İlya Ehrenburg’un ünlü roman serisi, “Paris Düşerken”, “Dipten Gelen Dalga” ve “Fırtına” üçlüsü, klasikler arasında yerini çoktan almıştır. Ehrenburg, akıcı bir dille, İkinci Dünya Savaşı’nda, Naziler tarafından işgal edilen Paris sokaklarında gelişen partizan savaşını anlatıyor. Okumayanlara, mutlaka okuyun deriz.
Zira, o Paris sokakları, Kasım’ın son haftası, Aralık’ın ilk yarısında, yeni bir toplumsal protesto dalgasına sahne olmuştur. Paris, tüm Fransa’yı etkilemiş, dalga oradan Brüksel sokaklarına vurmuştur.
Aslında, Macron hükümetinin, benzin-mazot fiyatlarına koyduğu ilave vergiler, protestoların başlaması için bardağı taşıran son damla oldu. İşçiler, emekliler, öğrenciler, gençler, kısacası tüm emekçiler, bu zammın geri alınması için protesto gösterilerine başladılar.
Muhtemelen Macron, zarif boynunu yana büküp, “bunlar bilinen şeylerdir, önce bağırır protesto ederler, sonra kabul ederler” diye düşünmüş olmalıdır. Macron Arjantin’e G20 zirvesi için yol alırken, protestoculara yapılan polis müdahalesinin protestoları durdurmadığı, daha da artırdığı ortaya çıkmaya başladı. Ve Macron, Arjantin’den döner dönmez, silâhlı grupların, hükümeti devirme ihtimalinden söz etmeye başladı.
Macron’u korku sarmış olmalıdır.
Hükümetin devrilmesi ihtimalinden söz ediyor olması, bu korkuların canlanması olmalıdır.
Nedir bu korkuların kaynağı?
Erdoğan, neden, her fırsatta, Gezi Direnişi’ne saldırıyor? Neden, Gezi Direnişi’ni bastırmak için verdiği azgınca saldırma emirlerini sürekli tekrarlıyor?
Aslında ne Erdoğan, ne Macron, iktidarlarını halk eylemleri ile, işçi eylemleri ile kaybetmiş değildirler. Buna rağmen, sokaklara çıkan Sarı Yelekliler’in ne demek olduğunu algılamak için gelişmiş antenlere sahipler.
Bu korku, onlara, kendi sınıflarından miras kalmıştır.
Burjuvazi, dünya devrimci hareketinin ne demek olduğunu biliyor. Bu nedenle, SSCB çözülünce sevinç çığlıkları attılar.
Dünyanın tüm egemenleri, bugünden söz edeceksek, tüm burjuvaları, daha da kapsamı daraltırsak, tüm tekelleri, para babaları, büyük holdinglerinin sahipleri “kardeş”tir. Ve işçi eylemleri karşısında duydukları korku, onların aile mirasıdır. Genlerine işlemiştir.
Hayal etmesi zor olmasa gerek: Bir avuç azınlık, dünya nimetlerinin üzerine konmuş, dünyanın ezici çoğunluğunun emeğini sömürerek, kanını emerek, vücutlarını ve düşüncelerini esir etmeye çalışarak, yeryüzünü ve onun bir parçası olarak insanı yağmalayarak bir cennet kurmuşlardır. Bu cennetin üzerinde yükseldiği varlık, işçilerdir, emekçilerdir. Ve eğer onlar eyleme geçerlerse ve eğer onlar doğrulmaya başlarlarsa ve eğer onlar başlarını kaldırır ve ufka bakarlarsa ve eğer onlar kendi sınıflarının çıkarlarını anlarlarsa ve eğer onlar kendi kardeşliklerini yeşertirlerse ve eğer onlar kendi güçlerinin farkına varırlarsa ve eğer onlar bu sömürü ve kan gölünün bir kader olmadığını kavramaya başlarlarsa ve eğer onlar, “sarı yelekleri”ne ilave başlarına kızıl birer şapka takmaya başlarlarsa, onlar özgürleşir ve olup biteni kavramaya başlarlarsa, işte o zaman o anlı şanlı burjuva iktidarların yıkılması saniyeler, dakikalar, saatler sürer.
Erdoğan da, Macron da, diğerleri gibi bunu çok iyi biliyorlar. Baskı ile, zalimlikle, yağma ve sömürü çarkını idare edenler, uykularında dahi bu kâbusu görmektedirler. Gerçekleri saklamak için karanlıklardan medet umanlar, sokaklardaki protestocuların aydınlatıcı gücünün farkındadırlar.
İşte bu korku, tüm burjuva iktidarları tir tir titreten korkudur.
İşte bu korku, onları bu denli saldırgan yapmaktadır.
İşte bu korku nedeni ile, ağızlarından salyalar akıtarak konuşmakta, halkın ve hak aramanın karşısına dikilmektedirler.
Macron, muhtemeldir ki, Erdoğan’dan farklı olarak, korkunun ecele faydası olmadığını bilmektedir. Macron, Erdoğan’dan farklı olarak, allah ve din adına kendini koruyacak muskalar peşinde koşmamaktadır. Ama bu kadar farklılık, her kardeş arasında olur. Bu farklılıkları bırakırsak, Erdoğan, Gezi Direnişi’ni yaşamış birisi olarak, evinde yaşadığı korkuların hiçbir şeye benzemediğini anlayabilmektedir. Bu nedenle de Macron’u anlayabilmektedir. Sadece ona, bak sen beni Gezi protestolarına karşı aşırı şiddet kullanmakla suçlamıştın, oysa ben şimdi seni anlıyorum, daha fazlasını kullansan da sesim çıkmaz, demek istiyordur. Erdoğan, kardeşi Macron’a, bak, gördün mü, senin de başına geliyor, bana niye kızıyordun ki, demeye getiriyor.
Paris protestoları yükselince, Paris, Brüksel sokaklarına aksını düşürdükçe, Erdoğan’ın ağzından, Gezi’nin arkasında dış güçler var vurgusu duyulmuyor. Onun yerine, dün Gezi’ye destek verdi diye suçladıklarına, şimdi, “ya ya, bizde de olmuştu” diye mahzun-sevinçli gözlerle bakıyor. Ve hemen, Fidan’ı çağırıp, “bu protestolar bize de sıçrar mı, yoksa sarı rengi yasaklasak mı?” diye soruyordur.
Bundan eminiz.
Eminiz ki, TC devleti, sarı yelek konusunda bir korku geliştirmiştir.
Pek yakında, sarı olan her şey yasaklanacak, güneşin sarı doğması ikinci bir emre kadar durdurulacak, camilerde cuma günleri sarı rengin aslında allahın lanetli renklerinden biri olduğu vaaz edilecektir. Değil mi ki, Diyanet İşleri, solcuların şeytan, sağcıların ise İslamî bir topluluk olduğunu ilan etmiştir. Trafik lambalarında “sarı” renk yanması yasaklanacaktır.
Elbette Saray’ın önlemleri sadece bunlarla da sınırlı değildir, olamaz. Mesela Sümeyye Hanım, babasının korku ve panik atakları karşısında sakinleştiricileri hazır tutacak, Berat ve Bilal olası durumlar için hazırlanmış dört alternatifli kaçış planlarını bir kere daha gözden geçirecek. Bu arada para sıfırlama işi önceden ayarlanmış olacak.
İşte tüm bu korkular nedeni ile, Erdoğan, bugünlerde nutuklarına Sarı Yeleklileri ekliyor.
Paris’te başlayınca, İstanbul’da yangın var, diye bağırası geliyor.
Fransız polisinin göstericilere şapka-kask çıkartması durumunu, “aman ha, bizde böyle bir densizlik yapacak polis olmasın” diye emirler vererek izliyor.
Oysa daha “sarı yelekliler” henüz, kırmızı şapkalarını takmış değiller. Bir de onların kırmızı şapkalarını taktıkları durumu düşünün. Büyük bir güzellik ortaya çıkacaktır.
Sarı Yelekliler, ne Macron’un sandığı gibi, ne de kardeşi sınıf kardeşi Erdoğan’ın düşündüğü gibi, yeterince örgütlü değildirler. Bu nedenle, daha yolun başındayız, bu kadar korkmayın.
Yani, bugün hissettiğiniz korkunun daha fazlası yoldadır.
Yani, dünyayı sarsacak, alt-üst edecek kızıl şapkaların ortaya çıkacağı günler daha gelmiş değildir.
Sarı Yelekliler, kırmızı şapkalarla bir kat daha güzel olacaktır, bir kat daha başları dik, bir kat daha korku duvarlarını aşmış, bir kat daha kardeşlerini tanımaya yaklaşmış, bir kat daha sınıf bilinci ile donanmış olacaktır.
Sonun başlangıcı o noktadır.
Kapitalist sistem, çoktan tarihin çöplüğünde yerini alması gereken, miadını doldurmuş bir varlıktır. 1917 Büyük Ekim Devrimi, bunun kanıtıdır. Bir kere kanıtlanması yeterlidir. Ama bu, bir sınıf savaşımıdır ve burjuvalar, dünya işçi sınıfının zaferini önlemeyi bugüne kadar başarmıştır. Bugüne kadar, kendi cennetlerini devam ettirmeyi başarmışlardır. Bunları yaparken, gezegenimizi, doğamızı, doğanın bir parçası olan insanı kirletmiş, yağmalamış, parçalamışlardır. Fazladan ömür süren bir yaratık olarak, üzerine yükseldiği her şeyi yok etmeyi sürdürüyor. Fazladan ömür süren bir yaratık gibi, şekilsizleşerek, tuhaf bir mahlukata dönüşüyor. Ve ömrünü sürdürebilmek için, onurlu, güzel, temiz, katı ve dik duran hiçbir şey istemiyor, bu nedenle her şeyi tahrip ediyor.
Bugün, dünya yüzeyinde her yerde, kapitalist sistemin açlık, zulüm, yağma, talan, hırsızlık, aşağılanma vb. demek olduğunu herkes görüyor.
Bugün, yeryüzünün her alanında işçiler, böyle yaşanamayacağını, bu yaşamı istemediklerini biliyorlar.
Bugün, yeryüzünün her yerinde insanlar, bir umut ışığı arıyorlar. Bu baskıya, bu zulme, bu işkenceye, açlığa, sömürüye, yoksulluğa, aşağılanmaya karşı bir direniş geliştirmek için bir umut ışığı arıyorlar.
İşte Sarı Yelekliler, Paris’te, bu arayışın sokağa çıkmış hâlidir.
Paris’ten Brüksel sokaklarına vuran ateş, aslında bu arayışın ne kadar derin, ne kadar güncel, ne kadar yaşamsal olduğunu göstermektedir. Bir anda, aralardaki mesafeleri aşan bir duygudan söz ediyoruz. Uzağı yakın kılan bir kurtuluş umudundan. Yeter artık, deme isteğinden söz ediyoruz.
Bu, yıllarca birikmiş öfkedir.
İşçilerin ve emekçilerin, gençlerin ve kadınların öfke kesesi artık dolmuştur. Sokağa çıkan Sarı Yelekliler, bu birikmiş öfkenin kendisidir.
Ve şimdi, bu öfke ile bilinci birleştirme dönemidir.
Şimdi, yeryüzünün her yerinde, dünya egemenlerine karşı, gericiliğe, çetelere, sömürüye, köleleştirmelere, aşağılanmaya, savaşa, devlet terörüne karşı biriken öfkenin kendini örgütlemesi dönemidir.
Sokaklar, işçi ve emekçilerindir.
Sokaklar, kölece boyun eğmenin ve suskunluğun son bulacağını haber vermektedir.
Marx, yıllar önce, Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor, komünizm hayaleti, diye yazıyordu. Bu hayalete vücut vermek, bu hayaleti canlı bir varlığa dönüştürmek için Komünist Manifesto’yu kaleme alıyorlardı ve örgütsel mücadelenin yolunu açıyorlardı.
Bugün, sadece Avrupa’da değil, yeryüzünün her noktasında, işçi ve emekçilerin, kadınlar ve gençlerin mücadelesi yayılmaya başlıyor. İşçiler, emekçiler, kadınlar ve gençler, kendi kurtuluşlarını nasıl örgütleyeceklerini sokakta araştırıyorlar. İşçiler, emekçiler, kadınlar ve gençler, kendi liderlerini yaratma sürecine girdiler.
Elbette bu inişli-çıkışlı bir yoldur. Elbette daha atılacak çok adım vardır. Elbette, Sarı Yeleklilere kırmızı şapkalar gerekecektir. Elbette, elbette.
Ama daha şimdiden Paris’in moda yaratan geleneği, Erdoğan’ın çenesine vurmuş, Saray’ın merdivenlerinden odalarına sızan korkuyu artırmıştır.
Macron, ilk günlerindeki gibi konuşmuyor.
Bu durum Erdoğan’ı daha da fazla korkutuyor.
Macron, önce, zamları durdurma, 6 ay sonrasına erteleme kararı aldı. Ama birkaç gün sonra, Sarı Yelekliler sokaklardan çekilmeyince, bu numaranın tutmayacağına karar verdiler ve bu kez zamları tamamen iptal ettiler. Ama bu kez de, işçiler, emekçiler, kadınlar ve gençler, yani Sarı Yelekliler, henüz başlarında kırmızı şapkaları olmadığı hâlde, bir talepler listesi yayınladılar. Ve baskıya, yasaklara rağmen, sokaklardan çekilmeyeceklerini ilan ettiler.
İşte Erdoğan’ın Saray’ının merdivenlerinden odalara sızan korku, bu sürecin korkusudur. Ve öylesi bir durum ortaya çıkarsa, Bahçeli’nin nükteli demeçlerinin ve Kılıçdaroğlu’nun sibop olma hamlelerinin işe yaramama ihtimali oldukça yüksektir.
Yeryüzünde bir hayalet dolaşıyor. Bu, komünizm hayaletidir. Rivayete bakılırsa öldü sanılan komünizm, mezarından çıkmıştır, zira kazıcılar mezardaki tabutun boş olduğunu kendi gözleri ile görmüşlerdir. Bu hayalet, geceleri dolaşmakta, en çok Saray’ları ziyaret etmeyi sevmektedir. Zaman zaman, gündüz gece ayrımı yapmadan, Sarı Yelekli kılığında sokaklara taşan insanların arasında yer almaktadır.
Rivayet odur ki, hayalet Kızıl Şapka’yı taktığı zaman, ruhlar aleminden tamamen çıkacak, ebediyyen dünyevî bir varlığa dönüşecektir.