“Olanı iyi yargılayabilmek için olması gerekeni iyi bilmek gerekir.”[1]
Ötekini anlayabilmenin en güzel yollarından biri olarak edebiyat bir sanat, bir fikir, bir yol, her şeyden ötede rengârenk bir yurttur.
Hayatın yazıya dökülmüş hâlidir; insan(lık)a yaşam gücü veren panzehirdir.
Edebiyat her şeyin başlangıcı, hayatın ta kendisi ve en önemlisi hakikâti tanımayı, anlamayı, derinden kavramayı öğretir hepimize/herkese…
Zihnimizi biçimlendiren edebiyat, bize insanların ruhunu sezme, insanlığımıza hâkim olma, sahip çıkma gücü verir; ama post-modern “röntgencilik” değildir asla!
Çünkü edebiyat, bir şeye bakmak değil, onu görmektir. Sadece görmekle de kalmayıp gördüğüne dokunabilmektir. Dokunmaktan da öteye geçip dokunduğu şeye hayat vermektir. Hayat verdikten sonra bu hayatı paylaşmak, onunla bir bütün olmak, onu yaşamaktır. Yaşadığın şeylere bakmak, onları koruyup kollamaktır. Başladığın noktaya geri döndüğünde ise, ne çok şey yaptığının, ne çok şey öğrendiğinin farkına varmaktır.
Hasılı hayata ait her şey edebiyattayken; o nerede varsa, orada umut da vardır.
Tam da bunun için umut ile edebiyat ilişkisini kurabilene yazar denir.
Kolay mı? “Her şey bitti!” dendiğinde imdadınıza yetişen, edebiyattır.
O, umutsuzluk uçurumunun kenarında elimizden tutar. Malum, edebiyatın olduğu yerde umutsuzluk olamaz.
* * * * *
“İyi de nedir” mi?
O, yaralara merhemdir; çünkü edebiyat iyileştirir; yaraları sağaltır.
O, kelimelere estetik bir değer ile dokuma ve bu yolla bir şeyleri ifade etme sanatıdır
Attila İlhan’ın “hayat bilgisi”ne dahil ettiği sanat dalı ya da yedi sanatın beşincisidir.
Hayatı ve insanı anlatma sanatı olarak edebiyat, hakikâtlerin hayalle süslenmesidir.
Edebiyat toplumu, doğayı, sevgiyi, insanı anlatan dilin estetik bakımından akıcı olarak kaleme alındığı disiplindir; duygu, düşünce ve hayallerin aktarıldığı güzel sanattır.
Bu arada Gilles Deleuze ile Félix Guattari, ‘Kafka Minör Bir Edebiyat İçin’ başlıklı yapıttaki, “Franz Kafka’yı bize hep yakın kılacak olan şey, hepimizin yersiz yurtsuzlaştığı bu dünyada o’nun minör edebiyatında yer alan devrimci unsurlardır,”[2] vurgusunu asla unutmayan/unutturmayan edebiyat “bir kaçış türü ve bir kaçış çizgisi” filan değildir.[3] Onu var eden şeyin de “içe dönük”lük, “minörlük” olduğu koca bir yalandır.
“Tespit etme”nin, “yansıtma”nın ötesinde süregeleni/varolanı/geleceği anlatabilmektir.
İnsanlara farklı görüş açıları kazandırırken; yazmak, okumak, okutmak, anlatmak, dinletmek, öğretmek bağlamında başka türlü söylemektir.
Aristo’ya göre tarihten daha ciddi ve felsefi bir iştir. Johann Wolfgang von Goethe için de, dünyanın insan(cıl)laştırılmasıdır.
* * * * *
William Faulkner’in, “Edebiyat toplumu değil, bireyleri kurtarır”; Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, “Edebiyatta güzeli bulmak meseledir”;[4] Orhan Pamuk’un, “Edebiyat, üstü örtülü büyük bir itiraftır…” “Dünyayı kelimelerle görme sanatıdır…” “Kendi hikâyemizden başkalarının hikâyeleri gibi ve başkalarının hikâyelerinden kendi hikâyemizmiş gibi bahsedebilme hüneridir edebiyat,” tarzı bireyci-merkezci ele alışlarını tarzlarını külliyen reddeden biri olarak, Susan Sontag gibi, “Edebiyat özgürlüktür!” diyerek eklerim:
“İki çeşit yazar vardır. Hayatın önümüze serildiği gibi olduğunu düşünen ve her şeyi tasvir etmek isteyen: Sonbaharı, çarpışmaları, doğumu, at yarışlarını. Bu yazar Lev Tolstoy’dur. Diğer yandan, hayatın bir sınav yeri olduğunu düşünenler vardır ve yalnızca önemli şeyleri tasvir etmek isterler. Bu yazar da Fyodor Dostoyevski’dir. İki alternatif. Dostoyevski’den sonra kişi nasıl olur da Tolstoy gibi yazabilir? Amaç, Dostoyevski kadar iyi bir yazar olmak ve oradan yoluna devam etmektir.”
Gerçekten de edebiyat, Fyodor Dostoyevski’nin ‘İnsancıklar’ların ana karakteri Makar Alekseyeviç’in ağzından tasvir ettiğidir:
“Edebiyat çok iyi bir şey Varenka, çok iyi bir şey; bunu onlarda geçen üçüncü günümde anladım. Derin bir şey! İnsanların kalplerini güçlendiren, eğiten bir şey ve onların elindeki kitapta da bu konuda birçok şey yazılmış. Çok güzel yazılmış! Edebiyat bir tablo, yani bir tür tablo ve ayna; ifade tutkusu, ince bir eleştiri, edebe yönelik bir eğitim ve bir belge. Onlarda bütün bunları gördüm.”[5]
“Edebiyat bize kültürel-sosyolojik belgeler sunduğu için değil; ‘kurgu ustalığı’, ‘dil büyücülüğü’, ‘dilin sınırlarını zorlama’ gibi artık boş lafa dönüşmüş klişelerle anlatılan bazı yetenekleri sergilediği için de değil; bence bugünün dünyasında birçok alanda dışlanan içsel çatışmayla; dini inançtan, politik mücadeleden, gündelik hayattan, ahlâki düşünceden, eğlence dünyasından çoktan dışlanmış olan tereddütle baş edebildiği, işini tereddüt edebilmesine rağmen yapabildiği, aslında tam da tereddüt ettiği için yapabildiğinden önemlidir. ‘Ben’ denilen alanın vazgeçilmez bileşeni olan bölünmüşlükle, bölünmüşlüğün yol açtığı sıkıntıyla bas etme gücü olduğu için; hikâyesini bize bölünerek de anlatabildiği, daha önemlisi tam da bölünerek anlatabildiği için; hepimizin bölünmüş, endişeli yanına seslenebildiği için önemlidir.”[6]
Bu bağlamda “Edebiyat her şey değilse, üstünde bir saat bile durulmaya değmez. (…) Yazılı her söz, insanın ve toplumun bütün ortamlarında yankılar uyandırmazsa, hiçbir anlamı yoktur.”[7]
“Bundan öncelikle şu sonuç çıkıyor: Kullanılan renkler ne denli koyu olursa olsun, dünyayı, insanlar onun karşısında özgürlüklerini hissetsinler diye betimlediğimize göre, kara yazın yoktur. Demek ki ancak iyi ve kötü romanlar vardır. Ve kötü roman, pohpohlayarak hoşa gitmeye çalışan romandır, iyi romansa bir inanma ve inanılma işidir.”[8]
“Ne olursa olsun, her şeyin anlamsız olduğu, her şeyden umut kesmek gerektiği düşüncesiyle nasıl kalır insan? Her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimiz anda bile anlamlı bir şey söylemiş oluruz. Dünyanın hiçbir anlamı yoktur demek, her çeşit değer yargısını ortadan kaldırmak olur. Ama, yaşamak ve örneğin, yiyip içmek kendiliğinden bir değer yargısıdır. Ölmeye yanaşmadığı sürece, insan yaşamayı seçiyor demektir. O zaman da, görece de olsa, yaşamaya bir değer veriyoruz demektir. Umutsuz bir edebiyat ne demek olabilir? Umutsuzluk susar. Kaldı ki susmak bile, eğer gözler konuşuyorsa bir anlam taşır. Gerçek umutsuzluk can çekişme, mezar ya da uçurumdur. Umutsuzluk konuştu mu, hele yazdı mı, hemen bir kardeş el uzanır sana, ağaç anlam kazanır, sevgi doğar. Umutsuz edebiyat sözü birbirini tutmayan iki sözdür. Çünkü edebiyat olan her yerde umut vardır.”[9]
Ve nihayet Sait Faik’in, “Edebiyatta insanın kendi kendisine soracağı ilk sual şu olmalıdır: İnsandan ne saklanıyor? İkincisi nispeten daha ehemmiyetsiz olmakla beraber şudur: İnsana ne gösteriliyor?”; Fernando Pessoa’’nun, “Edebiyat denen şey, hayatı mümkün olduğu kadar gerçek kılmak için çaba sarf etmenin bir adıdır”;[10] Cesare Pavese’nin, “Hayatın saldırılarına karşı bir savunmadır”; Yevgeni İvanoviç Zamyatin’in, “Canlı edebiyat dünün saatine göre yaşamaz, bugünün de değil, yarının saatine göre yaşar,” dedikleri şeydir o![11]
* * * * *
Mesela “Yazı yazmam için bana çiçek, kuş hürriyeti değil, içimdeki aşkın, deliliğin, oturmaz düşüncenin hürriyeti lazım,” diyerek yazan Sait Faik Abasıyanık’ın vurgularındaki üzere:
“Otobüsün camına kafasını dayadı. Yine hayal etti. Hayal etmek kadar güzel şey yoktu. İnsanı yapan, eden hayal etmekti”…[12]
“Ne kadar kaçmak ve uzaklaşmak arzusu ile dolu isem, o kadar da bağlanmak, kalmak, bağdaş kurup oturmak istiyorum”…
“Bu şehir laubaliliğin, kötülüğün, ikiyüzlülüğün kaynaştığı bir şehir. İyi insanları yok mu? Dolu. Ama nasıl çekilmişler, nasıl ürkmüşler, nasıl kapanmışlar bir yere? Neredeler?”…[13]
“Bu ahlâkta yalnız, yalnız o para denilen şeyi her ne pahasına olursa olsun kazanmak vardı. Şeref de oydu. Ahlâk da oydu. Namus da oydu. Bir bakıma doğru da. Onunla satın alınmayacak hiçbir şey yoktu: Pırlantasından insanına kadar”…[14]
“Ölüm var arkadaş, ölüm. Şu köşkün sahibi de ölecek. Şu horoz da”…
“Uzun bir aradan sonra göğe bakmak gibisin”…
Sait Faik Abasıyanık’ta hayatın tüm renkleri ve zenginliği vardır.
* * * * *
1946’da klasik filoloji doçentliği yaptığı fakülteden kovulup, 1971’de hapishanelere kapatılan Azra Erhat da, insanı “insan” yapan değerlerin yazarıydı.
Tıpkı “Halikarnas Balıkçısı” Cevat Şakir gibi; Doğa, denize ve insan sevgisiyle donanmış yaşamı savunanlardandı o da. Edebiyata yaşamın sesini, kokusunu, ışığı kattı öykü, romanlarıyla; şiirsel, destansı diliyle…
Ayrıca “Ben iyiyim. Sen memleketten haber ver. Hâlâ öldürüyorlar mı, esmer yüzlü çocukları, eşkıya diye!” vurgusuyla, “Yaşamak için adım atmak lazım, hep yenilenmek lazım, yeni bir hayat yaşamak için değişmek lazım,” diyen Kürt edebiyatının modern kurucularından Mehmed Uzun hepimize kanayan yaralarımızı gösterdi.
Sonra unutulmaz bir kadın, ‘Fosforlu Cevriye’ ve daha nicelerinin yazarı TKP’li Suat Derviş.
Bir de “Kavga, titizlikle seçilmesi gereken bir şeydir, çok titizlik gerektiren. Aşk gibi. Her kavgaya açık olmak, kavga sözcüğünün güzelliğini, önemini kavramamaktır. Kavgasını seçebilmeli kişi,” uyarısıyla ekleyen Sevgi Soysal:
“Bir duyguyu daraltmaktır çirkinlik. Bir duygu yayıldıkça güzeldir oysa. Güzel şeyler dar yerlere sığmaz. İnsanların mutluluğu gibi. Nice çoğaltırsan özünü onca iyi. Onca az bulaşırsın kötüye, çirkine…”
“Ölmeyi göze almak. Çok söylenmiş, bilinen bir cümle. Ölmeyi göze alanlar çıktı. Ama susmayı göze almak. Yeterince durulmadı bunun üstünde. Deneyi yoktu bu işin. Susmanın nasıl zor olabileceği bilinmiyordu. İnanç ve dürüstlük, yüreklilik, susmak için yeterli sanılıyordu.”[15]
* * * * *
Vüs’at Bener’i de eklemeliyim: O, Semih Gümüş’ün nitelemesiyle bir “kara anlatı yazarı”ydı.
Ya da “Hep böyleydi. Bir şey en gerektiği anda olmazdı…” vurgusuyla ekleyen Yusuf Atılgan:
“İnsanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. Olmak istedikleri, olamadıkları ‘kişi’yi anlatırlar.”
“Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde gider gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insanlar yuvarlanır. Tramvaylardaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin, ‘Veli ağanın öküzleri gibi öküz yoktur’ demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır.
Ben toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi!”[16]
Ve yapıtlarında toplumun hakikâtlerini farklı bir üslup ile yansıtan, kendine has şiirsel yalınlıktaki üslubuyla Necati Tosuner…
Sonra ‘Önce Ekmekler Bozuldu’, ‘Garipler Sokağı’, ‘Bizans Definesi’ vd’leriyle edebiyat dünyasına değerler katıp, “Yazmak yaşamaktır!” diyen Oktay Akbal…
* * * * *
Ve “Kalbini sağlam tut,” öğüdü ile Sabahattin Ali Usta…
Onda, “Seni seviyorum. Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum,” gerçeğiyle insan(lık)ı bulursunuz…
Yaşamın anlamına, “İnsan; dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı. Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı,” vurgusuyla hepimizin dikkatini çeken o ekler:
“İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizde şeytan yok… İçimizde acz var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: Hakikâtleri görmekten kaçmak itiyadı var…”[17]
“Fakat dünya insan olmayan insanlarla doludur”…
“Şunu esas olarak kabul etmeliyiz ki insanların hemen ekserisi yalnız kendilerini düşünürler. Dünyadaki bütün felaketlerin, uygunsuzlukların, bayağılıkların sebebi işte bu her şeyden evvel kendini düşünmek illetidir”…[18]
“Bu ölü toprakların üstünde hiçbir şey ölmek ve öldürmek kadar kolay değildir”…
“Kimi coşar din uğruna geberir, yalan! Kimi gider vatan için can verir, yalan!”…
“Hiçbir evliya benim karşımda maskesini muhafaza edemez”…
“Maskesi çabuk düşer temiz olmayanların”…
“Kullanamadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı?”
“Şimdi konuşmuyorum, seneler sonra da konuşmayacağım. Hiçbir zaman karşılarına geçip intikam almayacağım. Düştüklerinde iyi olmuş bile demeyeceğim. Benim kelimelerim sesimden çıkıp kimseye çarpmayacak. Keşke bunun anlamını biraz olsun bilseydiniz”…[19]
Ve “Son Şiirim/ Elim birine değsin/ Isıtayım üşüdüyse/ Boşa gitmesin son sıcaklığım”…
“Bizim de bir çift sözümüz vardı./ Nar çiçeği, gül dalı üstüne./ Dudaklarımızda kaldı”…
“Yollar kesilmiş alanlar sarılmış/ Tel örgüler çevirmiş yöreni/ Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende/ Benden geçti mi demek istiyorsun/ Aç iki kolunu iki yanına/ Korkuluk ol!” dizeleri ve “Her saltanatın bir sonu var oğlum, buna musalla taşları şahit!” “Sen halkın uyanmasını bekliyorsun, oysa o namussuzlar, geceyi uzatmak için ellerinden geleni yapıyorlar,”[20] sözleriyle müsemma Rıfat Ilgaz…
* * * * *
“Bir ülkede yoksulluk varsa onu yazmayan yazar, yazar değil; insan bile olamaz”…
“Halka kim zulmediyorsa, halkı kim eziyorsa, halkı kim sömürüyorsa ben bütün sanatımla ve hayatımla onun karşısındayım!”…
“Benim kitaplarımı okuyan katil olmasın. Savaş düşmanı olsun. İnsanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılamasın. Kimse kimseyi asimile edemesin”…
“İnsan olmadıktan sonra güzel göz, güzel kaş, sırım gibi boy herkeste var. İnsan dediğin yüreğiyle, inceliğiyle insan olmalı”…
“Konuşan insan, öyle kolay kolay dertten ölmez. Bir insan konuşmadı da içine gömüldü müydü, sonu felakettir”…[21]
“İnsan, düşleri öldüğü gün ölür,” diye haykıran Yaşar Kemal toplumun vicdanıydı.
“Ben insanlardan hiç umudumu kesmedim,”[22] diyen o edebiyatın çınarlarından ve başkaldırının evrenselliğine inanan bir sosyalistti
Onun yazını bir insan(lık) dersidir:
“Yüreği alıp sattı insanoğlu, yürek, yüreklikten çıktı. Aşkı, sevgiyi, dostluğu, kardeşliği, barışı, arkadaşlığı, kandaki sıcaklığı, güzelliği alıp sattı insanoğlu, insanoğlu insanlıktan çıktı”…[23]
“Ve boyun eğdiniz ve boyun eğdiniz ve boyun eğdiniz boyun eğmeyenleri lanetlediniz, öldürdünüz kustunuz ve boyun eğdiniz, boyun eğmeyi yemek yemek, su içmek, sevişmek gibi bir yaşama biçimi yaptınız. Ve de öldünüz”…[24]
“Şu koskocaman şehrin sokaklarında dolaşanların yüzlerine bakın… Yüz mü bunlar! Sararmış, uzamış… Gülmeyi unutmuş… Bu yüzler sevinci unutmuş. Sevmeyi unutmuş. Şöyle yürek dolusu, can dolusu, kucak dolusu sevmeyi unutmuş. Ağız dolusu öpmeyi unutmuş bunlar”…
“Bu dünya sevgisiz bir dünya. Dünyayı sevmeyenlerin, ağaçları, kuşları, ak bulutları, mavi göğü, akar suları, topal karıncayı, hasta kurbağayı sevmeyenlerin dünyası. İnsanoğlunu sevmeyenlerin dünyası. İnsanın yozlaşma belirtisi, insanın sevgisizliğiyle başlar”…
“Biz insanlığımızı yitirdik. Bizim insanlığımız gitti, külümüz kaldı. Artık biz eski sağlıklı insanlık değiliz. Bizim çocuklarımız da artık o eski insan olmayacak. Torunlarımız da…
“Üstlerine kıyamete kadar kan yağacak, yaralanmış, yarı deli, birbirlerini yiyerek, bütün acıma, insanca duygularını yitirmiş, şu dünyada içlerindeki ışığı boşaltmış, öyle dolaşacaklar, birbirlerinin gözlerini oyarak”…[25]
“Ne hatır biliyorsunuz, ne gönül! Ne insanlık biliyorsunuz, ne kardeşlik! Ne büyük biliyorsunuz, ne küçük!”…[26]
“Belki bir yerlerde bir köşelerde kuş alıp salıverecek kadar yüreği yufka, birkaç insan kalmıştır. Kim bilir, belki!”
“Tüm çirkinliğine rağmen dönüyorsa dünya, gözleri ışıl ışıl çocuklar içindir…”
“Dadaloğlu ne demiş, ‘Bin iyiyi bir kötüye kul eder, zamanenin yaşaması güç oldu …’ Nasıl oluyor da bu halk bu kadar namuslu, bu kadar güçlüyken kul oluyor bu kanı ciğeri beş para etmez insanlara? Bu düzende bir bozukluk var”…[27]
“İnsanın içindeki adalet duygusunu köreltirsek. İnsanın insana saygısı kalmaz. İnsanın insana itimadı, hürmeti kalmayınca da bir yerde insanlık çok şey kaybeder hayat çirkinleşir”…
“Şu dünyada ölüm var, yoksulluk var zulüm var; eğme başın namerde, yüreğin var dilin var”…
“Zulme sessiz kalan bir gün zulme uğrar, haksızlığa karşı durmak insanın onurudur”…
“Dünyanın bütün kötülüklerine baş kaldır. Bazen senin iyiliğin başkasının kötülüğüne de olabilir. Kendi iyiliğine de baş kaldır”…
“Zulmün artsın ki çabuk zeval bulasın! Anadolu’da zalimler için böyle derler”…
“İnsan her gün biraz daha sevgi dolu, biraz daha mutlu, biraz daha zulme karşı, kötülüklere karşı bilenerek doğacak, çünkü onu sevgi yarattı”…[28]
“Dünyadaki bütün yaratığı, kuşu, ağacı, böceği, insanı, her şeyi, her şeyi en derin sevgiyle kucaklardı. İliklerine kadar aşk duyardı dünyanın her şeyine. Yağmuruna, kışına, boranına, sıcağına, soğuğuna”…[29]
“Bugün bu ülkede yaratıcılığımız eksilmişse, vicdanımız vurdumduymaz olmuşsa, şiddet hayatımızın her alanında üstümüze çökmüşse, hiçbir kuruma güvenimiz kalmamışsa, bunlar bir kuşak ömrü süregelen bir kirli savaşın insanlığımızda açtığı yaralardır”…
“Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa şimdi en güzel şiir, barıştır”…
“Sevincimize sınır yoktu. Ve bizler umutla doluyduk. Sıkıntılardan sonra gelecek olan güzel günlerin, daha güzel olacağına inanıyorduk”…
* * * * *
“Bozuldu ağa bozuldu, dünya kökünden bozuldu. Üstüne bastığım toprak ayaklarımın altından kayıyor sanki. Bu gün dünü arıyoruz, yarın da bu günü arayacağımızdan şüphen olmasın,”[30] isyanıyla; “Sen? Bana ekmek veriyorsun ha? Sen kimsin de bana ekmek vereceksin? Çalışıyorum ben, alnımın teriyle kazanıyorum onu… Bana ekmek veriyormuş. Ben çalışmayım da sen bana ekmek ver. Ulan siz değil ekmek, günahınızı bile vermezsiniz bedavadan!”[31] meydan okumasıyla TKP’li Mehmet Raşit Öğütçü ya da bildiğimiz adıyla Orhan Kemal, işçi sınıfının, yoksulların, emekçilerin hikâyesini toplumcu gerçekçilikle kaleme alan bir diğer ustaydı.
Oğlu Işık Öğütçü’nün ifadesiyle, “İşçi sınıfının dünyada bir dinamik güç olarak ortaya çıktığı XIX. yüzyıl ve etkin-iktidar olma yoluna gittiği XX. yüzyılda, bir yönüyle toplum bilimsel bir yönüyle toplumcu bir bakışla bu sınıfın Türkiye’deki varlığını kaleminin esas gündemi olarak belirleyen Orhan Kemal işçi sınıfının yazarı”yken;[32] “Yaşadığı ve gözlemlediği her zaman dilimini kalemiyle yazıya dökerek ülkemizin insan ve toplum ilişkisini, değişimlerini eserlerinde belge olarak geleceğe bırakmış”tı.[33]
Hem de şu unutulmaz satırlarla:
“Benim için bu milletin, şu milletin ferdi olmak değil, insanlığın yüz karası olup olmamak önemli”…
“Gözlerim çok kuvvetlidir. İyi bakar, iyi görürüm. Bakıyorum, sende cehaletten başka bir şey göremiyorum”…
“İnsanın gâvuru, Müslümanı olmuyor arkadaş. İnsanın insanı, insan oluyor!”…
* * * * *
Olanı yargılayan olması gereken edebiyat; William Shakespeare’in, “İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor./ Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için./ Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için./ Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için./ Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için./ Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için./ Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey veremediği için./ Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için” diye tarif ettiği tabloda hepimize Özdemir Asaf’ın, “Hayattayken insanca yaşamayı unutmayın”; Cengiz Aytmatov’un, “Onurunla yaşarsan, mutlu olursun. Unutma bunu”; George Carlin’in, “Unutmayın ki yaşam, aldığınız nefes sayısıyla değil, nefes kesen anların sayısıyla ölçülür,” gerçeğini anımsatarak, geleceği vurguladığı için vazgeçilemezdir.
3 Ocak 2023, İstanbul.
[1] Louis Althusser, Montesquieu Siyaset ve Tarih, çev: Alp Tümertekin, İthaki Yay., 2005, s. 29.
[2] Gilles Deleuze-Félix Guattari, ‘Kafka Minör Bir Edebiyat İçin, çev: Özgür Uçkan-Işık Ergüden, Yapı Kredi Yay., 2000.
[3] “Dayanamıyorum yavanlığınıza. Zihinsel sığlığınıza ve saptırılmış bunalımlarınıza. Düzmece itiraflar, şehir dedikoduları ve metafizik geyiklerle zaman öldürme çabalarınıza…” (İnci Aral).
[4] Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Dersleri, Hazırlayan: Abdullah Uçman, Dergah Yay., 2013.
[5] Fyodor Dostoyevski, İnsancıklar, çev: Sabri Gürses, Can Yay., 2013.
[6] Nurdan Gürbilek, Kör Ayna Kayıp Şark, Metis Yay., 2004, s. 12.
[7] Albert Camus, Çağımızın Gerçekleri, çev: Sabahattin Eyüboğlu-Vedat Günyol, Çan Yay., 1973.
[8] Jean-Paul Sartre, Edebiyat Nedir?, çev: Bertan Onaran, Payel Yay., 1995.
[9] Albert Camus, Yabancı, çev: Samih Tiryakioğlu, Can Yay., 1996.
[10] Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, çev: Saadet Özen, Can Yay., 2018.
[11] “Edebiyat, başka dünyaların kapılarını açtı bana, hayranlık duyduğum yazarlarla, roman kişileriyle, görmediğim ülkelerle tanışmamı sağladı; maddi/manevi bütün sıkıntılara karşı dayanıklı kılarak yaşama sevinci aşıladı.” (Tomris Uyar).
“Benim sahip olduğum tek şey, normal zamanlarda kendini hiç belli etmeyen derinlikte, yoğunlaşarak edebiyat oluşturan güçler, bunlara da içinde bulunduğum koşullarda güvenme cesaretini kesinlikle gösteremiyorum, çünkü bu güçlerin içeriden gelen hatırlatmalarının karşısında aynı ölçüde tehlike uyarıları yer alıyor.” (Franz Kafka).
[12] Sait Faik Abasıyanık, Sarnıç, Varlık Yay., 1955.
[13] Sait Faik Abasıyanık, Mahalle Kahvesi, İş Bankası Yay., 2018.
[14] Sait Faik Abasıyanık, Kumpanya, Yapı Kredi Yay., 2008.
[15] Sevgi Soysal, Şafak, Bilgi Yay., 1975.
[16] Yusuf Atılgan, Aylak Adam, Yapı Kredi Yay., 2010.
[17] Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan, Varlık Yay., 1966.
[18] Sabahattin Ali, Canım Aliye, Ruhum Filiz, Yapı Kredi Yay., 2018.
[19] Sabahattin Ali, Sırça Köşk, Yapı Kredi Yay., 2013.
[20] Rıfat Ilgaz, Karartma Geceleri, Zafer Matbaası, 1974.
[21] Yaşar Kemal, İnce Memed 1, Yapı Kredi Yay., 2011.
[22] Yaşar Kemal, Demirciler Çarşısı Cinayeti (Akçasazın Ağaları Üçlemesi 1. Cilt), Yapı Kredi Yay., 2013.
[23] Yaşar Kemal, Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca, Arkadaş Kitaplar, 1977 s. 81.
[24] Yaşar Kemal, İnce Memed 4, Yapı Kredi Yay., 2020, s. 349.
[25] Yaşar Kemal Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Adam Yay., 1998, s. 298.
[26] Yaşar Kemal, İnce Memed 2, Cem Yay., 1973.
[27] Yaşar Kemal, Yusufçuk Yusuf, Cem Yay., 1975, s. 300.
[28] Yaşar Kemal, İnce Memed 4, Yapı Kredi Yay., 2020, s. 145.
[29] Yaşar Kemal, Üç Anadolu Efsanesi / Köroğlu, Karacaoğlan, Alageyik, Cem Yay., 1970, s. 103.
[30] Orhan Kemal, Eskici ve Oğulları, Everest Yay., 2009.
[31] Orhan Kemal, Grev, Bilgi Yay., 1975.
[32] Işık Öğütçü, “İşçi Sınıfı Yazarı Orhan Kemal!”, Cumhuriyet Kitap, No: 1685, 2 Haziran 2022, s. 3
[33] Işık Öğütçü, “108. Yaşın Kutlu Olsun Usta!”, Cumhuriyet Kitap, No: 1700, 15 Eylül 2022, s. 14.