kesin hesap komisyonunun çalıştırılması, Kamu Özel İşbirliği projelerinden oluşan zararların geri tahsil edilmesi gibi vaatlerin olumlu ancak sembolik vaatler olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu vaatler topluma “Saray Rejimi geride kalacak” mesajını vermek açısından önemli olmakla birlikte ülke ekonomisine önemli bir katkı sağlayacak bir mahiyet taşımamaktalar.

Kanaatime göre ekonomi programlarının en çarpıcı bölümü para politikası ile ilgili vaatler dizisi.

• Merkez Bankası’nın bağımsızlığının sağlanması.

• Bütçede mali kontrol uygulamasının hayata geçmesi.

• Dalgalı kur sistemine aykırı uygulamalara son verilmesi.

Belli başlı vaatler bunlar para politikaları ile ilgili olarak. Neoliberal ekonominin öğretisini izleyeceklerini ilan etmişler açıkça. Böylelikle sermaye çevrelerine bir mesaj vermişler. “Bizden çekinmenize gerek yok. Sizin haklarınızı en iyi biz koruyacağız.” demek istemişler ekonomi dili ile. Özellikle de mevcut yönetimin İslamcı sermayeyi geliştirip güçlendirmesi sonucu büyüme hızı yavaşlamış olan TÜSİAD çevrelerine verilmiş bir mesaj bu.

Para politikası ile ilgili uygulamaların halka neler vereceğini de yazının ilerleyen bölümlerinde ele alacağız.

Şimdi programlarında yer alan vaatlerin ne kadar gerçekçi olduklarına ve gerçekleşmesi hâlinde yaratacağı etkilere bir göz atalım:

Enflasyonu iki yıl içinde tek haneli rakamlara indirmeyi hedeflemişler Gerçekleşmesi zor bir hedef. Peki gerçekleşirse iyi mi olur? Kuşkuluyum. Burada TÜİK enflasyon rakamları dikkate alınarak bir vaatte bulunduklarını düşünüyorum. Gerçekçi değil tabii. Gerçeğe daha yakın bir enflasyon verisi ENAG araştırmalarında mevcut ve bu kuruluşun verilerine göre Mart 2023 itibarı ile ülkedeki enflasyon %112,5 Şimdi bir an için düşünelim saatteki hızı 112,5 olan bir araçta ani fren yapıp hızı birden 9 km/s seviyesine indiriyorsunuz. Aracın içindekiler ne hâle gelir?

Ekonomi yönetimi de buna benzer bir durum gösterir enflasyonun ani düşüşlerinde. Bankalara borcu olanlar büyük mali yük altına girerler öte yandan faiz geliri elde eden rantiyeler büyük kazançlar elde ederler. Haksız zenginleşmeler alır başını gider ve toplumsal huzursuzluklar ortaya çıkar. Enflasyonun tek haneli rakamlara indirilmesi güzel ancak bunun zamana yayılıp ekonominin bünyesine zarar vermemesini sağlamak gerekli. Bu husus gözden kaçırılmış veya halkın gözünü boyamak amacı ile bilinçli olarak böyle bir vaatte bulunulmuş.

Belgedeki vaatlerden bir başkası beş yıllık süre boyunca %5’lik bir büyüme hızının yakalanması ise küresel ekonominin nasıl bir seyir izleyeceğine bağlı. Uluslararası ekonomi kuruluşlarının öngörüleri biraz karamsar bu konuda.

IMF verilerine bakacak olursak önümüzdeki süreçte küresel büyüme hızı %2,3 bu hız Türkiye’nin ihracatında önemli yeri olan ülkeler için daha da küçük. Örneğin euro bölgesi için %0,7 bu oran bölgedeki en önemli müşteri Almanya için ise %0,1’lik bir büyüme öngörülmekte. Bir başka ihracat alanı olan Rusya ise savaş nedeni ile ekonomik sıkıntıda. Kolay atlatacağa benzemiyor bu sıkıntıyı. Geriye bir tek Ortadoğu pazarı kalıyor, burada oluşacak talep ise petrol ve doğalgaz fiyatlarına bağlı üstelik buradaki talebin bir de nüfus kısmı var.

Şimdi yukarıda yazılanlarla birlikte düşünelim 600 milyar USD ihracat vaadini 2022’de 254 milyar USD ihracat yaptı Türkiye beş yıl içinde %137 oranında bir artış öngörülmüş. Dış pazarlardaki talep böyle bir büyümeyi nerede ise imkânsız hâle getirmişken nasıl gerçekleşecek bu durum? Yeni pazarlar mı yaratılacak? Pek kolay değil rekabetin böylesine doruğa çıktığı bir ortamda.

Tabii rekabet derken bir başka vaat öne çıkıyor kendiliğinden; kişi başına milli gelirin USD bazında iki, katına çıkarılacağı iddia edilmiş.

Bir yanda dünyadaki ekonomik göstergelerdeki tüm olumsuzluklara karşın ihracatı beş yıl içinde %136 arttıracağını ifade ediyor diğer yandan kişi başına milli gelirin USD bazında iki katına çıkarılacağını iddia ediyorsun. Diyelim ki rekabetçi kur politikası izleyip ihracat hedefine ulaştın TL’nin USD karşısındaki değeri düşecek bu durumda. Oysa kişi başına milli gelirin USD bazında iki katına çıkabilmesi için TL’nin değerini koruması gerek. Geçmiş yıllarda yapılan araştırmalar kişi başına milli gelirin en yüksek olduğu dönemlerin TL’nin USD karşısında değerli olduğu dönemler olduğunu göstermekte oysa mutabakat metnindeki iddiaya göre TL’nin USD karşısındaki değeri sabit kalır veya artarken ihracat bu gelişmeden etkilenmeyip artmaya devam edecek. Bu durumun gerçekleşmesi bir tek koşula bağlı:

Tüm üretim girdilerinin maliyeti düşecek böylece nihaî ürünün fiyatı USD bazında daha düşük bir düzeyde gerçekleşecek. Kırmızı kar yağması daha büyük bir olasılık kanaatime göre. Yoksa ücretleri mi düşürmeyi planlıyorlar ne dersiniz?

Bu şartlar ve mutabakat metnine koydukları kısıtlayıcılar tahtında ekonomik büyüme nasıl gerçekleşir? Karışık bir iş vesselam.

Aslında ekonomik büyümenin gerçekleşmesi olası. Ancak bunun için kamunun ekonomiye müdahale etmesi ve büyüme hızına katkı verecek kalkınma planlarının devreye konulması gerekli. Servetlerden, kârlardan ve rant gelirlerinden alınacak vergilerle (Bunun için kurumlar vergisi oranının arttırılması mevduat faizlerinin vergilendirilmesi gibi önlemler gerekli. Bu önlemlerin vergi kaçakçılığına engel olacak düzenlemelerle de güçlendirilmesi şart. Ancak başta da belirtmiş olduğum gibi sermaye çevrelerini ürkütmek istemedikleri için bu konulara hiç yer verilmemiş mutabakat metninde) kamu harcamalarının büyütülmesi ve büyüyen harcamaların bu vergilerle finanse edilmesi, böylelikle kamunun üretim ve hizmet kapasitesinin arttırılması mümkün tabii. Bu yola başvurulmuş olunsa idi ekonomik büyüme ve istihdam konusunda öngörülen hedeflere ulaşılması sağlanabilirdi. Ancak daha önce de belirttiğim gibi sermaye çevrelerine güven vermek amacı ile hazırlanmış bir programda böyle düzenlemelerin yer alması mümkün değil.

Yukarıda sözünü ettiğim ve programda yer almadığı için eleştiri konusu yaptığım düzenlemeler yerine halkın yararına imiş gibi görünen bazı vaatler var programda:

• Eğitim ve öğretim hizmetlerinden alınan KDV indirilecek.

• Eğitim ve sağlık harcamaları vergi matrahından düşürülecek.

İlk bakışta güzel gibi görünüyor. Özel öğrenim kurumlarında çocukları olanlara ve özel sağlık kuruluşlarında tedavi olacak maddi güce sahip kişilere küçük bazı menfaatler sağlar bu uygulama. Ancak söz konusu yararlar bahse konu hizmetleri satın alacak maddi güce sahip olanların umurunda mıdır? Bilinmez.

Büyük resimde ise önemli bir vaat var özel okul ve özel sağlık tesisi işletmecilerine. Mevcut politikaların devam edeceğini gerek eğitim gerekse sağlık alanlarında piyasalaşmanın sürdürüleceği müjdelenmiş adeta. Oysa yapılması gereken gerek eğitim gerekse sağlık alanında nitelikle hizmete erişebilmenin her yurttaşın temel hakkı olduğu gerçeğinin vurgulanması ve bu hizmetlerin tamamen kamulaştırılacağının vaat edilmesi idi.

Sosyal politika alanındaki vaatler de tıpkı ekonomidekiler gibi sermaye kesiminin çıkarları göz önüne alınarak hazırlanmış. Yirmi yıllık akp iktidarının tamamen bozduğu gelir ve servet dağılımını düzeltecek, milli gelir içindeki payı her gün biraz daha düşen ücret gelirlerinin durumunu iyileştirecek bir önlem yok sosyal politika ile ilgili vaatler arasında.

Öğrenim görmekte olan çocuklara ve gençlere kahvaltı ve öğle yemeği verilmesi güzel olacak kuşkusuz. Ancak bu durum yeterli değil. Ücretlilerin (ve bunun yanında emeklilerin) milli gelirden elde ettikleri pay arttırılmadığı sürece çocuklara ve gençlere yemek verilmesi sadece sürdürülebilir yoksulluk oluşturur. Bu da akp iktidarlarının yıllarca yapmış olduğu kömür, makarna yardımının bir başka biçimini yaratır. Yapılması gereken emek gelirlerinin milli gelirden aldığı payı arttırırken bir yandan da yemek uygulamasını sürdürmektir. Ancak emek gelirlerinin arttırılması yönünde bir vaat yok program metninde.

Bir başka konu da işsizlik ile ilgili; ülkenin en büyük sorunlarından biri bu. Geniş tanımlı işsizlik oranında ulaşılan %21,3, genç işsizlik oranında ulaşılan %19,4 oranları ile bahse konu alanlarda dünyanın en kötüleri arasında yer alıyor Türkiye. Bu durumun değiştirilmesi gerek. Programda konu ile ilgili olarak sadece “yeni istihdam olanakları yaratacağız” cümlesi var. Peki nasıl yaratacaksın? Kamunun üretim ve hizmet kapasitesini arttırmazsan sadece özel sektörün insafına bırakmış olursun yeni istihdam olanaklarını. Özel sektör de kendisine ek bir kazanç sağlamadığı sürece yeni istihdam gerçekleştirmez. Sermaye kesimini yeni istihdama zorlayacak yasal düzenlemelerin yapılması gerek. Bu konu ile ilgili bir ize rastlamadım mutabakat metninde. Eğer bu işi teşvikler aracılığı ile yapmayı planlıyorlarsa hata ediyorlar demektir. Özel sektörün bürokratları bir yolunu bulup teşviki alır ve yine arttırmaz istihdamı. Akp iktidarları süresince pek çok teşvik uygulandı istihdamı arttırmaya yönelik. Hiçbirinden de sonuç alınamadı. Daha önce denenmiş olanı tekrar deneyip farklı sonuç beklemek de saflıktan başka bir şey değil.

Oysa üretim hacmini arttırmadan da istihdamı arttırmanın yolları var. Hem de basit yollar. Yapılacak bir yasal düzenleme ile haftalık çalışma süresinin 40 saate indirilmesi üretim işletmelerinde %11 oranında istihdam artışına yol açar örneğin. Bunun dışında fazla çalışma sürelerinin azaltılması, fazla çalışma iznini alma sürecinin zor ve masraflı hâle getirilmesi gibi önlemler de düşünülebilir. Ayrıca işlerin bölünmesi de düşünülebilecek önlemler arasında ofis ağırlıklı işletmelere yönelik olarak. Artık nerede ise bu tür işletmelerin tümünün bir vazgeçilmezi olan hibrit çalışma sayesinde ofis olanaklarının arttırılması da gerekmiyor bu iş için.

Kısacası istihdamı arttırmak için birçok yöntem var. Ancak her biri sermaye kesiminin kârlarının düşmesine yol açıyor. Bu nedenle işin içine germeyip kenarından dolanmışlar mutabakat metninde. Bu şartlar altında kamuda da istihdam alanında önemli bir artış gerçekleşmesini beklemek iyimserlik olur. Demek ki iktidara gelseler bile işsizlik sorununa çözüm üretmekte güçlük çekecekler.

Kamuda taşeronlaşma düzeninin sona erdirilmesi ile ilgili bir fikri de yok belgeyi hazırlayan muhalefet partilerinin dolayısı ile kamu hizmetlerinin taşeron aracılığı ile sürdürülmesi ve bu insan ticareti olarak adlandırılabilecek uygulama aracılığı ile birtakım çevrelere rant aktarımı yapılması devam edecek gibi görülüyor.

Özetle, muhalefetteki büyük blok emekten yana olacak dişe dokunur bir vaat sunmuyor kamuoyuna.

Kamuoyu ile paylaşılan metinde halktan yana bir iktidarın asgarî programında yer alması gereken bazı hususlar, sözgelimi yakın geçmişte özelleştirilmiş olan ERDEMİR, PETKİM, TÜPRAŞ gibi stratejik öneme sahip kuruluşların tekrar kamuya kazandırılması hiç düşünülmemiş.

Bütün bu yazılanlardan çıkan sonuç ise son derece net.

Muhalefetteki büyük bloku oluşturan siyasi yapılanma halktan yana bir ekonomik programa sahip değil. Ülkede yıllardan beri egemen olan neoliberal ekonomi politikalarının revizyonu ve rejimin kural dışı uygulamaları nedeni ile kısmen bozulup İslamî sosa bulandırılmış mevcut hâlinin restorasyonunu amaçlayan bir program var ellerinde.

Kemal Derviş’in Hazine Müsteşarı olan Faik Öztrak başkanlığındaki bir ekibin hazırladığı ekonomik programdan başka bir sonuç beklemek de abesle iştigal olurdu kanımca.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz