Önce Akar, ardından Erdoğan, “orduyu sattınız” sözlerine karşı parladılar. Öyle ki, sanki birileri, onların istenmeyen bir yerini açığa çıkarmış gibi. Önce Akar başladı, en çok o bu sözden korkmaktadır “orduyu sattınız”.
CHP milletvekillerinden Ali Mahir Başarır, Mersin milletvekili, Sakarya’daki tank palet fabrikasının Katarlılara satışını eleştirirken, kendi ifadeleri ile dili sürçmüş ve “orduyu sattınız” demiştir. Konu büyüyünce, özür dilemiş ama olanlar olmuştu.
Akar, eski Genelkurmay Başkanı’dır ve şimdilerde tüm kuvvet komutanlıkları Milli Savunma Bakanlığına bağlandıktan sonra Milli Savunma Bakanı’dır. O, bakan olduktan sonra, hakkındaki hiçbir iddia tartışılmamıştır. Yani yeri sağlamdır. CHP Genel Başkanı’na karşı Çubuk’ta cenaze töreninde organize edilen saldırı ertesi tuhaf açıklamaları ile de tarihe geçmiştir. Sanki Akar, bilfiil olayı organize eden ekibin içinde gibidir.
2016’daki darbe tiyatrosunda da önemli bir aktördür. Sözüm ona direnmiş, ama nedense hiçbir tersi yönde emir vermemiştir. Darbeciler tarafından ikna edilmeye mi çalışılmış, yoksa boğazına mı sarılınmış, belli değildir. Ama öyle anlaşılıyor, Saray Rejimi’nin önemli aktörlerindendir. Eğer Saray Rejimi’nin bakanlarına bakacak olursak, kendinden fazla yer tutan üç bakan sayılabilir; ilki Damat idi. Şimdi yoktur. Damat, kendisinden büyük bir yere sahip idi. İkincisi Akar’dır. Ve üçüncüsü de Soylu.
Zaten Saray Rejimi için de diğer bakanlıkların önemi yoktur; Hazine demek paranın dağıtımı demektir, rant-yağma ve savaş ekonomisine uygun şekilde önemlidir. Milli Savunma Bakanlığı denildi mi, TC devletinin ABD’li efendilerinin tetikçisi olarak aldığı görevler akla gelmelidir. Suriye savaşı, Libya, Kıbrıs, Yunanistan ve Ege, Azerbaycan, tüm bu cephelerde TC devleti, ABD emri ile hareket etmektedir ve bu işin başında da Akar gereklidir. Üçüncüsü İçişleri Bakanlığıdır; her türlü saldırı, işçi sınıfının bastırılması, her türlü istek ve talebin düşman talebi olarak ele alınması, Kürtlere saldırı, adam kaçırmalar, saldırılar, sosyal medyanın izlenmesi vb. İçişleri Bakanlığı da bu nedenle bir Soylu gerektirmektedir. Diğer bakanlıkların Saray Rejimi’nde bir önemi yoktur. Milli eğitim ve sağlık alanına bakın, zaten bu görüşü anlamak mümkün olacaktır.
İşte bu üç bakanlık, Saray Rejimi’nin ana bakanlıklarıdır. Üçü de paylaşılmış olmalıdır. Damat, Erdoğan adına iş tutmaktaydı ve şimdi yoktur. Akar ve Soylu farklı farklı ittifak bileşenleridir ya da bizim deyimimizle ayrı ayrı çetelerdir. Bu çeteleri, paylaşım savaşımı ile bağlı düşünmek gerekir. Yoksa mafyaların devlet çarkına girme hamleleri olarak ele almamak gerekir. Mafyanın devlet çarkına sızması yeni değildir ve ayırt edici hiç değildir.
Biz, her zaman bu üç bakanın ve onların başında Reis’in, onun az gerisine yerleştirilmiş Bahçeli’nin ve hepsinin en arkasında saf tutmuş olan Diyanet’in ses yükseltmelerini, azarlayıcı konuşmalarını, tehditlerini görürüz. Üç bakan, üç bakmayan diyebiliriz, üç bakmayan Erdoğan, Bahçeli ve Diyanet İşleri Başkanı’dır. Bunların her birinin basında, yargıda ve poliste açık çeteleri vardır. Bu çetelerin her biri, beş emperyalist gücün her biri ile bağlıdır. ABD’nin güçlerine İsrail eklenmiş durumdadır.
TC devleti, ekonomik alanda, yağma, rant ve savaş ekonomisini uyguluyor. İçte baskı ve şiddeti, karartma ve yalanı sürekli egemen kılmak istiyorlar. Ne kadar karanlık varsa o kadar rahat ediyorlar. Karanlık olmadan yaşamaları mümkün değildir. Dış politikada ise, tam olarak ABD’ye bağlı bir büro gibi çalışmaktadırlar. Tetikçilik bunun yeni aşamasıdır. Yoksa TC devleti, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri hep ABD politikalarına uygun davranmıştır. Ama artık, hiçbir pürüz kalmadan işleyen bir mekanizma oluşturdular. Bugün TC devleti, ABD’nin tetikçisidir. Putin ile olan ilişkiler, a- zorunluluktandır, b- ABD emirleri doğrultusundadır. ABD, TC devletine, Erdoğan’a, Akar’a, açık olarak Suriye’de Rusya’yı oyalama görevi vermiştir ve TC devleti bunu yerine getirmektedir. Libya için aldıkları görev emrini açık etmek zorunda kalmışlardı. Azerbaycan, aynı şekildedir. Azerbaycan’da TC ile Rusya arasında bir yakınlık, bir paralellik vb. yoktur. Tersine, TC devleti ABD emirleri ile saldırıyor ve Rusya, bu saldırıları sessizce etkisiz hâle getiriyor, sorunun büyümesini önlemek istiyor. Bugün, Dağlık Karabağ bölgesine TC devleti cihatçıları yerleştirmek için uğraşıyor. TC devletinin bu savaştaki açık rolü biliniyor. Saray Rejimi’nin Abdülhamid’e benzemek için uğraşan lideri, Osmanlı hayallerini masaya sürmekte sakınca görmemektedir. Saray’da bir Abdülhamid komedisi varsa, bir Enver komedisi de mutlaka bulunur.
Soros yıllar önce, yine AK Parti iktidarı döneminde, Diyarbakır’da yanında eski Genelkurmay Başkanı Özkök ile birlikte, basına “sizin en değerli ihraç malınız askerinizdir” demişti. Bunu TV kanalları yayınlamıştı. Yani isteyen herkes bulabilir.
İşte şimdi, TC devleti bir tetikçi hâline getirilerek, gerçekte bu ihraç malı da en ucuza kapatılmaktadır.
İşte, Akar, bu işin aktörlerindendir. Ve “orduyu sattınız” diye dili sürçen milletvekilinin sözleri ortaya çıkınca, Akar, “vay bu, bu kadar anlaşılıyor mu” diye düşünmüş olmalıdır. Hemen Akar gürledi. yarasına basılmış gibi bağırdı. Ve ardından, 3 şahsiyetten ilk ikisi konuştu, önce Erdoğan, “bühtan” diye inledi. Bahçeli ise CHP’nin ‘milli güvenlik sorunu’ olmasına vurgu yaptı. Henüz Diyanet İşleri konuşmamıştır. Oysa ordu satılmış ise, Diyanet İşlerinin de bu konuda bir diyeceği mutlaka olmalıdır.
Ama bunların hiçbiri, Soros’un laflarına karşı açıklama yapmamıştı.
CHP’li milletvekilinin dili bir sürçtü, tam sürçtü. Buyurun, şimdi ordunun satılmasını tartışıyoruz. Erdoğan, buna “bühtan” diyor. Yani diyor ki, “satmadık”, bu yalan. Ama demek istiyor ki, satılabilir elbette. Bu nedenle Milletvekili’nin özür açıklamalarını dikkate almıyorlar.
Akar dava açacakmış. Dava, muhtemelen mahkeme salonunda Milletvekili’nin linç edilmesi girişimleri ile devam edecektir. Akar bu konularda deneyimlidir. Tiyatro sahnelerinde boynundaki “boğulma izi” biraz abartılı kaçmış olsa ve inandırıcı olmasa da, Çubuk’ta sahne daha gerçekçi idi.
Peki acaba “ordu satılmış” mıdır?
Irak’ta askerin başına çuval geçirilmesinden söz ediyorlar. Bu durum ordunun satıldığının göstergesidir diyorlar. Olabilir mi?
Suriye savaşına bakalım, TC ordusu kim ile, kime karşı, kimin adına savaşmaktadır? Ya Libya’da? TC ordusu ile cihatçıların artan ilişkileri, acaba kimlerin emirleridir?
Peki acaba bunun daha başka kanıta ihtiyacı var mıdır?
Mesela 1 Mayıs 1977’de kendisi ile aynı dili konuşanların üzerine ateş açan bir ordu, satılmış olabilir mi?
Serkan Kurtuluş diye bir Türk, Arjantin’e kaçmış. Orada tutuklanmış. İzmir’de bir mafya yapılanmasının lideri imiş. Ama Arjantin’den yaptığı açıklamalar hiç de öyle olduğunu göstermiyor: MİT tarafından Suriye’ye gönderildiğini, El Nusra ve IŞİD’e silah yardımı organizasyonunda MİT adına yer aldığını söylüyor. Bazı cinayetlerde rol alan AK Partililerin isimlerini vermiş deniyor. Nuri Gökhan da var. Ukrayna’ya sığınmış. 2012-2015 arasında, yaptığı işleri anlatıyor. Katar’dan gelen paraların ve Suriye’ye giden silahların videolarını “strana” isimli bir haber portalında paylaşıyor. Sizce bunlar satılmış ordu olmanın göstergeleri midir?
Sivas’ta aydınları yakanları teşvik eden ve bu konuda yol veren bir ordu satılmış olabilir mi?
Acaba NATO mekanizması nedir?
Kore savaşını hatırlayan var mıdır? 1952 yılında NATO’ya girebilmemiz için Kore savaşına katılmamız istendi. TC devleti, bunu yaptı. Kore ile ne komşuluk ilişkisi vardı, ne de gelişmiş herhangi bir sorunu. ABD, Kore devrimine karşı, Kore’yi ikiye bölmeye karar verdi ve Kuzey’e karşı Güney’i destekledi. Savaşta en çok kayıp veren ülke ABD, ikincisi ise Türkiye oldu. Kore’ye 5 bini aşkın asker gönderildi. 896 asker kaybedildi, 234 esir verildi ve 2 binden fazla yaralı geri döndü. İşte NATO’ya girmek için ödenen bedel budur. Nâzım Hikmet, askerlerin kaç sente satılmış olduğunu şiirlerine kadar taşıdı. Sizce “ordu satılmış” mıdır?
Aslında, bu mesele dinî kurallar kadar yuvarlak değildir. Acaba sakız çiğnersem orucum bozulur mu, acaba kadının ayaklarına bakarsam orucum kaçar mı, acaba bu erkek ne kadar yakışıklı desem orucum biter mi, acaba yanlışlıkla su içsem ve pardon desem orucum bozulur mu? Sanki, ordu ile ilgili işler daha net gibi, daha az yoruma açık gibidir.
Diyelim ki, her asker başına belli bir miktar para aldığınız zaman, mesela Suriye’ye asker gönderip para alıyorsanız, mesela Libya’ya asker gönderip para alıyorsanız, mesela Azerbaycan’a asker gönderip para alıyorsanız, askerinizi satmış olmaz mısınız? Diyelim ki İHA’lar sattınız para aldınız, bu, askerî teçhizat satmak değil midir? Öyle ise, asker gönderip para aldığınızda da askerinizi satmış olursunuz.
Kore savaşında olan budur.
Bu kadarla da sınırlı değil. NATO mekanizması ile birlikte TC devletinin NATO’ya bağlı her ordu kolu, önce NATO’yu önceleyerek iş yapar. Bu durumda, sadece asker göndererek satma işlemi gerçekleşmiş olmaz, bir bütün olarak, ruhen ve aklen de ordunuz satılmış olur.
İşte bu nedenle, o ordu, 1 Mayıs meydanında hiç tanımadığı insanlar üzerine, ABD emri ile ateş açabilir, Sivas’ta katliama katılabilir vb.
CHP milletvekilinin ağzından çıkan bu sözler, her ne kadar o istemeden ağzından çıkmış olsa da, çok eski bir gerçeği ortaya koymaktadır. Akar’ı rahatsız eden şey, o çok eskiden beri gerçekleşmiş olan satış değil, onu rahatsız eden, son yıllarda kendisi eli ile gerçekleşen ilave satışlardır. Akar, durumun anlaşıldığından korktu. Onun için Erdoğan’dan erken tepki vermiştir. Yoksa o da bu satılmışlık hâlini kabul eder. İngiltere’de, muhtemelen bunun bir realite olduğunu kabulde zorluk çekmemiştir. 12 Eylül gerçekleştiğinde, “bizim çocuklar yaptı” demelerinin nedeni nedir? Acaba, ordu, ABD’nin “bizim çocuklar”ı oluyor da, mesela Demirel, mesela Erdoğan “bizim çocuklar”ı olmuyor mu? Kanımızca öyledir, esas dayanak, silahlı güçlerdir ve esas iktidar NATO ve ABD elindedir. Erdoğan, birkaç Kemalist’i iktidardan uzaklaştırmanın, kendi mutlak iktidarı için yeni bir sayfa olacağını sanmış olmalıdır. Bugünlerde yanıldığını çok iyi anlıyor. Yoksa Erdoğan’ın ordunun satılmasına bir itirazı da olmaz. Ona paradan haber verin yeterlidir.
Ülkenin satılmamış hiçbir yeri kalmadığı gibi, satılmamış hiçbir kurumu da kalmamıştır. Nasıl ki tarım politikalarını Cargill’in emirlerine göre ayarlıyorlar (Erdoğan, bizzat Cargill için birkaç dosya ile ABD’den dönmüş ve her isteklerini yerine getirmiştir), aynı şey elbette ordu için de geçerlidir.