Öğrenci gençlik, eğitim ve sınıf mücadelesi

DOST
Ben berceste mısraı buldum,
Hey ömrümce söylerim.
Gözden, gezden, arpacıktan olsun,
Hey ömrümce söylerim!
Bizsiz Ilgaz’ın çam ormanları güzel değildir.
Hayda günlerim hayda!
Sırtını düşmana verdikçe,
Murat dağları güzel değildir.
Dost dost ille kavga!
Biz olmasak gökyüzü, biz olmasak üzüm,
Biz olmasak üzüm göz, kömür göz, elâ göz;
Biz olmasak göz ile kaş, öpücük, nar içi dudak;
Biz olmasak ray, dönen tekerlek, yıkanan buğday,
Ayın onbeşi;
Biz olmasak Taşova’nın tütünü, Kütahya’nın çinisi,
Yazi bizsiz
Anne dizi, kardeş dizi, yâr dizi
Güzel değildir.
Gel günlerim gel de dol
Gel Aydınlım, İzmirlim.
Gel aslanım Mamak’tan
Erzincan’dan, Kemah’tan
Düşmanlar selâm ister
Gözden, gezden, arpacıktan!
Adana’nın pamuğu dokumada;
Diyarbakır, Afyon, Kütahya fabrikada
Ümit işkencede mahzun
Emek işkencede mahzun
Tenim, ayaklarım üryan
Ekmek işkencede mahzun
Ve Divrik’in demiri arabada
İşçi-köylü ve işçi birarada
Söyle türküler yadigârı kardeş
Söyle ağrılar yadigârı kardeş!
Neden alınterleri
Nimetler, haklar haram oldu sana
Gel günlerim gel de dol
Gel Aydınlım, İzmirlim.
Gel aslanım Mamak’tan
Erzincan’dan Kemah’tan!
Düşmanlar selâm ister
Gözden, gezden, arpacıktan!
Sana selâm olsun
Hürriyetlerin meçhul olduğu dünya
Canım Türkiye
Memleketimiz.
Çalışan halklarıyla ümmi
Çalışan halklarıyla garip,
Irgadı, esnafı, madencisi, iptidaî aletleri
Kadınları, erkekleri, hapishaneleri
Başı boş suları, dumanlı vadileri, yoz topraklarıyla,
İşsizleri, realist şairleri, mücahitleri,
Sokak şarkısı, keten helvası,
Akşam haberleri satanlarıyla memleketim!
Sana selâm olsun
Sürgünler, mahkûmlar, hastalar!
Alacağın olsun 
Seni İstanbul seni
Seni Bursa, Çankırı, Malatya,
Sizlere selâm olsun üniversiteler!
Öğretmenleri alınmış kürsüler, 
Öğretmenler!
Sizlere selâm olsun 
Hürriyeti yazan eller, dizen eller!
Sizlere selâm olsun makineler
Entertipler, rotatifler, bobinler!
Bu gülünç, aşağılık, 
Namussuz şeyler dışında,
Sana selâm olsun
Zincirin, zulmün kâr etmediği
Kırbacın kâr etmediği
Büyük tahammül!
Gel günlerim gel de dol!
Gel Aydınlım, İzmirlim,
Gel aslanım Mamak’tan
Erzincan’dan, Kemah’tan!
Düşmanlar selâm ister
Gözden, gezden, arpacıktan!
Enver Gökçe

 

Şiir böyle diyor. Yaşamı ve mücadeleyi anlatıyor.

Bizim iktisatçılarımızın tuhaf huyları vardır. Marksizmden ne kadar kaçarlarsa, o kadar bilgisizleşirler ve ne kadar bilgisiz iseler, o kadar “kelime keşifleri” yaparlar. Tuhaf sözler söylerler. Bilgisizliklerini örtmek için, bilgili olmanın işareti olarak, yeni sözlere sarılırlar. Dinleyen de bunlarda bir hikmet var sanır. Mesela “etkin grev hakkı” gibi buluşları olur. Mesela, “kişi başına düşen milli gelir” hesaplarını ölçü alır ve Türkiye’nin dünya ekonomisindeki yerini belirlemeye çalışırlar. Mesela “az gelişmiş ülke” derler ve neden “az gelişmiş” olduğunu söylemezler. Mesela ne kadar çok mal üretilmiş ise, o kadar iyi demeye getiren her ölçüye sarılırlar. Aslında iş “Batıcılık”tan “bâtıl inanç” boyutuna çoktan geçmiştir. Mesela derler ki, “asgarî ücret artarsa, enflasyon yükselir.” İyi de, asgarî ücretin arttığı ama enflasyonun yükselmediği zamanlar yok mu? Eğer asgarî ücret artınca enflasyon yükselecekse, Saray ne güne duruyor, asgarî ücreti sıfırlasın ya da ülkede ne olursa olsun, enflasyon sıfır oldu diye fetva veren bir din adamı bulsunlar olmaz mı? Bizim Marksizmi reddeden ama Marksist olarak anılmaktan ya da en azından muhalif olarak gözükmekten hoşlanan profesörlerimiz, iktisatçılarımız ise, bu tartışmaları çok severler. Ama kanımca, bu konuda radikal bir çıkış yapmalarının zamanı gelmiş de geçmektedir. Önerim şudur: Karga eğer iki kere öterse, enflasyon düşecek, eğer devekuşu kartal kılığına girerse asgarî ücret yükselecek. Yakındır, Batıcıların (ister kendine Marksist desin, ister demokrat, ister liberal) yakında kahve falı ile ekonomik durumu açıklayacakları dönem gelecektir. Bizim burjuva iktisatçılarımızdan başlayan bu tuhaf huy, “Anadolu irfanı”na da uygun biçimde yaygınlık kazanıyor. Her biri, bir veciz söz peşindedir. Tavuklar nasıl ki özel kafeslerde ışık oyunları ile geçen günü şaşırıp, günde iki-üç kere yumurtluyorlarsa, bunlar da “atasözü” gibi veciz sözler yumurtluyorlar. Mesela mı, “bir ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın, ülkenin durumunu anlayın.” Buyurun işte, veciz bir söz. Bir yere kadar bu sözü destekleyecek çok da örnek bulusunuz. Sonra da bunun “derinliği”ne hayran kalırsınız!!! İyi de, niye nasıl yaşadıklarına bakmıyoruz da nasıl öldüklerine bakıyoruz? Açlıktan ölümü görmeden önce, açlığı göremez miyiz? İşkencede ölümü görmeden önce, sokakta coplanmayı göremez miyiz? Fabrikada, işyerinde süren zulmü göremez miyiz? Günde 12 saat çalışan ve işyerlerinde baygınlık geçinen işçileri göremez miyiz? Okulda açlık çeken öğrencileri göremez miyiz? Tüm öğretim hayatı boyunca, 6 yaşından 18 yaşına kadar üniversiteye girmek için uğraşan, sonra da üniversiteyi kazanan gençlerin, barınamamak nedeniyle okullarını bırakıp memleketlerine dönmesini göremez miyiz? İlle de bu insanların intihar etmelerini mi kayda almalıyız? Kadınların nasıl yaşadıklarına değil de, nasıl öldüklerine mi bakmalıyız? Yangınlara, deprem gibi doğal afetlerde devletin tutumunun afeti aşan hâline bakamaz mıyız?

Bugünlerde öğrenci hareketi kendinden söz ettirmeye başlıyor. Daha yolun başındayız. Ama çok önemlidir. Öğrenciler, eylemlerde, sokak direnişlerinde, henüz işgallerde olmasa da boykotlarda yaşıyor ve savaşıyor. İşçiler yasaklanan grev hakları için direniyor, her işyerinde küçük büyük eylemler ortaya çıkıyor. Kadınlar sokaktalar. İşte ülke hakkında karar vermek isterseniz, bu yaşama bakmanız da mümkün.

Şimdi, ülkenin her bir köşesinde gençlik, en başta da öğrenci gençlik, harekete geçmeye başlamıştır. Arayıştır bu ve böyle yaşamak istemediklerini biliyorlar. Bilmenin birçok şekli vardır, bugün gençlik, bildiğini daha net biliyor, daha berrak, daha engelsiz biliyor. Kimisi korkularıyla hesaplaşıyor, hesaplaşacak.

İşin ucu derindedir. Sorun, sadece iptal edilen, yasaklanan gençlik etkinliklerinde konserlerinde değil. Sorun, tüm eğitim sistemindedir. Sorun, ülkeyi “yağma, rant ve savaş ekonomisi” ile yöneten burjuva egemenlikte, Saray Rejimindedir.

İlkokulda aç, iç çamaşırsız, 30-40 kişiyi bulan sınıflarda eğitim gören çocukların gerçekliğindedir. Açlık sadece Filistin’de yok. Filistin’de açlığı bir soykırım silahı hâline getiren egemen ile, Avrupa’daki, Türkiye’deki, ABD’deki egemen, aynı soydandır, aynı sınıftandır. 21. yüzyılda, medeniyet ve demokrasi ihraç etmeye çalışan Batı emperyalist güçleri, dünyayı açlık ve işsizlikle, ölüm ve gelecek korkusu ile karşı karşıya bırakmaktadır.

Tüm eğitim sistemi, “rant” üzerine kuruludur. Düzene uygun kafalar yetiştirmek için organize edilmiş olan burjuva eğitim sistemi, doymak bilmez kâr tutkusu ile, ranta çevrilmiştir, çevrilmektedir. Ülkemizde, anaokulundan üniversiteye kadar her aşamada özel okullar oluşmuştur ve bu özel okullar, eğitim alma talebini büyük kârlara çevirecek bir sistem organize etmişlerdir. Burjuva eğitim sistemi, bilimden uzak, ezberci, kendine güvensiz, sormayan, araştırmayan, itaat eden gençler yetiştirmeye dayalıdır. Düzene uygun kafalar, aynı zamanda sistemin devamı için gerekli işgücü yetiştirilmektedir. Talimatları okuyabilen, anlayabilen ve talimatlara uymadığında başına gelecekleri bilen bir gençlik yetiştirme sistemidir bu. Bu nedenle bilimden uzaktır. Bilim ezberlenerek öğrenilemez. Zaten ezberlenmeyi aşan bir eğitim için gerekli olan, eğitimi büyük bir şevkle yapan öğretmen de istemezler. Öğretmen, yarı cahil hâle getirilmektedir. Ve bunu destekleyecek bir ücret ve çalışma sistemine mahkûm edilmektedir. Eğitim sistemi, tümü ile üniversiteye girebilmek üzerine kuruludur ve bunu başarmak, bir çeşit at yarışı gibidir. Bu yarışı kazanabilmek için, devlet ve egemen eli ile tahrip edilmiş, çürütülmüş eğitim sistemi, özel okullar aracılığı ile ranta çevrilmektedir. Gelecek arayışı velileri, daha iyi bir eğitim alır düşüncesi ile, özel okullara yönlendirmektedir. Özel okul, bir yandan üniversiteye girebilmek için, diğer yandan İngilizce (çoğunlukla İngilizce ya da başka bir yabancı dil) öğrenmek için tercih edilmekteydi. Bu da bitmiştir. İnsanların anadilinde eğitim hakkının olmadığı bir toplumda, gelecek kaygısının büyüklüğü nedeniyle, dil öğrenimi için özel okullara yönelinmekte, akıl almaz paralar ödenmektedir. Ama artık, burası da çökmüştür.

Başlangıçta bu özel okullar, en iyi öğretmenleri devlet okullarından alıp, daha yüksek ücretlerle çalıştırdılar. Tıpkı, devlet hastahanelerinden özel hastahanelere yüksek ücretle transfer edilen hekimler gibi. Ve sonra, bu öğretmenler, bugün, devlet okullarında iş bulmak için uğraşıyorlar.

Eğitim sistemi, burjuva egemenliğin sürebilmesi için organize edilmiştir. Ve bu sistem içinde öğretmenler, birer yaltakçı, birer despot, birer başçavuş gibi rol almaktadırlar. Elbette, bunun tersine davranan sosyalist, komünist öğretmenler de var. Öğretmenlik denilen şey konusunda değerleri olanlar var. Bunlar ya okullardan atılıyor ya hapsediliyor ya sürgüne gönderiliyor. Ama eğer birer yaltakçı iseler, özel okulların sahiplerine, devlet okullarının yöneticilerine yaranmak için her yola başvuruyorlar. Çürümedir. Birer başçavuş gibi davranıyorlar. Ne eğitimle, ne insanla, ne yaşanan toplumun gerçekliği ile, ne sınıflar arasındaki savaşımla ilgileri vardır. Ve bu öğretmenler, okullarda çocukların sisteme uygun hâle getirilmesi için uğraşıyorlar. Bunun dışında davranan, buna uymayan öğretmenler, sokaklarda polisle çatışıyor. Gerçekte bu öğretmenler, öğretim üyeleri, sadece kendileri için mücadele etmiyorlar. Bu öğretim üyeleri, öğrenci hareketinin istemleri ile aynı doğrultuda mücadele ediyorlar. Bilimsel, özgür eğitim.

Saray Rejimi, burjuva egemenliğin olağanüstü örgütlenmiş hâlidir. Ve bu nedenle, devlet eli ile uygulanan terör, tüm yaşamı esir almaya yönelmiştir. Bize “terörsüz Türkiye” masalını söyleyenler, öncelikle Saray Rejiminin tüm bu terörün kaynağı olduğu gerçeğini saklamaktadırlar. Bu terör, sadece cop, sadece hapishane, sadece biber gazı, sadece TOMA demek değildir. Bu terör, sadece kadın cinayeti, çocuk kaçırmak, işyeri cinayetleri demek değildir. Açlık, işsizlik, eğitim hakkının gasbedilmesi, hastahanelerin işkencehaneye dönüştürülmesi de bu terörün bir parçasıdır. Baroya dönük saldırılar da bu terörün “hukukî” kisvesidir.

Milyonlarca üniversiteli, yanlış okumadınız milyonlarca üniversiteli, ekonomik nedenlerle okullarını bırakmışlardır. 12 yıl boyunca üniversiteye girebilmek için uğraşan ve üniversiteye girince kendini şanslı hisseden öğrenciler, okullarını bırakmaktadırlar. Söylemesi kolaydır, bu terör değil midir? Okulların önünde etkinlik kuran uyuşturucu çeteleri, bu devlet terörünün parçasıdır. Üstelik bu uyuşturucu baronları, ülke ekonomisinin büyük bir parçasıdır ve paralarını aklamak dertleri de kalmamıştır. Parayı bankaya götürüyorlar ve anında aklanmış oluyor bu paralar. Bu ve diğer saymakta güçlük çektiğimiz yaşam kareleri, devlet terörünün parçalarıdır. Nasıl yaşandığına bakmak, yaşarken ilgili olmak daha kıymetli olmalıdır.

İşte gençlik, en başta da üniversite ve lise gençliği, “böyle yaşamak istemiyoruz” diyorlar. 19 Mart ile başlayan direniş bu gerçekliğin üzerinde yükselmektedir.

Üniversite diploması artık bir anlam ifade etmiyor ve yakın gelecekte daha da kötüsü olacaktır. Devlet denetiminde çeteler, isteyene diploma veriyor, devlet istemediği kişilerin diplomalarını iptal edebiliyor. Sahte diplomalı öğretim üyelerinin sayısını bilmek bile mümkün değil. Ve eğitimle ilgisi olmayan bu “kadrolar, bu “başçavuşlar”, sürüyle cahil ve boyu aşan bir cehalet üretmek için iş görüyorlar. Burjuva egemenliğe hizmetleri budur.

Burada öğrenci hareketinin, öğrenci hareketi önde olmak üzere tüm gençlik hareketinin yolu üzerinde tartışmamız gereklidir. Elbette Kaldıraç Hareketi, bu konuda bir rotaya, bir yola sahiptir.

Bu mücadele, kuşku yok ki, burjuva egemenliğe karşıdır. Bu nedenle, burjuva sistemi mezara gömecek olan işçi sınıfının yolu, devrimci yolu, devrimci sosyalizm yolu, gençliğin de yoludur. Burada net olmak gerekir.

Gençliğin (işçi gençliği, doğal olarak işçi sınıfının önemli bir parçası olması sebebiyle, bu tartışmanın şimdilik dışında tutabiliriz) temel sorunlarının kaynağı, burjuva egemenlik, kapitalizmin bizzat kendisidir. Bu nedenle, öğrenci gençlik, burjuva egemenliğe, kapitalizme karşı mücadele etmek zorundadır. Bu aynı zamanda gelecekte sosyalizmin kurulması açısından da çok büyük bir öneme sahiptir. Bilimle, bilimsel eğitimle, özgürlükle zerre kadar ilgisi olan bir öğretmen/öğretim üyesi de, işçi sınıfının devrimci yolunda, kapitalist sisteme karşı savaşmak zorundadır.

Öğrenci gençlik, yeni fikirlere açıktır. Deyim uygun düşerse, sisteme tüm yönleri ile bağlanmamıştır ve köhnemiş sistemin her uygulaması ile sorunları vardır. Öğrenci gençlik bu sömürü çarkı ile doğası gereği sorunları olan bir toplumsal kesimdir. Öğrenciler, daha fazla öğrenmeye açık, daha fazla sorgulayıcı durumdadır. Bu nedenle sistem, ilkokuldan başlayarak, soru sormayı, düşünmeyi engelleyecek uygulamalarla eğitim sistemini doldurmaktadır. İnsan şartlandırma deneylerini, tüm öğrencilere uygulamaktadır. Yaltakçı ve despot, başçavuş derken, tam bu gerçeğin altını çizmek istiyoruz. Tüm bunlara rağmen, gençlik, bu kalıpları yıkıp atabilecek bir yapıya sahiptir.

Öte yandan, iki sınıfa ayrılmış kapitalist düzende, doğal olarak toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfıdır. Öğrenci gençliğin de ezici çoğunluğu bu işçi ve emekçilerin çocuklarıdır. Bu oran ülkemizde %80’leri bulmakta, hattâ geçmektedir.

Devlet okulları, çoğunlukla bir gelecek kaygısı için, hiçbir şey yapamayacak kadar ekonomik olarak kötü durumda olanların çocuklarının gittiği okullar hâline gelmiştir. Bazı özel okullar, çat pat İngilizce öğreten, bu yolla, zenginlere, parababalarına, turizme hizmet edebilecek bir yere gelebilecek öğrenciler için ayarlanmıştır. Hem paralı olan hem de daha da özel olan, yüksek meblağlar ödenerek gidilen bazı özel okullar ise, yabancı sermayenin uzantıları hâlindeki tekellere çalışmak için ayarlanmaktadır.

Eğitim sistemi çökerken, zengin ailelerin çocukları önce özel üniversitelerde, o da yetmezse yurt dışında eğitim olanakları elde etmektedir. Bu olanaklar, işçi ve emekçi çocukları için büyük oranda kapalıdır. İşçi ve emekçi çocukları içinden ancak çok zeki olanlar, çok “başarılı” olanlar, sistemin kanalları içinde bir yer bulabilmektedir. Nihayetinde kapitalist sistem, kendisi için bu “zeki” gençlere ihtiyaç duymaktadır. Özetle, öğrenci gençliğin sorunları, ağırlıklı olarak, işçi ve emekçi ailelerden gelen öğrencilerin sorunlarıdır dersek, hatalı bir şey yapmayız. Kuşku yok ki, gençlik, birçok açıdan ailelerinin kurulu düzen içindeki yerlerini de reddedebilme olanağına sahiptir. Yani, birçok burjuva genç de, bu mücadeleye katılabilmektedir ve bu çok değerlidir.

Demek oluyor ki, öğrenci gençlik, kendisi sınıflı bir toplum olan kapitalist toplumda yaşamaktadır ve onun mücadelesi, her toplumsal mücadele alanı gibi, sınıf mücadelesine bağlıdır. Elbette, kendine özgü alanları vardır ama burada belirleyici olan, sınıf savaşımıdır. Bu birinci noktadır.

Buna bağlı olarak ikinci nokta ortaya çıkmaktadır.

Burjuva egemenlik, artık tekeller çağındadır ve bu çağda, yaşamın hiçbir alanında, ilerici, olumlu bir üretim ortaya koyamamaktadır. Kültürel açıdan da bu böyledir. Bilim, sanat, edebiyat vb. alanlarda burjuva sisteme muhalif olmayıp da anlamlı bir üretim yapılmamaktadır. Bu, bir yandan kapitalist sistemin bir geleceği olmadığı anlamındadır, bir yandan da, daha ilerisi, kapitalizm hüküm sürdükçe insanlığın da bir geleceği olamayacağı anlamındadır. Kapitalizmin geleceği yoktur, oysa gençlik, insan toplumunun geleceğidir. Bu nedenle, gençliğin ellerinde şekillenecek olan gelecek, kapitalizme karşı mücadele ile, ideolojik olarak da bağlıdır. İdeoloji, sınıfların çıkarlarının özlü hâlidir. Bu nedenle, gelecekten söz ediyorsak, işçi sınıfının ideolojisinden, yani Marksizm-Leninizmden, yani bilimden söz ediyoruz demektir.

Tam da bu nedenle, burjuva egemenlik, bilimi, tüm eğitim sisteminden kovmaktadır. Bu sadece Saray Rejimine, TC devletine ait bir süreç değildir. Tüm kapitalist dünyada, bilimin yerine, boyun eğmeyi temel alan bir eğitim sistemi geliştirilmiştir. Bilimsel eğitim için gerçek anlamı ile öğretmen ve öğretim üyesi gerekir, ama boyun eğmeyi temel hâline getirmek ve ezberle beyni iğfal etmek için, başçavuş tarzı, yaltakçı öğretmen gereklidir. Aynı zamanda, tam da bu amaç için, eğitimde dinin artan etkisi ortaya çıkmakta, devletler aracılığı ile bu süreç pompalanmaktadır. Kapitalist sistem içinde, özellikle de tekelci aşamada, bilim, tekellerin kasaları, tekellerin kapalı laboratuvarları içinde saklanmaktadır. Pandemi döneminde bunu gördük. Bugün artık açıklanıyor ki, ABD aşısı en azından Covid’e karşı etkisi olan bir aşı değişmiş. Bu bize bilimin tekellerin elinde ne anlama geldiğini göstermektedir. Bilimin sonuçlarının, savaş sanayiinde, tekellerin kitlesel üretimlerinin gereği olan kitlesel tüketimi pompalamak amacıyla, insanların izlenmesinde kullanıldığını biliyoruz. Hepsi de budur. Daha çok mal üretmek, daha çok satmak, daha çok tüketmek üzere, bilimin sonuçları devreye sokulmaktadır. Hepsi budur. Bilimsel gelişmeler, örneğin insanların daha az çalışması için, örneğin daha iyi yaşamaları için kullanılmıyor, kullanılamaz. Çünkü tekelci kapitalist egemenlik, hâkimiyet ilişkisi demektir ve bunun gerektirdiği şiddet, yaşamın her alanında ortaya çıkmaktadır. Cep telefonları, izleme ve reklamlarla tüketime yönlendirme amaçlıdır, yoksa haber vermek ve iletişim amaçlı değildir. Bakmayın siz bu “modern dünya”nın tuhaf uzmanlarının icat ettikleri kavramlara; iletişim çağı, peki kim kimle iletişim kuruyor? Yönlendirme çağı neden demezler?

Uzatmayalım, bu çürümedir.

Ve öğrenci gençlik, bu çürümeyi diğer toplumsal kesimlere göre daha rahatlıkla anlayabilecek durumdadır. Bunu önlemek için, devlet, bir yandan artan devlet terörünü devreye sokmakta, diğer yandan ise uyuşturucu ve uyuşturucunun bir başka şekli olan eğlence sektörünü (bilgisayar oyunları, reklamlar, online kumarlar vb. ile tüm eğlence sektörü) devreye sokmaktadır. Bu da çürümenin bir başka boyutudur. Çürüme, tüm toplumu sarmıştır ve çürüme, gerçekte burjuva egemenlik nedeniyle vardır, kaynağı burjuva egemenliktir.

Bu nedenle, gençliğin burjuva egemenliğe karşı savaşımı temeldir. Gençlik, öğrenci gençlik, açık ve net olarak, burjuva egemenliğe karşı savaşmakla karşı karşıyadır, başka da yol yoktur.

Bu açıdan önemli bir üçüncü nokta ortaya çıkmaktadır. Tüm üniversite ve liseler, özgür ve bilimsel eğitim için harekete geçmelidir. Üniversite ve liselerde, öğrenciler, özgür ve bilimsel eğitim için kendi organizasyonları yapmalı, hayata geçirmelidir. Öğretim üyeleri ve öğretmenler ile birlikte. Tüm liselerde, tüm üniversitelerde Marksizm-Leninizm öğrencilerin hayatlarına girmelidir. Öğrenci hareketi, açık olarak, devrimci sosyalizmin yolunda yürümek zorundadır. Başka türlü, olup biteni bütünlüklü olarak kavramak mümkün değildir.

Bilim, sanıldığı gibi, üniversitelerde üretilmemektedir. Bu çoktan bitmiş bir süreçtir. Özellikle tekelci egemenlik, bilimi üniversitelerin dışına çıkartmıştır. Bu durumda bilim, gençliğin ellerinde, öğrenci gençliğin ellerinde yeşerecektir. Geleceğin devrimci aydınları, bizim vurgumuzla entelektüeller, yani sınıf savaşımında işçi sınıfından yana tutum almış ve öyle yaşayan aydınlar, daha çok öğrenci gençliğin içinden çıkacaktır.

Üniversiteler, bilimin, sanatın, edebiyatın gelişmesi için bir yuva hâline getirilmelidir. Bu, elbette mücadeleden bağımsız bir süreç değildir. Örgütlü bir iştir. Yani, devrimci mücadelenin içine girmeden, yalıtık olarak üniversitede bilimsel, sanatsal, edebî çalışma yapmak mümkün değildir. Bu mücadelenin içinde gerçekleşecektir. Her lise, her üniversite, devlet ne derse desin, ne yaparsa yapsın bir bilim ve sanat merkezi hâline getirilmelidir. Bu elbette üniversitelerin devrimci öğrencilerin denetiminde alanlara sahip olması demektir.

Özgür bilimsel eğitim, mevcut sistemin, kapitalizmin sınırlarını aşan bir taleptir. Bu talep, son derece açık, son derece insanî, son derece temel bir taleptir. Böyle olması, onun politik bir talep olmadığı anlamına gelmez. Zira gerçekten de bu talep, kapitalizmin sınırlarını, burjuva egemenliğin duvarlarını aşmak demektir.

Elbette bu durum, liseli ve üniversiteli öğrencilerin, birer Marksizm ve Leninizm öğrencileri de olması demektir. Bu eğitim olmadan, üniversitelerde, liselerde Marksizm ve Leninizm yer etmeden, kendini yaymadan, öğrenci gençliğin mücadelesi kitlesel açıdan da sağlam bir rotada yürüyemez. Kitlesel öğrenci hareketinin gelişiminin arifesindeyiz. Daha alınacak çok yol vardır. Mücadelenin bu iki yönünü birlikte ele almak gerekir. Bir yandan, devrimci öğrenci hareketinin gelişimi ve diğer yandan da kitlesel, özgür üniversite hareketinin gelişimi, birbirine paralel, birbirini kovmadan, birbirinin içinde gelişmek durumundadır.

Sistemin öğrenciye sunduğu şey çok açıktır. Bunu birçok alandan tarif etmek mümkündür. Ama özeti, tam anlamı ile bir karanlık ve geleceksizliktir. Çünkü kendi durumu budur, sistem karanlık üretmektedir ve geleceği yoktur. Geleceği olmayanların, kimseye, ama özellikle de gençliğe sunacağı bir gelecek yoktur.

Gençlik, zamanını tüketmek üzerinden sürmekte olan, dünden gelen alışkanlıklarını bir yana bırakmalıdır. Zamanı geçirmek, sanki bir anlamda akşam olmasını beklemek, gençliğe ait olamaz. Bu durum, kimi kesimlerde bir uyuşukluk, kimi kesimlerde ise bir seyirci olma hâli biçiminde sürmektedir. Oysa yeni bir gençlik eğilimi de ortaya çıkmıştır. Mücadele eden, öne çıkan, hesap soran, kendi geleceğini kendi elleriyle kurmaya yönelen bir gençlik de vardır. Bu da yaşamdır. Gençliğin bu ikili hâli sürecektir. Bu bir mücadele meselesidir. Alışkanlıklar, birkaç günde ortadan kalkmaz, kalkmayacaktır. Ancak, yeni olan mücadele eden gençliktir. Yakın zamana kadar süren bu seyretme ve umursamazlık hâli, artık geride kalmaktadır. Ama bu hâlin, dünün doğurduğu alışkanlıklar bir anda ortadan kalkmazlar. Yeni yolda, devrim yolunda yürümenin getireceği yeni alışkanlıklar yaşamın tümünü kapladığında durum değişmiş olacaktır. Bu süreç sadece ülkemizde değil, tüm dünyada da yaşanmaktadır. Kapitalist sistemin savaş naraları yükseldikçe, savaş yayıldıkça, gençlik bu savaşın ön saflarında burjuva egemenlik için feda edilmek üzere hazır hâle getirilmek istenmektedir ve tüm dünyada bu sürece karşı direniş gelişmektedir, daha da gelişerek görünür hâle gelecektir. Tüm dünyada sosyalizm için savaş yeniden yükselecektir. Bu savaşta, gençliğin yeri işçi sınıfının saflarıdır. Gençlik sadece işçi sınıfının saflarına katılmakla kalmayacak, aynı zamanda işçi sınıfının mücadelesinin daha sağlam hâle gelmesinde de önemli bir yer tutacaktır. Dünya devrim tarihi bunu göstermektedir.

Yaşanabilir bir dünya özlemi, tüm insanlığın özlemidir. Daha da çok gençliğin özlemidir. Bu özlem, sosyalist devrimlerin gelişimi için bir güce dönüşecektir. Bunun yolu da örgütlenmedir, devrimci sosyalist örgütlenmedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz