ABD, dünyanın yeniden paylaşılması için dünyanın her yerinde saldırgan bir politika izliyor. Bu saldırgan politikaların hedefi, diğer emperyalist güçler henüz yeterince güçlenmeden, hâlâ ABD askerî açıdan güçlü iken, konum elde etmek ve dünyayı, ABD çıkarına yeniden paylaşmak, daha kibarca söylersek “yeniden şekillendirmek”tir. Bu nedenle ABD’nin acelesi olduğu kesindir.
Ve TC devleti, bu gelişen savaş koşulları içinde, yeni Osmanlıcılık hayallerini harlandırıyor. Yeni Osmanlıcılık, belki Muktedir’in rant hesapları ile çok örtüşüyordur. Ama anlamak gerekir ki, bu konuda aynı zamanda bir ideolojik yöneliş vardır. Davutoğlu, işin daha çok bu misyonunu temsil ediyor görünmektedir. Davutoğlu, gerçekte bugünkü Ortadoğu politikasının mimarlarından biri olarak gösterilmektedir. “Komşularla sıfır sorun”, “stratejik derinlik” olarak ortaya konan politikalar, “sıfır komşu sonsuz sorun” ve “sıfır derinlik” noktasına doğru evrilmektedir. Ama buna rağmen Türkiye, ABD’nin Ortadoğu politikalarına tetikçilik yaparken, aynı zamanda bu “yeni Osmanlıcılık” politikalarını, sözümona el altından, gerçekte ise beceriksiz bir “gizlilik” içinde devreye sokuyor.
Emperyalist güçlerin büyük bir hevesle destekledikleri, kundakladıkları savaş, dünyanın neresinde olursa olsun, halklara kan ve gözyaşı getirmiştir. Ve elbette bu emperyalist güçlerin yerel tetikçileri, işbirlikçileri, her zaman halkların azgın düşmanı olarak davranmışlardır.
Bugün, bölgemizde, bu emperyalist paylaşım savaşı kundaklanmaktadır. Suriye’de süren savaş, Irak işgali ile başlayan savaş, Yemen’de süren savaş, bunların göstergesidir. ABD ve diğer emperyalist güçler, bölgede kendi varlıklarını ve alanlarını artırmaya çalışırken, bölgede şu ya da bu emperyalist güce dayanan işbirlikçi devletler, bu paylaşımdan pay almaya çalışmaktadır.
ABD ve diğer emperyalist güçler, bölgede savaşı sadece işbirlikçi devletler aracılığı ile kundaklamıyor. IŞİD gibi çeteleri de devreye sokuyorlar. ABD, İngiltere, İsrail, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan 6’lı grubu, bölgede savaş kundakçılığından geri durmamakla kalmıyor, aynı zamanda İŞID gibi bir çeteyi devreye sokarak, katliamlar organize ediyor.
Bu çete savaşı, sadece Irak ve Suriye’de devreye sokulmuyor. Ukrayna’da da bu çete savaşı devrededir ve her ikisi de “devlet” olarak ilan ediliyor. Biri “resmî” devlet, diğeri “gayrı resmî” devlet, ama ikisi de devlet. Biri, İkinci Dünya Savaşı’nın Nazi artıklarına dayanıyor, diğeri ise, yeşil kuşak projesi olarak anılan Sovyetler’i İslam’la kuşatma siyasetinin kalıntılarına dayanıyor.
IŞİD, Sünni İslam içinde yer alan selefi gibi akımların tarihi ile de bağ kurarak, Saddam’ın yıkılmasının ardından “işsiz” kalan subayları da içine katarak, Afganistan ve diğer alanlarda anti-komünist mücadeleye ABD kontrolü altında katılan ve dünyanın farklı ülkelerinde yerleşmiş savaşçıları da içine alarak, Irak-Suriye zemininde yerleşmeye çalışıyor.
IŞİD, kanlı katliamlarla, bölgede, emperyalist efendileri adına, vahşi bir temizlik yürütüyor. Temizlik, hem halkların katliamı şeklinde devreye sokuluyor, hem kentlerin yerle bir edilmesi, hem de tüm tarihin silinmesi girişimi olarak ortaya konuyor. Sahneye konan ve barbarlıktan da öte bir vahşeti ifade eden bu savaş, bölgenin yeni Dubai’ler kurulması için tam bir temizliğe uğraması olarak görünmektedir.
IŞİD, kuşku yok ki, bölgede belli bir temel de bulmuştur. Bu temel, sadece selefiler değil, Sünni İslamî çevrelerden, farklı yoğunlukta ve farklı nedenlerle verilen destekler de bunun içindedir. Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkeler, Müslüman Kardeşler gibi örgütler, farklı saiklerle IŞİD’e destek vermektedir.
Sahada sadece IŞİD güçleri yoktur. Suriye ve Irak’ta, kimin eli kimin cebinde belli değildir. IŞİD’in yanısıra El Nusra ve daha pek çok farklı adla örgütler de devrededir. Kim kime karşı, ne için savaşmaktadır sorusu, bazı durumlarda neredeyse cevapsız gibidir. Ama sonuçta bu savaş, bölgenin yerle bir edilmesi, halkların sürgün edilmesi, katledilmesi, tarihin silinmesi sürecine katkıda bulunmaktadır.
Bu denli bir kanlı savaş, gerçekte, bölgesel nitelikli bir savaştır ve sadece savaşın daha açık hâle gelmesi anı beklenmektedir. Bölgesel bir savaş zaten vardır, farklı araçlarla yürütülmektedir. Ama bu savaşın büyümesi, an meselesidir ve dahası, bu savaş dünya savaşına evrilme potansiyeli göstermektedir.
Tüm bu kan ve katliamların içinden, kaosun içinde, halkların devrimci uyanışı da sürmektedir. Rojava devrimi ve Kobanê direnişi, bunun en somut ifadesidir. Yenidir ve tarihsel olarak da bir çözüm yolu göstermektedir.
Bu nedenle de, yağmacı ve savaşçıların, katliamcıların tepkisini çekmektedir. Erdoğan, en kritik direniş günlerinden birinde, “Kobanê düştü düşecek” diye sevinç naraları atmaktaydı. Bu sadece bir anlık bir duygu değil, bu gerçek duyguların dile getirilişidir. Ama ne yaparsın, muktedir de olsanız, bazı istekleriniz yerine gelmiyor.
7 Haziran 2015 seçimlerinde muktedirin yenilgisi, işte tam da böyle bir ortamda gündeme gelmiştir. Muktedir, “mutlak iktidarını” kaybetmiştir. Artık, Erdoğan tarzı başkanlık sistemi, eskisi kadar açıktan savunulabilir değildir. Erdoğan’ın deyimi ile, milli irade, kendisine %52 oy veren milli irade, bu kez, hayır demiştir. Gel ki, %52 ile övünürlerken de bir hata yapıyorlardı. Zaten cumhurbaşkanı olmak için, en az %50+1 oy almak gerekirdi. Bu durumda %52, abartılacak bir çoğunluk değildir. Ama böyle de olsa, bu aynı milli irade, bu kez Muktedir’e dur demiştir.
İşte bu noktada Erdoğan, bir savaş senaryosunu devreye sokma isteğindedir. Savaş, Suriye’ye karşı bir saldırı, “milli bir durum” yaratır ve Erdoğan’a ülkenin mutlak iktidarı olma şansını verebilir. Erdoğan’ın bu amaç için yapmayacağı “çılgınlık” yoktur.
Ve o da bunu ifade etmiştir: “Bedeli ne olursa olsun”, “Suriye’nin kuzeyinde” “güneyimizde” bir “Kürt devleti” kurulmasına izin vermeyiz diye buyurdu. “Suriye’nin kuzeyi” ya da “güneyimiz” kavramlarına da dikkat etmek gerekir.
Erdoğan, eğer bir savaş çıkmaz ise, eğer soruşturmalar başlar ise, ödeyeceği bedelin daha yüksek olduğuna karar vermiştir. Ve “kendisi bedel ödemektense”, mehmetçiği savaşa sürüklemenin daha doğru olacağı ya da daha az maliyetli olduğu sonucuna kolayca karar vermiştir.
Bu savaş naraları, gazetelerde yankılandı. Havuz medyası, hemen savaşı pompalayan yayınlara hız vermiştir.
Anlaşılıyor ki, Cumhurbaşkanı, Suriye’ye askerî bir müdahaleden yanadır ve yine anlaşılıyor ki, bu savaşı daha çok, kendisi ve ailesi için istemektedir. Bu savaşın kendisine hiçbir maliyeti yoktur ve muhtemelen önemli ölçüde ailesine gelir kazandıracaktır. Bu savaş isteğini ve kundakçılığını, seçimler öncesindeki manevralarında da ortaya koymuştu.
Yine anlaşılıyor ki, Cumhurbaşkanı, savaş tehdidini, Kürt hareketini sıkıştırmak için de kullanmaktadır. Seçim öncesinde Kürt sorunu yoktur noktasına kadar gelmişlerdi. Cumhurbaşkanı, masayı atmaktan söz etmekteydi. Ve aynı zamanda, Kürt hareketini tehdit ederek, kendi başkanlığına destek aramaktadır. Açıkça, beni desteklemezseniz, ateşkesi bozarım ve savaşı yeniden devreye sokarım tehdidi devrededir. Ama bu öyle bir “tehdit”tir ki, ancak blöf olarak okunabilir. Ama yine de devrededir. Bu ister “güneyimizde” kurulacak bir devlete karşı çıkmak şeklinde ifade edilsin, ister PKK’ye karşı savaş naraları şeklinde ortaya çıksın, fark etmez.
Anlaşılıyor ki, Türkiye, aynı anlama gelmek üzere Erdoğan, IŞİD’e ve Kürtlere karşı savaşabilecek herkese açıkça destek vermektedir. Bu destek, sadece düne kadarki TIR dolusu silâhlarla devrede değildir, aynı zamanda ciddi bir lojistik, teknik destektir de. Kobanê’deki IŞİD saldırılarını teşvik etmek, desteklemek TC devletinin politikası olarak devrededir.
Öyle anlaşılıyor ki, Genelkurmay, seçimden önce de, seçimden sonra da, Suriye’ye girme konusunda o kadar hevesli değildir. Asker kanadı, ABD, İran ve Rusya’nın tepkilerinden söz etmekte, bununla sınırlı kalmamakta, Suriye rejimi ile diyalog kurulmasını önermektedir. Buna görüş ayrılığı diyebiliriz. Abartmamak koşulu ile böylesi bir görüş ayrılığı vardır.
Öyle anlaşılıyor ki, devlet, bir bütün olarak, ülke içinde muhalefete karşı her türlü saldırıyı devreye sokmuştur. Seçim öncesinde çıkarılan yasalar, kolluk kuvvetinin daha kuraldışı kullanımına olanak sağlamaktadır. Yeni meclis, ilk iş olarak, hükümet dahi kurulmadan, bu yasanın kaldırılması konusunda bir hamle yapmalıdır. Devlet, işçilere, emekçilere, LGBTİ’lere, doğa ve çevre savaşçılarına, öğrencilere, topyekûn bir saldırı planlamaktadır. Bunun ilk uygulamaları, daha 8 Haziran tarihinden başlayarak devreye sokulmuştur. Bu arada, çeteler üzerinde bir yeni kontr-gerilla örgütlenmesi devrededir. Bu nedenle, IŞİD sadece Suriye ve Irak’ta faaliyet göstermekte olan bir örgüt değildir. Aynı zamanda Türkiye içinde de yerleşiktirler ve bu yerleşim devletin bilgisi, gözetimi dahlindedir.
İşte savaş, bu koşullar altında kundaklanmaktadır. Devlet, ABD’nin isteklerini yerine getirerek, kendi saldırı planları için fırsatlar kollanmaktadır. Bu, aynı zamanda içeride savaşı yoğunlaştırmaktır. Erdoğan, içeride daha şiddetli bir saldırı planını devreye sokmuştur.
Görülüyor ve anlaşılıyor ki, bu savaş, sadece dışta bir savaş değil, aynı zamanda içeride de bir savaştır. Bu savaş naraları, aslında halkların taleplerine karşı da bir meydan okumadır.
Derler ki; yel eken fırtına biçer.