Saray’ın sıkışmışlığı, Aç tavuk kendini buğday ambarında görürmüş

Covid-19 salgını, Erdoğan ve Saray Rejimi için, yetmez, TC devleti için, bir “allahın lütfu” olarak ele alınmaktadır.

Saray Rejimi, şöyle düşünüyor, “kadir mevlam, karar verdi, bizi bu krizden, bu bitmişlik ve tükenmişlikten bu virüs sayesinde kurtaracak.”

Bunu eğer uydurma diye düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Böyle düşünenleri az değil.

Oturmuş, Erdoğan ve Saray Rejimi için planlar yapan “akıl hocaları”, ne olduğunu anlamadığımız “uzmanlar”, hep birlikte, bu sıkışmışlıktan bir çıkış yolu olarak Covid-19’u çok sevdiler.

Şu konuda yanılıyor olabiliriz, tüm Saray’ın, tüm devletin “uzman” kadroları, belki bunu “allahın” eli ile gelmiş olarak kabul etmemiş olabilir. Ama tümü, şu anda buna sarılmış durumdadır. İstisnası yok, tüm “uzmanlar”, aklını yitirmiş gibi, Covid-19 ile “çare bulundu” diye sevinmektedirler.

Bu yolla, Covid-19 salgını ile, krizin üzerinin örtüleceğini düşünüyorlar.

Bu yolla, Covid-19 salgını ile, Suriye’de İdlib’in işgalinin kalıcı olacağını düşünüyorlar.

Bu yolla, Covid-19 salgını ile, fırsat bulup, Kürt katliamı yapabileceklerini düşünüyorlar.

Bu yolla, ihaleleri hızla geçirme derdinde olmaları bunun göstergesidir.

Salda gölü operasyonu, bu mantığın, zihniyetin ürünüdür.

Kanal İstanbul projesinin ihalesinin araya sıkıştırılması, bunun içindir.

Çakıcı affı, bu sayede rahat hâllolur umudundadırlar.

Bu virüs salgını gölgesi altında, İdlib’e asker göndermektedirler, daha çok ve daha çok.

Yani, biz, bazı AK Parti’lilerin söylemlerine bakıp, “bak bunlar bunu allahın lütfu” olarak görüyorlar demiyoruz. Bizzat, Erdoğan’ın pratiği ve söylemleri, bizzat Saray Rejimi’nin uygulamaları, bizzat TC devletinin uygulamaları bunu göstermektedir.

O kadar “allahın lütfu”na odaklanmışlardır ki, sağlık çalışanlarını “feda” etmektedirler.

Saray Rejimi, açıktan, halka savaş açmıştır ve halkı ölümle yüz yüze bırakmaktadır.

İki kanıt yeterlidir.

1- İşçiye, yoksula düşen nedir? Çalışmak. Abdest öneriyorlar, kolonya öneriyorlar, dua öneriyorlar. Başka bir şey yoktur. Bunca ölüm, neredendir, kimdendir? İşçiler, emekçiler, yoksullar, kimsesizler ölmektedirler. TC devleti, açıkça, halkı, ölümle yüz yüze bırakmıştır.

Sağlık çalışanları, doktorlar, hemşireler, bu işin içindedirler. Açıkça valiler, sağlık çalışanlarını suçlu göstermektedir. Saray Rejimi, TC devleti, tam bir işçi, emekçi düşmanıdır. Tutumunu tereddüt etmeden böyle ortaya koymaktadır.

İngiliz devleti, yaşlıların ölümünü bir tür “avantaj” olarak ilan etmiştir. Bundan kimsenin şüphesi yoktur. Bu sayede yılda birkaç milyar sterlin kazançları olacaktır.

TC devleti ise, açıktan, işçileri, emekçileri, emeklileri, yoksulları “kurtulunması” gerekenler listesine almıştır. Ama unutuyorlar ki, bu sayı kalabalıktır, nüfusun %90’ıdır.

2- İkinci kanıt, açıkça yalan söylemeleridir. Sağlık Bakanlığı, Saray, bizzat Erdoğan, her gün halka yalanlar söylemektedir. Bu, düşmanca tutumdur ve halkı düşman ilan etmek demektir.

Saray Rejimi, her uygulamada, “rant, yağma ve savaş” ekonomisine güç vermeye çalışıyor. Tüm sağlık gereçleri, kendi kontrolleri altındadır.

– Maske üreten firmaların maskeleri satması mümkün değildir. Her maske üreten fabrikada, bir Saray Rejimi elemanı, vasıfsız, kimliksiz bir biçimde, tüm üretimin kime satılabileceğine karar vermektedir. Şu adama sat, şu kadar üret, fazlasını beklet, parasını verse de birine satma.

– Tüm gümrüklerde, gelen hijyen malzemesi, koruyucu maske vb. doğrudan Saray Rejimi uzantılarının denetimindedir.

– Test kitlerini üreten firmalar, bunları ucuz fiyattan devlete satmayı önermekte, ama bu istek geri çevrilmektedir. Tüm kitler, Menzil tarikatı tarafından devlete satılmaktadır. Sağlık Bakanlığı, belki Bakan hariç, Menzil tarikatının denetimindedir.

– Özel hastahaneler, kamulaştırılmamış, salgın için kullanıma açılmamıştır. Bu konuda karar alınmış olmasına rağmen, uygulama böyle değildir.

– Tabipler Birliği, hiçbir süreçte, aktif olarak sürecin içine sokulmamıştır.

– Bilim Kurulu, gerçeklerin gizlenmesine, yalan haberlere göz yummaktadır. Hiçbir tehdit, Bilim Kurulu’nun bu tutumunu bağışlatamaz. Açıkça halka söylenen yalanlar, Bilim Kurulu öne sürülerek sürdürülebilmektedir. Bilim Kurulu, Saray Rejimi’nin payandası olmuştur.

– Sağlık emekçileri, en önde, korumasız, güvencesiz, açgözlü ve yağmacı devlet yöneticilerinin korkaklığı altında ölüme sürülmüşlerdir. Sağlık emekçileri, seslerini yükseltmeli, yalanları ortaya sermeli, bu insanlık dışı Saray Rejimi uygulamalarını her fırsatta deşifre etmelidirler.

İşte size Saray Rejimi’nin Covid-19 uygulamaları:

– Kanal İstanbul ihalesi

– Valilerin iş bırakma eylemlerini yasaklamaları

– Salda gölü yağması

– Belediyelere kayyum atama

– Büyükşehir belediyelerinin yardım kampanyalarını engelleme

– Maskeyi, hijyenik malzemeleri karaborsaya sokma ve kendi kontrollerine alma

– Her türlü bilgiyi gizleme

– İşçilere, günlüğü 39 TL’den ücretsiz izin uygulamaları ile iş kanunu değiştirme

– İdlib’e asker sevkiyatı.

Saymaya gerek yok, bunlar, iflas etmiş, bitmiş, tükenmiş bir iktidarın, yönetemez hâldeki egemenlerin, Covid-19’dan medet umma uygulamalarıdır.

Ve tüm bunlardan sonra, Damat Hazineci, utanmadan %5 büyüyeceğiz diye fetva veriyor. Ülkenin her alanı “fetva”larla yönetiliyor. Damat’ın fetva verme tarzı biraz farklı da olsa, fetvaları her gün birbirini kovalıyor.

Erdoğan ise şöyle söylüyor:

“Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ilk defa, küresel düzeydeki bir yeniden yapılanma sürecinin merkezinde yer alma fırsatını elde etmiştir.”

İşte, bize, aç tavuk kendini nerede görür sözlerini hatırlatan da, bu açıklamasıdır.

Bu açıklama, elbette Erdoğan’a, dışarıdan, hani kökü dışarıda olanlardan gelmektedir. Erdoğan neyi kastediyor? Ülke batmakla meşgul, Erdoğan, “İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ilk defa, küresel düzeydeki bir yeniden yapılanma sürecinin merkezinde yer alma fırsatını elde etmiştir”den söz ediyor.

1- Demek ki, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulu sistem üzerinden konuşuluyor. Bu sistem, başında ABD’nin bulunduğu, NATO, IMF, Dünya Bankası vb.den oluşan, “komünizme karşı savaş” diye anılması gereken, soğuk savaş sistemidir. TC devleti, Menderes döneminde, Kore’ye adam gönderme karşılığında NATO’ya girmiş, CENTO diye NATO uzantısı bir pakt kurulmasında araç olmuş, Marshall yardımları ile zehirlenmiş bir ülkedir. TC devleti, tüm soğuk savaş, hatta 1917 Ekim Devrimi’nden bu yana yaşanan süreç boyunca, “emperyalist güçlerin ileri karakolu” olarak, anti-komünist mücadelede iş görmüştür. Gülen ve Erdoğan, bu anti-komünist mücadelenin ve onların içindeki 12 Eylül rejiminin çocuklarıdır.

İşte İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, diye bir ifade kullandınız mı, bu yapılanmanın değişmesinden söz ediyorsunuz demektir.

2- Diyor ki Erdoğan, yeniden yapılanma vardır.

3- Diyor ki Erdoğan, Türkiye bunun, yapılanmanın, merkezinde yer alma şansı yakalamıştır.

İşte “Aç tavuk, kendini buğday ambarında görürmüş” sözü, burada işe yarıyor.

1-

Biz, Kaldıraç hareketi olarak, epeyce uzun bir süredir, açıkça diyoruz ki, emperyalist güçler arasında, bir yeniden paylaşım savaşımı vardır. Buna Üçüncü Dünya Savaşı diyebilirsiniz. Bu savaş, kendini farklı biçimlerde ortaya koyuyor olsa da durum budur.

Dünyayı kendi aralarında paylaşmak isteyen beş gücü özellikle sayıyoruz: ABD, Almanya, Japonya, İngiltere ve Fransa. Bu güçler içinde ABD, düne kadar lideri olduğu kapitalist dünyanın komünizme karşı mücadele paktı nedeni ile elde ettiği avantajlarını kullanmak istedi. Dünya imparatorluğu ilan etti. Ama tutmadı. ABD hegemonyası çözülüyor. ABD bunu askerî güç avantajı ile durdurmaya çalışıyor olmuyor. ABD bunu, Rusya ve Çin’i birlikte “ham” etme teklifi ile durdurmak istedi ama ne çare Çin ve Rusya dişli çıktı.

2-

Biz Kaldıraç hareketi olarak diyoruz ki, bu paylaşım savaşımında paylaşım masasında olan ülkelerden biri de Türkiye’dir. Ortadoğu paylaşılırken, Türkiye’nin bundan azade olması mümkün değildir. TC devletinin, Saray Rejimi’nin, Suriye’den pay kapma çabası, Osmanlı hayalleri, boşunadır. Tersine bu hayaller, kurtluk yapmak dışında hiçbir şeye yaramaz. Kaldı ki, kolpacı Erdoğan ile, kurtluk gösterisi, traji-komik olur. Suriye’ye hevesle girenler, verdiklerini bile anlamazlar.

3-

TC devleti, tüm soğuk savaş boyunca, “ortaklaşa sömürge” idi. Bu süreç daha 1920’lerden başlar. Ekim Devrimi’ne karşı, “sınıfsız imtiyazsız” bir ileri karakol rolünü kabul etmek, içeride halkı bastırmak için işe yarar ama dünyada size bir şey katmaz.

Ortaklaşa sömürge Türkiye, ekonomik olarak Almanya başta olmak üzere AB’nin, askerî olarak ise NATO vb. kanallarla ABD’nin sömürgesidir. Bu ikili yapı, dün, soğuk savaş boyunca sorun olmuyordu. Ama artık, yeni paylaşım savaşı var ve TC devleti, ya ABD sömürgesi olacak, bu durumda içeride ekonomik alanda, sermaye el değiştirecek ve ABD sermayesi bir biçimde öne çıkacak. Ya da ekonomik alana hakim olan AB, siyasal alanda da ABD’den ülkeyi devralacak. Bu ikinci şık için NATO’nun dağılması gerekir. Yoksa esas olan ekonomik alan olduğundan, iş sürece bırakılırsa AB, ABD’den ülkeyi alır.

Bu iki seçeneğin dışında da, ülke üzerinde değişik paylaşımlar olabilir. Kanal İstanbul, İstanbul’un, uluslararası bir şehir-devlet olması amacını güdüyorsa, demek bir önemli paylaşım adımıdır, öyle görmek gerekir.

Şimdi, bu üç noktayı aklımızda tutarsak, Erdoğan’ın “İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ilk defa, küresel düzeydeki bir yeniden yapılanma sürecinin merkezinde yer alma fırsatını elde etmiştir” sözleri üzerinde durabiliriz.

Şimdi, TC devleti, bu küresel yeniden yapılanma sürecinin merkezinde nasıl yer almaktadır? Muhtemelen Trump ve elçileri, Erdoğan’a “sen önemli bir güçsün” diye gaz vermektedirler. İdlib’de gördük, Osmanlı hayalleri ile Suriye’ye hücum ederlerken ne kadar asker kaybettiğimizi bile açıkça söyleyemediler. Şehit deyip, şahadet şerbeti içmekten, şehitler tepesi boş kalmasın diye allahtan niyaz edenler, daha “şehit”lerin sayısını bile doğru söyleyemiyorlar.

Yoksa Türkiye, bu küresel yeniden yapılanma sürecinin merkezinde, bir “pasta” olarak mı yer almaktadır?

Kumarhanede masaya oturmuş kumar oynayanlar, masaların ortasında, dansözler de oynatırlar. Belki bu dansözler, arada bir birinin elini görüp, efendisine üfleyebilir, ama bunun bir “şans” olduğuna inandıklarını düşünmek oldukça zordur. Sanki, orada merkezde gibi olanlar, oyunculardır.

Eğer, dünya “küresel düzeyde bir yeniden yapılanma süreci”nde ise, bunun ana aktörleri de bellidir: ABD, AB diyelim ve İngiltere de içinde olsun ve Japonya. Biz beşli emperyalist güçler diyoruz. Çin ve Rusya ise, bu sürecin aktörleri olduklarını, boyun eğmeyeceklerini göstermiş durumdalar. Bu durumda, Rusya ve Çin, en azından, paylaşılacak alan olmaktan çıkmaktadır. En azından, çünkü dahası da vardır.

Ama Türkiye, bunun olsa olsa, pasta olarak merkezinde olabilir.

Erdoğan, tüm bunları, ne zaman söylüyor?

Dikkat edelim lütfen.

Çıkıp, 20 yaşından küçüklerin evde kalacağı açıklamasını doğru dürüst yapabilme becerisini bile gösteremediği bir ortamda.

Covid-19 salgınına karşı tek yapabileceği şeyin ne olursa olsun ölü sayısını gizlemek olduğunu, gizli emirlerle duyurduğu bir ortamda.

Eyyyyy diye başlayan yüksek perdeli konuşmalarında, halkım size kolonya ve abdest düştü demek zorunda kaldığı bir ortamda.

Allahın lütfu edasıyla, ekonomik önlemler açıklarken, Saray çevresine ulufe dağıttığı hissi ile sırıtarak coşmak zorunda kaldığı bir ortamda.

Hiçbir ekonomik “önlem”in ertesi gün geçerli kalamadığı bir ortamda.

Para basmayacağız deyip, 65 milyar TL para bastığı bir ortamda (Lütfen bakınız, Alaattin Aktaş, “DİBS’ler Merkez’e, para bankalara, oradan Hazine’ye”, Dünya Gazetesi, 21 Nisan 2020. DİBS, devlet iç borçlanma senetleridir. Hazine DİBS’leri çıkartıp, bankalara satıyor, bankalar bu senetleri MB’ye satıyor. MB, bunları almak için para basıyor. Böylece hazineye para aktarılıyor ve açıktan para bastık diyemiyorlar. Oysa tüm dünyada MB’ler habire para basıyorlar).

Belediyelerin Covid-19 salgınına karşı aldığı önlemleri, siz alamazsınız, sadece biz alırız dediği bir ortamda.

TV kanallarına çıkıp, IBAN numarası verdiği, telefonlara 10 TL bağış yapın diye mesajlar attığı ve halkın, buna ilgi göstermediği, Merkez Bankası’nın bu kampanyalara “bağış” yapmak zorunda kaldığı bir ortamda.

İşte Erdoğan’ın, yeniden yapılanma sürecinin merkezinde olmak olarak gördüğü şey budur. Hayali, biraz daha fazla iktidarda kalabilmek ve biraz daha fazla yağma yapabilmek. Sizce de, aç tavuk sözü yerinde değil mi?

Kaşla göz arasında, Salda gölüne saldırmak, kaşla göz arasında belediyelere kayyum atamayı sürdürmek, kaşla göz arasında ihaleleri hâlletmek, kaşla göz arasında Kazdağları’na saldırmak, yağma kültürünün olduğu kadar Saray Rejimi’nin dibe vurmuşluğunun göstergeleri değil mi?