Çok uzun zaman geçmedi, seçimler daha üç ay önce yapıldı. 14 Mayıs – 28 Mayıs “seçim” adı verilen müsamerelerin en berbatının üzerinden, daha üç ay geçti. Ve Saray Rejimi, devlet, tüm sahtekârlıkları, tüm içyüzü ile ortaya çıktı. Anlaşıldı ki, Erdoğan ile Kılıçdaroğlu arasındaki ortaklık, sanıldığından daha derin imiş. Anlaşıldı ki, sahtekârlık, sadece Erdoğan’a özgü değilmiş, hepsi aynı imiş. Anlaşıldı ki, Kılıçdaroğlu ve burjuva muhalefetin görevi, seçim süresi boyunca “demokrasicilik” oynayarak, Saray Rejimi’ne ve Erdoğan’ın üçüncü dönemine meşruluk kazandırmakmış. Anlaşıldı ki, hilesiz seçim yapmaları mümkün değilmiş. Anlaşıldı ki, Saray Rejimi, öyle seçimle gitmezmiş. Anlaşıldı ki, seçim ve seçime endeksli “demokrasi” aslında bir oyundan ibaretmiş. Anlaşıldı ki, hepsi ama hepsi, tüm burjuva partiler, artık bir tek partidir ve parti demeye bin şahit ister durumdadır.
Anlaşıldı ki, seçimlerde kimin nasıl seçileceği konusunda, Erdoğan nereye bağlı ise, Kılıçdaroğlu da, Akşener de, Bahçeli de vb. oraya bağlıdır. Tüm mesele, halkı bir kere kandırabilmek, bir kere daha enerjisini emmekmiş; tepkilerini söndürmek üzerine hesaplar yapılıyormuş.
Aradan üç ay geçti.
Bu üç aylık dönemde, vergiler arttı, yeni vergiler icat oldu, haraçlar peş peşe devreye girdi, zamlar yükseldi, işçinin, emekçinin, emeklinin, memurun, tüm çalışanların paraları pul oldu. Ülkenin, milyonlarca ailesi, açlık sınırının altında yaşamak zorunda kalıyor.
Geçen üç ay boyunca, ortaya çıktı ki, deprem bölgesinde, tüm yıkımlar, tüm kayıplar, yeni tarzda müteahhitlerin rant kapısı hâline getirilmek isteniyor. Depremi bir katliama çeviren Saray Rejimi, devlet, şimdi de sağ kalanlara, “keşke ölseydim” dedirtecek uygulamalara imza atıyor. Bir karabasan gibi işçi ve emekçilerin, halkın, kadınların ve gençlerin yaşamlarının üzerine çöken bu Saray Rejimi, daha da büyük hırsızlıklara, daha da utanmazca yağmalara yelken açıyor.
Ülkenin ekonomik yönetimini devralan uluslararası sermaye, bir yandan daha yüksek faizlerle borçları yeniden yapılandırırken, diğer yandan ilave vergilerin denetimini devralarak, vergilerin bir bölümüne el koyarak, savaş ekonomisi için gerekli hazırlıkları yapıyor.
Her gün ülkede, silahlı saldırılarla en az 10 kişi ölüyor.
Her gün, 3-4 kadın cinayeti işleniyor.
Her gün, 5 kişi intihar ediyor.
Her gün, 30’dan fazla çocuk, kayboluyor, kaçırılıyor, organ mafyasının eline düşüyor.
Her gün, 3-4 işçi, iş cinayetlerine kurban ediliyor.
Bu listeyi uzatmak mümkün.
Ve insanlar, açlıkla daha doğrudan yüz yüze gelmeye başlıyorlar.
Açlık ve çaresizlik, yaşamlarını zehir ederken, işçi ve emekçilere, dalga geçer gibi ücretler öneriliyor.
Ülkenin ortasında, 7 aydır deprem ile ilgili ağır bir gündem varken, Saray Rejimi, iktidarı, muhalefeti ile, sahte, sunî gündemlerle, yerle bir olmuş seçim sistemlerini, pespaye demokrasicilik oyunlarını yeniden ısıtmaya çalışıyorlar.
Ülkede hiç sorun yok, sorun, “acaba Kemal Kılıçdaroğlu, koltuğunda kalsın mı kalmasın mı?” Tartışmaya bakın hele! Acaba CHP kazandı mı, kaybetti mi? Elbette kazandı, çünkü Saray Rejimi sürüyor, halkın öfkesinin sokağa taşmasını önlediler, Saray Rejimi’nin ortağı olarak Kılıçdaroğlu biraz rezil olsa da, gül gibi işine devam ediyor. Elbette CHP kazandı. Sadece AK Parti, sadece Erdoğan kazanmadı; tüm rejim, tüm devlet kazandı. CHP, “devleti kuran parti” olduğuna göre, demek ki kazandı. İşçi ve emekçiler, halk kaybetti. Bu ülkede, AK Parti kadar CHP, halkın düşmanıdır. TC devleti, “milletim” dediği halkı her zaman düşman görmüştür. Ve halkı her kandırdıklarında, elbette kazanmış oluyorlar.
Şimdi bize yeni bir tartışma dayatıyorlar: CHP nasıl kurtulur?
Acaba, CHP’de değişim zamanı mı?
İyi de bunlardan, halka, işçilere, emekçilere ne? CHP, halkın, işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin partisi mi ki? Elbette değil.
İmamoğlu mu CHP’yi kurtarır, yoksa Kılıçdaroğlu mu?
Bu bizim sorunumuz değildir. Halkın sorunu depremdir, evsizliktir, barınamamaktır, açlıktır, işsizliktir, artan sömürüdür, çekilmez çalışma koşullarıdır, iş cinayetleri, kadın cinayetleri, çocuk cinayetleridir, artan baskı ve zulümdür, artan servet eşitsizliğidir, eğitim eşitsizliğidir, sağlık sistemidir, emeklilik sistemidir, yok edilen, gasbedilen özgürlüklerdir, tahrip edilen tarımdır, yağmalanan doğadır, savaşa gönderilen çocuklarının yaşamıdır.
CHP, bunların hangisi ele alınırsa alınsın, hepsinde, iktidarın yanındadır. CHP, daha çok sağa yönelmeyi seçmiş bir partidir. CHP, Alevileri devlete bağlamak için uğraş veren Kılıçdaroğlu tarikatının partisidir. CHP, gerici bir partidir ve hiçbir sosyal hak arama eyleminin savunucusu değildir. Ülkenin tüm sorunlarına, halkın öfkesini kontrol edebilmek için, sahte muhalefet yapan, Saray Rejimi’nin ortağıdır. O nedenle Kılıçdaroğlu, Erdoğan kazanınca, kendini de kazanmış addediyor.
Mayıs 2023 seçimlerinde, halka, “bu son seçimdir, ya demokrasi ya diktatörlük, köprüden önce son çıkış” diyenler, içlerinde muhalif gözüken sahtekâr gazeteciler de var, satılmış kalemler de var, şimdi “demokrasiyi korumak”tan söz ediyorlar. Seçim sonuçlarını bizden çok daha iyi bilen Kılıçdaroğlu, ilk turun sonunda, sonuçların halktan saklanması emrini vermiştir. Bu emri verenler, bu emri dinleyip gerçek sonuçları halktan gizleyenler, elbette suçludurlar. Bunların “demokrasi”den söz etmeleri, NATO egemenliğine kılıf bulmalarıdır.
Şimdi, karşımızda bir savaş kabinesi var.
Ülkenin ekonomisine, bir Düyûn-ı Umumiye tarzını geride bırakacak şekilde el koyanların atadığı kişileri, CHP açıkça “liyakatli” kişiler olarak ilan etmektedir. Yağma, rant ve savaş ekonomisi, tüm varlığı ile devam etmektedir. Kılıçdaroğlu, Akbelen’e, yüz binlerle değil, on binlerle değil, 10 milletvekili ile gitmiştir. “Beyaz Türk”lerin temsilcileri ile Akbelen’de direnen insanlara, sizin sorununuzu meclise götüreceğim demiştir, direnişe katılıp onların yanında saf tutmak yerine, “arkanızdayız” demiştir. Hep halkın arkasında, hep işçilerin arkasında olmuştur. Şimdi yüzümüze bakacaksınız; artık yüz yüze bakma dönemidir, hesaplaşma dönemidir.
Utanmadan, ülkenin gündemine, canhıraş bir çaba ile, yerel seçimler vb. gibi gündemler taşımaktadırlar. Ne oldu, artık Saray iyi mi oldu? Hani “önce Erdoğan” gidecekti? Ne oldu, şimdi Erdoğan’ın gidişi mi iptal oldu? Savaş politikalarının destekçilerinin başında CHP, AK Parti’den daha mı öne geçme hevesindedir?
İşçiler ve emekçiler, kadınlar ve gençler, bu ülkenin tüm direnenleri; şimdi sıra bizdedir. Biz, kendi gerçek gündemimize sahip çıkacağız. Bu doğrultuda örgütleneceğiz. Direnişi geliştirerek, kendimize ve birbirimize, sınıfımıza güveneceğiz, bunu öğreneceğiz. Her direniş bize, mücadele etmenin yeni yollarını öğretecek. Seyretmekle, asla ve asla hiç bir şey değişmeyecek. Onların, ister iktidar olsun, ister onların muhalefeti, onların masallarını, yalanlarını artık dinlemeyeceğiz. Bir kere daha aldatılmamak için, kendi gücümüze, kendi ellerimizle geliştirdiğimiz mücadeleye inanacağız. Nasıl ki, biz, emeğimizle, alınterimizle yaşıyoruz, aynı biçimde, aklımız ve emeğimizle, eylemimizle örgütleneceğiz ve direnişi büyüteceğiz. Birleşik emek cephesini birlikte öreceğiz. Her direniş, birleşik emek cephesinin yuvası hâline gelecek, direniş geliştikçe, akıllarımız daha da berraklaşacak, saflarımız daha da sıklaşacaktır.
Bize diyorlar ki, siz kendi örgütlenmeniz ile kurtulamazsınız, ille de bir burjuva partinin kıçına takılmalısınız. İyi de, bunca yıldır, bunu zaten yaptık ve bir dirhem ilerlemiş değiliz. Hep aldatılıyorsak, biraz da kabahat bizde, kendimize değil, onlara güvendiğimiz için, zor yolu değil, kolay görüneni seçtiğimiz için aldatılıyoruz.
Artık işçi sınıfı, bu ülkenin siyaset sahnesine, bağımsız, devrimci bir güç olarak çıkmalıdır. Savaş politikalarına karşı direniş buradan geçiyor.
Gerçek budur.
Biz, işçiler, emekçiler, kadınlar ve gençler, bu ülkenin yüzde 80-90’ını oluşturuyoruz. İrademizi burjuva partilere teslim etmeyeceğiz. Devrimci sosyalizmin bayrağını, yerden kaldırarak, yeniden yükselteceğiz.
Çözüm, direniş hattındadır.
Onurlu olan tek yol budur. Tek çıkış yolu budur. Doğanın ve insanın kurtuluşu birbirine bağlıdır, bu da devrim ve sosyalizm yoludur, işçi sınıfının devrimci yoludur.
Unutmayacağız, eğer örgütlü isek, her şey demeğiz.