Saray Rejimi, ölçü tanımaz OHAL uygulamalarına rağmen, muktedir olduklarını ilan etmelerine rağmen, bizzat Erdoğan’ın dilinden “zafer”ler ilan etmelerine rağmen, bir türlü “huzura” kavuşamıyor.
Erdoğan, şiddet ve baskının dozunu artırmak dışında ayakta kalma yolu bulamıyor. Ellerinde kan var ve daha fazlasını istiyorlar.
Saray Rejimi, devlet, bir yandan Kürt halkına karşı giriştiği savaşı daha da tırmandırıyor. Kürt illerinde sonu gelmez sokağa çıkma yasakları, sonu gelmez tutuklamalar, baskılar sürdürülüyor. Ama elde ettikleri sonuç, kendilerini mutlu etmiyor olmalı ki, daha da büyük bir şiddetle saldırmaktan söz ediyorlar.
Öte yandan, devlet, Saray Rejimi, işçi sınıfına, emekçilere, her türlü hak arama eylemine karşı saldırılarını sürdürüyor. Bir grev mi gündemde, işverenin endişe etmesine gerek yok, grev ertelenecektir. Grev “caiz” midir, diye sorulunca, Diyanet İşleri, hemen “haşa, grev küllüm haramdır” diyecektir. Bir mahallede halk, mesela cinsel tacize karşı sokağa mı çıkıyor, hemen TOMA’lar devreye giriyor ve Diyanet İşlerine soruluyor, “caiz midir”, yanıt açık, bir hak aramak için tek yapılacak şey dua etmektir. Çocuklarınızın ırzına mı geçildi, allaha havale edin, eşinize cinsel saldırı mı oldu, allaha havale edin, otobüste tacize mi uğradınız, gidin bizzat Erdoğan’ın emrettiği gibi giyinin. Yoksa, Erdoğan size, Beşiktaş vapurundan inenlere baktığı gibi bakar. İşyerinde arkadaşınız, kardeşiniz mi öldü, hemen celallenmeyin, gidip allaha dua edin, hatta şükür edin ki, sağ kalanlar var. Patron paranızı mı vermedi, mesela Cengiz İnşaat, mesela Torunlar, mesela Ağaoğlu vb. paranızın üstüne mi yattı, öbür dünyaya havale edin. Yok, eğer siz, bunlara karşı direnirseniz, sesinizi çıkarırsanız, hemen karşınızda tüm baskı aygıtları ile, yalan haber kaynağı medyası ile, hakimi ve polisi ile devlet dikilir. İşte böyle oluyor. Saray rejimi, “zaferden zafere” koşuyor ama, hiçbir biçimde “huzura” eremiyorlar. Hâlâ, bir öğrenci slogan attığında, “sonumuz geldi”, “Gezi yeniden başlayacak mı” diye korkuyorlar.
Saray Rejimi, aklını kaybetmiş gibi, tüm gücü ile, her türlü yalanla, dini insafsızca kullanarak saldırmaktadır.
Doğal olanı da budur.
Hem halklara düşmandırlar, hem işçi ve emekçileri yok sayarlar. Tarihleri boyunca böyle yapmışlardır. Sadece bugün değil. Bugün, eski ve yeni elitleri ile devlet, tüm halkı kendine düşman görmekte, her türlü hak arama girişimini kendi egemenliğinin sonu olarak algılamaktadır.
Bu, büyük bir korkudur.
Bu nedenle, kitleleri, halkı, işçi ve emekçileri, öğrencileri, yoksulları, kadınları korkutmak, kendi korkularını onların, bizlerin korkusu hâline getirmek istiyorlar. Halkları sindirmek istiyorlar.
Hem, işçi sınıfının tüm haklarını tırpanlıyorlar. Hem, daha da fazla sömürmek için her yolu deniyorlar, sosyal güvencelerini yok ediyorlar, çalışma sürelerini uzatıyorlar, ücretleri aşağıya doğru bastırıyorlar vb. Hem de her hak arama eylemine, her türlü talebe TOMA’larla, coplarla, mermilerle yanıt veriyorlar.
Kendileri için, egemenlikleri için, bunu yapmaları anormal değildir. Onlar, sömürenlerdir, onlar halkların düşmanlarıdır, onlar asalaklardır, onlar yağmacıların ortaklarıdır. Elbette bunları yapacaklar.
Mesele, işçi sınıfının ne yapacağındadır.
İşçi sınıfı, hiçbir hakkını, mücadele etmeden almamıştır. Ve kaybettiği hangi hakkı varsa, mutlaka mücadele edemediği için kaybetmiştir.
Yani, hak verilmez, alınır.
İşçi sınıfı, devletten anlayış, hoşgörü bekleyerek bir adım bile ilerleyemez. Tersine işçi sınıfı, ancak kendi kaderini, kendi ellerine alarak var olabilir, haklarını alabilir, insanca yaşama olanaklarını eline alabilir.
İşçi sınıfının tek çıkış yolu, örgütlülüğüdür. Eğer işçi sınıfı örgütlenirse, örgütlü bir güç olursa, var olabilir, kaale alınır, sesini yükseltebilir.
İşte, direniş bu nedenle daha ileri bir örgütlenmeyi gerektiriyor.
Uzun bir süredir, işçiler, emekçiler, kitleler sürekli bir yol bularak direnişe geçmekte, direnmektedir. Ancak bu direniş, daha fazla insanı içine almalı, adım adım daha sağlam bir örgütlenmeyi geliştirmelidir.
Bugün her direniş, örgütlenmenin gelişimi için bir olanaktır.
İşçi sınıfı, kendi sınıf gücünü bu direnişlerle öğrenir. Halklar kendi güçlerini direnişlerle öğrenir. Direniş, işçileri birleştirir. Direniş, düşüncenin özgürleşmesini sağlar. Direniş, kazanma yollarını gösterir. Direniş, devletin tankına, topuna, copuna karşı nasıl mücadele edilebileceğini öğrenmeyi sağlar. Direniş, bilinçlendirir, öğretir.
İşçi ve emekçilerin direnişlerini burjuva basın, Saray Rejimi kontrolündeki basın, hiçbir biçimde yansıtmaz. Tersine üstünü örter, görmezden gelir, yalan haberlerle karalar, karartır. Burjuva basının görevi budur. Yalan makinalarıdır.
Ama onlar ne kadar görmezlikten gelseler, ne kadar yok saysalar, ne kadar karalasalar da, direnişin her biçimi, her direniş, küçük bir halka olarak işçi sınıfının direnişine katılmaktadır, küçük bir damla olarak sisteme karşı mücadele ırmağına eklenmektedir.
Bu nedenle, biz devrimci işçiler için, biz devrimci sosyalistler için küçük direniş diye bir şey yoktur. Her direniş büyük değerdedir.
Bu sisteme karşı direniş dışında bir yaşama yolu da yoktur. Direniş, sadece hak aramanın yolu değildir, direniş, artık, insan olmanın, insan olarak kalabilmenin tek gerçek yoludur.
Bu köhnemiş sisteme, bu yağmaya, bu zulüme, bu yalan düzenine, bu karanlığa, bu sömürü düzenine karşı her yol ve araçla direnmek, hem zorunludur, hem de meşrudur.