Saray, devlet; 7 Haziran seçimleri öncesi deneyip başaramadığı savaşı, seçimlerin ertesinde büyük bir panikle başlatmıştı.
20 Temmuz Suruç katliamı ile başlatılan saldırılar, bu güne kadar aralıksız bir şekilde devam etmiş; Nisan ayına kadar barış görüşmeleri yaptıkları Kandil her gün bombalanmıştır.
Silopi’den Silvan’a, Yüksekova’dan Nusaybin’e… mahalleler kuşatılmış, özel harekat polisleri, keskin nişancılar ve komandalar eşliğinde, İsrail’in Filistin halkına karşı gerçekleştirdiği vahşeti hayata geçirmiş, çoluk çocuk sivil halk katledilmiş, evler yakılıp yıkılmıştır.
Halen kuşatma altında olan Cizre’de halk, 45 günlükten, 17 yaşına kadar katledilen çocuklarının cenazelerini kaldıramamakta, buzdolaplarında saklamaktadır.
Batıda da, en ufak bir basın açıklamasına dahi saldırılmakta; gözaltılar, tutuklamalar, devrimcilere dönük yargısız infazlar gerçekleştirilmektedir.
Böylesi bir süreçte, Dağlıca’da operasyona çıkan askeri birliklerin çatışmalarda büyük kayıplar vermesi üzerine, tek merkezden organize edilmiş güruhlarla, batıda linç kampanyaları devreye sokulmuştur.
Bu saldırılar, “IŞİD birincil tehdit değildir” açıklaması yapan Erdoğan’ın, Dağlıca’nın yaşandığı gün dediği gibi, 400 vekil alamadığı için başlatılan savaşın bir adım daha ilerletilmesi; polisin, askerin yanına bizzat organize ettikleri ırkçı-mezhepçi faşist güruhları ekleyerek halkı sindirmeye girişmesidir.
128 noktada HDP binalarına saldırılar olmuş, binalar yakılmış, talan edilmiştir.
Ankara Beypazarı’nda yaşayan Kürt tarım işçilerinin evleri, tıpkı Sivas Madımak’ta olduğu gibi yakılmış; insanlar sokak ortasında linç edilmiştir. Yine Ankara’da, Mamak/Tuzluçayır ve Dikmen’de ırkçı-mezhepçi güruhlar mahallelere saldırıya yönelmiş, ancak halkın sokaklara dökülerek mahallelerini savunmaları ile geri püskürtülmüştür.
Batı’da yürütülen bu linç kampanyasını ve Kürt halkının göçe zorlanmasını organize edenler, buna alet olanlar, en çok “korktukları” bölünmeyi körüklediklerinin bilincinde dahi değillerdir.
Aynı gün, Ankara’da ORS metal işçilerinin haklarını almak için eşleri ve çocukları ile birlikte yaptıkları eyleme, polis gaz bombaları, tomalarla saldırmıştır.
Ortada halklara, işçi-emekçilere ilan edilmiş bir savaş vardır.
Bu savaşın bir ucu dışarda, Irak’ta, Suriye’de; IŞİD’inden Nusra’sına cihatçı katliam ve tecavüz çeteleri eli ile yürütülmekte; bir ucu da içerde, askeri-polisi, ırkçı linç güruhları, medyası ile yürütülmektedir.
Bu kirli savaş; sarayın önce kendini kurtarma, sonra da tek başına muktedir olma savaşıdır!
Bu kirli savaş; ırkçı-milliyetçi devlet egemenlerinin sömürü ve zulmünü sürdürme savaşıdır!
Bu kirli savaş; emeğin, doğanın, kentlerin ve tarihin yağmalanması savaşıdır!
Bu kirli savaş; bölgemizde emperyalist haydutların sürdürdüğü egemenlik savaşından kırıntı kapma savaşıdır!
Sivas Madımak’ın, Soma’nın, Torunlar’ın, Hopa’nın, Özgecan’ların, sorumluları kimlerse; kıyılara vuran bebeklerin cansız bedenlerinin, Reyhanlı’nın, Roboski’nin, Suruç’un, Silvan’ın, Silopi’nin, Cizre’nin, Dağlıca’nın sorumluları onlardır!
Bu yaşananların sorumlusu, savaş tezkeresine evet diyenlerdir!
Bu savaşı durdurmak, insanca, onurumuzla ve kardeşçe yaşayacağımız bir gelecek kurmak bizim elimizdedir.
Ya onların savaşında birbirimizi boğazlayacağız ya da birlikte bu savaşı dayatanlara karşı ortak mücadeleyi büyüteceğiz!
Gün, topyekûn saldırıya karşı topyekûn mücadeleyi büyütme günüdür!
Yaşasın Halkların Kardeşliği!
Yaşasın Halkların Ortak Mücadelesi!
Örgütlü Halkları Hiçbir Kuvvet Yenemez!
KALDIRAÇ
8 Eylül 2015