Diğer yanda ise, gelişen ve kitleselleşen bir tepki, cenazede, sosyal medyada adeta bir isyana dönüşüyor. O kadar ki, hükümet yeni bir Gezi süreci mi başlıyor diye, coplarını hazırlıyor, saldırı hazırlıklarını devreye sokuyor.
Bir avuç parababasının başında oturduğu, milyonlarca insanın yokluk, açlık cehenneminde yaşatıldığı bir dünya, elbette sürekli şiddet üretmektedir. Bu tüm sınıflı toplumların gerçeğidir. Burjuva sistem, aynı zamanda erkek egemen bir sistemdir. Toplumsal yaşamın her alanında üretilen şiddet, elbette en çok ezilenlenleri, sömürülenleri vuruyor. Ezilen halklara vuruyor, işçilere emekçilere vuruyor ve elbette kadınlara da iki kere vuruyor. Irkçılık, ayrımcılık bu şiddetin arka planıdır.
Ama bizim toplumumuzda bu yara daha da derindedir. Hapishanelerden katilleri çıkartıp, Ermeni katliamlarında devlet adına kullanmak, işin en başında vardır. Katliamlarda bu katil güruhu kullanmak için, elbette sistem bunları sistematik olarak üretmekle kalmıyor, bunları devlet için devşiriyor da.
Hrant’ı katletmek için tetikçi olarak görevlendirilen kişilerle karakolda fotoğraf çekmek ile, bir gerillanın cesedinin üzerine postalla basıp fotoğraf çekmek aynı sürecin içindedir. Milyonlarca insana işkence yapmak, Kürt köylerinde insanlara dışkı yedirmek, kadın-çocuk farketmez diye emirler vermek bu şiddetin başka bir tarzda dile getirilişidir. Bir erkek veya kadına işkencede tecavüz etmek ile, tecavüze uğrayan kadını suçlamak aynı sürecin parçalarıdır. Bir Rum kadınının ırzına geçilmesi için teşvik vermek ile, mini etek giymeseydi tecavüze davetiye çıkarmazdı, demek aynı şeydir.
Bir sokak gösterisinde, üzerine gaz bombası atan, su sıkan bir kişinin yüzünü örtmesini suç saymak ile, “tecavüzcüyü tahrik edecek tarzda giyinmek”söylemi aynı şeydir. Birinde yüzünü örten “suçlu” bulunmaktadır, diğerinde ise “etek giymiş olan” kadın suçlanmaktadır. Oysa her ikisinde de saldıran, suçlu bulunmamaktadır. Nasıl ki hakkını arayan insana karşı devletin, polisin estirdiği terörü, sokakta adam öldüren polisi engellemek yerine, görevini kötüye kullanan polisi ve güvenlik gücünü, savcıyı yargılamak yerine, halkı, göstericileri suçlamak, yeni çıkartılacak olan yasanın temeli ise, aynı biçimde, kadına şiddeti kullanan kişiyi, polisi, hakimi yargılamamak aynı sürecin parçasıdır.
“Her ülkede kadınlar tecavüze uğruyor, abartmayın” savunması, gerçekte bu sistemin bu katilleri savunmasından başka bir şey değildir.
Sistemin buna, katiller sürüsüne ihtiyacı vardır.
Kürt devrimine karşı kullanılan özel savaş yöntemleri, bu sistemin çete yetiştirme kültürü ile sürdürülmüştür.
Ermeni katliamları, Çorum ve Maraş katliamları, Sivas katliamları, tamamen bu katil çetelerin eli ile gerçekleştirilmektedir. Bu yolla devlet, her zaman, uygun işler için uygun tetikçiler bulabil- mektedir, bulmaktadır.
İşte devlet, bu zemini, bu iklimi, asla bırak- mak istememektedir.
Gezi Direnişi’ni hatırlayalım. Direnişe karşı
%50’yi evde zor tutanlar, dini, yalanı ve sokak şid- detini, çeteleri kullanmaktan geri durmamışlardır. Sokaklarda genç kızların saçlarını çeken polisleri hatırlayalım. Polis araçlarına bindirilirken tacize uğrayan kadınları hatırlayalım. Camide seviştiler vurgularını hatırlayalım, Kabataş’ta üstleri çıplak 100 erkeğin başörtülü kadına saldırdığı yalanını hatırlayalım. Sokaklarda elinde palalarla kadınla- ra, erkeklere saldıran “sivil” kişileri hatırlayalım.
Sizce bu şiddet, Özgecan Aslan’ı öldüren şid- detten çok mu ayrıdır?
Tecavüze uğrayan bir kadın, velev ki ölmüş olmasın, suçlanmaktadır. Ona saldıran, hafifletici nedenlerle ceza almaktadır ve hafifletici nedenler arasında, kadının “tahrik edici giyinişi” de gel- mektedir. Doğrusu şu ki, bu konuda kararlar veren hakimlerin, devletin, kolluk kuvvetlerin, hangi gi- yim tarzını “tahrik edici” bulduklarını kestirmek de zordur. Tüm toplum etek giymez olsa, bu kez kısa kollu giyinmek tahrik edici bulunacaktır. Kol- lar kapansa saçlar tahrik edici bulunacaktır. Saçlar kapansa bu kez gözler tahrik edici bulunacaktır. Gözler kapansa çarşafın dalgalanması tahrik edici bulunacaktır.
Devlet yetkililerinin, Özgecan cinayeti gibi kan dondurucu bir cinayetten sonra bile, “böyle giyinirseniz bu saldırıya maruz kalırsınız” demesi, katilin cinayetle ilgili ifadesinden daha mı az kan dondurucudur?
Bir erkek egemen sistemi kutsayan, dini bu yönde kullanan, kadını aşağılayan, kadını bir eşya haline getiren sistemi tümü ile destekleyen ve tah- kim eden bir siyasal yönetim, bu cinayet nedeni ile, bu fırsattan istifade, güvenlik yasasını çıkar- maya çalışmaktadır. Bu cinayeti bu amaç için kul- lanmak, akıl almaz bir siyasi “kurnazlık”tır.
Hatta daha da ileri giderek, bu vesile ile idam cezasını tartışmaya açmaktadırlar. Yine daha bü- yük ölçüde yasaklar düşünülmektedir.
Irkçılık, ayrımcılık, erkek egemen sistem, sö-
mürücü sistem, insanın insana her çeşit kulluğuna dayalı sistem şiddet üretir. Bu bizim toplumumuz- da, tarihsel nedenlerle daha da ileridedir. Birçok katliamda, devlet, tecavüzcüleri, katilleri hapis- lerden çıkartıp çeteler hâlinde örgütleyerek nasıl kullandığını biliyoruz.
IŞİD anlayışını aklımızda tutmalıyız. 21. yüz- yılda, kadının mal gibi alınıp satılması hemen yanı başımızda yaşanmaktadır.
Kadını erkeğin malı gören sistem, şiddetten başka ne üretebilir? Kadını evine mahkûm eden sistem, kocasını katil yapar, oğlunu katil yapar, ak- rabasını katıl yapar. Erkekliği övünülecek bir şey hûline sokan sistem, gerçekte, kadını mal yapan sistemdir. Eşini, bacısını bir erkeğe baktığı için darpeden erkek, geneleve aynı ahlâkî değerlerle gitmektedir ve eşini orospulukla suçlarken aynı ahlâkî değerlere sarılmaktadır. Hepsinin temelin- de kadının mal hâline getirilmesi yatmaktadır.
Burjuva sistem, aynı zamanda erkek egemen bir sistemdir. Bu sistem ayrımcılık ve baskı, şid- det üzerine yükselmektedir. Bir insanın bir insan tarafından sömürülmesi baskı olmadan, şiddet ol- madan sürdürülemez. Devlet, bizzat bu baskının, bu şiddetin kendisidir.
Ayrımcılık, adaletsizlik, eşitsizlik, sistemin kendini yeniden üretmesinin yoludur. Bu şiddeti sistemin kendisi üretmekte ve beslemektedir.
Grevi şiddetle bastırmak, hak aramayı yasak- lamak, aile bakanlığı kurmak, kadın-erkek ayrımı- nı eğitime yaymak, aile içinden başlayarak erkek ayrıcalıklı bir eğitim yapmak, kadının fıtratını tartışmak, öğrenci eylemlerini copla TOMA ile bastırmak, sokakta eyleme çıkmış kadınları “hafif kadınlar” diyerek aşağılamak, okuldan dönmekte olan bir genç kıza giyimi nedeni ile ölüm cezası kesenleri haklı çıkarmak, karakolda işkence yapan polislere kahraman muamelesi yapmak, Erme- ni’yi katleden kişiye milli kahraman muamelesi yapmak, Kürtlere kurşun sıkmayan kişiye korkak muamelesi yapmak, savaşa karşı çıkan kişiyi “sen erkek değil misin” diye aşağılandığını düşünmek, “afedersin Ermeni” söylemi ile konuşmak, Berkin Elvan’ın cenazesine katılanlara ölü seviciler de- mek, kadının kahkaha atmasını edepsizlik olarak nitelemek, Beşiktaş’ta Kadıköy’den gelen vapur- ları seyredip vapurdan inenlerin elbiselerine gi- yimlerine bakmak söylemleri, gerçekte şiddetin kendisi değil midir?
Her türden ayrımcılık, kapitalist sitem de dahil, tüm sınıflı toplumların, özel mülkiyet top- lumlarının ayrılmaz parçasıdır. Ayrımcılık, sömü- rü, aşağılama ve şiddet bu sistemin ayrılmaz bir parçasıdır.
Mesele, bir çocuktan katil, bir çocuktan ırkçı, bir çocuktan tecavüzcü üreten bir sistemi yerle bir etmektir.
Mesele, çeteci devlet anlayışını tarihin çöplü- ğüne gömmektedir.
Özgecan Aslan’a dönük saldırı, tüm ülkenin, en başta kadınların isyanı hâline gelmiştir. Gezi Direnişi’ni hatırlayalım, Soma direnişini hatırla- yalım, Kobanê direnişini hatırlayalım. Şimdi de Özgecan nezdinde kadına dönük aşağılık saldırı- lara karşı, isyana bakalım.
İşte bu sıklanan kalp atışlarımız, sokağın se- sidir, özgürlük ve eşitlik çağrısının kendisidir, is- yandır, güzelleştiren isyan, adalet arayışının ken- disidir ve çürümüş köhnemiş düzeninizin sonunun geldiğinin işaretidir.
İşte bu yüzden, devlet, Özgecan’a saldırıyı kullanarak yeni yasaklar, özgürlüğü kısıtlayıcı yeni yollar, iç güvenlik yasa tasarısı gibi önlemleri destekleyecek arayışındadır. İstiyorlar ki, halkla- rın sesini kısalım, istiyorlar ki onların ayrımcılığı sonsuza dek sürsün, istiyorlar ki sömürü düzenle- rine kimse karşı çıkmasın. Ve böylece cennetlerini korumak istiyorlar.
Biz de tersini istiyoruz, özgürlük istiyoruz, eşitlik istiyoruz, sömürüye son vermek istiyoruz, ayrımcılığın her türüne son vermek istiyoruz. Bu nedenle susmayacağız, sokaklar susmayacak.