128: Yasak
Milyar: Serbest
Dolar: Serbest
Nerede: Yasak
Saray Rejimi ve CHP “muhalefeti”
“128 milyar dolar nerede” diye başlayan sorular, CHP’nin afişlerine yansıdı. Buraya kadar bir şey yoktu. Bildik CHP muhalefeti, hiç ses çıkarmamak üzerine kurulu, aman Saray’ı kızdırmayalım üzerine kurulu, karakteri “aman Saray kızmasın”, “aman devlete zeval gelmesin” olan bir “muhalefet”. Ama bu durum dahi, Saray’ı kızdırdı.
Saray bu. Her şeye kızma hakkı vardır. Önlerindeki büyük örnek Sultan Abdülhamid’dir ve kendisi, önce muhalif aydınlardan, sonra tüm memurlarından, sonra da gölgesinden korkmaya başlamıştı. Saray’daki lüks yaşam, maalesef korkuya çare olamıyor.
Saray Rejimi, karar vermiştir. “Milli muhalefet” dizaynı yapacaklar. Saray kapatması olarak Kılıçdaroğlu ve diğer muhalifler varken, her türlü aykırı sesi bastırma cesaretini de kendilerinde bulabiliyorlar.
CHP afişlerine, kolluk kuvvetleriyle müdahale etme kararı aldılar.
CHP afişleri vinçler ve polis eşliğinde törensel bir havada indirilmeye başlanmasaydı, muhtemelen kimse bu afişleri göremeyecekti. Binaların üst katlarında asılan pankartlar, sokaktaki insanlar için görünür olmaz. Ama vinç ve onun üstüne çıkmış polis, ilgi çekici bir görüntüdür ve öyle oldu.
Saray’ın korkuları, Saray’a yaranmak için alınan tuhaf kararlar, sonuçta bu pankartları da meşhur etti. Böylece CHP, en azından CHP yönetiminin Saray’ı kızdırmayalım sınırını aştı ve elbette bu pankartlar meşhur oldu. Böylece ortaya bir soru çıktı: 128 milyar dolar nerede?
Saray Rejimi’nin, ikinci hatası, bu soruya yanıt vermek için giriştikleri çabalar oldu. Erdoğan, ilk açıklamayı yaptı. Zaten o önce konuşur. Öyle yaptı. Paralar kasada duruyor, dedi. Yetmedi, pandemi için kullandık, dedi. O da yetmedi, kurun artması için yürütülen operasyonları önlemek için kullandık, dedi. Tabii bu açıklamalar, tüm medyanın, Saray medyasının da gündemine girdi. Ardından, Başdanışman (Başdanışman olmayan danışman var mı Saray’da? Bilmiyoruz, bugüne kadar da duymadık. Hepsi başdanışman. Kendisi en “baş” olduğu için, sadece “danışman” yeterli değil, “başdanışman” olmalı. Tüm Saray, danışmanlarla mı dolu?) Jöleli, MB’nin hiçbir zaman 128 milyar doları olmadı, dedi. Erdoğan 128 milyar dolar kasada derken, Yiğit Bulut, zaten hiçbir zaman öyle bir para olmadı, dedi. Bu durumu düzeltmek isteyen bir başkası, paralar buhar olmadı, dedi. Nihayet, bizim ismini Rabia Naz davasından bildiğimiz, unutmadığımız ve unutmayacağımız Canikli, bir hesap yaptı ve kamuoyuna açıkladı. Buna göre, 128 milyar doların, hani hiçbir zaman olmayan, hani zaten hâlâ kasada olan paranın nasıl harcandığını açıkladı. 75 milyar doları özel ve tüzel kişilere satıldı dedi. Bir bölümü ithalata gitti, bir bölümü ile altın ithal edildi vb. dedi. Kesmedi. Başka açıklamalar da geldi. Her açıklama, bir diğerini yalanlıyordu. Canikli, Rabia Naz olayından biliyoruz, kılıf dikmekte çok beceriklidir ve kalkıp, bu paranın herkese altın olarak, eşit şekilde dağıtıldığını söyledi. Hatta bu paraların, evlerdeki yerini de söyledi, “yastık altında” dedi. Ve sosyal medyada, şu açıklamalar yayılmaya başlandı: Ben baktım, evde yastık altında da yok, dolaplarda da.
Modern kapitalizmde “yenilik” (inovasyon diyelim isteyenler için), daha çok ürünün ambalajında ortaya çıkıyor. Birçok elektronik üründe, küçük bir düğmelik değişiklik “yenilik” olarak satış rekorları getiriyor. Ama tüm ürünlerde, ambalaj, yeni satış rekorları demektir.
Siz Canikli’nin tutmayan hesaplarına bakmayın.
Siz Canikli’nin yastık altı adreslemesine de takılmayın.
Esas olarak, ayakkabı kutularına bakın.
17-25 Aralık’taki “sıfırla oğlum” komutlarından bu yana, ülkemizde insanlar, ayakkabıları (a) kutusuz almıyorlar, (b) ayakkabı kutularını asla atmıyorlar. Belki çok çok az bir kısmı, bu ayakkabı kutularının Noel Baba gibi birisi tarafından doldurulacağını bekliyor olabilir. Ama çoğunluğu, hiç kimsenin doldurmayacağını bile bile, bu kutuları saklıyor. Hatırlayın, 17-25 Aralık’ın sıcak günlerinde Eskişehir’de bir kadın, çıkıp balkonundan ayakkabı kutusunu gösterdi de evinin kapısı kırılarak anında gözaltına alındı. İşte herkes, bir gün bu kutuları kimsenin doldurmayacağını bile bile, lazım olur düşüncesi ile ayakkabı kutularını atmıyor. Ayakkabı şirketleri de, satışlar artsın diye, “inovasyon” başlığı ile sürekli yeni kutular çıkartıyor.
İşte bu boş ayakkabı kutularına bakıp, acaba Canikli doğru mu söylüyor diyenler de oldu. Ama nafile. Canikli’nin, halka, üstelik eşit bir biçimde dağıtıldığını söylediği altınlar ortada yok.
İşte bu anlattığımız şekli ile, şimdilerde yeni bir “oyun”umuz oldu: 128 milyar dolar nerede? Nihayet, Saray buna uyandı. Ve açıklamaları kesemediler, her gün biri açıklama yaptı ve hem de yasaklamalara başlayacaklarını ifade ettiler. Erdoğan, bunu sormak suçtur dedi.
Aslında MB, döviz satışlarını, 2016 yılına kadar, açık olarak yayınlardı ve şeffaflık, “ekonomik güven” için çok önemli bulunurdu. Yani, dostlar, işçiler, sizin için, bizim için bir şeffaflık yok, sadece iş dünyası, kapitalistler, oyuncular için bir şeffaflık vardı. O da ortadan kalktı.
Kanımızca, Saray, bu konuda hemen yasaklar koymalıdır. Belki de bu yazı yayınlanana kadar yasaklar zaten gelir.
Önerilerimiz var: 1, 2, 8 rakamlarının birlikte ve küçükten büyüğe kullanılması yasaklanmalıdır. Hatta, içinde 1, 2 ve 8 olmayan, yeni, “Türk-İslam sayı sistemi” kurulmalıdır. Bu yeni sayı sistemi, 7 karakterden oluşmalıdır. Yarın, başka rakamlar da “suçlu” ve yasaklı hâline gelir diye, şimdiden, 10 adet “joker” belirlenmelidir. Bu jokerlerden üçü, hemen şimdi, 1, 2, 8 rakamları yerine tedavüle sokulmalıdır.
Otellerde, Saray’da ve bilcümle apartmanlarda, 128 numara yasaklanmalıdır. Otellerde 1. kat ve 28 numara olamaz. İlk katlarda 28 numaralı oda, 29 numaralı olmalıdır.
Ama, milyar ve dolar kelimeleri yasak dışında tutulmalıdır.
Bankalarda, kimse 128 milyar dolar tutamaz ve hiçbir matematik hesabı 128 ile sonuçlanamaz. Bunun için acil önlem alınmalıdır ve bu iş, Ay’a sert iniş yapma projesinin önüne konmalıdır. Bu işlemi gerçekleştirecek olan matematik dâhisi Türk’ün ismi, yeni sayı sisteminin ismi olmalıdır. 10’lu sayı sisteminin yerli ve milli olmadığı açıktır.
Aslında, bu işin suyunun nasıl çıktığının açık bir kanıtıdır.
Aynı biçimde, pandemiyi ele alalım. Pandemi sürecinde önlemler açıklayan Saray Rejimi, neden tüm önlemleri Erdoğan’ın ağzından açıklamaktadır? Bunun kuşku yok ki bir anlamı olmalıdır. Ama nedense, her açıklama, bir bulmacaya, bir komediye çevrilmektedir. Kemal Sunal öldü öleli, Erdoğan, onun filmlerini aratmayacak örnekler sergilemektedir.
Pandemi yönetimi, politiktir. Pandemi ile ortaya çıkan ölümler, siyasal cinayetlerdir.
Tıpkı kadın cinayetleri gibi. Soylu, İstanbul Sözleşmesi’nin iptalinden önceki bir ay ile, sonraki bir ay gerçekleşen kadın ölümlerini karşılaştırıyor ve işte buyurun, İstanbul Sözleşmesi’nden çıktık, ölümler azaldı, demeye getiriyor. Bu zavallılık, bu pespayelik, bu rezillik nedir? Kadın ölümlerini savunmanın bir başka yoludur bu.
Konuyu dağıtmadan, 128 milyar dolar meselesine dönelim. Bizce CHP yönetimi de dahil bunu devlet kadroları biliyor. Ama bir telâşla, açıklamalar yapıyorlar. Yani, o noktada yara var ve hep birlikte açıklamalarla bu konuyu örtmeye çalışıyorlar. CHP yönetiminin de konuyu örtmesi için “aracılar” gönderdiklerini duyuyoruz.
128 milyar dolar, döviz kurunu 6,80’lerde tutmak için harcanmış olabilir mi? Öyle ya Erdoğan, döviz operasyonlarından söz ediyordu. Bunun için, ülkede hiç döviz satışı olmadan, yani kimse dolarını bozmadan, hiç döviz girdisi olmadan, 128 milyar dolarlık paranın TL’den dövize dönmesi gerekir. Oysa ne çıkan yabancı sermaye ne de 100 dolar alan insanların aldıkları dövizler bu rakama işaret etmiyor. Ülkeden çıkan finansal sermaye, yani hisse senedine, faize vb. bağlanmış sermaye çıkışı, 20-30 milyar dolar olarak konuşuluyor. Damat Bakan “at izi it izi” şarkısı ile gidip yerine Ağbal geldiğinde, piyasalara güven “verildi” ve 10-20 milyar dolarlık finansal sermaye, faize vb. gelmek üzere ülkemize tekrar geldi. Saray, ortada hiçbir görünür neden yokken Ağbal’ı görevinden aldı ve anlaşma bozuldu. TÜSİAD cıyaklamaya başladı ve ülkeden 10-15 milyar dolarlık sermaye çıkışı gerçekleşti. Tüm bu hikâye gösteriyor ki Erdoğan, açık olarak yalan söylüyor. Dövizi düşük tutmak için bu paralar kullanılmış olsa idi, ancak 20 milyar doları kullanılırdı ve bu durumda da, döviz, 5,50 civarında olurdu.
Pandemi ile mücadele için kullanılmadığı da açık.
Erdoğan, aslında halkın değil ama tüm iş dünyasının ve bürokrasinin anlayacağı açık olan bir yalanı neden açıklama olarak “sunuyor”? Öyle ya, nasılsa adam muktedir, hiç açıklama yapmasa da olur, değil mi?
Diğer yalanlara girmeyeceğim. Onlar zaten açık sayılır.
Ama MB’nin en yeni başkanının açıklamaları çok ilgi çekici. Doğrusu, tüm kapitalist dünyada MB başkanlığı, son derece teknik bir iştir ve MB’nin bağımsızlığı, onun uluslararası sermaye ile bağı ya da IMF politikalarına sadıklığı demektir. Bu konuda bir yaklaşım vardır ve buna uyması için “bağımsız”dır. Zaten teknik bir iş yapmaktadır. Esas görevi de, enflasyon, fiyat istikrarının sağlanması ve bu yolla, “öngörülebilirlik” için ortam hazırlamasıdır. TL’nin konvertibl olduğu, serbest kur sisteminin uygulandığı bir ülkede, aslında MB, dövize müdahale etmek zorunda da değildir. Elbette edebilir ama, 128 milyar dolarını harcayacak şekilde edemez, eğer ediyorsa da dolar, TL’nin karşısında 8 TL olmaz.
İşte bu MB başkanı, durumu açıklamak için, iki kere basına bilgi verdi. İlki AA’ya verdiği bilgidir ki, hem çok yüzeyseldir hem de emirle gerçekleşmiş kısa bir açıklamadır. Ama ikincisi, “inandırıcı olsun” diye Saray basınına yapılan geniş mülakattır. Burada MB başkanı, İHA ve SİHA maliyetlerinden söz etmektedir. Ne alâka? İHA ve SİHA üretimi, Sümeyye hanımın gelin gittiği Bayraktarlar ailesinin işidir ve zaten orada yürümektedir. Ülkenin gerçek savunma bakanı, Damat Bayraktar olsa gerek. Gayet de iyi para kazanmaktadırlar. MB’nin bu işle bir ilişkisi olmaz. Devlet, savunma bakanlığına açıktan veya örtülü para verir ve savunma bakanlığı bu İHA-SİHA’ları satın alır. Sanırım birkaç milyon dolara Ukrayna’ya sattıklarına göre, 128 milyar dolar ile bir ilişkisi yoktur. Kaldı ki, teknik bir iş yapması beklenen MB başkanının bu açıklamalara girişmesi, örtülecek yalanın, çuvala sokulacak mızrağın çok büyük olduğunu gösterir.
MB başkanı, diyor ki, aslında bir şey olmadı, bilançoda aktif ve pasif yer değiştirdi. Yani, daha önce 128 milyar dolar, aktif, yani varlıklar içinde idi. Bilançolar, varlıklar (aktif) ve borçlar-yükümlülükler (pasif) olarak düzenlenir ve ikisi arasındaki fark, fazla (kâr) ya da açık (zarar) olarak ele alınır. 128 milyar dolar, aktiften, yani bankanın varlığı olma pozisyonundan, pasife, yani borç alanına geçmiş. Bundan daha rezilce bir açıklama olabilir mi?
MB parayı, kamu bankalarına aktarmış olsun, bu durumda paranın nerede olduğu belli olur. Ama kamu bankaları, bu parayı, özel operasyonlarda kullanmış ise, mesela, 70 milyar doları ile müteahhitlerin dış borçları ödenmiş ve bunun bir bölümü Erdoğan’ın kasasına aktarılmış ise, işler değişmektedir. Mesela bu paraların bir bölümü, firardaki Damat Bakan ile birlikte, özel işler için ayrılmış ise, iş başka. Mesela bu paralar, Erdoğan’ın “özel örtülü ödeneği” hâline getirilmiş ise iş başka.
CHP, tüm bunları bilmektedir. Bu konuda, artık CHP’ye bilgiler sızmaktadır. Biraz cesur ve namuslu olsa bu burjuva muhalefet, bu bilgileri halka açıklar.
Artık Saray Rejimi için, ayakta kalmak her şeyin önündedir ve bu ABD’li efendilerinden aldıkları bir “emir”dir. Ve ayakta kalmanın, ömrünü uzatmanın tek yolu, daha çok şiddettir.
CHP yönetimi, Saray Rejimi’ni, yasalara uymamakla suçluyor. İyi ama Saray Rejimi, en tepeden en aşağıya kadar zaten yasaları tanımadığını ilan ediyor. CHP muhalefeti, kurt koyunu yerken, ona, efendim biraz yavaş olun, mideniz ağrıyacak öğüdüne benzemektedir.
Nasıl ki Saray Rejimi, şiddetsiz ve daha çok şiddetsiz yönetemiyorsa, CHP ve Saray’ın eklentili muhalefeti de artık muhalefet yapamayacaktır. Yolun sonu gelmektedir.
CHP yönetimi;
1- Bu paraların nasıl, hangi kurdan, kime satıldığını biliyor mu?
2- Kanımızca biliyor. Öyle ise, neden açıklamıyor?
3- Bu açık hırsızlık, yağma ve soygun yapılırken, siz nerede idiniz? Neden bir tek şey yapmadınız?
4- Muharrem İnce’nin 50 milyar TL’sini Saray nasıl ve kimin aracılığı ile ödedi?
5- 128 milyar dolar ile ilgili belgeleri, bugün neden açıklamıyorsunuz?
6- 70 milyar dolar, yabancılara kredi borcu olan 5 müteahhidin bu borçları devlet üstlendi mi? Üstlendi ise, bunu neden deşifre etmiyorsunuz? Bu konuda Erdoğan ile hangi pazarlıklar yapılmaktadır?
Saray Rejimi’nin gerçek yüzünü ortaya çıkarmak için ellerini kıpırdatmayan, “aman devlete zeval gelir” diye bildiklerini gizleyen, yarın, Saray Rejimi’nin suç ortağı olacaktır. Başkasını düşünmeleri mümkün değildir.
Saray Rejimi, rant, yağma ve savaş ekonomisidir. Bu üç ayağı da deşifre etmek için, CHP’nin ya da başka birçok burjuva muhalifin ellerinde belgeler vardır. Bu belgeleri, “vatan-millet” yalanı ile ortaya sermeyenler, halka açıklamayanlar elbette suçludurlar.
Libya’da, Suriye’de, ülkenin gençleri ölüme gönderilmektedir. Bu savaş ekonomisi, Saray Rejimi’nin dayanaklarından biridir. Bunu deşifre etmeyen, Saray Rejimi’nden rahatsızmış gibi davranmamalıdır.
Ülkenin her yerinde, işçi direnişleri var. Onlarca işçi intihar etmektedir. İşçi direnişlerine bir kamera gönderemeyen basın, muhalif basın ya da gerçeklerle bağlı basın olamaz.
CHP, sürekli olarak “seçim ve sandık” edebiyatı yapmaktadır. Burjuva muhalefet, bu konuda ABD’nin ve AB’nin Erdoğan’a baskı yapacağını ummaktadır. Oysa, ABD’li efendilerin derdi, TC devletinin tetikçilik görevini sürdürmesidir. CHP, halkı, seçim ve sandık vaatleri ile aldatmak üzere Saray Rejimi’nin denetimine itmektedir. Saray Rejimi’ne öfkeli kitlelerin öfkesini azaltmak için görevli partidir CHP.
Birçok yerde CHP yönetimi, kendi çevresine, açıkça “direniş olursa ülkeyi kan gölüne çevirirler” demektedir. Ülke zaten kan gölü değil midir? Bir günde intihar edenler, bir günde öldürülen kadınlar, her bir gün işlenen iş cinayetleri, pandemi nedeni ile önlenebilir olduğu hâlde önlenmeyen ölümler kan gölü değil midir?
Saray Rejimi’nin, tam denetimi altında, saray medyası var, borazanları var. CHP, bu borazanlardan biri olmayı görev bilmektedir. Ve kendi içinde “okumuş-yazmış” olanlara, bu durumu, bu tutumunu “devlete zeval gelmesin”, “zaten gidecekler” diye anlatmaktadır. İşte burjuva muhalefet budur.
Bu durum, işçilerin kendi kaderlerini kendi elleri ile yazmak zorunda olduklarının kanıtıdır.
Bu yağma, bu rant, bu savaş ekonomisini ve buna dayalı Saray Rejimi’ni alaşağı edecek, o çarkı parçalayacak tek güç, işçi sınıfıdır. Örgütlü işçi sınıfının direnişi dışında hiçbir kurtuluş yolu yoktur.