Saray, arkasındaki efendilerin buyrukları üzerine, “iç cepheyi güçlendirmek”, “normalleşmek”, “milli beraberlik ve birlik” teranesini, yeniden söylemeye başladı.
İşçiler, emekçiler, gençler, kadınlar, direnenler, devrimciler, şunu unutmayın; ne zaman “milli birlik”, ne zaman “ulusal çıkar”, ne zaman “vatan millet” teranesi söylenmeye başlanırsa, emin olun, işçi ve emekçileri bir kere daha aldatmak, bir kere daha “kafeslemek” için hazırlık yapıyorlar demektir. Bunun bilincinde olmalıyız.
Erdoğan, hiç düşünmeden, efendilerinin kendisine üflediği masalı anlatmaya başladı: “iç cepheyi güçlendirmek”.
İyi de bu ne demektir?
İç cepheyi güçlendirmek demek, aslında dış cephede daha aktif bir savaş politikası yürütmek demektir. Savaşı büyütme hazırlıklarının itirafıdır. Meclisin -ki hiçbir önemi yoktur, devre dışıdır- savaş nedeniyle gizli oturum yapması, aslında “iç cepheyi güçlendirmek” için bir algı operasyonudur. Egemen, Saray, Saray’ın uzantıları olan burjuva partilere, durum ciddi demek istiyor ve savaş hazırlıkları için göreve çağrıldıklarını bildiriyor olmalıdır.
Saray Rejimi’nin ekonomi politikası, üç başlıkla açıklanabilir: yağma ekonomisi, rant ekonomisi ve savaş ekonomisi. Bu nedenle, “yağma, rant ve savaş ekonomisi” dediğimiz zaman, üçünü birlikte ele almak gerekir. Sadece “yağma ve rant ekonomisi” demek, yetersizdir, dahası, gerçeğin bütünü de değildir.
Savaş ekonomisini unutursanız, aslında, “iç cephe”, “normalleşme”, “milli birlik” vb. konularını da anlayamazsınız.
Bizce, Mayıs 2023’te olanlar şöyle sıralanabilir:
1- Seçimler hilelidir ve gayrimeşrudur. Kılıçdaroğlu bile seçimleri meşrulaştırmak konusunda çabalar harcayacak kadar, durum dışarıdan görünmektedir.
2- Bu gayrimeşru seçim sonuçları ile Erdoğan’ın tekrar görevde olmasına, bir çeşit kukla olarak, en çok Erdoğan şaşıracaktı. Şaşıracaktı, ama şaşırma da bir kukladan ileri bir hâl olduğu için şaşıramadı. Kendinin vazgeçilmez bir kişi olduğunu bir kere daha hissetti. Bir yandan, efendisi gözünde hiçtir ve sürekli aşağılanmaktadır, diğer yandan ise tekrar seçildiğinde “teveccüh” nedeni ile kime teşekkür edeceğini şaşırmıştır.
İnsan ne kadar şişerse, ne kadar kibre batarsa o kadar mı küçülür, yoksa ne kadar küçülürse o kadar mi kibirli hâle gelir? Erdoğan ve Saray’ın gözde kadroları için, her ikisi aynı anda doğrudur.
ABD, NATO tekrar Erdoğan’ı seçmiştir ve Erdoğan, aradan biraz zaman geçince, aslında bu “seçilme hâli”nin pek de hayırlı olmadığını hissetmeye başlayacaktır. Çünkü kendisinden istenen şey de kolay bir şey değildir. Ama çaresi yoktur, verileni yapmak zorundadır.
Ama kuşku yok ki, fırsatçıdır ve fırsat kollamaya başlamıştır.
3- Saray Rejimi’nin yeni görevi, Ortadoğu’daki savaşta daha aktif roller almaktır. En başta İran’a saldırı için uygun hazırlıklar yapmaktır. İşte zorluk da buradadır. Suriye’de işgalcidir ama kuyruğunu kaptırmıştır, bir de İran meselesi devreye sokulunca, tüm TC devlet kadroları için bir kere daha düşünme zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
ABD tetikçisi olan bir rejimin, bu konuda bir deneyimi de vardır. Savaş politikaları, “içeride ve dışarıda savaş” ilkesi ile hayata geçmektedir. Bu konuda zaten bir yol yürüdükleri açıktır. Suriye, Balkanlar, Kafkaslar, Libya gibi operasyonlarda, her zaman ABD emri ile atak görevler almışlardır. Hele Kürtlere karşı savaş fırsatı ortaya çıkarsa, bu konuda çok heveskâr olduklarını bilmeyen yoktur.
İran’a saldırmak, Suriye’de işgalci olmak ile uyumludur. Bu nedenle, sıkıştıkça Suriye devleti ile yeniden düzeyli bir ilişki kurmak gibi sözler söylemeleri anlaşılmaz değildir ama ciddi de değildir. Bir gün yola çıkıp, öğlen namazını Emevi Camiinde kılma hayallerinin ne denli ham olduğu ortaya çıkmıştı. Ve şimdi, Suriye’de savaşı tırmandırırken, el altından, Suriye’yi yok etme savaşının içinde oldukları açıktır. Bu nedenle Suriye ile barışma planları, tıpkı İsrail aleyhinde konuşmaları gibi, sahtekârcadır. Suriye’de işgali sürdüren bir gücün, bu işgal sürdüğü sürece, söylediklerinde samimiyet aranamaz.
Suriye ile barışmak isteyen, işgal ettiği alanlardan çekilir, hamisi olma görevini ABD adına yürüttüğü IŞİD güçlerine desteğini keser.
İran’a karşı savaş planları içinde olmak istemeyen, fırsatları değerlendirip ayak sürüme yerine, mesela Kürecik’i, İncirlik’i kapatır.
TC devleti, bir yandan İran’a karşı savaşın boyutları nedeni ile, bu savaşa mesela Suriye savaşına atladığı gibi, kolaylıkla atlamak istememektedir. Bundan korkmaktadır. Ama öte yandan, ABD’nin politikalarının gereklerini yerine getirmekten de geri durmamaktadır. Bu durum, zaman zaman, Saray Rejimi’nin, ABD ile pazarlıklarında da yansımasını bulmaktadır. Ama, İsrailli bir yetkilinin dediği gibi, Erdoğan bize karşı bazı sert sözler söyler ama sonunda bize çalışır. Aynı şey ABD için daha da geçerlidir.
İsrail’e ettiği sözlerin bir dirhem ciddiyeti olsa, hemen İsrail ile her türlü ticari ve askerî ilişkiyi keserlerdi. Kürecik üzerinden İsrail’e sağladıkları destek, hava sahasının İsrail tarafından kullanılmasına verilen izin, gönderilen sonu gelmez askerî ve sivil malzeme tedariki, İsrail için büyük değerdedir. Filistin ismini ağızlarına samimi olarak alıyor olsalardı, bunun gereğini yaparlardı.
Ama içeride, kitlelerin, halkın, İran’a karşı savaşa hazırlanması kolay değildir ve içeride açıktan İsrail’e destek vermeleri kolay değildir.
Bu nedenle, seçimlerin hemen ardından, gizli bir savaş kabinesi organize etmişlerdir.
Bu savaş kabinesi, gerçekte ülkenin yönetimini devralmıştır ve doğrudan NATO ve ABD emrindedir. Seçimler sonrası, Saray Rejimi’nin yeni organizasyonunda ortaya çıkan bir gelişme budur.
4- Ekonomiyi, tümden, uluslararası alacaklılar konsorsiyumu, yani bir avuç para babası, birkaç tekel devralmıştır. Mehmet Şimşek, onların memurudur. Şimşek, “yerli halk” sözlerini hata ile söylemedi, çünkü ona göre, ülkede yaşayanlar “yerli”lerdir. Bu da, Saray Rejimi’nin yeni döneminde önemli organizasyonlardan bir diğeridir. Mesela, bugün, uluslararası tekeller, 2025 yılında asgarî ücrete ne kadar artış yapılacağını bilirler ama Erdoğan da dâhil, başkaları, zamanı geldiğinde öğrenirler. Bu noktaya kadar ekonomi, uluslararası konsorsiyumun elindedir.
5- Daha geniş bir kitle desteği için, CHP’li belediyeleri, sadaka politikasının uzantısı hâline getirmişlerdir. Belediyelerin uygulamaları, yeni sadaka politikasının ifadesidir. Artık, Saray eli ile sadaka dağıtmak, daha geriye çekilmiştir.
Şimdi, buradan “iç cepheyi güçlendirmek” siyasal söylemine gelebiliriz. Bunları unutursak, bu gelişmeleri göz ardı edersek, olup biteni anlamakta eksik kalırız.
Tüm bu politikalar, aslında, içeride ve dışarıda savaş politikasının gereğidir.
Özgür Özel, Saray’a monte edilmiştir. Parodi yazarıdır ve saraya gerekli olan saray soytarılarının, saray dışına seslenen türünü ifade etmektedir.
Artık AK Parti’nin yanına MHP’nin tek başına açıktan varlığı bir şey ifade etmez. Zaten tümü, Saray Partisi olan tek bir partidir ve CHP, açıktan sürece monte edilmiştir, edilmektedir, daha da edilecektir.
Bu nedenle, yerel seçimlerde Saray’a tepki olarak gelişen CHP zaferi, bizzat CHP eli ile frenlenmiştir. CHP, normal olarak erken seçim talep etmesi gerekirken -bir burjuva muhalif parti olsa idi bunu yapması gerekirdi-, tersine iktidarı meşrulaştırmak için, Saray Rejimi’ni meşrulaştırmak için, sınırsız bir efor göstermeye başlamıştır.
1 Mayıs’taki tutumu, 2 Mayıs’ta Erdoğan ile başlattığı “normalleşme” süreci, ABD’de rüşveti “jest” olarak ilan etmesi, hiçbir önemi kalmamış olan meclisin açılışında “makama saygı” adı altında Erdoğan’ı ayakta karşılaması vb. hep bu amaç içindir. Bu hizmetin karşılığı, Bahçeli’den aferin almak olmuştur. Böylece Özel, “ayağını denk alma” prosedürünü öğrenmiştir.
Özel, eylemler yapacağız, dedi ama eylemleri bunlardır. Dahası, işçilerin artan eylemleri karşısında, tam tersi bir tutum almakta tereddüt etmemiştir. Kılıçdaroğlu’nu sağ bulan Özel, tam olarak Saray sığıntısı hâline gelmiş, ABD’de tımar edilmiş, Bahçeli eli ile ayaklarından ayarlanmış hâldedir.
Her biri komiktir.
Çürüme, kendini trajikomik tutumlarında da ortaya koymaktadır.
Çürümedir bu.
Narin dosyasına bakın.
Her gün öldürülen kadınların cinayetlerini tek tek ele alın.
Hepsinde, bu çürümenin hâlleri ortaya çıkmaktadır.
Bir ülkede, bir yılda 40 binin üzerinde çocuk kaçırılmaktadır. Bir bölümü, Epstein dosyasında ortaya çıktığı gibi, seks kölesi olarak yetiştirilmekte, bir bölümü organ mafyasının elinde can vermektedir.
Her cinayet, buna hayvanların katledilmesi de dâhil, birer siyasal cinayettir ve faili, bizzat Saray Rejimi’dir.
Yağma, tam hız devam etmektedir. Yerli ve uluslararası sermaye, sınır tanımaz bir biçimde, eşi görülmemiş bir açgözlülükle saldırmaktadır. Artvin’de protestocu kitleye, halka ateş açmışlardır ve paramiliter güçleri devreye sokmuşlardır.
Yağmanın bir örneği, en son, sağlık alanında tüm boyutları ile ortaya çıkmıştır. Sağlık sistemindeki çürüme ve çöküş, “yenidoğan” ve yaşlı hastaların ölümlerinde bir kere daha ortaya çıkmıştır. Bize gösterilen ise, emin olun, buzdağının görünen bölümüdür. Sınır tanımaz bir rant hırsı, yaşamın her alanını sarmıştır.
İnsan yaşamı son derece ucuzdur. Ölüm, sıradan bir hâl hâlindedir.
Hayat pahalıdır, geçinmek pahalıdır, ayın sonunu getirmek oldukça zordur, çalışma koşulları insanî değildir. Ve hayat bu denli zorlaşırken, ölüm son derece ucuz hâle gelmektedir. Hepsi hepsi bir kurşun değerindedir.
Ve tüm bunlar resmin sadece bir bölümüdür.
Savaş ekonomisi ele alınmadan, hesaba katılmadan, başa konulmadan, süreci anlamak da mümkün değildir.
Saray Rejimi, hem NATO ve ABD’nin tetikçisidir hem de halkın karşısına bir düşman cephesi olarak durmaktadır.
İşte bu koşullarda, “iç cephenin güçlendirilmesi”, “milli birlik” vb. teraneleri devreye sokulmuştur, sokulacaktır. Bu bir savaş dilidir. Efendileri, Saray’a, savaş büyüyecek, ileri atılacaksınız, ama önce “iç cepheyi güçlendirin” diyor. Onların yaptığı da budur. Bu içeride ve dışarıda savaş politikasının devamıdır. Savaş dilidir. Bu durumda, halkın bir bölümünü kendine bağlamak yetmez. Artık, bir bölüm kitleyi Saray Rejimi’nin trolleri, destekçileri olarak konsolide etmek işe yaramaz. Artık, Saray’ın yeni politikası, tüm toplumu, kendi kontrolü altına almak üzere, CHP gibi partileri de devreye sokmak yönündedir. Halkın bir kere daha aldatılması, bir kere daha kafeslenmesi için, “milli birlik”ten söz ediyorlar. Bir yandan da şiddetle saldırılarına devam ediyorlar.
İşte CHP’nin rolü buradadır.
Tam da bu nedenle, MHP lideri DEM Parti yöneticilerinin elini sıkmıştır ve ardından da kendi tarzında bu sürecin gereği olarak Öcalan’ı meclise davet etmiştir.
Komiktir. Çünkü buna hangi Kürt’ün inanacağı bellidir. Bu olsa olsa Barzanici çevrelerin rollerini artırmayı hedefleyen bir hamledir. Yoksa devlet, Saray Rejimi, bu yolla PKK kadrolarının bir tuzağa çekileceğini düşünmemektedir. Bunca baskı, bunca kimyasal bomba vb. ardından, Barzanici olmayan bir Kürt’ün bu yolla kandırılacağının düşünülmesi, komiktir, trajikomiktir.
(PKK’nin, TUSAŞ’a saldırıyı üstlenmesi, Saray tarafından, bu sürece tehdit olarak ele alınmıştır ve Kürtler, özellikle Suriye sahasında bombalanmıştır. SİHA’larla gerçekleşen saldırılara karşı, savaş sanayiine dönük bu eylemin, önceden planlandığı açıklanmıştır. Özellikle, ortaya çıkan gündemle bir bağlantısının olmadığı vurgulanmaktadır.)
Bahçeli’nin çıkışı ile gündeme getirilen süreç, aslında, Kürt hareketini sıkıştırmak, Barzanici kesimleri öne çıkartmak amacını gütmektedir. Bu tutum, “iç cepheyi güçlendirme” planlarına da uygundur.
TC devleti, daha kapsamlı bir savaş devreye sokmaktadır. Aslında bu savaş, ABD ve NATO tarafından pişirilmektedir ve yeni de değildir. ABD-İngiltere-İsrail, böylesi bir savaşı uzun süredir planlamaktadır. İran’ı hedef alan savaş, Filistin soykırımı ile hız almıştır. Bugün, Lübnan savaş alanı hâline getirilmektedir. İsrail aynı anda Suriye’ye dönük bir savaş için de hazırlanmaktadır. Elbette bu savaş, ABD’nin emri ile yapılmaktadır. Elbette İsrail, bu savaşa gönüllüdür. Tıpkı, İran’a karşı savaş konusunda bir tereddüdü olan TC devletinin, bu savaş sırasında Kürtlere karşı soykırım planları yapmakta hevesli olması gibi.
Saray Rejimi, bir yandan, kendisinden istenen İran’a karşı savaş konusunda birçok tereddüt taşımaktadır. Ama bu vesile ile, Irak Kürdistanı’na yerleşmek ve Kürtleri katletmek heveslerini dizginleyememektedir.
“İç cephe” söylemi, bu büyük tablo içinde anlamlıdır, savaşın dilidir.
İç cephe denildi mi, elbette bir de bunun dış cephesi vardır.
İçte TC devleti, iki cephede savaşmaktadır. İç cephe, bir yandan Kürt hareketine karşı savaş, diğer yandan da Gezi Direnişi ile birlikte başlayan ve süren direnişe karşı savaş demektir. Bu savaşın, Kürt cephesinde, iç savaş tüm çıplaklığı ile açıktır. Çünkü orada, savaşa kendi gerçekliği ile karşı duran bir örgütlü güç vardır. Oysa işçi sınıfının direnişinde, böylesi bir örgütlülük henüz yoktur. Bu örgütlülüğün eksikliği, savaşın örtülü bir iç savaş olarak sürmesinin nedenidir.
Yani, işçi sınıfı örgütsüzdür.
Bu nedenle, bu cephede gelişen direnişleri kırmak için, Saray Rejimi, çok yönlü bir kuşatma yürütmektedir. Bu konuda da epeyce başarılı addedilmelidir. CHP, sendikalar, liberal solcular, bu konuda devlete doğrudan ya da dolaylı yardımcı konumdadır.
Egemen sınıf, Batı’dan gelişecek örgütlü ve geniş bir direnişin, Kürt devriminin varlığını sürdürdüğü bugünkü koşullarda, işçi sınıfı lehine büyük sonuçlar doğuracağını düşünmektedir. Bu iki hareketin, nesnel olarak birbirini beslemesinden korkmaktadırlar. Bu nedenle, özellikle, işçi sınıfının, devrimci hareketin örgütlenmesini önlemek için, çok yönlü bir savaş yürütmektedir.
İç cephe diye açıktan iç savaşı tarif eden egemen sınıf, devrimci bir direnişin gelişimini önlemek istiyor. Bunun için, kitleleri, kendi yedeğine toplamak üzere, “ulusal çıkar”, “milli birlik” gibi teraneleri yeniden sahaya sürüyor.
Egemen sınıf, işçi sınıfının devrimci örgütlülüğünün eksikliğini bildiği için, erkenden iç savaş ilanını devreye sokmuştur. Dün, “ya tarafsın ya da bertaraf olursun” söyleminin, örtülü hâlidir bu “iç cephe güçlendirme” açıklaması.
Saray Rejimi, yıllardır, işçi sınıfına ve emekçilere karşı, direnen herkese karşı, açık bir devlet terörü uygulamaktadır. Her hak arama eyleminin karşısına tüm güçleri ile çıkmaktadır. Bunu yıllardır yapıyorlar. Tüm bu saldırılar, artık işe yaramıyor.
Kitleler, giderek daha artan biçimde, devlet çarkının, egemenin, Saray’ın yalanlarını açıkça görmekte, anlamakta, hissetmektedir. Ve devletin her türlü saldırısı, artık direnenler için bir sır değildir. Bu iki durum, Saray’ın şiddet politikasının etkisini kaybettiğinin, yalanlarının, din ve milliyetçiliğin eskisi kadar işe yaramadığının kanıtıdır. Bu durumda, CHP devreye sokulmuş, sendikalar, akıl almaz bir biçimde sessizliğe bürünmüştür.
Kitleler, bu düzende, bu sistemde yaşamaktan hoşnut değildir. Buna bağlı olarak, örgütsüzlüğün de bir sonucu olarak, kendiliğinden, örgütsüz ve plansız eylemler ortaya çıkmakta, gelişmektedir. Bu eylemlerin tümü değerlidir.
Ancak direnişlerin (a) yayılması, (b) örgütlü hâle gelmesi, büyük bir önem kazanmaktadır. İşçi sınıfı ve direnişçiler, giderek daha fazla, kendi eylemleri dışındaki eylemleri de izlemekte, onlara destek vermenin yollarını aramaktadır.
Devrimci hareket, bir sonraki sosyal patlamayı beklemekle yetinemez. Bu doğru bir tutum değildir. Ne denli güçsüz olunursa olunsun, devrimcilik, örgütlü mücadeleyi geliştirmek ile birlikte anılır. En kötü koşullarda bile, örgütlü mücadele esastır.
Şimdi, egemenin “iç cepheyi güçlendirme” saldırganlığına karşı, birleşik emek cephesini örmenin ne denli acil bir görev olduğunu anlamanın zamanıdır.
Egemen sınıf, tüm güçleri ile, işçi sınıfına karşı bir savaş yürütmektedir. Sanıldığı gibi, bu savaşı görmezden gelerek, bir mücadele yürütülemez. Tersine, bu savaş görülmeli ve bunun gereklerine uygun olarak, direniş hattı geliştirilmelidir. Bunun yolu, örgütlü mücadeledir.
İçinden geçtiğimiz koşullarda, en sıradan eylem, en sıradan bir durum, hızla siyasal bir eyleme, siyasal bir duruma dönüşmektedir. Böylesi koşullarda, siyasal mücadeleden geri durmak, deyim uygun düşerse, kafanı kuma gömmek demek olacaktır.
Salt ekonomik mücadele mümkün değildir. Hele bugün, bu çok daha “geri” bir istemdir. İşçilerin işten atılma, çalışma koşullarını düzeltme, çalışma zamanının uzatılmasına karşı durma, ücret artışları vb. konusundaki her eylemleri, karşısında sadece işvereni, sadece patronları bulmuyor, tersine, devlet tüm gücü ile, basını, yargısı, polisi ve askeri ile eylemlerin karşısında durmaktadır. Bu, çevre eylemleri için de böyledir, bu durum kadın cinayetlerine karşı eylemler için de böyledir, bu durum öğrenci eylemleri için de böyledir.
Ekonomik kriz giderek daha da artmakta, kendini daha ağır biçimde hissettirmektedir. Yaşamak, her açıdan zorlaşmaktadır. Ve ekonomik olarak, bugün yarından daha iyi olan son gün anlamına gelmektedir.
Bu şartlar altında, işçi sınıfının mücadelesi, egemen sınıfa karşı her yol ve araçla sürdürülmek zorundadır.
Siyasal mücadeleyi arka plana atarak, bir ekonomik mücadele dahi yürütülemez.
İktidara karşı, iktidarı devirmek için bir mücadele dışında bir demokratik hak mücadelesi de yoktur.
Bugün işçi sınıfı, kararlı, örgütlü, sınıf bilincini öne çıkartan bir direnişi geliştirmek zorundadır ve bu, örgütlü mücadele demektir. Bu örgütlenme, devrimci bir örgütlenmedir. Bundan kaçınmak, mücadeleyi terk etmek ve boyun eğmek demek olacaktır.
Bugün, işçi sınıfı, toplumdaki tüm direnişleri kendi direnişinin bir parçası olarak görmek ve bu direnişlerle eylemli dayanışma geliştirmek zorundadır.
İşçi sınıfının öncüleri, geniş çaplı bir genel direniş örgütlemek zorundadır. Bu konuda bir kararlılık geliştirmek gerekir. Sakince, topyekȗn bir direniş için örgütlenmek gerekir. Genel grev ve genel direniş, sürmekte olan her direnişin içkin gündemidir.
Tüm bunlar, Birleşik Emek Cephesi ile örgütlenebilir.
Evet, genel grev ve genel direniş demekle, genel grev örgütlenemez. Ancak, bunu gözetmeyen bir siyaset de doğru değildir. İşte örgütlenmenin acil bir gerçeklik olarak, bir ihtiyaç olarak gündeme gelmesinin temeli buradadır.
İşçi sınıfı, yani iç cephenin bizim tarafımızdaki bölümü, sabırla ve kararlılıkla bir genel direnişi örgütlemek zorundadır.
Bugün, büyük çoğunlukla sendikalar, devletin kollarında ve devletin denetimi altındadır. Ancak, az sayıda ve küçük de olsalar, mücadeleci sendikalar vardır ve bunlar büyük öneme sahiptir.
Buna rağmen, genel direniş, genel grev, bu az sayıdaki, küçük mücadeleci sendika tarafından, sadece onlar tarafından örgütlenemez. Tersine, direnişi geliştirecek olan şey, işçi sınıfının, bizzat fabrikalarda, bizzat işyerlerinde geliştirecekleri örgütlenmelerdir. Bu her şeyden önce, sadece ekonomik bir mücadele değildir. Bir işçi ekonomik çıkarları nedeni ile bu mücadeleye katılabilir. Ama bu mücadele, içinde yer aldığımız sosyoekonomik ve siyasal durum nedeni ile siyasal bir mücadeledir de.
Savaşa karşı en etkili mücadele, bu savaş politikalarının ekonomik ve insanî bedelini ödemekte olan işçi sınıfının ayağa kalkmasıdır. Savaşın ekonomik bedeli işçi sınıfının üzerindedir. Savaşta canını veren işçi ve emekçilerin, yoksulların çocuklarıdır. Bu nedenle, savaşı önleyecek gerçek güç de işçi sınıfıdır ve onun direnişidir.
Yaşamı üreten işçi sınıfıdır. Bunun en açık kanıtı, oluşacak bir genel grevdir. Böylesi bir genel grevi hayal edin, göreceksiniz ki, mantığınız sizi, yaşamı durdurma gücünün işçi sınıfında olduğu gerçeğini hissetmeye götürecektir.
Ve elbette, genel grev ve genel direniş, başarılı olmak üzere organize edilmelidir. Bu ise, bunu söylemekten oldukça farklı bir şeydir. Onun için, mesele örgütlenme meselesidir. Devrimci sosyalistler, her direnişin içinde olmak, orada işçi sınıfı ve kitlelerin ruh hâlini gerçekten hissetmek, onlarla birlikte yaşamak zorundadır.
Derler ki, küçük adımlar, hedefi olan bir özne için, büyük işlerin temelini oluşturur. Bu nedenle kararlı bir biçimde, işin tüm zorluklarını bilerek saf tutmak, bu yolda ilerlemenin ilk koşuludur.
Onların “iç cepheyi sağlamlaştırmak” dedikleri şey, işçi sınıfı ve halkın esaretinin sürmesidir. Onların istediği, sessiz, suskun, eylemsiz ve değersiz bir toplumdur. Yoksa, onların çağrısı, Özel’e ve diğer parti liderlerine değildir. Onlar zaten, her zaman doğrudan veya dolaylı Saray’ın uzantılarıdır. Onların çağrıları, kitleleri Saray politikalarına razı etmek içindir; bu konuda gücü ve eğilimi olanlaradır.
Bizim çağrımız da, tüm işçi sınıfına, işçi ve emekçilere, kadınlara, gençlere, direnen herkese, duyarlı kitle önderlerine, sendikacılara, aydınlara, sol güçlere, en başta da devrimci gruplaradır. Birleşik Emek Cephesi örülmelidir.
Elbette, devrim ve sosyalizm için mücadele etmek, aynı zamanda aklımızı da temizlemek, saf tutmak demektir.
Bize diyorlar ki, sisteme karşı devrim ve sosyalizm mücadelesi birçok kere yenildi ve yine yenilebilir. Doğrudur. Bizim yanıtımız şudur: Gelin saflarımıza katılın, gücünüzü gücümüze katın, yumruğunuzu ve aklınızı bizimle birlikte mücadele için kullanın ve daha etkili, sonuç alıcı bir mücadele örgütleyelim. Birkaç kere yenilmiş olmak, yola devam etmeninin önünde engel değildir, tersine bir kere daha düşünüp, daha etkili bir mücadele örmek için bir nedendir de.
Ve biliyoruz ki, yüzlerce, binlerce yıldır, devrim ve sosyalizm imkânsızdır, egemeni devirmek mümkün değildir, diyenler hep var olmuştur. Doğrusu bugün bu hâlde isek, aslında bu mücadele kaçkınlığının bunda payı çok büyüktür. Yani, susmanın, mücadeleden uzak durmanın, yenileceğiz diye kaçmanın sonu zaten biliniyor: bu biçimde yaşamak. Buna yaşamak denirse eğer.
Demek ki, sizin yolunuzun nereye varacağı zaten belli.
Bizim yolumuzun bir zafer ihtimali var. Elbette kolay değil. Kolay olsa idi, biz, size ihtiyaç duymadan bunu başarmış olurduk. Gelin, zaferin garantisi olacak şekilde kendinizi saflarımızda örgütleyin. Gelin Saray’ın “iç cepheyi güçlendirme” çağrılarına karşı, devrim ve sosyalizm cephesini güçlendirelim. Gelin, işçi sınıfının savaşsız, sınıfsız bir dünya hayali için birlikte çarpışalım.
Böyle yaşamayı kabul etmiyorsanız, çocuklarınızın ilaç şirketlerinin rant ve kâr programının kurbanı olmasını istemiyorsanız, emekli hâlinizle 5 günlük yaşam gereksinimlerinizi karşılamaya razı değilseniz, her gün kadın cinayetlerini dinlemekten memnun değilseniz, çocukların köleleştirilmesinden rahatsız iseniz, savaşta gençlerin ölmesini istemiyorsanız, bu yalan ve karanlıktan rahatsızsanız, eninde sonunda, isteseniz de istemezseniz de, sisteme karşı mücadele ile tanışmak zorunda kalacaksınız. Gelin, erkenden tanışalım, gücünüzü gücümüze katın.