Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (devamında SSCB) ile Kuvayımilliye yönetimi (devamında TC) arasındaki ticari, sınai ve askerî ilişkiler*

Yazı başlığı hayli uzun ve galiba biraz da karmaşık oldu. Farkındayım. Ancak tarihteki yaşanmışlıkları daha kısa bir biçimde tanımlayabilecek bir başlık üretmeye sözcük bilgim de zekâm da yetmedi. Bu nedenle yazıyı okuyacak olanlardan özür dileyerek başlayayım işe.

Öncelikle şu hususu belirtmem gerek:

1917 devrimi sonrasında kurulan devlet SSCB değildi. Yaklaşık olarak bugünkü Rusya Federasyonu toprakları üzerinde kurulmuş olan devletin adı RUSYA FEDERATİF SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETİ idi (Yazının bundan sonraki bölümlerimde Rusya olarak anılacak). SSCB’nin resmî kuruluş tarihi ise 30 Aralık 1922’dir. Her ne kadar RFSSC SSCB’nin kurucu devletlerinden biri olsa da bu sonuncunun resmen kurulmuş olduğu tarihe kadar Anadolu’daki mücadele hareketleri ile ilgilenen ve bu hareketlere destek veren devlet Rusya idi. Rusya’nın Anadolu’da gelişen hareketler karşısındaki politikası son derece net bir görünüm arz etmekte idi. İtilaf devletleri ve onlarla birlikte hareket eden Yunanistan’ın Anadolu’da gerçekleştirmiş olduğu işgale karşı mücadele eden tüm hareketlere elden gelen desteği vermek bu politikanın temel taşını oluşturuyordu. Bu nedenle işgale karşı direnen güçler arasında bir ayrım yapmaksızın bütün hareketlere eşit yakınlıkta idi. Dolayısı ile Anadolu’da kurulmuş ilk sosyalist devlet olarak tanımlayabileceğimiz “Erzincan Şurası”na da Eskişehir ve çevresinde faaliyet gösteren sosyalist gruplara da yardım etmekte idi. Bu durumda Anadolu üzerinde en büyük iddia sahibi olan iki hareket İttihat ve Terakki ile Kuva-yımilliye hareketlerine yardımı da kaçınılmazdı. Rusya’nın politikası Anadolu’daki işgale son verilmesi için mücadele eden grupları desteklemek iken yukarıda sözü edilen iki grup kendi aralarında kıyasıya bir iktidar mücadelesi içinde idiler. Bu mücadelede Rusya’yı yanlarına almak için de özel bir çaba söz konusu idi. Bu amaçla İttihatçılar Bakü’de sahte bir Komünist Parti kurmuşlar, İttihatçı solu diye adlandırabileceğimiz bir hareket başlatmışlardı (İttihatçıların kurmuş olduğu sahte Komünist Parti Mustafa Suphi tarafından tasfiye edilmiştir). Benzer şekilde Kuvayımilliyeciler de Rusya ile ilişkilerini düzgün tutabilmek için Yeşil Ordu hareketinin kendi saflarına katılmasına izin vermiş, ilk meclis bünyesinde solcu, sosyalist milletvekillerinin yer almasına göz yummuş, daha da ileri giderek resmî bir Komünist Parti (Elbette sahte bir komünistlik söz konusu idi) kurulmasını organize etmişlerdi. Kuvayımilliyeciler mücadele süresinde güç kazandıkça Anadolu’da oluşan sol hareketleri birer birer tasfiye ettiler. Bu arada Yunanistan ordularına karşı birbiri ardına kazanılan iki meydan savaşı sonrasında İttihatçılar da asıllarına rücu ederek anti-komünist kimliklerine büründüler ve Orta Asya’da anti-komünist mücadeleye katıldılar. Artık Anadolu’da meydan Kuvayımilliyecilere kalmıştı. Bu andan itibaren Rusya (devamında SSCB) sadece Kuvayımilliyecilerle (devamında TC) ilişkilerini sürdürdü.

Bu yazının amacı birinci büyük paylaşım savaşı sonrası Anadolu’da ortaya çıkan kaotik durumu tartışmak değil. Bu nedenle daha fazla detaya girmeden Kuvayımilliye hareketi (devamında TC) ile Rusya (devamında SSCB) arasındaki ekonomik ilişkilere ve karşılıklı yardımlaşmanın sonuçlarına odaklanmanın doğru olacağını düşünmekteyim.

Bahse konu ilişkilerin beş farklı dönem içerdiğini pek de derinlemesine bir arama yapmaksızın görebilmek mümkün. Bu dönemleri şöyle sıralayabiliriz:

1- Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkması ile başlayıp TC’nin kurulduğu 29 Ekim 1923’e kadar olan dönem.

Bu dönemde Kuvayımilliye hareketine yapılan askerî ve ekonomik yardımlar ağırlıktadır. Anadolu’daki sınai gelişmeye de destek verilmiş ancak bu destek savunma sanayii yatırımları ile sınırlı kalmıştır. Bu yardımlar karşılığında Rusya’ya (devamında SSCB) sebze ve meyve ihracı gerçekleşmiştir.

2- İki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin zirvede olduğu 1923-1939 arası dönem.

3- İkinci emperyalist paylaşım savaşı öncesinde Türkiye’nin sözde tarafsız kalıp gerçekte ise SSCB karşıtlığını seçtiği ve bu nedenle ekonomik ilişkilerin zayıflayıp siyasal gerginliklerin arttığı dönem (1953 sonuna kadar devam etti).

4- 1953 yılı sonlarından itibaren başlayıp 1964 yılına kadar süren ilişkileri normalleştirme çabalarının etkili olduğu ancak düşük düzeyde sürdürüldüğü dönem.

5- 1964 yılında ABD-Türkiye ilişkilerinin gerginleşmesi sonucu TC’nin tekrar SSCB’ye yakınlaştığı ve ekonomik ilişkilerin yeniden geliştiği dönem (Bu dönem SSCB’nin dağıldığı 1991 yılına kadar devam etti).

Yukarıda kısa tanımları verilen her dönemin başlama ve bitmesine neden olan siyasal olaylar söz konusu elbette. Yazı ağırlıklı olarak ekonomik ilişkileri inceleme odaklı olmakla birlikte bahse konu dönemlerin başlama ve bitmelerine neden olan siyasi olaylara da kısaca değinilecektir.

Bu uzun giriş sonrasında yukarıda kısa tanımları verilmiş olan dönemleri ayrıntıları ile inceleyebiliriz.

1- Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkması ile başlayıp TC’nin kurulduğu 29 Ekim 1923’e kadar olan dönem.

Mustafa Kemal’in Samsun’a gitmek üzere yola çıktığı andan itibaren kafasındaki düşünce gayet belirgindi. “Anadolu’da bir Türk burjuva devleti kurmak.” Üzerinde yaşadığımız coğrafyada birden fazla devlet kurma arzusundaki İtilaf devletleri ile arasındaki çelişki bundan ibaretti. Onun verme kararında olduğu mücadelenin anti-emperyalist yanı da bu kadarla sınırlı idi. Anadolu’da Türklerin egemenliğinde kurulacak bir devletin kapitalist düzenin ayrılmaz bir parçası olacağı hususunda İtilaf devletlerini ikna etmekten başka bir düşüncesi yoktu. Ancak İngiliz/Fransız emperyalizmini bu konuda ikna edebilmek için manevralara ihtiyacı vardı. Emperyalist sömürü zincirini koparmayı başarıp sosyalist bir yapı inşa etmeye başlamış olan Rusya ile kurulacak bir ittifak ona hem geniş bir manevra alanı yaratacak hem de sürdürmeyi düşündüğü mücadele için gerekli olan maddî/askerî desteği sağlayacaktı. Anadolu’nun muhtelif yerlerinde başlamış olan direniş hareketlerini koordine edip kendi belirlemiş olduğu amaca yönlendirebilmesi için de bu ittifaka gereksinimi vardı.

Mustafa Kemal Samsun’a ulaştıktan sonra düşüncelerini yakın çevresinde olanlarla paylaşınca küçümsenmeyecek bir direnç ile karşılaştı. Ancak hareketin içinde bulunduğu durumun gerçekleri bu direnişin çabuk kırılmasına yol açtı. Rusya ile temas kuruldu ve Mahmudov isimli bir Bolşevik yetkili gözlemci olarak Sivas Kongresine katıldı. Bunun ardından Halil (Kut) Paşa Moskova’ya gönderildi. Halil Paşa buradaki temasları sonucunda sağlamış olduğu önemli miktarda para ve askerî malzemenin Trabzon üzerinden Anadolu’ya ulaşmasını sağladı.

Ancak, Rusya’nın Kuvayımilliye hareketine sağlamış olduğu büyük yardımların 1920 yılından itibaren gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Sovyet Bilimler Akademisi üyesi Boris Potskhveria’nın aktardığı kadarı ile Rusya’nın Anadolu’ya aktardığı askerî ve maddî yardımın dökümü şöyledir:

– 1920 yazında, 6000 tüfek, 5 milyondan fazla fişek ve 17 600 mermi

– 1920 Eylül ayında, 200, 6 kg külçe altın

– 1921 Ocak, Şubat aylarında 1000 bomba, 4000 el bombası

Bu dönemde Rusya’nın desteği bununla da kalmamış ve Ukrayna Kızıl Ordusu kurucusu General Kliment Efremoviç Voroşilov askerî bilgisiyle savaşın taktik ve stratejisine katkıda bulunması amacıyla Ankara’ya gönderilmiştir. İnönü meydan savaşlarının kazanılmasında Voroşilov’un taktiklerinin yadsınamaz bir katkısı olduğu düşüncesindeyim.

1921 Mart ayı iki ülke arasındaki ilişkilerin resmîleşmesine tanık oldu öncelikle. 16 Mart 1921’de imzalanan “Dostluk ve Kardeşlik Anlaşması” Kuvayımilliye yönetiminin kuzeydoğu sınırlarını güvenceye aldı. Böylelikle buradaki birliklerin batıya nakledilmesi mümkün oldu.

Anlaşma kapsamında Rusya 2021-2022 yıllarında aşağıda dökümü verilen yardımları yaptı:

10 milyon altın ruble (iki taksitte ödendi), 33275 tüfek, 57986 fişek, 327 mitralyöz, 54 top, 129479 mermi, 1500 kılıç, 20000 gaz maskesi, iki küçük savaş gemisi

Yukarıdaki dökümün dışında, anlaşma sonrası Anadolu’dan çekilen Rusya birlikleri de kendilerine ait silah, teçhizat ve diğer askerî malzemeyi Kuvayımilliye askerlerine bırakmışlardır (Konu ile ilgili olarak farklı kaynaklarda değişik bilgiler bulunduğundan bahse konu malzemenin tatmin edici bir dökümünü veremiyorum).

Rusya’nın yardım ve desteği bununla da kalmamıştır.

13 Aralık 1921’de Kızıl Ordu komutanı General Mihail Vasilyeviç Frunze Ankara’ya geldi.

Bir aydan daha uzun süre kaldı burada. Beraberinde getirdikleri var, yapılan anlaşmalar var. Ancak ziyaretin gerçek amacı bu yardımı getirmek değil. Eğer askerî yardım malzemesi getirme amaçlı bir ziyaret söz konusu olsa idi bu kadar önemli bir asker Ankara’ya gelip uzun bir süre orada kalmazdı. Daha önemli bir şey var:

Mustafa Kemal ile çalışıp Sakarya muharebesinin planlarını hazırladılar.

Muharebenin kazanılmasında yadsınamayacak bir emeği vardır Frunze’nin.

Savaş devam ederken bir desteği daha oldu Rusya’nın. Ankara’da kurulan iki fişek fabrikası ile bir barut fabrikasına teknik destek sağlandı Rusya tarafından. Bu fabrikalar daha sonra TC savunma sanayiinde çok önemli bir yeri olacak MKE’nin (Makine Kimya Endüstrisi) çekirdeğini oluşturdular.

Rusya neden bu kadar büyük destek vermişti Kuvayımilliye hareketine?

Rusya’nın (devamında SSCB’nin) Ankara’daki ilk büyükelçisi olan Şemyon İvanoviç Aralov “Bir Sovyet Diplomatının Anıları” adlı çalışmasında, Lenin’in kendisine “Anadolu’daki mücadelenin sosyalist karakterli olmadığını, Mustafa Kemal’in de sosyalist olmadığını ama verilen mücadelenin anti-emperyalist ve bağımsızlıkçı bir mücadele olduğunu, dolayısıyla bu mücadeleye destek verilmesinin gerekli olduğunu” ifade ettiğini belirtir. Bu ifadeyi Rusya’nın resmî görüşü olarak da yorumlamak mümkün kanımca.

Bu arada şunu da belirtmek gerekiyor; Kuvayımilliye hareketi de bahse konu dönemde yaşanan iç kavgalar ve üretim yetmezliği nedeni ile gıda maddesi sıkıntısı çeken Rusya’ya hububat göndermiştir (Ağustos ve Eylül 1921’de Kuvayımilliye Meclisi kararı ile Rusya’ya 30 ton buğday, 30 ton mısır ve 80 ton çeşitli hububat ve baklagiller gönderilmiştir). Gönderilen ürünlerin kaynağı ise Kuvayımilliye güçlerinin kontrolü altındaki topraklarda yaşamakta olan Anadolu halkıdır.

İki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin 100. yıldönümü nedeni ile Rusya Federasyonu Ankara Büyükelçiliği tarafından hazırlanan broşürde aktarıldığına göre Mustafa Kemal, o dönem kıtlık içinde bulunan Rusya’ya yardım yapılmasıyla bizzat ilgilenmiş, zahire depolarındaki hububatın yüzde 40’ına el konularak Karadeniz kıyılarında bulunanların açlığını hafifletmek üzere Rus milletine armağan edilmesini emretmiş ve Lenin’i bu konuda bilgilendirmiştir.

Bu durumda Mustafa Kemal’in emri ile Anadolu halkı açlığını Rusya ile paylaşmış diye düşünülebilir.

Kuvayımilliye döneminde başlayıp gelişen ilişkiler TC’nin kuruluşu ile birlikte daha da gelişmiş ve Cumhuriyetin ilk yıllarında adeta doruk yapmıştır.

2- İki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin zirvede olduğu 1923-1939 arası dönem

İzmir İktisat Kongresi ile birlikte TC kapitalist sistemin içinde kalacağının işaretlerini vermekle birlikte Batı dünyası ile sorunlarını tam olarak çözememişti. Osmanlı devletinden kalan borçlar büyük bir mali yük oluşturuyor, henüz Merkez Bankası kurulamadığı (1930’da kuruldu) için ulusal para basılamaması iç ve dış ticarette de kambiyo işlemlerinde de büyük sorunlar yaratıyordu. Bunun dışında İngiltere ile Musul sorunu çözülememişti. Devlet henüz gümrük kapılarına da egemen değildi (Lozan hükümlerine göre TC gümrük kapılarında Osmanlı devletinin gümrük rejimini uygulamaya devam edecekti). İç politikada ise Mustafa Kemal muhalifleri giderek güçlenmekte idiler. Bunun dışında Kürt isyanları hayli baş ağrıtmakta idi (1923-1938 yılları arasında 17 Kürt isyanı gerçekleşmiş, Bunlardan biri Ağrı’da yaklaşık 2 yıl devam eden bir Kürt devletinin kurulması ile sonuçlanmıştır).

Böyle bir durumda yaşayabilmesi için bir can simidine gereksinimi vardı TC’nin. SSCB ihtiyaç duyulan can simidi oldu. Bu dönemde TC, SSCB ile ticaretini geliştirerek uluslararası ticaretin bazı kurallarını devre dışı bırakmayı başardı. Bunun yanında Batı ülkelerine her an SSCB ile ilişkilerin gelişebileceği mesajı verilerek TC’ye yönelik sorunların bir yumuşama politikası izlenerek çözülmesinin her iki tarafın da yararına olacağı algısı yaratıldı. Bu değerlendirmelerin ışığında Rusya (devamında SSCB) TC’nin sadece kuruluş aşamasında değil, kuruluş sonrasında karşılaştığı güçlüklerle mücadele aşamasında da çok önemli bir rol oynamıştır diyebiliriz.

Bu dönemde SSCB’nin başta İstanbul olmak üzere Anadolu’nun pek çok yerleşim yerinde ticari temsilcilikler açması ve buralarda görev yapan SSCB vatandaşlarına diplomatik dokunulmazlık hakkı verilmesi iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin gelişmesinde büyük rol oynamıştır. TÜİK arşivindeki verilere göre iki ülke arasındaki ticaret hacmi aşağıdaki şekilde seyretmiştir :

YIL | İHRACAT (MİLYON $) | İTHALAT (MİLYON$)

1923 | 1,04 | 1,82

1924 | 1,04 |3,30

1925 | 2,61 |3,26

Günümüz ölçülerine göre çok küçük olan bu rakamlar, o günün koşullarında önemli tutarları ifade etmekte.

Daha donra karşılıklı ticaret büyüyerek devam etmiş ve 1929 yılında dünyayı kasıp kavuran “Büyük Buhran” bile iki ülke arasındaki ticaret hacminin artmasını engelleyememiş ve ticaret hacmi 1929 yılında 10 milyon USD seviyesine çıkmıştır.

Bu dönemde Vneştorgbank (SSCB’nin dış ticaret bankası) İstanbul’da bir şube açmış TC dış ticaret işlemlerinde yaşamış olduğu kambiyo sorunlarını bu banka aracılığı ile çözmüş ve ticari ilişkilerde rahatlık sağlanmıştır.

Bunların dışında TC’nin planlı ekonomi uygulamalarına geçişi de SSCB’nin yönlendirmesi ile gerçekleşmiştir. Kapitalist sistemin tümünü büyük bir felakete sokan 1929 büyük krizi SSCB’yi nerede ise hiç etkilememişti. Durumu fark eden TC ekonomi bürokratları “Sovyet Mucizesi”ni yerinde incelemek üzere Moskova’ya gittiler, karşılığında da SSCB bilim insanlarından oluşan bir grup Ankara’ya geldi. Bu grup Anadolu’da bir süre çalıştıktan sonra sınai gelişimin hangi doğrultuda gerçekleşmesi gerektiği konusunda bir rapor hazırladı. Daha sonra bu rapor esas alınarak hazırlandı SSCB bilim insanları ve TC ekonomi bürokratlarının ortak çalışması ile bir sınai kalkınma planı hazırlandı. Bu çalışma “Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı” adı ile 1934 yılında uygulamaya konuldu.

Sovyet uzmanların yönlendirmesi ile hazırlanmış olan bu çalışma. Her ne kadar adı sanayi planı olsa da tarım ve ticaret alanlarına da yer verilmişti planda. Dolayısı ile gerçek anlamda bir kalkınma planı idi bu. TC planlı kalkınma geleneğine SSCB’nin yönlendirmesi ile kavuşmuştu. Bu gelenek Demokrat Parti iktidarında terk edildi.

TC’nin 1929 büyük buhranının etkilerinden kurtulabilmesi “devlet ekonomisine geçiş” olarak tanımlayabileceğimiz bu plan sayesinde mümkün olabilmiştir.

Bu başlık altında incelemekte olduğumuz dönemde SSCB’nin Türkiye’deki sınai yatırımlara da aktif destek verdiğini görmekteyiz.

Şöyle ki:

– 1925 yılında Haliç kıyısında, bugünkü Miniatürk açıkhava müzesinin bulunduğu arazide, TC’nin ilk savunma sanayii özel sektör işletmesi kurulmuştu. Şakir Zümre adlı Bulgaristan göçmeni bir müteşebbis tarafından. Cumhuriyetin kurucu kadroları desteklemişlerdi bu girişimi. Birtakım ekonomik teşvikler verildi müteşebbise. Teknolojik destek ise SSCB’den geldi. Sovyet mühendislerin ve Bulgar işçilerin çabaları ile üretim gerçekleştirdi fabrika tam beş yıl boyunca. Bu arada Türk işçi ve mühendisleri de eğittiler. Fabrika 1930’da tamamen Türkler tarafından işletilebilecek duruma geldi. Yıl 1930.

Uçaklar ve denizde kullanılan savaş araçları için bombe üretmekte idi fabrika. 2000 kişilik istihdam kapasitesine ulaştı, dört farklı ülkeye ihracat gerçekleştirdi.

Ve ABD’nin baskısı üzerine üretimine son verdi fabrika. Yıl 1946.

Şakir Zümre soba üretti bu tarihten sonra. Bugün Anadolu coğrafyasının yaşlıları onu soba üreticisi olarak bilirler, gençler ise adını bile duymamışlardır.

Yıl 1936. Demiryolları projelerini başarı ile tamamlayan ve bu nedenle de Demirağ soyadı verilen Nuri Bey (Nuri Demirağ) havacılık sektörüne girmeye karar verir. Uçak ve planör fabrikası kuracak, ayrıca paraşüt üretecektir. Deneme üretimi için Beşiktaş’ta devasa bir atölye kurulur. Deneme uçuşları yapmak için de Yeşilköy’de büyük bir arazi satın alınır (Bu arazi daha sonra Yeşilköy Havalimanı olacaktır). Yeşilköy’de bir de pilot okulu açılır. Demirağ’ın parası var. Peki teknoloji? Burada yine SSCB devreye girer. Gerek uçak üretiminde gerekse pilot okulunda Sovyet mühendisleri, teknisyenleri ve öğretim görevlileri çalışırlar.

Bu işlerde görev alacak Türk meslektaşlarını da yetiştirirler bir yandan. 1944 yılına kadar yüzden fazla uçak üretir, 240 pilot yetiştirirler. Planör ve paraşüt üretimi de başarı ile devam etmektedir. Yurt dışından teklifler almaya başlamışlardır.

Yine ABD müdahale eder 1844 yılında. Sudan bir gerekçe ile üretim izinleri iptal edilir. İhracat yapmaları da yasaklanır. Fabrika kapanır, Yeşilköy’deki arazi düşük bir bedel karşılığı kamulaştırılır kamulaştırma bedelinin üçte biri tutarında vergi kesintisi yapılır, kalanın da 20 yıla yayılan taksitlerle ödeneceği ifade edilir ve bu para da ödenmez.

Havacılık endüstrisi macerası böyle biter TC’nin. Sonrasında Fransa ve ABD’den hurdaya çıkmış uçaklar alınır.

Yukarıdaki iki olayı ayrıntılı olarak yazma nedenim öncelikle Marshall yardımının TC’ye nasıl bir maliyetinin olduğunu açıklamak ardından da SSCB’nin sadece devlet girişimlerine değil, özel girişimlere de destek verdiğini ifade etmekti. Özel girişimlere maddî yardım yapmamış ancak teknoloji ve insan kaynağı desteğinde bulunmuştur SSCB.

İş kamu teşebbüslerine gelince bu kez finansal destek de gelmiştir, teknoloji ve İK desteği yanında. Şimdi de bunları özetlemeye çalışalım:

1932 yılında İsmet İnönü SSCB’yi ziyaret etmiştir. Bu gezi esnasında yapılan bir anlaşma ile SSCB Türkiye’ye sekiz milyon USD tutarına kredi vermeyi taahhüt eder. Kredinin şartları aşağıda:

– Kredi tamamen sınai tesislerin kurulmasında kullanılacak.

– Faizsiz olacak ve 20 yılda TC’nin SSCB’ye ihraç edeceği tarımsal ürünlerle ödenecek.

Biraz fantezi yapacak olursak “SSCB TC’den domates almış karşılığında ise fabrika vermiştir” diyebiliriz. Bu kredi ile neler yapıldığına gelince; Kayseri Bez Fabrikası, Nazilli Basma Fabrikası bu kredilerle gerçekleştirildi. Tesisler sadece fabrika değil, sosyal tesisleri de olan birer yerleşke olarak planlanmıştı. Bunların dışında da Sümerbank Bakırköy Bez fabrikasının yenilenmesi, Bursa Merinos ve Gemlik Sunîipek fabrikalarının kuruluş aşamalarında teknik destek verilmesi süreçlerinde rol aldı SSCB. Dolayısı ile TC’nin ilk yıllarının tekstil devi olan Sümerbank’ın büyümesinde önemli bir rol oynadı.

SSCB’nin TC desteği bununla da kalmadı. Karabük Demir Çelik fabrikasının fizibilite etüdü SSCB uzmanları tarafından gerçekleştirildi. Fabrikanın fizibilite raporunda belirtilmiş olan diğer görüşlerin ışığında ise Zonguldak’ta antrasit fabrikasının kuruluşu gerçekleşti.

Yukarıda sözünü ettiğimiz “Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı” içinde başka fabrikalar da kuruldu Anadolu coğrafyasında. Bunların her birinin ayrı önemi vardır.

1935 yılında kurulan Keçiborlu Kükürt Fabrikası Etibank’ın kuruluşunu tetikledi. TC’nin madencilik ve metalürji devi olan Etibank böyle ortaya çıktı. 1935 yılında.

Etibank’ın kuruluşu ile birlikte Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nda öngörülmüş olan devletleştirme politikaları ivme kazandı. Bu kapsamda Ergani Bakır İşletmesi Almanlardan, Zonguldak havzasındaki kömür ocaklarının işletme hakkı Fransızlardan alınarak Etibank’a devredildi. 1937 yılında gerçekleşen bu devletleştirme işlemleri sayesinde kamusal sınai yatırımlar ekonominin yönlendirilmesinde önemli rol oynadılar.

Bunların dışında 1935 yılında kurulan Paşabahçe Şişe Cam 1936 yılında İzmit’te kurulan SEKA (Selüloz ve Kâğıt Fabrikası) 1939 kurulan Malatya iplik ve bez fabrikası da bahse konu sanayi planının ürünleridirler.

Sınai bir yatırım olamamasına karşın TC’nin ilk yıllarında ekonomik gelişmesine önemli katkı yapan İzmir Fuarı da SSCB yardımı ile kuruldu. Toplam 360 dönüm olan arazinin bir kültürpark ve fuar alanı olarak düzenlenmesi dönemin Moskova Sovyeti Başkanı Nikolay Bulganin tarafından görevlendirilen SSCB mimarları tarafından gerçekleştirildi.

Bütün bu yazılanlardan da anlaşılabileceği gibi TC’nin ilk dönemlerinde sınai ve/veya ticari yatırım olarak dişe dokunur ne varsa SSCB desteği bulunmaktadır. Finansal destek, teknolojik destek, insan kaynağı, planlama, yönetim kısaca bir işletmenin gereksinimi olan tüm alanlarda kimi zaman tümünde kimi zaman bir kısmında ama her zaman bir biçimde SSCB’nin yardım ve desteğini almıştır TC.

Bu başlık altında incelemeye çalıştığımız dönemde iki ülke arasındaki ticari ilişkiler sürekli artan bir seyir izlemiştir. Bahse konu döneme ait TÜİK verileri iki ülke arasındaki ticaret hacminin 1933’te yıllık 5.000.000 $ seviyesine ulaştığını göstermekte. Bu hacim 1936 yılında ise yıllık 11.000.000 $ seviyesine ulaşmıştır. TC bu dönemde SSCB’nin verdiği desteğe teşekkür etmek amacı ile iki jest gerçekleştirdi. Bunlardan ilki İstanbul Taksim’de bulunan Cumhuriyet Anıtı’nda iki Sovyet generali Frunze ve Voroşilov’a yer verilmesi (1929), ikincisi ise İzmir’in en güzel caddelerinden birine Voroşilov’un adının verilmesidir (1934).

Sözü daha fazla uzatmadan 1935 yılında SSCB’nin TC’ye tarımsal ürün karşılığında satmış olduğu 100 adet ZİS marka şehir içi ulaşım otobüsü sayesinde büyük şehirlerde şehiriçi toplu taşımacılık faaliyetinin başlamış olduğunu belirterek, bu kadar hızla yükselmiş ilişkilerin nasıl kırıldığını incelemeye çalışalım.

3- İlişkilerin kırılma dönemi

İki devlet arasında soğuk rüzgârların esmesi Çanakkale ve İstanbul boğazları üzerindeki egemenlik konusunun tartışıldığı Montreux Konferansı esnasında başladı. İki ülke burada görüş ayrılığına düştüler. Sonuçta uzlaşma sağlanıp sözleşme imzalandı. Ancak soğukluk ticari ilişkilere yansıdı ve TC ile SSCB arasındaki ticaret hacmi konferans öncesinde yıllık 11.000.000 $ iken iki yıl içerisinde 5.8 milyon $ seviyesine düştü.

Bu düşüşte, o tarihlerde başlamış olan ikinci büyük paylaşım savaşının da etkisi olmakla birlikte SSCB’nin TC’ye yönelik bazı taleplerinin de önemli rol oynadığını düşünebiliriz.

Savaş sürecimde TC tarafsız görünmeye özen göstermiş ancak ülkeyi yönetenler tercihlerini alenen kapitalist ekonomiden yana kullanmışlardır. Bu tercihin SSCB nezdinde TC’ye karşı duygusal bir tepki yaratmış olduğu düşünülebilir. Özellikle Marshall yardımının alınabilmesi için TC’nin verdiği ödünler (Şakir Zümre ve Nuri Demirağ fabrikalarının kapatılması, köy enstitülerinin faaliyetlerinin durdurulma kararı alınması vb.) SSCB’nin TC politikalarını etkilemiş olabilir. Bunun dışında Doğu ve Orta Avrupa’da kurulu pek çok devletin sosyalizmi benimsemiş olması bir yandan SSCB’nin müttefiklerini arttırmış bir yandan da dayanışma içine gireceği ülkelerin sayısını arttırmıştı. Böyle bir konjonktürde TC’ye olan ilginin azalması da doğaldı.

Ancak ilişkilerin nerede ise kopma noktasına gelme nedenlerinde, SSCB’nin TC’ye yönelik taleplerinin de rolünün olduğunu ifade etmeliyiz.

İki ülke arasında en son 1935 yılında on yıl için yenilenen “Dostluk ve Kardeşlik Anlaşması”nın tekrar uzatılabilmesi için SSCB TC’den Ardahan ve Artvin’in kendisine verilmesini ayrıca Montreux Anlaşması’nın revize edilmesini talep etmiş, bu talep üzerine ilişkiler iyice gerilmiştir. TC bu taleplere yanıt olarak İzmir’deki Voroşilov Caddesi’nin adını Plevne Bulvarı olarak değiştirdi ve NATO’ya girme çabalarını arttırdı.

İki ülke arasında iyice gerilen ilişkiler sonucu TC, ABD’ye daha çok yakınlaştı. Bu gerilim 1953 yılına kadar devam etti.

Burada şu hususu belirtmekte yarar görmekteyim. SSCB’nin talepleri iki ülke arasında ilişkilerin gerilmesine neden olmakla birlikte TC’nin kapitalist devletçi karma ekonomi politikasını terk ederek kamunun ekonomideki rolünü altyapı yatırımları ile sınırlandıran, ithal ikamesi politikalarını terk eden, özel sektörü temel alan ve kaynak temininde dış finansmanı önceleyen bir yol izlemesinin başlıca nedeni değildir. Bu tercih tek parti döneminde CHP içindeki egemenlik mücadelesinden özel sektöre ağırlık verilmesi yanlısı olan kesimin galip çıkması sonucu oluşmuştur. Bahse konu kesim daha sonra DP saflarında örgütlenmiş ve 1950 yılında yönetime gelmiştir.

4- İlişkileri normalleştirme çabaları

1950’li yılların ilk yarısının ortalarında SSCB uzun süreden beri devam eden planlı ekonomi modelinin başarılı sonuçlarını elde etmiş, savaşın ortaya çıkardığı yaraları sarmış ve güçlü bir devlet olarak kendini dünyaya kabul ettirmişti. Bu durumun bir sonucu olarak ülkenin dış politika stratejilerinde de değişim yaşandı. SSCB, TC’ye bir nota gönderdi:

“Sovyet Hükümeti, Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye karşı hiçbir toprak iddiasında olmadığını beyan eder.”

30 Mayıs 1953 tarihinde gönderilen bu nota iki ülke arasında yaşanan gerginlik nedeni ile dibe vurmuş ilişkilerin canlandırılabilmesi için bir vesile olmuştur. Tekrar kurulan ilişkiler iki ülke arasındaki ticaretin gelişmesini sağlamış olmakla birlikte bu ilişkiler 1960’lı yılların başına kadar ikinci büyük paylaşım savaşı öncesindeki seviyeye ulaşmamıştır. Bu durumun başlıca nedeni ise DP’nin ekonomik tercihlerinin yanında bu partinin komünizm düşmanlığı fikrini bir iç politika malzemesi olarak kullanmasıdır. Yine de DP’nin uyguladığı ekonomi politikaları ülkeyi bir çıkmaza sürükleyip yaşanan ekonomik kriz nedeni ile “bıçak kemiğe dayanınca” DP yönetimi son çare olarak SSCB ile ilişkileri geliştirme çabasına girmiş ve bu çaba SSCB tarafından olumlu karşılanmıştır. Bu gelişmeler sonucunda:

– 1957 yılında SSCB Türkiye İş Bankası ile bir anlaşma yaparak bir cam fabrikası kurulması için 3 yılda ödenmek üzere yıllık %3 faizli 3,5 milyon ruble kredi vermiş ve 2,5 yıl boyunca bu fabrikanın gerçekleştireceği ürünleri satın almayı taahhüt etmiştir. Bu anlaşmaya göre TC vatandaşı mühendis ve teknisyenler bir süre SSCB’de eğitime tabi tutulacak, fabrika üretime geçtikten sonra ise Sovyet mühendis ve uzmanlardan oluşan bir grup, gerçekleşecek üretim faaliyetlerine teknik destek vermek amacı ile fabrikada görevlendirileceklerdir.

– 1958 yılında Sümerbank ile bir anlaşma yapılmış ve bu sayede Beykoz Deri ve Kundura fabrikasının genişleyip büyümesi ayrıca Sümerbank’a bağlı bir tekstil işletmesi daha kurulması imza altına alınmıştır.

Giderek düzelen ilişkiler iki ülke arasında gerçekleşen ticaretin de tekrar canlanmasına yol açmış ve 1958 yılında dış ticaret hacmi 18.000.000 $ seviyesine ulaşmıştır.

DP’nin bir askerî darbe ile iktidardan uzaklaştırılması ilişkilerde bir etki yaratmamış, 1960 yılında Deri Kundura Fabrikası genişletme çalışmaları sürdürülmüş, 1961 yılında ise Çayırova cam fabrikası üretime başlamıştır.

Düşük bir hızla da olsa gelişen ilişkilerin gelişme hızının yükselmesi için 1964 yılının gelmesi gerekmektedir.

5- İlişkilerin yeniden parlaması

1964 yılında Kıbrıs’ta yaşanan gerginlikler TC ile Yunanistan’ın arasını açmış TC iki ülke arasında mevcut olan seyrisefain (ikamet, ticaret ve dolaşım) anlaşmasını tek taraflı bozarak İstanbul’da yaşamakta olan Yunanistan uyruklu İstanbul Rumlarını sınır dışı etmişti. Bu olay Yunanistan ile TC’nin arasının iyice açılmasına neden oldu. ABD devreye girdi dönemin devlet başkanı Lyndon Johnson Ankara’yı sert sözlerle uyaran bir mektup yazdı. Ankara bunun altında kalmayacağını göstermek için sert bir yanıt verdi. Dönemin başbakanı İsmet İnönü “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye yerini alır” diyerek göstermelik bir restleşme gerçekleştirdi.

Yaşanan olaylar TC ile SSCB arasındaki ilişkilerin hızla gelişmesine vesile oldu. TC geleneksel politikasını gerçekleştirmiş ve Batı ile anlaşmazlıklarını çözebilmek için SSCB’ye yanaşmıştı.

1964 yılında yaşanan bu olaylardan sonra TC’de yönetim değişti Suat Hayri Ürgüplü kabinesi iş başına geldi ancak politika değişmedi. Yeni başbakan bir adım daha ileri giderek Ağustos 1965’te SSCB’ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyaret sonrası hız kazanan ikili ilişkiler SSCB’nin dağıldığı tarihe kadar hız kesmeden devam etti. Özellikle 1980 darbesine kadar artarak gelişen ilişkiler 1980 darbesi sonrasında TC’deki radikal politika değişiklikleri ile duraklamış olsa da iki ülke arasında herhangi bir sürtüşme yaşanmadı. Bu süreçte TC’de de iki askerî darbe yaşanmış olması pek çok hükümet değişikliğinin gerçekleşmiş olması hattâ 1980 darbesi sonrasında Anadolu coğrafyasında solculara adeta “soykırım” denilecek bir uygulama sürdürülmesi bile iki ülke arasındaki ilişkileri önemli ölçüde etkilemedi. Bu durumun nedenlerini tartışmak ve (eğer gerekiyorsa) eleştirisini yapmak bu yazının odaklandığı konular değil. Bu nedenle yeniden iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin seyrine dönelim.

Öncelikle iki ülke arasındaki ticaret hacminin devasa bir gelişme gösterdiği gözlemlenmekte incelemeye çalıştığımız dönemde. Nitekim TÜİK arşivlerindeki göstergeler bu gelişmeyi doğrulamakta. Buna göre iki ülke arasında 1965 yılında 36.000.000 $ olan ticaret hacmi 1971 yılında 95.000.000 $ seviyesine yükselmiştir (rakamlar tarafımdan yuvarlatıldı -HT) devamında büyüyen ticaret hacmi 1980 yılında 330.000.000 $ seviyesine çıkmış, SSCB’nin dağıldığı 1991 yılında ise 1,7 milyar $ seviyesine çıkarak zirveye ulaşmıştır. Rakamların karşılaştırılması sonucu bu bölümde incelemeye çalıştığımız 26 yıllık dönemde iki ülke arasındaki ticaret hacminin 47,2 kat arttığını görmekteyiz.

Yine aynı dönemde ticaret hacminin artması dışında SSCB’nin teknolojik ve finansal olanakları ile de TC’nin sınai gelişmesine katkı vermiş ve pek çok sınai tesisin hizmete girmesini sağlamıştır. Bunlardan da söz etmeye çalışalım.

Aralık 1966’da SSCB Bakanlar Kurulu Başkanı Aleksey Kosigin, Ankara ziyareti gerçekleştirmiş, bu ziyaret esnasında iki ülke arasında önemli bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma çerçevesinde SSCB Türkiye’de bazı sanayi tesisleri kurulması için 15 yıl vadeli %2,5 faizle 225 milyon dolar değerinde kredi vermeyi taahhüt etti.

Bu anlaşma kapsamında İskenderun Demir Çelik Fabrikası, Seydişehir Alüminyum Fabrikası, Manavgat Hidroelektrik Santrali, Aliağa Petrol Rafinerisi, Bandırma Asit Fabrikası ve Oymapınar Hidroelektrik Santrali projeleri hayata geçirildi. Bahse konu projeler gerçekleştirilirken sadece yukarıda sözü edilen finansal desteği değil aynı zamanda materyal ve vasıflı işgücü desteği de verdi.

Aralık 1972’de iki ülke arasında İskenderun Demir Çelik fabrikası kapasitesinin iki katına çıkarılması için anlaşma imzalandı. Kapasite artırımı için gerekli olan finansman ve teknik destek her zaman olduğu gibi SSCB tarafından karşılandı.

Haziran 1978’de dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in Moskova ziyareti sırasında imzalanan anlaşma ile SSCB TPAO’nun kullanımına 50.000.000 $ değerinde araç gereç temin etmeyi taahhüt etti.

Haziran 1978’de yapılan bir başka anlaşma ile SSCB, TPAO tarafından gerçekleştirilecek petrol arama faaliyetlerine teknik destek vermeyi taahhüt etti.

Mart 1981’de iki ülke arasında “Seydişehir Alüminyum Fabrikası” kapasite artırımı sözleşmesi imzalandı. Bu sözleşme iki ülke arasındaki sınai işbirliği konusunda imzalanan son sözleşme oldu.

Bu tarihten sonra iki ülke arasında yapılan tüm anlaşmalar ikili ticareti geliştirmeye ve büyütmeye yönelik anlaşmalar oldu. Bu değişimin nedeni son derece açık; 12 Eylül darbesi ile birlikte TC sanayi yatırımlarına dayalı kalkınma yaklaşımını terk etmiş ve özel sermayenin sınırsız tahakkümüne dayalı neoliberal ekonomi modeline teslim olmuştu.

Neoliberal ekonomiye teslimiyet ile birlikte kamu kesimi yatırımcı olma vasfını yitirdi. Peşinden de o ana kadar yapılmış olan fabrikaların özelleştirme adı altında sermayeye peşkeş çekildiği süreci yaşamaya başladık. 1986 yılında Özal döneminde başlayan süreç günümüzde hâlâ devam etmekte. Tabii artık özelleştirmenin hızı iyice azalmış durumda. Bu durum da elde avuçta özelleştirilecek varlık kalmamasından kaynaklanıyor.

Kuvayımilliye döneminden başlayarak SSCB’nin dağıldığı 1991’e kadar iki ülke arasındaki ilişkileri incelemeye çalıştığımız bu yazıyı bahse konu dönemdeki ilişkilerin değerlendirilmesi sonucu derhal göze çarpan bir olguyu paylaşarak bitirmek istiyorum:

TC sınai yatırım yaptığı her dönemde SSCB onun yanında olmuş ve bu yatırımlara elinden gelen her türlü desteği vermiştir. TC’nin baş müttefiki olan ABD her daim TC’nin ağır sanayi hamlelerini engellemeye çalışırken, ticarette korumacı politikalardan uzaklaşmasını önerir ve ülkede fabrika yerine askerî üsler kurarken, yatırım olarak sadece ticari işletmeler açıp Anadolu’da yaratılan değerleri ülke dışına çıkarmanın hesaplarını yaparken, SSCB TC’nin ekonomik bağımsızlığının sağlanabilmesi için gerekli olan sınai tesislerin kurulmasına öncülük etmiş, gerek verdiği kredilerde gerekse sağladığı yardımlarda ticari kazanç sağlamayı düşünmemiş ve her daim TC’nin ekonomik bağımsızlığını kazanması için çaba sarf etmiştir. Bahse konu iki ülkenin (ABD ve SSCB) TC’ye yaklaşımları arasındaki fark kapitalist-emperyalist sistemle sosyalist sistem arasındaki farkın ikili ilişkilere yansımasından başka bir şey değildir.

TC’nin sanayileşmesinde yadsınması mümkün olmayan bir payı bulunan SSCB’nin bu alanda yapmış olduğu katkının maddî değerinin ölçülmesi ise pek mümkün görülmemektedir.

* İki ülke arasında yaklaşık yetmiş yılık bir sürede gerçekleşen ticari ve sınai ilişkileri ayrıntılı bir biçimde yansıtacak bir çalışma, bir dergi sayfalarına sığabilecek şekilde tasarlanmış bir yazı için son derece güç hattâ belki de imkânsız bir uğraş. Bu nedenle yazı, bahse konu ilişkileri bütün yönleri ile tartışmaktan daha çok bir fikir verme amacı ile hazırlandı. Konu ile ilgili okumalarım devam etmekte. İleride bu yazıda sözünü ettiğim beş dönemi de ayrı ayrı inceleyecek yazılar yazmayı planlamaktayım.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

Türkiye’de Sol Akımlar Cilt 1-2, Mete Tunçay, İletişim Yayınları, İstanbul 2009.

Türkiye Sol Tarihine Notlar, Mete Tunçay, İletişim Yayınları, İstanbul 2017.

İstiklal Harbimiz Cilt 1-2, Kazım Karabekir, YKY, İstanbul 2008.

S. İ. Aralov, Bir Sovyet Diplomatın Türkiye Anıları, İş Bankası Yayınları, İstanbul 2008.

Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi 1908-2009, İmge Kitabevi, Ankara 2015.

Yavuz İrs, Türkiye ile SSCB Arasındaki Ekonomik İlişkiler 1920-1991, Bilim ve Aydınlanma Akademisi Dergisi, Mayıs 2021.

Türkiye-Rusya İlişkilerinin 100. Yılı, Rusya Federasyonu Ankara Büyükelçiliği, Ankara 2017.

Ferruh Özder, Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı Ekseninde Atatürk Dönemi Türk Sovyet Ekonomik İlişkileri, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı 60, Ankara 2017.

Çağlar Benhür, 1920’li Yıllarda Türk Sovyet İlişkileri Kronolojik Bir Çalışma, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Bahar 2017 Konya.

Tuğba Korhan, Türkiye Cumhuriyetinin İlk Yıllarında Türk-Rus Ticari ve Ekonomik İlişkileri Üzerine, İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 24, Bolu 2018.

htpps://www.odatv.com. “Komünist akademisyenden yeni iddia” Eylül 2015.

https://tr.wikipedia.org/wiki

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz