“Sanatçı, biçimlerin kendilerinden daha çok, biçimlendirici kuvvetlere değer yükler.”[1]
“Sanatın iflası”ndan[2] söz edilen kesitte de “Sanat lüks değil ihtiyaçtır”;[3] ezilen insan(lık) için elzemdir; Bertolt Brecht’in, “Sizler, şu an batmakta olan geminin duvarlarına çiçek resimleri yapıyorsunuz ve bunun adına da sanat diyorsunuz,” diye uyardıklarına inat.
Kolay mı? “Bir ülkede akıl ve sanattan çok servete değer verilirse, bilinmelidir ki orada keseler şişmiş, kafalar boşalmıştır,” diyen Friedrich Hölderlin çok şeyi özetlerken…
“İngilizce’deki ‘art’ sözcüğü, at terbiyeciliği, şiir yazma, ayakkabıcılık, vazo ressamlığı ya da yöneticilik gibi her türlü insanî beceriyi ifade etmek için kullanılan Latince ‘ars’ ve Yunanca ‘techne’ sözcüklerinden türetilmiştir. Bu eski düşünüş tarzında insanların sanat faaliyetlerinin karşıtı zanaat değil doğaydı. Bu eski ‘sanat’ anlayışı bugün bile kısmen yaşıyor ve bunun sonucu olarak bizler tıp ya da aşçılık gibi kimi faaliyetleri hâlâ ‘bir sanat’ olarak nitelendiriyoruz. Ancak XVIII. yüzyılda bu geleneksel sanat kavramının yazgısını tayin edecek bir bölünme gerçekleşti. (…)
“Bir tarafta yeni güzel sanatlar kategorisi (şiir, resim, heykelcilik, mimarlık, müzik), bunun karşısında ise zanaatlar ve popüler sanatlar (ayakkabıcılık, nakışçılık, hikâye anlatıcılığı, popüler şarkılar, vesaire). Artık, güzel sanatlar diye adlandırılan şey, esin ve deha ile ilgili bir meseleydi, bunlar incelmiş zevkler yaratarak kendi kendilerini amaç olarak sunan şeylerdi; Hâlbuki zanaatların ve popüler sanatların icrası için becerinin ve kuralların varlığı yeterliydi: Bunların hedefi sırf kullanım değeri sunma ya da eğlendirmekten ibaretti. (…)
“Nitekim bugün ‘Şu gerçekten sanat mı?’ diye sorarken artık ‘İnsan ürünü mü yoksa doğanın ürünü mü?’ sorusunu değil, ‘Prestijli (güzel) sanatlar kategorisine mi ait?’ sorusunu kastediyoruz,”[4] biçiminde tarif edilmesi mümkün olan tabloda, yeniden eski(meyen) telakkiyi anımsamakta yarar var.
Örneğin “İnsan varoluşunun ta kökündeki bu büyü -güçsüzlük duygusu ile birlikte güçlülük bilincini, doğa korkusu ile birlikte doğaya üstünlük sağlama yeteneğini yaratma- her türlü sanatın başlıca özüdür. İnsanların kullanabilmesi için taşa yeni bir biçim veren ilk alet yapıcı, ilk sanatçıydı. Bir nesneyi doğanın sonsuzluğu içinden seçip onu işaretleme yoluyla evcilleştirerek öbür insanların kullanabileceği bir alet olarak ortaya çıkaran ilk ad-verici de büyük bir sanatçıydı. Ritmik bir ezgi yoluyla çalışma sürecini düzenleştiren, böylece insanın toplu iş gücünü artıran ilk örgütleyici de bir sanat yalvacıydı. Hayvan kılığına girip bu benzeşme yoluyla avı yakalamayı kolaylaştıran ilk avcı, belli bir çentik ya da süsle bir aracı ya da silahı işaretleyen ilk taş devri insanı, bir hayvan derisini bir kayaya ya da ağaca gererek aynı cinsten hayvanların yakalanmasını sağlayan ilk oymak beyi, bütün bu insanlar sanatın öncü atalarıydılar,”[5] tespitini Ernst Fischer’in…
* * * * *
Oscar Wilde’ın, “Sanat, taklidin bittiği yerde başlar”; Wassily Kandinsky’nin, “Sanatta şart yoktur çünkü sanat özgürdür”; Paul Gauguin’in, “Sanat, ya taklittir ya devrimdir.” “Sanat doğadan çıkarılan bir soyuttur”; Robert Engman’ın, “Bir sanat eseri asla tamamlanmaz. Daha önceden sorulan bir soruyu cevaplar ve yeni bir soru sorar”; “Bir sanat eserinin düzeyi, ifade ettiği fikir ne kadar derinlere gömülmüşse, ne kadar iyi saklanmışsa o kadar iyidir,”[6] vurgularıyla da betimlenmesi mümkün olan sanat, günümüzde sınıflı sömürücü iktidarın çok boyutlu saldırgan kuşatmasıyla karşı karşıya…
Mesela 7’ncisi düzenlenen “Esaretten Cesarete” temalı kısa film yarışması, Ankara’da Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezinde düzenlenen ödül töreninde “Kurtlar” adlı filmiyle yarışmada ödül almaya hak kazanan 24 yaşındaki yönetmen Ecre Begüm Bayrak, ödül konuşmasında 19 Mart 2025’ten beri tutuklu olan öğrencilere desteğini belirtip, Grup Yorum’un şarkılarına YouTube ve Spotify’da erişim engeli getirilmesini eleştirdi. Bunun üzerine TRT spikeri Oya Eren Özkan, sunucu olarak sahnede bulunmak istemediğini söyledi ve “Siyaset yapmayın” diyerek sahneden ayrıldı. Hızını alamayan Özkan, Bayrak’a küfür ve hakaret etti. Salonun dışına taşan olayda Özkan, Bayrak’ı “vatansız” olmakla itham ederken bozkurt işareti yaptı. Özkan, Bayrak ve arkadaşları yaşananlar üzerine salondan ayrılırken ise “kansız köpek” diye bağırdı![7]
Öteki de “Sanat pratikleri, son yıllarda yaygınlaşan teknoloji ve yapay zekânın etkisiyle dijitalleşiyor,” yaygaraları! Dijitalleşmenin yaratıcılığı geliştirdiğini düşünenler de varken; bunu “pop dalgası” olarak tanımlayan Ebru Yetişkin, “Özgün olanı mumla arayacağız,”[8] diyor, haklı olarak!
Tam da burada “Sanat(çı) ne yapar?” sorusuyla yüzyüzeyiz…
* * * * *
Sanatın gereklerini yüksek sesle savunmamız gereken günlerdeyiz; Bertolt Brecht’in “Kurtuluş yok tek başına/ Ya hep beraber ya hiçbirimiz” dizelerindeki üzere.
Kolay mı?
“İnsanların çıplak ayakla dolaştığı bir dünyada yazarın görevi ayakkabı yapmaktır,” der Jean-Paul Sartre’ın yol gösterici sözü.
Toplumsal gerçeklikler, siyasi atmosfer sanatçıyı bir duruş sergilemeye iter; bundan hiçbir sanatçı kaç(ın)amaz.
Sessizliği “tarafsızlık” olarak sunmaya kalkışanlara ‘Hayır’ diyen sanatçı, sessiz kalmanın çürümeye hizmet ettiğini dillendirir. Çünkü sessizlik tarafsızlık ol(a)maz. Zaten tarafsızlık (diye bir şey) da yoktur, gerçekte…
Sessizliğin zulmedenlere güç verdiği herkesin malumken; “teslim olmamaktır bütün mesele”.
Evet adaletsizliğin batağında, haksızlıklar karşısında sanatçının konumu toplumsal direnişin saflarıdır; sanatçı sırça köşkündeki prens ve prensesi oynayamaz, oynamaya kalkışırsa sanatçı ol(a)maz.
Baskılar ne denli devasa ölçekli olursa olsun sanat, sınırlı da olsa sesimizi duyurma imkânını sağlar; söz konusu imkânı kullanmanın bedeli ne olursa olsun!
Şuna şüphe yok: Sanatçı hâkikatle ilişkisini sağlam tuttukça umut üretir; yüzünü yana umuttan çevirmek bir direniştir.
Sanatçının hakikât karşısında konumlanışı öncelikle, insan olma sorumluluğundan kaynaklanan ahlâki bir duruştur.
Nedir (mi) o? İnsan onurunu ayaklar altına alan haksızlıklar karşısında ses çıkarmak.
Haksızlıkları sadece görmekle yetinmez, göstermek zorundadır sanat(çı).
Çünkü sanat(çılar), toplumun hayallerini, sevdalarını, korku ve umutlarını sembollerle anlatmaya, yani hem kendi halklarına hem de insanlığa dolaylı yollardan ses olmaya gönüllü ve mecburdur.
Burada elbette sanattan asıl anladıkları ve hedefleri ün ve zenginlik, kişisel çıkar ve ayrıcalıklı yaşam olmayan gerçek sanat(çılar)dır sözü edilen.
Mesleğiyle ilgili üretimle direnen sanat(çı) yeni dünyalar kurguladığına göre, sanatçının hayata karşı ahlâki bir sorumluluğu olduğunu ve bununda haksızlıklara karşı durmanın mütemmim cüzü olduğunu da eklemeliyiz.
Sanat(çı) sorgulayarak, ön yargıları sarsarak yaşama hâlidir; bu böyle ise, kelimenin sözlük anlamının bir duygunun, tasarımın, güzelliğin vb dışa vurumunda, anlatımında kullanılan yöntemlerin tümü ve bu yöntemlerle ortaya konulan üstün yaratıcılık olduğu “es” geçilmemeli.
“Günümüz sanatçısının önünde kendini özne sanan, ama gerçekte nesneleşmiş insanın gerçek kimliğine kavuşturulması gibi bir görev de durmaktadır. Çünkü sanatçı, yaşanan gerçekliğin değişebilirliğine, daha güzel bir dünyanın mümkün olduğuna inanır ve ona vurgu yapar durmadan.
“Sanatçı birey olarak toplum ve sistem tarafından dayatılmak istenen bu durumu kabullenmediği için tavır alır ve ‘aykırı’ bir konuma düşer. Uyumsuzlukla suçlanır. Bundan rahatsızlık duyup uyum sağlama çabası içine girmesi sanatçı duyarlılığı açısından tehlike çanlarının çalması anlamına gelir.
“Sanat, insanın doğayla, toplumla ve kendisiyle ilişkisinin özel ve tikel görünüşlerinin zenginliği ve çeşitliliği içinde estetiksel olanın zihinsel şekillenmesi olduğuna göre, kurulu düzene, sisteme yerleşmiş kalıp ve şablonları kırmak zorundadır.”[9]
Kötülerin ve güçlülerin her alanda hâkim olduğu bir dünyada yaşıyoruz hepimiz; iyinin, doğrunun, güzelin hâkim olacağı bir dünyaya ancak sanatı da içeren mücadele umuduyla ulaşılabiliriz. Çünkü umut; sanatla, dayanışmayla ve toplumsal bilinçle güçlendikçe daha da görünür olabilir.
* * * * *
Şimdi burada bir parantez açıp hatırlatalım!
Bertolt Brecht, “Tüm sanatlar, sanatların en büyüğü olan yaşam sanatına katkıda bulunur.” “Sanatın apolitik olması, egemenlerle iş yaptığı anlamına gelir.”
Ruhi Su, “Bir şeyler getirmiyor, ileriye doğru bir şey değiştirmiyorsa, yaşıyor sayılmaz bir sanat. Gelenekler bile yaşayanla zenginleşir. Yaptığımız iş, hem halkın özlemlerini gerçekleştirmeli, hem de halkın özlemlerini geliştirmeli.”
Orhan Kemal, “Sanatçı önce hiç kimsenin arabasına binmez. Hele hele bindiği ya da binmek zorunda kaldığı arabanın da düdüğünü çalmaz. Sanatçı ancak ve ancak ‘hak’ bellediği doğruluğuna inandığı şeylerin düdüğünü çalar. Bu düdük kendi düdüğüdür. Akıldır, toplumun yüksek çıkarıdır.”[10]
André Malraux, “Bir sanatçı, başkalarını memnun etmeye çalışmayı bıraktığı zaman yaratıcılığını keşfeder.”
Friedrich Nietzsche, “Gerçekler yüzünden ölmemek için sanata sahibiz.”
Cesar A. Cruz, “Sanat, rahatsız olanı rahatlatıp, rahatı yerinde olanı rahatsız etmelidir.”
Albert Camus, “Sanat eseri, bir itiraftır.”
Theodor Ludwig Wiesengrund Adorno, “Özgür olamayışın ortasında özgürlük benzeri bir şeyi dile getirir sanat.” “Sanatın bugünkü görevi, düzene kaos getirmektir,” derlerken; içinden geçtiğimiz kesitte sanat(çın)ın da ne yapması gerektiğini hatırlatırlar hepimize…
19 Ağustos 2025, İstanbul.
[1] Paul Klee.
[2] Tuncay Özkaradeniz, “Sanatın İflası”, Güney Dergisi, No:108, Nisan, Mayıs, Haziran 2024, s. 36-41.
[3] Vecdi Sayar, “Sanat Lüks Değil İhtiyaçtır”, Birgün, 29 Haziran 2025, s. 19.
[4] Larry Shiner, Sanatın İcadı Bir Kültür Tarihi, çev: İsmail Türkmen, Ayrıntı Yay., 2013, s. 22.
[5] Ernst Fischer, Sanatın Gerekliliği, Çev. Cevat Çapan, Payel Yay. Haziran 1995, s. 34.
[6] Andrey Tarkovski, Şiirsel Sinema, çev: Ebru Kılıç, Agora Kitaplığı, 2009.
[7] Tuğçe Çelik, “Bozkurt İşareti Yapan TRT Spikeri: Siyasi Mesaj Vermeyelim”, Birgün, 1 Haziran 2025, s. 2.
[8] Deniz Burak Bayrak, “Dijitalleşen Dünyada Sanatın Yeni Rotası”, Birgün, 16 Temmuz 2024, s. 13.
[9] Hicri Özgören, “Farklılık Zenginliktir”, Yeni Yaşam, 27 Mart 2025, s. 11.
[10] Orhan Kemal, Önemli Not, Everest Yay., 2007.