Saray Rejimi, seçim ya da Erdoğan ve İmamoğlu

Mart 2025, ilginç gelişmelerle geçiyor.

Şubatın sonunda, 27 Şubat 2025’te, Öcalan, PKK’yi feshetmeye ve Kürt hareketini silah bırakmaya çağırdı. Devletin istediği buydu ve görünüşe göre Öcalan, bu isteği “yerine getirdi.” Süreç önceden Saray basınının diline vurmuştu. Mesela, solucan Selvi, bunu önceden yazmıştı. 

Bunca şeyi önceden bilmeyi seven solucan gazeteciler, nasıl oluyor da kendilerini önemli varlıklar olarak görüyorlar? Konumuz bu değil ama soru budur. Maalesef insan olduklarını söylemek zor olduğundan, kendilerine “varlık” diyoruz. Hem ekonomi bilimine uygundur, çünkü birer varlık olarak alınıp satılma değerleri vardır. Hem de savaş planlamasına uygundur, nihayetinde her teçhizat bir “varlık” olarak değerlendirilebilir. Silahın yağlanması gibi, solucan gazetecinin de ihtiyaçları vardır. Biraz aferin, biraz popülarite, ama en önemlisi, paradır. Solucan gazeteci ne kadar şekilsiz bir hâl alıyorsa, o kadar makbuldür. Abdülkadir Selvi, AS cinsinden makbuldür, onun için ona çok bilgi geliyor ve o da kendini, “bilgi kaynakları çok solucan” olarak tanıtmaktadır. Yazık, para verecek kaynağı sınırlıdır. Ahmet Hakan, AH çekilerek desteklenen solucan gazetecidir, ona verilen her kuruş için sahibi, “ah” çekmektedir. Rasim Ozan Kütahyalı bu durumda ROK okuyor, sürekli “şah”ı korumak için görevli gazeteci solucandır. Cem ise en Küçük’leridir ve görevi, kendine yer aramaktır. Bunun için yapmayacağı küçüklük yoktur. Neyse, konumuz bu değil.

Bu solucan gazeteciler, Ekrem İmamoğlu’nun diplomasını konu edinip, önce 15 Mart’ta diplomanın iptal edileceğini, ardından da 18 Mart’ta iptal edileceğini yazmışlardır. Haberciler ya, solucan gazeteciliğin bu güzide temsilcileri, aslında “bağımsız yargı”dan haber almaktadırlar. Ne müthiş! Hiçbir solucan bu denli gazeteci muamelesi görmemiştir ve hiçbir ülkede gazeteciler, kendi mesleklerine göz dikmiş bu denli solucanlar, varlıklar görmemiştir.

İmamoğlu ile birlikte diploması iptal edilenlerden hiçbiri, 30 yıl önce yapılan bu işlemin iptal edilerek diplomalarının ellerinden alınması tehdidi ile karşı karşıya kalmamıştır. İmamoğlu, Cumhurbaşkanı adayı olacağını açıklayınca, bir de diğer CHP adayları gibi, Ekmeleddin, İnce ve Kılıçdaroğlu gibi sindirilemeyeceğini ortaya koyunca, bildikleri bir şey akıllarına geldi.

“Kişi kendinden bilir işi” hesabı, Erdoğan’ın diploması olmadığını bilenler, hemen yeni aday biraz dişli çıkınca, diploması ile uğraşmaya başladılar. Ve İmamoğlu’nun diploması iptal edildi. CHP, “TC devleti, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir” duasını çok sevdiğinden, o gece bu hukuk garibesine karşı ne önlem alacaklarını tartışmayı seçtiler. Öyle ya, hukuk bunu çözecek! Ama İmamoğlu, artık yargıya da güvenmediğini ilan etmişti.

Bu arada, dikkat çekici gelişmelerden biri, Bahçeli imiş gibi sürekli mesaj yayınlayan Atasagun’un mesajlarıdır. Bahçeli, sağlığı yerinde iken bu denli mesaj yayınlamazdı. Ama mesajlar sıklaştı. Diploma kavgası kızıştı, Bahçeli imiş gibi Atasagun, tüm Kürtler silah bırakmalıdır, dedi. Diploma iptal edildi, Bahçeli imiş gibi Atasagun, “PKK hemen kongreyi toplasın, Malazgirt’te toplasın, 4 Mayıs’ta toplasın,” dedi. Bahçeli, sağ iken PKK’nin silah bıraktığını görmek ister gibidir. Ama nedense komiktir. PKK, Malazgirt’te kongre toplayacak, iyi de güvenliğini de MHP kadroları mı alacak? Bahçeli kılığında çok mesaj geliyor gibidir.

18 Mart akşamı diploması iptal edilen İmamoğlu, 19 Mart günü gözaltına alındı. 

CHP, sokağa çıkmamak için uğraşırken, İmamoğlu, kendini “milletine” emanet etmeyi unutmadı. 

Saray, tüm ülkede kayyum politikasını dayatmaktadır. İçeride ve dışarıda savaş politikasıdır bu. Ve kayyumlara izin vermemenin ilk yolu, kayyuma belediyeleri teslim etmemekten geçmektedir. Kayyum politikasını daha da yaymak isteyen iktidara, Saray’a verilecek en gerçekçi yanıt budur. Kayyum bir gasp ise, bu gasba karşı belediyelerin işgali bir haktır. 

19 Mart günü, İstanbul Üniversitesi öğrencileri, polis barikatını aştı ve ardından, Özel, “Saraçhane’deyim, nereye gideceğim diyenler buraya gelebilir,” dedi. Bir siyasal figür değil de, “halkı sokağa çıkmaya davet etmekten korkan” bir siyasal figür olarak, utangaç bir çağrı yapmak zorunda kaldı. Herkes zaten sokaklara çıkmaya başlamıştı. 18 Mart akşamı sokağa çıkamayan CHP, 19 Mart’ta kendi kitlesini de tutamadı. ODTÜ öğrencileri, “Sarayı boşalt, biz geliyoruz” diyerek aslında doğru adresi gösterdiler ama ilk gün barikatı aşamadılar. CHP milletvekilleri, meclisten CHP merkezine yürümek zorunda kaldılar. Ayaklarına kara sular inmemiştir inşallah. 

Direniş ruhu, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin barikatı yıkmasındadır, ODTÜ’den yükselen sestedir, fabrikalarda gelişen direniştedir, kadınların direnişlerindedir. 

Peki tüm bu olup biten nedir?

Egemenlerin yönetme krizidir. Yanlış anlaşılmasın, “eski yöntemlerle yönetemiyorlar” demek, hiç yönetemiyorlar demek değildir. CHP, son derece kurnazca, mesela Saraçhane’den emniyet müdürlüğüne yürümeyi engellemiştir. Bu da yönetmenin bir parçasıdır. Bol bol nutuk, hepsi budur ve bunu da mecburen yapmaktadırlar.

Bunu anlamak için, önce Saray Rejimini doğru anlamak gerekir. Saray Rejimi, sadece AK Parti ve MHP’den oluşmaz. Saray Rejimi, TC devletinin olağanüstü örgütlenmiş hâlidir. Çünkü olağan yollarla yönetememektedirler. TC devletini çözen üç etken vardır. Biri Kürt devrimidir. İkincisi emperyalist güçler arasındaki savaştır. Şimdi, ABD, çok duyurmadan Ukrayna yenilgisini kabul etmeye başlamıştır. Bu yolla yeni saldırılara hazırlanmaktadır. Ama bu Ukrayna savaşı ile AB’nin iradesini büyük ölçüde kırmıştır. Şimdi bu emperyalist rakiplerini Rusya’ya karşı savaşa kilitleyip, kendisi Çin’e karşı, İran’a karşı vb. savaşa hazırlanmaktadır. Böylece Ukrayna savaşı ile bir bütünlük görüntüsü çizen Batı, başlıca beş emperyalist güç (ABD, Almanya, İngiltere, Japonya ve Fransa) kendi aralarındaki paylaşım savaşımını yeniden öne çıkartmak zorunda kalmaktadır. Bunun ülkemize de etkileri olacaktır. TC devletini çözmekte olan üçüncü etken ise, Gezi ile birlikte başlayan, süren ve bugün yeniden yükselen direniş hareketidir. 

Şimdi, Ukrayna savaşının yenilgisini kabul etmiş görünmeden kabul etmek zorunda kalan ABD, Trump eli ile daha kapsamlı savaşlara hazırlanırken, Batı cephesinde dondurulmuş olan paylaşım savaşımı yeniden öne çıkmaktadır.

Şimdi, Kürt sorunu, tüm bunların ortasında, yeniden gündeme gelmektedir. Kürtlere dayatılan, kıyım politikalarıdır ve Kürtler bu koşullarda yeniden gündeme oturmaktadır. Kıyıma karşı direnecekleri yolları aramaktadırlar. 

Ve şimdi, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığını önlemek için Saray hamle üstüne hamle yapmaya başlayınca, direniş hattında mücadele edenler, yeniden sokaklara çıkmaktadır. Egemen için, bunun içinde CHP de var, hep birlikte bu öfkeye engel olmak, bu öfkeyi sisteme karşı mücadele yönünden saptırmak acil hâle gelmektedir. Bu nedenle İmamoğlu, kendini CHP’ye değil, “millete” emanet etmek zorunda kalmaktadır. 

Demek oluyor ki, Saray Rejimine karşı mücadele, seçime endeksli bir mücadele değildir olamaz. 

İşte bu noktada işçi sınıfının, direniş hattının mücadele yolu, devrim ve sosyalizm alternatifi bir kere daha öne çıkmaktadır. CHP, kendi kitlesini, bu mücadelenin dışında tutamayacaktır. Bunu denedikçe, küçülmek zorunda kalacaktır. İşçiler emekçiler, CHP ile aralarına mesafe koymayı öğrenmek zorundadırlar.

İşçi sınıfının devrimci yolu, Saray Rejimini alaşağı etmenin tek yoludur.

İşçi sınıfı, öğrenciler, kadınlar, mücadele eden, direnen herkes, devrim ve sosyalizm bayrağı altında birleşmek zorundadır. Bunun zaman alacağını biliyoruz. Ama hiçbir burjuva parti, hiçbir burjuva ideoloji, işçi sınıfının direniş ve örgütlenmesini engelleyemeyecektir.

İşçi sınıfının, direnen herkesin, bugün ihtiyaç duyduğu şey, Birleşik Emek Cephesidir.

Hat açık ve nettir: kitlesel direniş hattıdır. Çözüm, işçi sınıfı öncülüğünde kitlesel direniş ile, Saray Rejimini yerle bir etmekten geçmektedir. Bu açıdan cepheler netleşmektedir. Saray Rejiminin, TC devletinin “iç cepheyi güçlendirmek” dediği şey, gerçekte Saray Rejimini güçlendirmektir. Onların güçlendirmek istedikleri iç cephe, işçi sınıfına karşı olan cephedir. İç cephenin bizim tarafımız, işçi sınıfı, kadınlar, öğrenciler, kısacası tüm direnenlerdir. Bizim görevimiz de bu cepheyi, işçi sınıfı ve emekçilerin cephesini geliştirmek, örgütlemek, örmektir. İşçi sınıfı ve tüm direnenler ayağa kalkmalıdır ve bunun yolu, direnişten, direnişleri büyütmekten, direnişleri yaymaktan, örgütlemekten geçmektedir.

Egemenlerin arasındaki çatışmalar geçicidir. Buna güvenerek plan yapılamaz. Ve ancak işçi sınıfının tarihsel bir güç olarak siyasal sahneye çıkması ile, ülkede gerçek bir değişim, gerçek bir devrim başlayabilir. Kürtlerin, işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin hapislere atılmasını, coptan geçirilmesini seyreden herkes, bir gün sıranın kendisine geleceği gerçeği ile karşılaşacaktır. Bugün de yaşanan budur. Bugün işçi ve emekçilerin, kadınların, gençlerin Kürtlerin desteğini almaya çalışanlar, işçi sınıfının bir siyasal güç olarak tarihsel görevini yerine getirmek üzere iktidara yürümesini asla istememektedirler. İşçi sınıfından, direnişten, sokaklardan korkanlar, Saray’a ve devlete bağlılık için yollar aramaktadırlar. Bir kere daha, işçi sınıfının, kitlelerin gelişen direnişini söndürmek istemektedirler. İşçi sınıfı ve devrimciler, egemen içindeki çatışmaların bir tarafı olmaya razı olmamalıdırlar. Tersine, işçi sınıfı ve devrimciler, işçi sınıfının bağımsız yolu, devrimci yolunu örmekle görevlidirler. Bu başarıldığında, işçi sınıfı Birleşik Emek Cephesi ile bir güç olarak siyaset sahnesinde tüm ağırlığı ile yer aldığında görülecektir ki, ülkemiz ve bölgemiz için bir sosyalist devrim alternatifi yakın bir istemdir. Tüm bölgeyi sarsacak olan bir sosyalist devrim, enternasyonal ruhu ile, gerçek barışın da koşulu olacaktır. Emperyalizmi ve onların yerli işbirlikçisi iktidarları, egemenleri yıkmadan, gerçek barış da mümkün değildir. Barış ancak sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyanın gerçekliğidir. 

Evet sokaklara ve meydanlara çıkmak gerekir. Dahası var, öğrenciler gösterdiği gibi, İstanbul Üniversitesi dayanışmasının gösterdiği gibi, karşımıza kurulan barikatları da yıkmak var. Meydanlar CHP’nin miting alanları demek değildir. Meydanlar, direnenlerin kürsülerinin kurulduğu alanlar olmak zorundadır. Sokaklar, işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin ellerinde özgürleşebilir. Adalet, adalet saraylarından çıkmaz, çıkmamıştır, çıkmayacaktır. Adalet sarayları, Saray’ın küçük yavru yuvalarıdır. Oradan adalet beklemek, kendini sisteme, devlete bırakmak, sinmek demektir. Adalet, işçi sınıfının iktidarı ile sağlanabilir. Sömürünün son bulacağı işçi sınıfının sosyalist iktidarı, gerçek adaletin de kaynağıdır. 

Bu kargaşa, bu toz duman içinde, bu baskı ve şiddet içinde, pusula işçi sınıfı ve emekçilerin direniş hattıdır. Bu direniş hattını temel almadan, bu direniş hattını büyütmeden, işçi sınıfının devrimci birliğini sağlamadan kurtuluş yoktur. Evet “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz”, ama işçi sınıfının devrimci bayrağı altında. 

20 Mart 2025

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz