“Geliştir sınırlarını,
varacağı yönleri genişlet,
büyüt yeni bir gökyüzü kadar.”[1]
Hayır! Ecclesizstes’in, “Ölmeden önce kimseyi övme,” uyarısını unutacak değiliz ‘Yeni Kapı’(cılar) için kaleme aldıklarımızda…
Sadece ve sadece 10 yıllık serüvenlerine tanık (ve biraz da taraf) olduğumuz Onlar hakkında, her şeyi olduğu gibi aktaracağız…
* * * * *
“Humilitas occidit superbiam/ Alçakgönüllülük, kibri yener,” saptamasıyla özetlenen Onlar, bize her zaman ya da 10 yıldır “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuğun cüretini anımsatır…
İçlerindeki çocuğu öldürmeden hep çocuk kalabilenlerdir Onlar; “Çocukların çile çekmesine izin/ verildiği bir dünyada, gerçek aşkın/ varlığından söz edilemez,”[2] dizelerini terennüm eden içtenlikle…
İşte tam da bunun için zamanı sonsuzlaştıran uzamın isyankâr insanlarıdır; “Bilinç-Etik-Estetik” üçgenindeki başkaldırıyla tiyatro yapar Onlar.
Hayır “Kaç-AK Saray”da Putin’in karşısına dizilmiş “Konu Mankenleri”ne hiç mi hiç benzemeyen Onlar için tiyatro insanlığın aşk ve hayat adına sığınabildiği son limandır.
Onlar; William Shakespeare’in “iktidar hırsını ve iktidarın zalimliğe dönüşmesini” işleyen ‘Macbeth’ini “yasaklayan”lara -ki estetik ve toplumsal bilinçleri Recep İvedik’le sınırlıdır- oyunu sansürletmeyen ve finalde Macduff’ın Macbeth’i yerle yeksan ettiğini asla unutmayanlardır.
Çünkü Onlar; Vsevolod Meyerhold’un, “Tiyatroda sanatçının ödediği bedel kendi kanıdır…”
Augusto Boal’ın, “Başka bir dünya yaratmamız gerek; çünkü biliyoruz ki öyle bir olanak var. O başka dünyayı kendi ellerimizle, kendi sahnemizde, kendi yaşantımızda yaratmak bize düşüyor…”
Yuri Liubimov’un, “Koşullara boyun eğmemek, bizi çevreleyen dünyanın zaman zaman dayattığı standartlaşmış ölçütler adına kendi yaşam ilkelerinden ödün vermemek. Tüm güçlüklere karşın, yürüdüğün yola inanmak…” haykırışlarıyla karakterize olan geleneğin savunucuları/ sürdürücüleridir…
* * * * *
Melis Alphan’ın, “Bana sanatçını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim,” uyarısının altını çizerek ekleyelim: Onlar Yavuz Bingöl’lerin, Alev Alatlı’ların ya da Nazi hayranlığında, kendisine “SS Albayı” lakabı verilecek kadar ileri gitmiş olan Herbert Von Karajan veya McCarthy döneminin, aralarında Elia Kazan’ın da bulunduğu Hollywood’daki işbirlikçilerin anlaması mümkün olmayanlardır…
Malûm “Sanatçı” denilenler iktidara karşısındaki konumlanışlarıyla üçe ayrıldılar: İktidarın yanında yer alan yalakalar, iktidardan bağımsız suskunlar ve iktidar ile mücadele edenler.
Karl Marx’ın, “Yaratıcı eylem, insanın ve doğanın karşılıklı etkileşiminin bir aşamasıdır. Bu, toplumsal karakter taşır. Sanat, yaşamı insanileştiren bir olgudur. Araştırıcı, yaratıcı çok yönlü tümel insana ulaşma çabası içinde sanata gelişebilir”; V. İ. Lenin’in, “Burjuva yazarın, sanatçının, oyuncunun özgürlüğü, para kesesine, çürümeye, satılık olmaya gizlice (ya da iki yüzlülük biçiminde gizlice) bağımlılıktan başka bir şey değildir,” uyarılarını kulaklarına küpe eden Onlar için sanat, hareketsizlikle mücadeledir; yaratılıştır, oluşmadır, “olduğu gibi durmanın” ataletine karşı durup, sonsuz, ileriye, daha yükseğe sevk eden bir dinamiktir.
Çünkü Stefan Zweig’ın belirttiği üzere, “Doğru öğretilemez, yaşanması gerekir… Asıl kahramanlık gerçeklerle yüzleşmektir.”[3]
* * * * *
Hepimize Julius Fuçik’in, “Gerçek hayatta seyirci yoktur: Herkes katılır hayata,” uyarısını anımsatan Onlar ezilenlerin davalarına bağlanmış bilinç ve yürekten mürekkeptirler. Yaptıklarını iyi yapmış olmalarının ödülü, onu ezilenler için yapmış olmaktır.
Onlar, “Sanatta işlenecek suç yoktur” kararlılığıyla unutulması mümkün olmayan işler yapıp, değerler yaratmışlar ve başladıkları her şeyi tamamlamışlardır.
- Goethe, “Faaliyetlere adını koyan, sonuçlardır,”[4] der ya; Onları da Onlar yapan, yaptıkları ve yaptıklarıyla yol açtıkları sonuçlardır.
Yapmanın gözüpeklikle mümkün olduğunu bir an dahi unutmayan Onlar, halkın davasına bağlanmış kendilerinden başka hiçbir şeye güvenmezler…
Ovidius’un, “Ya başlamamalı, ya da bitirmeli,” uyarısını “es” geçmeyen başarılarının sırrı içtenlikleridir. Haklı bir öfkenin sahibi olmaları yanında; kesin ve keskindirler.
Onlar, ezilenler nezdinde haklı bir üne, saygınlığa sahiptirler. Ki bu da Onların, sonuna kadar hak ettikleri biricik servetleridir.
“Ektiğin kadar biçersin…”; “Tarlada izi olmayanın, harmanda gözü olmaz…” atasözünü anımsatan onlar; irade olmayan yerde çözüm de olmayacağının kanıtıdırlar adeta.
Charlie Chaplin’in, “Hayat dar alanda trajedi, geniş açıda komedidir,” diye vurguladığı şeyi yaşar/ yaşatır Onlar korkusuz bir vicdanla…
Ve Pythagoras gibi, “Düşmanlarım, aldatılmış kardeşlerimdir,” diyen dostlukları çok ama pek çok değerlidir.
Biz Onların dostluğuna hep büyük değer verdik, vermekten de çok mutluyuz…
Nice nice 10’lu yıllara yoldaşlar…
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
N O T L A R
[1] Kemal Özer.
[2] Isadora Duncan, Dünya Kadın Şairlerinden Kadının Hâlleri, Derleme ve çeviri: Selahattin Yıldırım, Agora Kitaplığı, 2012.
[3] Stefan Zweig, Avrupa’nın Vicdanı, Çev: Süreyya Çalıkoğlu, Zeplin Kitap, 2014.
[4] W. Goethe, Goethe Der ki, çev: Gürsel Aytaç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 534, 2’inci baskı, 1986, s.358.