Fakat, AKP’nin son referandum hamlesinde durum farklı. Hayır yasak… Dolayısıyla yapılan şey referanduma benzemiyor… Lâkin çelişik bir durum var: sandık kurulacağına göre hayır ı engellemek mümkün değil. O zaman hayır oylarını olabildiğince küçültmek için sorunun tartışılmasını, anlaşılmasını engellemeyi bir çare olarak görüyorlar… Ayıbın üstünü örterek durumu kurtarmak istiyorlar, zira “ayıbı açığa vurmak daha büyük ayıptır” denmiştir… Aslında AKP’nin işi zor, zira referandum konusu problemli. Sorulan soru şu: “Bir dikta rejimi, bir tek adam rejimi istiyor musunuz?”. Böyle bir soruya insanların evet demesi pek mümkün olmadığına göre, geriye neyin oylandığını gizlemek, görünmez kılmak kalıyor. Boşuna, “iktidar gizlemesini bilenindir” denmemiştir… İşte, hayır cephesine yönelik baskıların, yasakların, yalanların, hakaretlerin, telaşın nedeni bu… Eğer tek adam rejimi [dikta rejimi] kurulursa, bunun istikrar ve güçlü devlet demek olacağı, refahın artacağı, terörün önleneceği, Türkiye’nin uçacağı söyleniyor. Tabii insanlar da haklı olarak, “iyi de 15 yıldır neden uçurmadın?” diyeceklerdir… Buna AKP’nin cevabı şöyle: “Uçmak için tek adam rejimi şart, biz bunu 15 yıl sonra anladık!”… Aslında dinci iktidarın asıl amacı başka: TC’yi bir İslam devletine dönüştürmek istiyorlar, bunu da mümkünse 2023’den önce kotarmak istiyorlar. 1923-2023 aralığını bir sapma olarak görüyorlar ve güya “parantezi” kapatmak istiyorlar. Gönüllerinde Hilafeti ihya etmek yatıyor. Hilafeti/Saltanatı ihya edip, ilelebet iktidar olmayı amaçlıyorlar… Elbette aç tavuğun kendini darı ambarında görmesine bir mani yoktur…
AKP, merkez-sağ partilerin iflası üzerine iktidar oldu. Bağnaz neoliberal ama aynı zamanda politik İslamcı bir parti. Başlarda İslamcı yüzünü gizledi, diğerleri gibi bir merkez-sağ parti olduğu izlenimi yaratmayı başardı. Gücünü artırdıkça, iktidarını sağlamlaştırdıkça, devlet aygına daha çok hakim oldukça, rejimi bir “parti- devlet” rejimine dönüştürdükçe, gerçek niyetini gizlemeye artık gerek duymadı. Başlardaki sloganı güya, yoksullukla, yolsuzlukla, yasaklarla mücadeleydi. Cumhuriyet tarihinin hiç bir dönemimde yolsuzluk, yoksulluk, işsizlik ve yasaklar AKP dönemindeki boyutlara çıkmadı. Hukuk hiç bu kadar ayaklar altına alınmadı, zaten her zaman sınırlı olan özgürlükler de bu kadar budanmadı, etik değerler böylesine aşınmadı…
Bu referandumun bir meşruiyeti yok
Bu ülke, içerde ve dışarda acil çözüm bekleyen onca sorunla cebelleşirken, AKP neden referandumda ısrarcı? Bu sorunun iki cevabı olabilir: Birincisi artık yönetemiyorlar; ikincisi, yolsuzluğa, kanunsuzluğa, kuralsızlığı, ahlaksızlığa öylesine bulaşmış durumdalar ki, iktidardan düştükleri anda mutlaka yargılanacaklarını biliyorlar. O zaman ne yapıp edip iktidarda kalmaktan başka çareleri yok! İşte 18 Maddelik (aslında nerdeyse anayasanın tamamını angaje eden) anayasa değişikliğini dayatmalarının asıl nedenlerinden biri bu ama çok önemli bir neden daha var: Geride kalan 15 yılda yağma ve talanın tadına öylesine vardılar, bütçeyi ve hazineyi öylesine yağmaladılar ki, ballı börekten ellerini çekmek istemiyorlar. Nitekim, geride kalan 15 yılda yağmalanmamış, talan edilmemiş bir şey bırakmadılar. Bu referandum meşru değil. Birincisi, açık-serbest tartışma gerektiren anayasa değişikliğinin olağanüstü hal koşullarında yapılması uygun değildir; ikincisi, anayasa değişikliği ilgili tüm tarafların sürece aktif ve yaygın katılımını ve tartışmayı varsayar. Bu ülkenin üçüncü büyük partisinin eş-başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları, il ve içe yöneticileri, üyeleri, sempatizanları… hapisteyken, gerçek anlamdaki gazeteciler hapisteyken, gazeteler, dergiler, dernekler, vakıflar kapatılmışken, medya medya olmaktan çıkmış AKP’nin borazanı haline gelmişken, hayır diyenlere saldırılar aralıksız sürerken yapılan bir referandum gerçekten referandum adını hak eder mi?
Bu aşamada haklı olarak şöyle bir soru akla geliyor: Bunca olumsuzluğa rağmen, ekonomiden, dış politikaya tüm alanlarda tam bir iflas tablosu ortaya çıkmışken, bütün gösterge ışıkları kırmızıda veya kırmızıya dönmekteyken, neden hâlâ AKP’nin izini süren oldukça geniş bir kitle var? AKP, kelimenin pejoratif anlamında popülist bir parti. Kimlik siyasetini bir iktidar yöntemi olarak kullandı ve kullanmaya devam ediyor. Toplumu kutuplaştırmayı, toplumun bir yarısını diğer yarısına düşman etmeyi marifet sayıyor ve bir iktidar tarzı olarak benimsemiş durumda. Başlarda “Beyaz Türkler- Zenciler” karşıtlığını kullandılar. Şimdilerde de “Yerli-Milli ve Gayri Milli” ikiliğini dillerine doladılar. Aslında bu tür ayrımlar İslam devletlerindeki Dar-ül İslam – Dar-ül Harp ikiliğini çağrıştırıyor… Bir toplumun bir yarısını diğer yarısına düşman eden bir hükümet, bir devlet yönetimi olabilir mi? Bunun dünyada başka bir örneği var mıdır? Bu sürdürülebilir bir durum mudur?
AKP, 15 yıllık iktidarında bir tek parti iktidarı gibi görünse de, aslında şimdilerde Fetocu terör örgütü deyip lânetledikleriyle bir koalisyon söz konusuydu. Ve Üstelik koalisyonun “belirleyici” ortağı da Fetocu kanattı. AKP 2001 de kuruldu ama Fetocu dediklerinin epey zamandır iktidara hazırlandığı anlaşılıyor… Neyi nasıl yapacağını ortağından daha iyi biliyordu… Koalisyon 17-25 Aralık yolsuzluk skandalıyla çatırdadı ve 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle de sona erdi. Şimdilerde ondan boşalan yer başka cemaatler tarafından dolduruluyor. Devlet aygıtında çürüme kaldığı yerden devam ediyor. Oysa, liyakatin sıfırlandığı, hukukun by-pass edildiği bir devlet mümkün değildir. Bu iktidar gününü doldurdu. Hiç bir inandırıcılığı kalmadı. Hiç bir sorun çözme yeteneği yok. AKP rejiminin umut yaratma yeteneği veya aynı anlama gelmek üzere kitleleri aldatma-oyalama yeteneği aşındı. Bir rejim değişikliği demek olan anayasa değişikliğini dayatmak istemelerinin nedeni çaresizlik, yönetememe krizi… Ancak baskı, şiddet ve terör ortamında yönetebileceklerini, iktidarlarını sürdürebileceklerini düşünüyorlar. Fakat bu kadarı iktidarı sürdürmek için yeterli olmaz. Her iktidar doğası gereği şiddeti varsayar ama sadece şiddete dayanarak da yönetmek mümkün değildir. İnsanlara başka söyler de önermesi bir ideolojik hegemonya veya aynı anlama gelmek üzere, kitleler katında bir gönüllü kabullenme üretebilmesi de gerekir…
16 Nisan toplumun tarihinde önemli bir kırılma noktası olacak. Bu herhangi bir referandum değil. Bu anayasa değişikliği anayasa değişikliğinden öte bir şey. Bundan önceki anayasa değişikliklerinden farklı… Dolayısıyla, 16 Nisan, toplumun geleceğini angaje eden kritik bir kavşak… Fakat kesin olan bir şey var: Bu toplumun yaklaşık iki yüz yıllık birikimi bu sefil oyunu bozacak potansiyele sahiptir. Ve o potansiyelin heba olmaması için insanların sorumlu yurttaşlar olarak davranmaları, ikirciksiz bir şekilde sandığa gitmeleri ve hayır demeleri gerekiyor. Zira orada söz konusu olan senin kaderin, senin geleceğindir denecektir… Unutmamak gerekir ki, sahip olduğunu koruyamayanların, bulundukları mevzilerin gerisine püskürtülenlerin yeni şeyler kazanmaları zorlaşır… Son bir şey: 16 Nisan sadece saldırıyı püskürtmekle sınırlı kalmayacak, toplumun özgürlük, sosyal eşitlik, demokrasi yolunda ilerlemesinin yolunu da açacak…