Seçim sonuçları ve olasılıklar

Anayasayı, işlerine geldiğinde ayaklar altına aldılar. İşlerine geldiğinde, mesela baraj meselesinde, anayasayı savunmaktan geri durmadılar. Egemenler, kendi iktidarlarını sürdürebilmek, istedikleri gibi sürdürebilmek için, kendi yasalarını çiğnemekten çekinmediler, bundan sonra da çekinmeyeceklerdir.

korumak için, iç güvenlik paketleri gibi, her açıdan “sorunlu” yasaları devreye soktular. Kolluk kuvvetlerinin sınırsız saldırganlığını teşvik etmek için, onları koruyacak yasalar çıkardılar. Kendi
iktidar korkularını, halklara bulaştırmak için her yolu denediler.

Seçim süreci boyunca, saldırganlığın her türünü devreye soktular. Seçim kampanyasını katliam ve kan üzerine kurdular. Ağrı’da, Adana ve Mersin’de, ve en son Diyarbakır’da, katliam politikalarını sahneye koydular. Faili meçhul cinayetleri yeniden sahneye sürdüler, katliam taktiklerini yeniden sahaya sürdüler.

Ve öyle anlaşılıyor ki, bundan geri de durmayacaklar. Seçimlerden istedikleri sonuçları almamış olmaları, onları durdurmayacak, daha yeni saldırıları sahneye koyacaklardır. 7 Haziran seçimleri ile, barajı yıkarak geçen işçi ve emekçiler, halklar, HDP’yi meclise taşıyarak, bu politikanın sınırlarını gösterdiler.

Bu açıdan seçimin kesin yenilgisi, tuhaf başkanlık sistemi hayalleri ile sahne alan Erdoğan  tarafından alınmıştır. Erdoğan’ın “Türk usulü başkanlık” hayalleri, bu seçim sırasında oylanmış ve kesin olarak reddedilmiştir.

Milli irade naraları atan muktedir, seçim sonuçlarını manipüle etmesine rağmen bu sonucu almıştır. Bu durum, yenilgisini daha da katmerli hale getirmiştir. Eğer milli irade bu kadar önemli ise, Cumhurbaşkanı’nın, hemen istifa etmesi gerekir. 400 milletvekili verin diyordu, halk Türk usulü başkanlığı destekliyor diyordu, Kürt sorunu yoktur diyordu, barış mı o da ne diye nara atıyordu. Kadınlar bana sırtını döndü diyerek ahlâk dışı konuşmalar yapıyordu. Bu seçimi kazanmış olsa idi, “halk beni destekledi” diyeceğinden eminiz. Bu durumda, başkanlık sistemi için her adımı atacaktı. Anayasa, 10 Ağustos’ta rafa kalkı diyordu. Öyle ise, seçim sonuçları, doğrudan Erdoğan’ın yenilgisidir.

Seçim sonuçları, AK Parti, CHP ve MHP ittifakının yenilgisi demektir. CHP ve MHP, AK Parti’nin en büyük destekçileri olmuştur ve bu seçim sonuçları ile, hepsinin başındakilerin istifa etmesi
gereklidir.

Sandıkta, tüm devletçi politikalara açık bir tepki çıkmıştır.

Bizim görevimiz, bu süreci örgütlemek, daha yaratıcı, daha direngen, bir yeni örgütlenme süreci başlatmaktır.

Seçim sonuçları, tek parti hükümetini reddetmiştir.

Bu nedenle, en canlı tartışma konusu, nasıl bir hükümetin oluşacağı konusudur.

En büyük olasılık, AK Parti-CHP koalisyonudur. Bu koalisyonu, tüm egemenler istemektedir. Bu koalisyon, Erdoğan’ın bir nefes almasının da koşuludur. Erdoğan, yeni planlar yapmaya başlamıştır bile.

Erdoğan ile Baykal’ın, saray dışında yaptığı görüşme, kapalı kapılar ardında, korkular üzerinden bir pazarlığın devreye sokulduğunu göstermektedir. Acaba Erdoğan, Baykal’a, eski işbirlikçisine,
yeni kasetler ile tehditler mi savurmuştur? Bunun ihtimal dışı olmadığı açık. Ama daha çok, AK Parti-CHP koalisyonu için pazarlık yapıldığı anlaşılmaktadır. Baykal’ın, seçim sürecinde ağzından çıkan “tarım bakanlığını kesinlikle biz almalıyız” yollu açıklaması, bu planların eskiye dayandığını göstermektedir.

Anlaşılan odur ki, CHP, koalisyon için belli koşullar ortaya koymuştur. 17-25 Aralık dosyası bunlardan biridir. Muhtemelen Erdoğan, kendisi ve ailesinin yargılanmaması koşulu ile, dört bakanın
yargılanmasına izin verecektir. Yoksa CHP, bu koalisyona giremez durumdadır.

Öyle anlaşılıyor ki, CHP, alacağı bakanlıkların içinde, Milli Eğitim, İçişleri ve Adalet Bakanlığı’nı vazgeçilmez olarak görmektedir. Bu ise, aynı zamanda yargılamanın Erdoğan ailesine ulaşmaması
için bir şart gibidir.

Böylesi bir koalisyon içinde, bir restorasyon dönemi devreye sokulmak istenecektir. Buna büyük sermayenin olumsuz bakmayacağı açıktır.

AK Parti, muhalefet olmayı göze alamamaktadır. AK Parti’nin iktidardan düşmesi, dağılma süreci demektir. Bu dağılma sürecini önlemek için, bazı fedakârlıklar yapacakları anlaşılmaktadır. Bu
noktada Arınç’ın, iktidar olmak zorundayız açıklaması önemlidir. Aynı biçimde Davutoğlu’nun CHP-MHP ve HDP koalisyonunu önlemek için, kaç ilden milletvekili çıkarıldığı hesaplarını ortaya
koyması, boşuna değildir. Bu durum CHP’yi koalisyona ikna etme girişimidir. Aynı anda “başkanlık sistemi tartışması bitmiştir” demesi de CHP’yi rahatlatma girişimidir.

Böylesi bir koalisyon, kuşku yok ki, barış sürecini yeniden devreye sokacaktır Ve elbette bunun öncesinde, yeni bir saldırı dalgası örgütlemeleri mümkündür.

Bu koalisyonun, iç güvenlik paketini rafa kaldırmak zorunda olduğu düşünülürse, saldırı politikalarına hiç ara vermeyecekleri kesindir.

Elbette bu, olasılıklardan biridir.

Bir başka olasılık, Erdoğan’ın fırsatını yakalayıp, parlamentoyu fes ederek, fiili başkanlık sistemi uygulamalarını yeniden devreye sokmasıdır, ki bunun için olağanüstü hâl ilan etmeleri gerektiği
açıktır. Bunun bir çılgınlık olacağı, egemenler açısından açık olsa da, seçim sürecinde ortaya konan tavırların bunu olası kıldığı da unutulmamalıdır.

AK Parti’nin hükümet kuramaması durumunda, dağılma sürecinin çok hızlanacağı da kesindir. Bu riski göze almak istemedikleri de açıktır.

MHP’nin CHP ve HDP ile bir koalisyona girmek istememesi, aslında açık olarak AK Parti – CHP koalisyonuna açık bir destek olarak okunmalıdır.

Öte yandan, AK Parti ile koalisyona girmek, hem MHP’yi, hem de CHP’yi oldukça yaralayacak durumdadır. Bunu göze almaları da zordur. MHP, bu nedenle, çözüm sürecinin rafa kaldırılmasını
şart koyarak, ya yeni seçim ya da AK Parti- CHP koalisyonu seçeneklerini zorlamaktadır.

Tüm bu durum, var olan bir yönetme krizinin daha derinleştiği, derinleşeceği anlamına gelmektedir.

Elbette AK Parti, dışişleri bakanlığını alacaktır.

Ülkenin Ortadoğu politikası değişmeyecekse, bu durumda, herhangi bir koalisyonun yaşama süresinin kısa olduğu açıktır.

Ülkenin, gerçek anlamda tam bir değişime ihtiyacı olduğu açıktır. Bu, mevcut sistemi her açıdan zorlamaktadır. Ortadoğu’da gelişen süreçlerin içinde bir savaş kundakçısı olarak yer alan bir Türkiye’nin, hangi iktidar ile, hangi hükümet ile, bunun dışına çıkabileceği sorusu ortadadır. Bu sorunun yanıtı, elbette bir halk iktidarı, bir devrimci iktidardır. Bu nedenle, oluşacak olan hükümetlerin ömrü sınırlı olacaktır.

Önemli bir başka sorun, Kürt sorunudur. Gerçek anlamı ile bir çözüm sürecinin gelişmesi nasıl sağlanacaktır? Bu sorun ile, iç güvenlik uygulamaları birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.

Öte yandan bir başka önemli sorun, ekonomik politikalardır. Neo-liberal ekonomik politikalarla, sadakaya, taşeronlaşmaya dayalı bir politikanın ne ölçüde ve nasıl sürdürüleceği, kocaman bir soru olarak ortada durmaktadır.

Biz devrimciler açısından HDP’nin barajı yıkması, yerle bir etmesi, büyük bir olanak, bir kazanımdır. Bunun gerçek bir kazanıma dönüşmesi mümkündür, olanaklıdır. Ama bunun yolu, esas olarak toplumun her alanında örgütlenmenin geliştirilmesidir. Sağlam bir örgütlenme, bu gelişmekte olan tepkinin, uyanışın daha da ilerlemesinin yolunu açacaktır. Bu açıdan önümüzde çetin ve yaratıcı bir mücadele dönemi durmaktadır. Hiçbir biçimde zafer sarhoşluğuna kapılmadan, hiçbir biçimde gevşemeden, safları sıklaştırmak, örgütlenmeye güç vermek gereklidir. Seçim sürecinde gerçekleştirilen olağanüstü duyarlılık, irade ve örgütlü duruşun, daha da ilerletilmesi, toplumun her kesiminin örgütlenmesine evrilmesi acil görevdir.

Şimdi, Gezi Direnişi’nin sonuçlarının toplanması, şimdi halkın örgütlenmesinin geliştirilmesi daha da olanaklıdır.

Zehirli milliyetçilik, dinin ahlâksızca kullanılması, sarayın mutlak egemenlik arayışları artık para etmeyecektir. Burjuva medyanın karanlık üretim makinaları eskisi gibi tıkır tıkır işlemeyecektir.
Ama tüm bunlar, kendiliğinden burjuva egemenliğin geriletileceği anlamına hiç ama hiç gelmez. Halkların örgütlü mücadelesi geliştirilmeden, işçi ve emekçilerin toplumsal mücadele sahnesine daha aktif girmeleri sağlanmadan, bu başarının ilerletilmesi mümkün olmaz.