İktidarın bir yönetememe hâli var.
Burjuva muhalefet ise, bu durumu, “bir yönetme tarzı” olarak sunmak istiyor.
Nasıl mı? Örnekleyelim.
Saray Rejimi, salgın nedeni ile, Cumhurbaşkanı’nın ağzından halka söz verdi ama maske dağıtamadı. Bu bir gerçek. Bilmeyen yok, bilmiyorum diyen de kendi kendisi ile birlikte kaldığında bildiğini fark ediyordur. Bu bir yönetememe hâlidir. Zira, Sağlık Bakanlığı Menzil tarikatına ait gibidir ve yeni Bakan, Esat Coşan tarikatındandır. Kendisinin Medipol diye hastahaneleri vardır, gerçekte bunlar Coşan tarikatına aittir. Çeteler, diyelim ki Coşan çetesi ile Menzil çetesi, bu işte birbirinin ayağını kaydırmak istemektedir. Menzil tarikatı üzerinden gelmeyen hiçbir mal, sağlık bakanlığına satılamaz desek yeridir. Ama diğerleri de bundan pay almak istemektedir. İşte size yönetememe meselesi. Sonunda Cumhurbaşkanı, şahsım olarak, işlerin çok da iyi yürüdüğünü söylemektedir. Bu bir özettir.
Okul meselesini ele almak istiyoruz. Esas konumuz budur.
Ülkede 18 milyondan fazla insan lise ve altı sınıflarda eğitim görmektedir. Yani üniversiteleri hariç tuttuk. Bu 18 milyon genç, artı göçmen çocuklar, 1 milyonu aşkın öğretmen tarafından okutulmaktadır. Bu 18 milyon öğrencinin, 1 milyon 400 bini (bu yıl kriz, pandemi nedeni ile bu rakam 1 milyona inmiştir), özel okullarda eğitim görmektedir.
Demek oluyor ki, %7-8 arasında bir ayrıcalıklı eğitim alan, gerçekte “kaliteli” anlamında değil, ama ayrıcalıklı eğitim alan bir kesim var.
Bu, fırsat eşitsizliği demektir.
Eğitim açısından, zengin ve yoksul açısından oluşan farklılık, fırsat eşitliği denilen şeyi tamamen ortadan kaldırır. Bu hukukî olabilir ama adaletli değildir. Fırsat eşitsizliği, sınav sistemlerine dayalı eğitim politikaları ile daha da artmaktadır. Bunu da üzerine koyun.
Ama Covid-19 salgını nedeni ile, bugünlerde okulların açılmaması, bu fırsat eşitsizliğini kat be kat artırmaktadır.
Salgın döneminde milyonerler, servetlerini katlayarak artırırken, işçi ve emekçiler daha büyük bir yoksulluğun pençesine itilmektedirler. Bunu biliyoruz. Bu durum, zaten sözü edilen fırsat eşitsizliğini daha da artırıyor.
Ama bir de hükümetin politikası var.
1- Okulları açamayan bir politika.
2- Öğretmen maaşlarını bir yük olarak gören politika.
Aslında bu, ülkeyi bir anonim şirket gibi yönetme istek ve iradesinin, üzerine bir de kötü bir AŞ yöneticisi olma hâlinin binmesi ile oluşan bir durumdur.
Milli Eğitim Bakanı, kendisi, özel okul sahibi, yani patrondur. Bir eğitimci özelliği olamaz. Bir özel okul patronu, milli eğitim bakanı olursa, öğrenciye müşteri olarak bakan mantığı ülke eğitiminin her alanına yayar. Müşteri mantığı, fırsat eşitsizliğini bin kat daha artırır. Öyle ya, “money first” sisteme egemen olur, ne kadar paran varsa o kadar eğitim alırsın. Bu durumda devlet okullarında (izninizle bunlara kamu okulları da denilebileceğini vurgulayalım) eğitimin “kalitesi” ne kadar düşerse, özel okullara talep o kadar artar.
Covid-19 salgını bahane edilerek, Saray Rejimi’nin yönetememe hâli gizlenmek, örtülmek isteniyor.
Şöyle düşünün: Restoranlar açık. Gerekli önlemler “alındı” ve restoranlar açıldı. Cafeler ha keza. AVM’ler, gerekli önlemler “alındı” denilerek açıldı. Turizm sektörü, gerekli önlemler “alındı” denilerek faaliyete geçirildi. Ki, gerçekte hiçbir yabancının bu koşullarda ne bu yıl, ne de 2021’de turizm için ülkeye gelmeyeceği biline biline.
Ama sıra okullara gelince, “salgın nedeni ile” okullar açılmadı.
31 Ağustos’ta açılması beklenen okulların açılışı, 11 Ağustos günü, başka hiçbir önlem alınmadan, ertelendi. 21 Eylül’de okulların açılması kararı alındı. Yine hiçbir önlem alınmadı ve bu kez, okullar, sadece 1. sınıflar ve anaokulu öğrencileri için, haftada bir gün yüz yüze eğitim verilecek şekilde açıldı.
20 Eylül akşamı, velilere mesaj gönderilerek, online eğitimin “teknik arıza” nedeni ile yapılamayacağı, daha sonra yapılacağı açıklandı.
Bakanlar, interneti olmayan kırsal alanlarda, “çocukların kahvede eğitim görmesini” önerdi. Kahvede eğitim alırken “korona bulaşmıyor” mu? Virüs, okulda yüz yüze eğitim sırasında mı bulaşıyor? Başka yerlerde virüs bulaşmıyor. Kahvede bulaşmıyor, cafede bulamıyor, AVM’de bulaşmıyor, fabrikada bulaşmıyor, otobüste bulaşmıyor, restoranda bulaşmıyor, ama okulda, işte orada bulaşıyor.
Hiç sordunuz mu acaba, kuran kurslarında virüs bulaşıyor mu?
Acaba, medreselerde virüs bulaşıyor mu?
Virüs, Erdoğan miting yapıp, orada çay paketi atma oyunu oynarken bulaşmıyor.
Virüs, AK Parti toplantılarında bulaşmıyor.
Ama virüs, bir protesto eyleminde mutlaka bulaşıyor.
Virüs, işçiler polis tarafından coplanırken bulaşmıyor, ama işçiler kortej şeklinde yürüyüp slogan atarsa, işte o zaman bulaşıyor.
Biraz daha yakından bakalım okullar meselesine.
Devlet denilen çark, okullar için önlem aldı mı?
Mesela sınıflarda oturma düzeni, çocukların birbirlerine tükürük bulaştırmayacakları bir yöntemle ayarlandı mı? Okul içinde sınıf düzeni buna göre ayarlandı mı? Eğer okul binaları sayı ve alan olarak yetersiz ise, mesela AVM’ler okul hâline getirildi mi? Mesela camiler, okul hâline getirildi mi? Bunların yapılmadığını biliyoruz.
Acaba, devlet denilen makina, çocuklardan, hijyen malzemeleri alıp okula getirmelerini isterken, çocukları mı düşünüyor, yoksa ilave olarak ailelere, yoksullara yeni yükler mi yüklüyor?
Eğer her alanda, virüs bulaşmasın diye gerçekten önlem alabildiler ve bu alanları halka açık hâle getirdilerse, okullar için neden bunu yapmadılar?
Açıktır ki, aileler, çocukları için korkmaktadır. Bu korku altında, en azından bir yıl, eğitimden vazgeçmeleri sağlanmış durumdadır.
Bu durumda, öğretmenlerin yük hâline geldiği açıklanan maaşları, düşük oranlarda ödenerek, aslında, devlet bütçesine katkı yapmaları sağlanmaktadır. Oysa o öğretmenlerin maaşları yerine, mesela Saray’ın masrafları düşürülebilirdi. Mesela polislerin maaşlarının, askerlerin giderlerinin, silahlanma harcamalarının, diyanet işleri kadrolarının maaşlarının yük olduğu iddia edilebilirdi. Böylece okullar yüz yüze eğitime açılabilirdi.
Yüz yüze eğitim, ne olursa olsun, fırsat eşitsizliğini daha da artırmayı önleyebilecek bir önlemdir. Ama devlet, Saray Rejimi, bunu feda etmekte bir beis görmemektedir. İşçi ve emekçilerin çocuklarının kendi aileleri ile eğitim almaları mümkün değildir.
Oysa, öğretmen sendikaları aktif olarak işin içine katılarak, çocukların daha sağlıklı bir ortamda, eğitim alabilmelerinin yolu açılabilir.
Toplumda, “kendini düşünme” ve bundan başka da kimseyi umursamama halinin yaygınlaşması için her yolu deneyen pandemi yönetimi var. Bu pandemi yönetimi, her gün Saray çevresi ve üst düzey bürokrasiye, 30 bini aşkın test yapmakta, ama halkın test yapmasının önüne engel olmaktadır. Pandemi yönetimi, özel hastahaneleri pandemi hastası almayı zorunlu kılacak önlemler almaktan özenle uzak durmaktadır. Pandemi yönetimi, her gün yalan haberlerle halkı kandırmaktadır.
1 milyonu aşkın öğretmen kadrosunu artırmak için hiçbir çaba göstermeyen Saray Rejimi, bekçiler ordusu oluşturmakta, hızlı takviye kuvvetleri ile kontr-gerilla birlikleri organize etmektedir.
Şaşkınlık içinde ne yapacağını şaşırmış geniş kitleler ise, açlıkla boğuşurken, işsizlikle boğuşurken, çocuklarının eğitim hakkından mahrum kalmasına sessiz kalmakta, ne diyeceğini kestirememektedir.
Paran kadar sağlık, paran kadar eğitim, paran kadar ulaşım “hakkı” ile krizin tüm faturası işçi ve emekçilerin, geniş kitlelerin üzerine yıkılmaktadır.
Ülkeyi bir çiftlik olarak görüyorlar. Sahibi, uluslararası tekellerin ve onların yerli ortakları olan tekellerin olduğu bu çiftlikte Saray Rejimi, tüm devlet kadroları, çeteleşmiş gruplar, keseleri, kasalarını doldurmak işi ile meşguldürler.
Eğitimde pandemiye hazır olmayan, yük olarak görülen öğretmenler, eğitim emekçileri değildir. Pandemiye hazır olmayan, okul binalarıdır, devlet yönetimidir, onun uzantısı olan MEB’dir.
Pandemi koşullarında işyerlerini, fabrikaları çalışma kampına çeviren, işçilerin sağlıklarını hiçe sayan iktidardır, devlet makinasıdır.
Kendi geleceği olmayan Saray Rejimi, tüm ülkenin, işçi ve emekçilerin geleceklerine göz dikmiştir. Kendi gelecekleri olmadığından, halkı bastırmak için her türlü yolu mübah saymakta, devlet terörü ile halkı sindirmeye çalışmaktadırlar. Eğitim politikası, tam olarak bunun ifadesidir. İflas etmiş bir devlet çarkının göstergesidir. Tıpkı sağlıkta olduğu gibi.