Osmanlı’dan günümüze grevler Üçüncü bölüm: 1980 sonrası

1980 yılında gerçekleşen askerî darbe gerek emek hareketine gerekse sosyalist harekete büyük bir darbe indirmişti. Ülkede egemen kılınmak istenen neoliberal ekonomi düzeni dikensiz bir gül bahçesi hâline getirmek istemekte idi ülkeyi ve bu istek 1980 darbesi ile büyük ölçüde hayata geçirilmiş oldu. Dönemin Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanı olan Halit Narin bu durumu şu veciz(!) cümle ile açıklıyordu:

“Bugüne kadar hep işçiler güldü. Artık gülme sırası bize geldi.”

Gerçekten de işveren kesiminin gülmesi için gerekeni yapmakta idi darbe yönetimi. Sendika yöneticilerini gözaltına aldılar, öncü işçileri tutukladılar. Ardından bir kararname ile devam etmekte olan tüm grevleri ve toplu sözleşme görüşmelerini sonlandırdılar. Bu arada işçilere verilecek olan ücret zammı da darbecilerin kararı ile belirlendi. Ardından DİSK kapatıldı. Eş anlı olarak TÜSİAD’a “kamu yararına çalışan dernek” statüsü kazandırıldı. Eş anlı olarak alınan bu iki karar, darbe yönetiminin işçi sınıfına ve emek hareketine nasıl yaklaştığının açık göstergesidir. Peşinden grev yasağı geldi. Bu süreçte Türk-İş’in işçi sınıfına ve emek hareketine ihanetine tanık olduk. Türk-İş önce darbe yönetimine desteğini açıkladı. Bununla da kalmayarak desteğini organik bir bütünleşme ile güçlendirdi. Dönemin Türk-İş Genel Sekreteri Sadık Şide darbe yönetimi tarafından kurulan kukla kabinede Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olarak görev aldı. Türk-İş yönetiminin bu yaklaşımı uluslararası işçi hareketi tarafından büyük tepki gördü. ICFTU[1] Türk-İş’in üyeliğini geçici süre ile askıya aldı.

Böylesi olayların yaşanmakta olduğu koşullarda önderleri tutuklanmış, sendikaları kapatılmış, toplu iş sözleşmesi görüşmesi yapması bile yasaklanmış olan işçi sınıfından bir hareket, bir direniş beklenemezdi doğal olarak, nitekim öyle de oldu. 1981, 1982 ve 1983 yıllarında ülkede bir tek grev bile gerçekleşmedi.

Darbe yönetiminin çekilip seçimlerin yapılması ve Anavatan Partisinin iktidara gelmesini takiben oluşan siyasi ortamda emek hareketi de küçük bir kıpırdanma gösterdi ve 1984 yılında ülke çapında dört grev gerçekleşti.

1985 yılında da grevlerin sayısı arttı ancak darbe döneminin yasaklarının gölgesinde gerçekleşen grevler beklenen sonucu vermekten uzaktı. Darbe döneminin etkilerini ortadan kaldıran ve işçi sınıfının yeniden ayağa kalkmasını sağlayan grev NETAŞ grevidir.

16 Kasım 1986 tarihinde Ümraniye’deki NETAŞ fabrikasında çalışmakta olan bağımsız Otomobil-İş Sendikası üyesi 2650 işçi fabrika dışına çıkarak Üsküdar-Şile karayolunu trafiğe kapattı. Bu eylem 12 Eylül darbe yasaklarının delinmesi anlamını taşımakta idi. Grev kamuoyunda büyük sempati ile karşılandığı gibi uluslararası işçi hareketinden de destek ve dayanışma gördü. Bu süreçte Sosyal Demokrat Halkçı Parti Genel Başkanı Erdal İnönü de dayanışma amacı ile gittiği grev çadırında grev gözcüsü gömleğini giydi. Bir siyasi parti genel başkanının sembolik olarak gev gözcülüğüne soyunması işverenlerin tepkisi ile karşılaştı Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Halit Narin, Erdal İnönü’nün suç işlediğini iddia ederek suç duyurusunda bulundu. İnönü hakkında soruşturma açıldı. Sonuçsuz kalan bir soruşturma idi elbette. İşverenin grevi kırmaya yönelik tüm girişimleri sendika merkez yönetiminin grevi sahiplenmeyip işverenle pazarlık masasına oturması ve grevin önüne çıkarılan tüm mevzuat engellemelerine rağmen işçiler kurdukları grev komiteleri ve düzenledikleri dayanışma kampanyaları ile zorlukları aştılar. Bir yandan sendikal bürokrasiyi bir yandan da mevzuat engellemelerini yenip grev ve direnişlerini zaferle sonuçlandırdılar Grev üç ay sürdü. 18 Şubat 1987’de imzalanan sözleşme ile sonlandı. Sözleşmede işçilerin nerede ise tüm talepleri kabul edilmiş ve NETAŞ işçisi önemli bir başarı elde etmişti.

Grevin sona ermesinin hemen ardından işveren işçi çıkarmaya başladı. Öncü işçilerin görevlerine son verildi. Kısa sürede 300 işçi işten çıkarıldı. Sendikanın işten çıkarmalara sessiz kalmasını protesto eden NETAŞ işçisi de sendikadan istifa etti. Böylece Otomobil-İş NETAŞ’ta yetkiyi kaybetti. Grev sonrasında yaşanmış bu olumsuzluklara rağmen NETAŞ grevi, 12 Eylül baskı ortamının yarattığı korku iklimini kaldıran bir eylem olarak tarihteki yerini aldı.

Bu gelişme grevlerin önünü açtı. Petrol-İş Sendikası 1987 yılında tam 63 işyerinde grev kararı aldı. 1988 yılında SEKA işyerlerinde greve gidildi. İktidar ve işveren kesimi toplu iş sözleşmelerini ve ardından da grevleri bilinçli olarak uzatmak sureti ile olumlu sonuç alabileceklerini umdular ancak işçi sınıfının kararlı tutumu ve direnci bu stratejinin boşa çıkmasını sağladı. Öte yandan uzayan grev ve direnişler toplum yığınlarında siyasi iktidara yönelik muhalefeti arttırdı ve 1989 yerel seçimlerinde o tarihte iktidarda olan Anavatan Partisi büyük oy kaybına uğradı. Bunun yanında 1987 ve 1988 yıllarında yaşanan grev ve direnişler 1989 Bahar Eylemlerinin altyapısını hazırladı.

1989 yılında kamu kesimi ile yürütülmekte olan toplu iş sözleşmelerinin sözleşme görüşmelerinde taraf olan işveren sendikaları tarafından sudan bahanelerle uzatılması üzerine sözleşme görüşmelerinin diğer tarafı olan Türk-İş’e bağlı sendikaların üyesi işçiler tarafından başlatılan ve uzun süre devam eden eylemlerin bütünüdür 1989 Bahar Eylemleri. Bir başka anlatımla da Türkiye işçi sınıfının tarih sahnesindeki yerini yeniden almasına yol açan eylemler bütünüdür. Dikkat edilecek olursa sendika üyesi işçilerden söz ederken sendikalara değinilmediği hemen fark edilir. Bunun nedeni de eylemlerin tabandan gelen baskı sonucu gerçekleştirilmiş olması. Ancak eylemlere katılan ve kararlılıkla sürdüren işçi sayısının yüz binin üzerine çıkması sonucu Türk-İş yöneticileri de “mış gibi” yaparak eyleme destek verdikleri görüntüsünü yaratmak istediler. Bu hamleleri esas olarak koltuklarını koruyabilme içgüdüsünden kaynaklanmakta idi. Ne var ki pek bir yararı olmadı ve 1989 yılı mart ayı itibarı ile başlayan eylemler sonucunda öne çıkan işçilerin önemli bir kısmı daha sonra sendikaların çeşitli kademelerinde yönetici olarak görev aldılar.

Yüz binin üzerinde işçi katılmıştı eylemlere. Bu sayı kimine göre 150 bindir kimine göre ise 160 bin. Sayının üzerinde durmanın bir anlamı yok. Ortaya çıkan her rakam eylemin kitlesel boyutunu gözler önüne sermekte. Öte yandan bahar eylemleri işçi sınıfının mücadelesinde yeni taktiklerin ortaya çıkmasını sağlaması ile de dikkat çeker. Sakal bırakma, toplu viziteye çıkma, işe devamsızlık, ekonomik yetersizlik nedeni ile toplu olarak boşanma davası açma gibi eylemler, işçi sınıfının mücadele portföyünde bahar eylemleri esnasına yer almaya başladı. Birbiri ardına gelen eylemler sonucunda mücadele çok büyük bir başarı kazandı. Öncelikle işin ekonomik boyutundan söz edecek olursak, eylemler öncesi işçilere iki yıl için yüzde 40 seviyelerinde zam öneren hükûmet yetkilileri imzaladıkları toplu iş sözleşmesinde sadece sözleşmenin ilk yılı için yüzde 140 zam vermeye razı oldular. Ekonomik anlamda elde edilen bu başarı elbette önemli idi ancak siyasal anlamda elde edilen başarı kanımca daha büyük bir önem arz etmekte. Şöyle ki;

Dönemin başbakanı Turgut Özal bahar eylemleri başladığında sendika yöneticilerini suçlamış ve koltuklarını kaybetme korkusu ile işçileri yönlendirdiklerini iddia etmişti. Eylemdeki işçiler bu beyana eylem dozunu arttırarak yanıt verince bu kez “hiçbir hükûmet yetkilisinin işçilerle görüşmeyeceğini ancak insanî nedenlerle belki işçilerin seçeceği bir komite ile görüşülebileceğini” ifade etti. Bir de gözdağı verdi işçilere, 24 bin kişinin katılımı ile gerçekleşecek İSDEMİR ve KARDEMİR grevleri hükûmet tarafından ertelendi. İşçiler geri çekilmediler bu tehdit ve gözdağı uygulamaları karşısında. Eylemlerin dozu daha da arttı. Sonuç olarak kamu işveren sendikaları devre dışı bırakıldı. Dönemin devlet bakanı Cemil Çiçek girmek zorunda kaldı toplu sözleşme görüşmelerine. İşçilerle görüşülmeyeceğini ifade eden iktidar en önemli bakanlarından biri vasıtası ile görüşmelere katıldı ve sözleşme bu şekilde yürütülüp sonuçlandı. İşin bir de seçim aritmetiğine yansıması var. Yukarıda sözü edilmişti. 1989 yılı yerel seçimlerinde iktidar partisinin büyük oy kaybına uğradığı ifade edilmişti. Bu kez rakamı da verelim oy kaybının şiddeti daha net anlaşılabilecek böylece. Bir önceki genel seçimde %35 oranında oy almıştı ANAP, 1989 yerel seçimlerinde bu oran %21,88 olarak gerçekleşti. 1989 Bahar Eylemleri işçi sınıfına önemli maddî hak ve menfaatler sağlamakla kalmamış, iktidar partisinin büyük oy kaybına neden olmuştu. Bu kayıp daha sonra da devam etti ve 1991 yılında gerçekleşen genel seçimlerde ANAP iktidarı kaybetti.

1989 Bahar Eylemleri esnasında dipten gelen dalgayı yönlendirebilecek bir siyasi oluşum mevcut olsa idi eğer çok daha önemli başarılar elde edilebilirdi kuşkusuz.

Bahar eylemleri sonucu elde edilen başarı işçi sınıfının mücadelesinde grev silahının daha etkin bir biçimde kullanılması eğilimini ortaya çıkardı. Dönemin siyasi iktidarı ise bunun karşısına grev erteleme kararları ile çıkma yoluna başvurdu. Bu konuda ilginç bir olay yaşandı. 1991’de hükûmet Irak Körfez krizini bahane ederek tam 100 işyerinde grev erteleme yoluna gitti. Gerekçe “ulusal güvenlik” (!)

Bir başka ülkede yaşanmakta olan savaşın ulusal güvenliği nasıl etkileyeceği tartışma konusu idi kuşkusuz. Konu adlî mercilere gitti ve Danıştay 10. Dairesi 26.02.1991 tarihinde bahse konu grev erteleme kararlarının tümünü iptal etti. İptal edilen karar sonrasında 100 işyerinde aynı anda başlayan grevlerin tümü başarı ile sonuçlandı.

Grev dalgası 1995’e kadar artan bir ivme ile devam ederek 1995 yılında tavan yaptı. 1995 yılında gerçekleşen grevlere katılan işçi sayısı 200.000, grevde geçen gün sayısı ise 10 milyon seviyesine ulaştı. 1995 sonrasında bu gelişme önce yavaşladı ardından da gerilemeye başladı. 1990’lı yılların ilk yarısı yukarıda sözü edilenlerin dışında toplu iş bırakma eylemlerine de tanık oldu. 1991-1995 yılları arasında üç kez toplu iş bırakma eylemi yaşandı. Bu eylemlere Türk-İş ve DİSK üyesi işçiler birlikte katıldılar. Türk-İş yönetimi işçi sınıfının kabaran mücadelesinin önüne geçemeyeceğini anlayınca çaresiz destekledi bu eylemleri. Söz konusu üç eylemin her birine 350.000 dolayında katılım oldu. Kuşkusuz tam bir başarıdan söz edilemez bu eylemler ile ilgili. Ancak yine de genel grevin yasa konularak engellenemeyeceğini kanıtlayan önemli deneyimlerdi.

2000’li yıllar grev ve direniş açısından önemli bir durgunluğun yaşandığı dönem olarak tarihe geçti. 2002 yılında iktidara gelen AKP, darbe döneminde çıkarılmış olan mevzuatı yeni yasalarla tahkim etti. Bu durum grev eğiliminin azalmasına yol açtı. Özellikle kamu kesiminde gerçekleşen grevler nerede ise durma noktasına geldi. Bunun istisnası Hava-İş Sendikasının 2013 yılında gerçekleştirdiği THY grevidir.

15 Mayıs 2013 tarihinde başlayan grev 20 Aralık 2013’te imzalanan anlaşma ile sona erdi. THY yönetimi tarafından işten çıkarılmış olan personelin göreve iadesi, kabin memurlarının ilk girişlerinde uygulanan part-time çalışma statüsünün kaldırılması gibi önemli kazanımlar elde edildi yapılan sözleşme ile. Ancak daha sonra Hava-İş Sendikasının etkinliği giderek azaldı. Bunun dışında sadece ana muhalefet partisinin yönetimindeki belediyelerde karşılaştık kamu kesimi grevlerine. Özel sektörde yaşanan grevler ise büyük bir iz bırakmadı.

Bununla birlikte 21. yüzyılın en büyük işçi direnişlerinden birine, üstelik sadece ülkede değil dünyada ses getiren bir işçi direnişine tanık olduk 2000’li yıllarda TEKEL direnişi idi bu eylemin adı.

Tekel idaresine ait bazı fabrikaların özelleştirme idaresi tarafından açılan ihale ile British American Tobacco (BAT) adlı kuruluşa devredilmesini takiben ihaleyi kazanan şirketin pek çok işçiyi işten çıkaracağını açıklaması direnişin başlamasına neden oldu. İhaleyi alan kuruluş kısa sürede yaklaşık 8000 işçinin sözleşmesini sona erdirdi. İş sözleşmeleri sona erdirilen işçilerin daha önceki özelleştirme uygulamalarında yapıldığı gibi başka kamu kurumlarında istihdam edilmeleri bekleniyordu. Ancak iktidar bu kez buna yanaşmayarak işçileri 4C statüsüne geçmedikleri takdirde yeni işe yerleştirmeyeceğini bildirdi. Bu öneri işçiler için önemli bir hak kaybı oluşturmakta idi. Ülkenin dört bir yanından gelip Ankara’da toplanan TEKEL işçileri 15 Aralık 2009’da eylemlerine başladılar. Ağır kış koşullarına, kolluk güçlerinin baskısına zaman zaman sert müdahalesine karşın günler boyu sürdürdüler direnişlerini. Kayıplar da verdiler bu süreçte. Ancak direnişlerini kararlılıkla sürdürdüler. Kurulan derme çatma çadırlarda, son derece güç koşullar altında sürdürülen direniş, gerek ülkede gerekse uluslararası kamuoyunda büyük sempati topladı. Ülke çapında destek mitingleri ve grevleri gerçekleşti. Direniş 78 gün sürdü. 79. gün Danıştay 4C uygulaması için yürütmeyi durdurma kararı alınca direniş çadırları toplandı. 1 Mart 2010’da direniş sona erdi. Belki tam olarak istenilen başarı kazanılamamıştı. Bunda İşçilerin üye oldukları Tekgıda-İş Sendikasının büyük kusurları vardı. Ancak direnişin boyutları ve işçilerin kararlılığı önemli bir deneyim olarak tarihteki yerini aldı.

Çadırlar kaldırıldıktan sonra da yer yer mitingler ve destek eylemleri yapıldı ancak zamanla direniş etkisini yitirdi, elde edilen kazanımların direnişin görkemi ile karşılaştırıldığında pek önemli olduğunu söyleyemeyeceğim.

Uzun bir grev yolculuğunu grev ve direnişlerden bir seçki yaparak özetlemeye çalıştım bu yazı dizisinde.

Umarım başarılı olmuş ve yazı dizisini izleyenlerin ülkede gerçekleşmiş grev ve direnişler hakkında bilgilendirmeyi sağlamışımdır.

[1] ICFTU: Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu. 2006 yılında kendini feshederek Dünya Emek Konfederasyonuna (WCL) katıldı.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz