Başlık bize ait değil.
Birçok “burjuva demokrat” ya da liberal solcu, bir yolunu bulup, sessizliğin suçunu halka, kitlelere yıkar.
Her gün TV kanallarına çıkıyorlar ve Erdoğan’ın seçilmiş olduğunu söylüyorlar. Ama aynı zamanda her seçim döneminde “hile var” demiş olduklarını unutuyorlar. Hileli seçim, aslında kabulleri değil. “Atı alan Üsküdar’ı geçti” sözünün anlamını da biliyorlar. Ama sonra kalkıp, seçimleri çalmış olan birisine “seçilmiş” diyorlar.
Bununla yetinmiyorlar. Seçilmiş olduğunu söyledikleri kişinin, aslında halk tarafından seçildiğini, bunun da suçlusunun halk olduğunu söylüyorlar.
Herkesin bir suçu var.
Ama bu hanımlar/beyler, kendi suçlarını neden söylemezler?
Onlar “seyirci”dir. Seyirci ama taraftar bile değildirler. Bu nedenle, her fırsatta, halkı suçlamaktadırlar.
Onlara göre bir parlamento var. Var mı?
Onlara göre AK Parti bir siyasal parti. Öyle mi?
Onlara göre seçimler yapılıyor. Öyle mi? Buna seçim denilebilir mi?
Öyle ise, bunlar aslında Saray Rejimini meşrulaştırmak işini yapmakta, bu görevi yerine getirmektedirler.
Hiçbir açıdan tutarlı değildirler. Tutarlı olsalar, mesela sokaklara çıksalar, direnseler, o zaman halkı suçlama hakkına sahip de olabilirler. Sorun yok. Ama hiçbir şey yapmadan, seyrederek, ahkâm kesmek ve işçileri, emekçileri, öğrencileri, kadınları, kısacası direnen herkesi suçlu ilan etmek artık yeterlidir. Her fırsatta “Kürtler AK Parti ile işbirliği yapacak” diye suçlamalar yöneltmek artık yeter.
Bu ülkede, Kürtler her gün tutuklanmaktadır. Bu ülkede Kürtlere karşı bir katliam politikası dayatılmaktadır. Ama onlara sorarsanız, Kürtler Erdoğan ile işbirliği yapmaktadır. Kanıt, “eee, görüşüyorlar.” İyi de siz görüşürseniz iyi oluyor da, onlar görüşünce neden kötü oluyor?
Bu ülkede her gün insanlar tutuklanırken, bir dua gibi, “Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir” diye bir nakarat söylüyorlar.
Şimdi de şöyle konuşuyorlar: “Yahu anlamıyorum, niye bir sosyal patlama olmuyor.” Çok dramatiktir.
Sosyal patlama niye olmuyor diye soranlar, sanki mücadele ediyorlar. Mesela işçilerin grevlerine, eylemlerine destek veriyorlar mı? Hayır. İşçi eylemlerinden dahi söz etmiyorlar. Kadınların eylemlerine mi katılıyorlar? Elbette hayır. Öğrencilerin eylemlerine dayanışma için gidip, mesela polisin karşısına mı dikiliyorlar? Elbette hayır.
“Türkiye Cumhuriyeti, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir” diye terane tutturmuşlar, bunu tekrarlıyorlar. Dua niyetine mi, bilmiyoruz, çünkü amin seslerini de işitmiyoruz.
Soralım, siz sahi dalga mı geçiyorsunuz? Dalga geçiyorsanız, dalga geçtiğiniz kendiniz mi? Çünkü eğer öyle ise, sorun yok.
Ülkede, her gün kaç kişi intihar etmektedir? İyi değildir ama, bu da bir sosyal tepkidir. Sadece İstanbul’da, her gün 10 kişi intihar etmektedir.
Ülkede her gün, birçok eylem gerçekleşmektedir. Buyurun sosyal patlama niye olmuyor diye soran hanımlar/beyler, her gün gerçekleşen eylemleri, tek tek, birini bile atlamadan, boy gösterdiğiniz TV kanallarında sıralayın, onlar hakkında konuşun. Belki sizi iyileştirir bu eylemleri, direnişleri sayıp dökmek.
Ama bunları beğenmiyorlar.
“Ne vereyim abime?”
“Bir sosyal patlama” verelim mi?
Peki nasıl bir sosyal patlama istersiniz? Mesela Gezi gibi olsun mu? Aaa hayır, diyorsunuz. Hayır mı? Nasıl olsun efendi? “Anayasal sınırlar içinde, demokratik bir tarzda, barış içinde olsun” öyle mi?
Bir öğrenci grubu, çıkıp bir açıklama yapacak olsa, karşısında polis var, coplar iniyor, basın susuyor, öğrenciler tutuklanıyor. Ve siz, TV kanallarında endam gösterip, “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir” diye nakarat söylüyorsunuz. Bunu söylerken, eğer içeri alınırsanız, mahkeme celbi alırsanız, eviniz sabahın 5’inde basılırsa, “ben anayasanın bir maddesini söyledim” demek için mi bu nakaratı söylüyorsunuz? Bilesiniz, eviniz basıldığında, bu bir anayasa maddesidir demeniz hiçbir işe yaramaz, yaramayacak. Hukuk devleti kapınızı çalacak, sosyal devlet sizi içeri atacak ve size yemeklerinden birkaç öğün verecek, adalet yüzünüze bir tokat gibi inmese de ruh hâlinizi bozacaktır.
Şimdi soruyu tekrar edelim: “Nasıl bir sosyal patlama verelim” efendimize? Gezi gibi mi olsun?
Biliniyor, sosyal hareketler birbirini birebir tekrarlamaz.
Biliniyor, egemen sınıf, devleti eli ile terörü artırdıkça, karşısında daha sert bir direniş bulur. Ve bu direnişçiler, copa, silaha karşı en azından yumurta atarlar, tabii yumurta atmaya kıyabilirlerse.
Kadınlar, kadın cinayetleri politiktir, diye yürümeye kalktıklarında yerlerde sürünüyorlar. Siz, bu demokratik bir devlete yakışmaz, diye konuşan bir bilirkişi pozisyonuna geçiyorsunuz.
Size, nasıl bir sosyal patlama verelim?
İşçiler en sıradan hakları için eyleme kalktıklarında kaburgaları kırılıyor ve kaburgalarını kıran polisler için siz mesela isimlerini verip bir deşifrasyon çabası içine girmiyorsunuz. Yaptığınız tek şey, “bu, tek adam rejimidir,” demek. Öyle mi? Hani bu seçilmişti? Hani halk bu kişiyi seçmişti? Şimdi ne oldu?
Korkuyorsunuz. Sakıncası yok. Herkes korkar. İnsanın korkması tuhaf değildir. İyi ama siz korkmaktan da korkuyorsunuz. Bu nedenle, kendinizi sürekli sansürlüyorsunuz ve bir gün bir olaydan sonra, sinirlerinize hâkim olamayıp, “neden bir sosyal patlama olmuyor” diyorsunuz.
Ne olacak? Sosyal patlama olunca, siz de herkes gibi sokağa çıkmış olacaksınız ve size bir şey yapamayacaklar, öyle mi?
Sosyal patlama olsa, polise taş atan insanlara, “aaa, bu demokratik değil” diyeceksiniz. Ne demokratik? Mesela polisten sürekli dayak yemek mi?
Tüm insanlar bir anda sokağa çıksalar, ne güzel olurdu değil mi?
Evet güzel olur. Öyle ise, sosyal patlamayı hızlandırmak için, mesela örgütlenin, mücadele edin. Önce siz yolu açın. Öyle ya bir sosyal patlamanın olasılığını görüyorsunuz. Buyurun, işe koyulun, gelin bizim saflarımıza katılın.
Olmaz dediğinizi duyuyoruz. Devletin uyguladığı teröre terör demeyip, ona karşı mücadele eden, işçilerin, kadınların, gençlerin direnişine terör demekten geri durmuyorsunuz. Siz bu hâlinizle sosyal patlamaları da beğenmezsiniz. Tuzu fazla, salçası çok, sokağı kirletmesi fazla dersiniz.
Biz işçiler, emekçiler, öğrenciler, kadınlar, kısacası direnen herkes, bir sosyal patlama ihtimalini görüyoruz. Sizden farklı olarak biz, sosyal patlamayı beklemiyoruz, örgütleniyoruz, mücadele ediyoruz, direniyoruz.
Biz sizden farklı olarak, Saray Rejiminin seçilmiş olduğunu düşünmüyoruz. Onu meşru görmüyoruz.
Biz, sizden farklı olarak parlamentoyu bir organ olmaktan çoktan çıkartmış bir rejimi, demokratik olarak nitelemiyoruz.
Biz sizden farklı olarak, Saray Rejiminin seçimle gitmeyeceğini görüyoruz. Seçimle gitmeyecek olan bir sisteme karşı direniş hakkını meşru görüyoruz.
Biz sizden farklı olarak ertelenen, yasaklanan grevleri sürdürmek için harekete geçen işçilerin sonuna kadar haklı olduğunu düşünüyoruz.
Biz sizden farklı olarak, her seçim sonrasında, belediyelere, Kürtlerin belediyelerine kayyum atayan Saray Rejimini, “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” olarak görmüyoruz. Buna karşı direnme hakkını kutsal görüyoruz. İnsan olmanın yolunun direnişten geçtiğini düşünüyoruz.
Biz, sizden farklı olarak, burjuva siyasetçileri eleştirmek ve alkışlamakla yetinen seyirci tutumunu ikiyüzlü buluyoruz.
Biz sizden farklı olarak adım adım örgütlenmeyi, her koşul altında zorunlu görüyoruz ve örgütlenmek için kimseden izin istemiyoruz.
Evet, sizin bu hâliniz hastalıklı bir hâldir. Onun için arada bir ağzınızdan çıkan sözcükleri sansürleme yeteneğinizi, Saray Rejiminin size kazandırdığı bu büyük beceriyi kaybettiğinizde dile getirdiğiniz sosyal patlama ihtiyacını anlıyoruz. Ama sizi temin ederiz ki, sokaklarda, işyerlerinde her gün rastladığınız, ama başınızı çevirerek yanından geçtiğiniz direnişlerin içine girerseniz, iyileşeceksiniz, nefes alacaksınız, özlemini duyduğunuz sosyal patlamayı yakınlaştıracaksınız. Tedaviniz budur. İnsan olmanın, insan olarak kalmanın da yolu buradan geçmektedir.