Gazze’de aylardır süren katliam, dünya tarihine kara bir leke olarak yazılmaktadır. Binlerce çocuk, kadın ve sivil göz göre göre öldürülüyor; hastaneler, okullar, mülteci kampları bombalanıyor. Açlık, susuzluk ve ilaçsızlık birer silaha dönüşmüş durumda. Bu tabloyu izleyen herkes biliyor ki bu sadece bir savaş değil, uluslararası hukuk literatürünün en ağır suçu olan soykırımdır. Böyle bir tablo karşısında devletlerin tavrı belirleyici bir önem taşır. Sözde kınamalar, meydanlarda atılan hamasî nutuklar ya da BM kürsülerinde yapılan gösterişli konuşmalar hiçbir anlam taşımaz; esas mesele ticareti, diplomatik ilişkileri ve askerî iş birliklerini kesmektir.
Türkiye iktidarı, halkın vicdanında Filistin hassasiyetini sürekli istismar ederken, fiiliyatta tam tersi bir yol izlemektedir. Yıllardır dile getirdiğimiz gibi, Kocaeli Derince’deki Safiport Limanı’ndan İsrail’e yönelik ticaret devam etmektedir. ZIM adlı İsrail şirketine ait gemiler bu limandan yük almakta, Derince sokaklarını felç eden tırlar arasında ticaret sürmektedir. Yüzlerce, binlerce tırın her gün limana girip çıkması sadece Kocaeli’nin trafiğini felç etmekle kalmıyor; aynı zamanda Filistin’de bebeklerin bombalar altında can vermesine ortak olan bir ticaret zincirini besliyor.
Safiport’tan İsrail’e giden gemiler: Belgeler, tanıklar ve inkâr siyaseti
Defalarca belgeleriyle ortaya koyduk. Marine Traffic kayıtlarından takip ettiğimiz gemiler var. Örneğin, Marla Bull isimli gemi Safiport’tan yük aldı, Yunanistan üzerinden İsrail limanlarına gitti. “Chemical Ranger” adlı gemi yine Derince’den hareket ederek Hayfa Limanı’na ulaştı. Bunlar tekil örnekler değil; düzenli olarak gerçekleşen seferlerdir. Buna rağmen iktidar sözcüleri, dezenformasyon merkezleri “İsrail’le ticaret yok” diyerek yalan söylemekten çekinmedi.
Bir taraftan Gazze’deki çocukların ölümü karşısında timsah gözyaşları dökülüyor, diğer taraftan İsrail’in savaş makinesini ayakta tutan lojistik zincirine limanlarımız açılıyor. İşin ironik tarafı, bu seferlerin çoğu kamuya açık platformlardan dahi takip edilebiliyor. Yani aslında gizlenmesi mümkün olmayan bir gerçeklik söz konusu. İktidar bu tabloyu saklamak için ya “yok sayma” ya da “bizim haberimiz yok” gibi bahanelere başvuruyor. Oysa belgeler, görüntüler ve tanıklıklar her şeyi ortaya koyuyor.
Safiport’un çevresel ve toplumsal yıkımı
Safiport Limanı sadece dış politikada değil, yerelde de büyük bir yıkımın kaynağıdır. Körfez’de denizi doldurarak sürekli genişleyen bu liman, kâr hırsıyla çevreyi, denizi ve insan sağlığını yok etmektedir. Kocaeli halkı yıllardır bu limanın sebep olduğu trafik yoğunluğundan, hava kirliliğinden ve şehir hayatının felç olmasından şikâyet ediyor. Yüzlerce tır gece gündüz demeden Derince sokaklarında egzoz dumanı ve gürültü bırakıyor. Trafik kazaları artıyor, çocukların oyun alanları kamyon yollarına dönüşüyor.
Denizi doldurarak yapılan bu genişlemeler Marmara ekosistemine telafisi imkânsız zararlar veriyor. Bugün müsilaj felaketinden bahsediyoruz ama bunun köklerinde denizi plansızca dolduran, kıyıları betona boğan bu açgözlü yatırımlar var. Yani Safiport sadece Filistin halkına ölüm taşımıyor; Kocaeli halkına da nefes alınamaz bir yaşam dayatıyor.
Azerbaycan petrolü ve Türkiye’nin komisyonu
Bir diğer büyük ikiyüzlülük, Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Boru Hattı üzerinden İsrail’e akan Azerbaycan petrolüdür. Cumhurbaşkanı Erdoğan Bakü’de “Kahrolsun İsrail” diye nutuk atarken, aynı hatta akan petrolün her varilinden Türkiye devleti komisyon almaktadır.
Başlangıçta varil başına 80 sent denilen bu miktarın aslında 1 dolar 27 cent olduğu AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin tarafından itiraf edildi. Yani iktidarın en üst düzey sözcülerinden biri, bu gerçeği meclis kürsüsünde dile getirdi. Günde yüz binlerce varil petrol bu hattan akıyor; bu da milyonlarca dolar demektir. Yani bir yandan “soykırımı kınıyoruz” diyorsunuz, öte yandan bu soykırımı finanse eden ticaretten pay alıyorsunuz. Bu, tarih önünde affedilmeyecek bir ikiyüzlülük ve suç ortaklığıdır.
Azerbaycan Gümrük Komitesinin verilerine baktığınızda, 2023 yılında yaklaşık 2 milyon ton petrolün İsrail’e satıldığı açıkça görülüyor. Bu petrol Türkiye üzerinden geçti. Bütün belgeler ortada. Hükûmetin “rica ettik, göndermiyorlar” masalları sadece aldatma girişimidir. Eğer gerçekten kararlı olsalardı, bu akışı durdururlardı. Ancak milyonlarca dolar gelir karşısında insanlık onuru ve Filistin halkının yaşamı göz ardı edilmektedir.
Soykırım yapan devlete ticaret ve silah satışı
Türkiye’nin çelişkileri sadece petrol ve liman ticaretiyle sınırlı değildir. Silah sanayiinde de İsrail’le iş birlikleri uzun yıllar gündemde olmuştur. İnsansız hava araçları, askerî teknoloji transferleri ve ortak üretim projeleri kamuoyunda sıkça tartışılmış, ancak şeffaf bir bilgi hiçbir zaman paylaşılmamıştır. Bugün bu iş birliklerinin hangi boyutta devam ettiğini tam olarak bilemesek de ortada inkâr edilemez bir gerçek vardır: Soykırım yapan bir devlete silah satmak ve askerî iş birliği yürütmek hem hukuken hem de vicdanen en ağır suçlardan biridir.
Ayrıca, uçuşların hâlen devam ettiği ve Türk hava sahasının İsrail’e yönelik trafiğe açık olduğu yönünde bilgiler kamuoyuna yansımaktadır. Bunun yanı sıra, askerî alanda da dikkat çekici örnekler vardır: Türk F-16 pilotlarının İsrail’de eğitim aldığı, İsrailli pilotların ise Türkiye’de ortak tatbikatlara katıldığı uzun süredir bilinmektedir. Bu konularla ilgili olarak tarafımdan verilen soru önergesine ise henüz cevap verilmemiştir. İktidar sık sık “ilişkileri kestik” söylemine sarılsa da, bu askerî bağların tamamen kopmadığını gösteren ciddi işaretler mevcuttur. Soykırım yapan bir devletle sürdürülen bu ilişkiler, sadece uluslararası hukuk açısından değil, aynı zamanda siyasi etik bakımından da kabul edilemezdir.
Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi açıktır: Soykırım suçu işlendiğinde devletlerin yükümlülüğü yalnızca kınamak değil, bunu engellemek için somut adım atmaktır. Bu da ticaretin, askerî iş birliklerinin, her türlü diplomatik normalleşmenin derhal kesilmesi anlamına gelir. Türkiye ise tam tersine, ticareti sürdürerek suça ortak olmaktadır.
İktidarın çelişkili söylemleri ve yalan siyaseti
Aralık 2024’te Dezenformasyonla Mücadele Merkezi “İsrail’le ticaret yok” diye açıklama yaptı. Sonra Mayıs 2025’te “Ticareti yasakladık” dediler. Demek ki önceki açıklama yalandı. İşte iktidarın en çıplak hâli budur: Yalan, inkâr ve halkı kandırma. Yalanla mücadele kurumu bile yalan söylemektedir.
Biz belgelerle ortaya koyduğumuzda sustular, çarpıttılar, gençleri gözaltına aldılar. Dokuz genç aktivist, “Azerbaycan’dan petrol İsrail’e gidiyor, ZIM gemileri limanlarımızda, bu ticaretten Türkiye milyonlarca dolar kazanıyor, bu ticareti durdurun,” dedikleri için tutuklandı. Mahkemeler onlara Cumhurbaşkanına hakaret isnadı yükleyemedi; çünkü hakaret yoktu, sadece gerçekleri söylemişlerdi. Yine de “toplantı ve gösteri yürüyüşü” bahanesiyle cezaevine konuldular.
İşte iktidarın tavrı budur: Gerçeği dile getiren gençleri susturmak, belgeleri ortaya koyan milletvekiline saldırmak ama İsrail’le ticareti sürdürmek.
Halkın vicdanı susmuyor
Bütün bu gerçekler karşısında iktidar susabilir ama halk susmuyor. Türkiye’nin dört bir yanında insanlar “İsrail’le ticaret kesilsin” diye haykırıyor. Vicdan sahibi olanlar, sokağa çıkanlar, üniversitelerde, meydanlarda sesini yükseltenler aslında tarihe not düşüyor.
Bugün Filistin halkıyla dayanışma için yapılan protestolar yalnızca bir öfke ifadesi değil; aynı zamanda geleceğe bırakılan birer tanıklıktır. Çünkü yarın bu belgeler, bu çelişkiler uluslararası mahkemelerin önüne geldiğinde kimlerin suça ortak olduğunu herkes görecek.
Dünya örnekleri ve boykot hareketleri
Türkiye’nin bu ikiyüzlülüğüne karşın, bazı ülkeler farklı bir yol izledi. İspanya, Hollanda ve Belçika mahkemeleri İsrail’e silah satışını durdurma kararı aldı. Güney Afrika, Lahey’de İsrail aleyhine dava açtı. Dünyanın dört bir yanında insanlar sokaklara çıkarak “soykırım yapan devlete ticaret yapılamaz” diye haykırıyor. Üniversitelerde boykot kampanyaları, sendikaların aldığı grev kararları, kültür-sanat dünyasından gelen protestolar aslında ortak bir insanlık vicdanının yükseldiğini gösteriyor.
Türkiye halkı da bu vicdanın bir parçasıdır. Ancak iktidar, halkın bu iradesini bastırmaya çalışmakta, uluslararası dayanışmaya sırtını dönmektedir.
Sonuç: Sessizlik suç ortaklığıdır
Gazze’de yaşananlar sıradan bir savaş değil, bir soykırımdır. Bu soykırımı durdurmanın yolu sözde kınamalar değil, somut yaptırımlardır. Safiport’tan yüklenen gemiler, BTC’den akan petrol, silah ticareti sürdükçe, Türkiye bu soykırımın ortağı olmaktan kurtulamayacaktır.
Ben bir milletvekili olarak, hem Kocaeli halkının trafik ve çevre sorunlarını hem de Filistin halkının yaşadığı zulmü aynı noktada görüyorum: Safiport’ta, BTC’de, iktidarın ikiyüzlü siyasetinde.
Tarih herkesi yazacak. Kimlerin direndiğini, kimlerin sustuğunu, kimlerin ticaretle kârına kâr kattığını kaydedecek. Ve ben buradan bir kez daha söylüyorum:
Soykırım yapan bir devletle ticaret yapan, soykırıma ortaktır.
*: Kocaeli milletvekili.