“Söyledim ve ruhumu kurtardım!..” “Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi” kitabı üzerine – Barış Altunsoy

Galina Serebryakova tarafından yazılıp 5 cilt halinde Türkçe olarak yayınlanan ve Karl Marx biyografisi olması yanında dönemi tüm siyasal ve sosyal gelişmeleri ile birlikte anlatan Ateşi Çalmak romanını okurken, Marksizmin klasikleri arasında en az dikkatimi çeken kitaplardan birinin “Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi” kitabı olduğunu üzülerek fark ettim. Üzülerek diyorum çünkü kitapta parti için yürütülen mücadele o kadar canlı anlatılmakta ki kişi ister istemez Marx ve Engels’in işçi sınıfı mücadelesini savunmak için gösterdikleri emeğe haksızlık ettiği zannına kapılmakta. Ayrıca yazılan her kelimenin, her cümlenin ne kadar özenle seçildiğini program taslağı üzerine eleştiri ve tartışmalarda okur açıkça anlayabilmekte, metinlerin büyüklüğü karşısında daha fazla saygı duymaktan kendini alamamakta.

Marksist klasikleri okuyan okurlar açısından durum nasıldır diye yaptığım küçük araştırmada sonuç pek de farklı değildi. Kitapyurdu sitesinde kolaylık olması açısından Yordam Kitap tarafından yayınlanmış Marx-Engels’e ait kitapları az satandan çok satana doğru sıralattığımda manga ve setten ayrı tekli olarak satılan kitapları bir yana bırakırsak (örneğin Kapital 2. Cilt gibi) en az satın alınan kitap olduğunu görünce Marksist klasikleri okuyanlara ve genel olarak ilgililere yönelik kısa bir tanıtım yazısı yazarsam kitabın üzerinde -şayet varsa- oluşan önyargıları kırabilirim düşüncesi eser hakkındaki bu tanıtım yazısının hazırlanmasını benim açımdan kaçınılmaz hâle getirdi. Söylediğim gibi kitaptaki metinlerin analizinden daha ziyade kitabın içeriği hakkında kısa bir tanıtım yazısı hazırlamak muradım.

Gotha Programının Eleştirisi, Lassalle öncülüğündeki Alman Emekçileri Genel Derneği ile Marksizm çizgisini benimsemiş Bebel, Liebknecht ve Bracke liderliğindeki Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi arasında 1875 Gotha kentinden düzenlenen birlik kongresi öncesi hazırlanan ve daha çok Lassalle’ın gerici etkisinde olan program taslağının eleştirisini içermekte olup Marx tarafından hazırlanmıştır. İlginçtir program taslağı delegelerden kongre anına kadar saklanmış, Marx’ın program taslağına ilişkin eleştirilerini içeren kendi mütevazı adlandırması ile “kenar notları” ise Lassalle etkisinin partiden hemen hemen atıldığı 1891 yılına kadar yayınlanmamıştır.

Gotha Birlik Kongresi ile kurulan Almanya Sosyalist İşçi Partisi, 1890 yılında Almanya Sosyal Demokrat Partisi adını almıştır. Halle kentinde 1890 yılında toplanan parti kongresinde 1891 yılında Erfurt’ta yeni program hazırlanması kararı üzerine Erfurt Program Taslağının Eleştirisi, Marx’ın 1883 yılında vefat etmesi üzerine Marx’ın notlarından yararlanarak Engels tarafından hazırlanmıştır.

Kitap farklı tarihlerde yazılan iki ayrı program eleştirisi ve bu parti program hazırlıkları üzerine Marx ve Engels tarafından parti ileri gelenleri ile yapılan yazışmalardan oluşmakta. Bu yazışmaları okurken, zor koşullar altında sosyalizmi içeride savunmanın siyasal yönünün yanında ağır duygusal yükü olduğunu da insan iliklerine kadar hissediyor. Beni oldukça sarsan “söyledim ve ruhumu kurtardım” cümlesi ile Marx’ın Gotha Programının Eleştirisi’ni tamamlamış olmasıdır. Metnin içinde o kadar sert ifadeler vardır ki Engels yıllar sonra 1890 yılında metni yayınlarken bazı parti yöneticilerinin (Kautsky olduğu söylenmekte) ısrarı üzerine bazı ifadeleri metinden çıkarmak veya yumuşatmak zorunda kalmıştır. Engels, “Elyazmasını bugün yayımlayacak olsa Marx da böyle yapardı.” (Gotha ve Erfurt Programları Üzerine, Karl Marx-Friedrich Engels, Yordam Kitap, Çev. Erkin Özalp, 2017, s. 14) diyerek iki nedenle bu kadar sert bir metnin ortaya çıktığını ifade ediyor.

Birincisi, Marx ile ben, Alman hareketiyle, başka herhangi bir hareketle olduğundan daha içten bağlara sahiptik; dolayısıyla, bu program taslağında ilan edilen kesin geri adımın bizi fazlasıyla şiddetli bir şekilde tahrik etmesi kaçınılmazdı. Ama ikincisi, o dönemde, yani Enternasyonal’in Lahey Kongresi’nden henüz sadece iki yıl kadar sonra, Almanya’da ve işçi hareketinde olup biten her şeyden bizi sorumlu tutan Bakunin’le ve onun anarşistleriyle en şiddetli mücadelenin içindeydik; dolayısıyla, bu programın gizli babalığıyla suçlanmamızı beklememiz kaçınılmazdı (Marx-Engels, age., s. 14-15).

Marx’ın kenar notları incelendiğinde görülecektir hazırlanan taslak program; Marksizmin en temel konularında dahi yüzeysel, özensiz tespitlere dayanan, birbirleri ile çelişkili ifadeleri içinde barındıran başarısız bir taslak. Sınıf savaşının çetin evrelerini atlatmış donanımlı bir hareketin sırf birlik uğruna bütün ilkelerini bir kenara bırakmaları işte bu kadar sert hazırlanan metnin sertliğinin gerekçelerini oluşturmakta. William Bracke’ye yazdıkları mektupta eğer program bu hâli ile kabul edilirse bir açıklama yaparak bu programın hazırlıklarında yer almadıklarını kamuoyuna ilan edeceklerini belirtir Marx ve Engels. Maalesef eleştirilere rağmen Gotha program taslağı çok az değişiklikle kabul edilmiştir. Ve Marx bize “söyledim ve ruhumu kurtardım” diyerek önemli bir miras bırakmıştır.

Lenin, Gotha ve Erfurt program taslaklarının eleştirileri ve yazışmalar hakkında şöyle yazmaktadır.

Marx ve Engels’in eserlerinde devlet üzerine eğer en dikkate değer değerlendirme değilse, en dikkate değer değerlendirmelerden biri, Engels’in Bebel’e 18-28 Mart 1875 tarihli mektubundaki aşağıdaki pasajdır. Geçerken belirtelim ki bu mektup, bildiğimiz kadarıyla Bebel tarafından ilk kez anılarının (“Yaşamımdan”) 1911’de yayınlanmış olan ikinci cildinde basılmıştır, yani yazılıp gönderilmesinden otuz altı yıl sonra (“Bebel’e Bir Mektup”, Lenin, Seçme Eserler Cilt 7 içinde, İnter Yayınları, 1996, s. 74).

Engels’in 29 Haziran 1891’de Kautsky’ye yolladığı ve ancak on yıl sonra Neue Zeit’ta yayınlanan Erfurt program taslağının eleştirisi, esas olarak tam da devlet düzeni sorunlarında sosyal-demokrasinin oportünist görüşlerinin eleştirisine ayrılmış olduğu için, Marksist devlet öğretisinin tahlilinde ele alınmadan geçilemez. Geçerken belirtelim ki Engels, modern kapitalizmdeki değişikliklerini ne kadar dikkatle ve tartarak izlediğini ve bu yüzden belli bir dereceye kadar emperyalist çağımızın görevlerini öncelemeyi bildiğini kanıtlayan ekonomik sorunlar üzerine de son derece değerli bir açıklama yapmıştır (“Erfurt Program Taslağının Bir Eleştirisi”, Lenin, age. içinde, s. 75).

Lenin’in satırlarından da anlaşılacağı üzere yaratılan çalışma özellikle burjuva devletin niteliği ve gelecekteki tekelci şekillenişi üzerine o ana kadar oluşan tüm birikimin üzerine yükselen analizler olarak ele alınabilir.

Keza Lenin yine aşağıdaki alıntının bulunduğu uzunca paragraf için “devlete karşı diyebileceğimiz en mükemmel ve en alaylı pasajdır” der.

… proletarya, devleti kullanmaya devam ettiği sürece, onu özgürlük adına değil, hasmını bastırmak için kullanır ve özgürlükten söz edilebilecek duruma gelinir gelinmez, bu anlamıyla devletin varlığı son bulur (Marx-Engels, age., s. 52).

Paris Komünü deneyiminin ışığı altında devlet-proletarya diktatörlüğü-devletin sönümlenmesi sorunu yukarıdaki alıntının da içinde bulunduğu paragrafta detaylı bir şekilde aktarılmaktadır.

Devamla,

Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinin diğerine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna siyasal bir geçiş dönemi de karşılık gelir ve söz konusu geçiş döneminin devleti, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz (Marx-Engels, age., s. 39).

Marx bu alıntıda oldukça açık bir şekilde ilk olarak kapitalizmden komünizme devrimci bir dönüşüm ile geçileceğini ikinci olarak ise bu geçiş dönemi devletinin proletarya diktatörlüğü olduğunu ifade etmektedir. Böylelikle reformizm ve proletarya diktatörlüğünü yok sayan yaklaşımlarla komünistlerin arasına çizgi çekmektedir. Lenin bu bölümü “Bütün devrimci doktrini özetleyen Marx’ın o ünlü sözü” olarak coşkuyla tarif eder.

Okur açısından bu konu bu hâli ile açıklığa kavuşturulmuş bir konu diye düşünülebilir ancak reformizm her şeyi olduğu gibi onu da sulandırmaktan kendini alamıyor. Aşağıdaki alıntı eminim sizde de aynı tepkinin oluşmasına neden olacaktır. Kaldıraç Yayınevi’nden çıkan Deniz Adalı’nın “Kapitalizmden Komünizme Geçiş” kitabından aktaralım.

“Yazık ki, bu diktatoryayı nasıl düşündüğünü Marx kesin olarak dile getirememiştir.” (K. Kautsky, Seçilmiş Politik Yazılar, Kavram Yayınları, İstanbul 1990, s. 120). “Marx’ın proletarya diktatoryası, yani tek bir kişinin değil de, bir sınıfın diktatoryası anlatımını kullanması onun, sözcük anlamında bu diktatoryayı kastetmediğini açığa kavuşturmaktadır.” (K. Kautsky, Seçilmiş Politik Yazılar, Kavram Yayınları, İstanbul 1990, s. 120)

Bu cümlelerin sahibine verilen cevapları Deniz Adalı’nın ilgili kitabında keyifle okuyacaktır okur. Biz burada sadece reformizm için bundan sonrası konuyu sulandırmaktır diyelim. Marx yukarıdaki satırları yazarken Paris Komünü deneyiminin yaşandığını unutmamalıyız. Burjuva hukukçular gibi farklı farklı akıl yürütme metotları kullanarak konuyu aslında olabildiğince uzağa taşıyıp bir hayal âlemi yaratmaya güçleri yetememiştir demek isterdim ancak saflarımızda bu sinsi saldırıların etkisi sanıldığından da fazladır.

İzninizle kitaptan birkaç alıntı daha yaparak eser üzerine konuşmaya devam edelim.

“Adil” bölüşüm nedir?

Burjuvalar, bugünkü bölüşümün “adil” olduğunu iddia etmiyor mu? Ve bugünkü bölüşüm, gerçekten de bugünkü üretim tarzına dayalı biricik “adil” bölüşüm değil mi? İktisadi ilişkiler hukuki kavramlar tarafından mı düzenlenir, yoksa tersine, hukuki ilişkiler iktisadi ilişkilerden mi kaynaklanır? (Gotha ve Erfurt Programları Üzerine, Marx-Engels, s. 24).

Marx’ın başka bir konuda da belirttiği gibi sosyalist bir program asla bu tip burjuva deyimlerle gerçeklerin örtbas edilmesine izin veremez. Ancak bu tartışmanın günümüzde hâlâ yapılıyor olması, altyapı üstyapı ilişkileri ve buna bağlı olarak devlet-parlamento-seçimler-demokrasi vb. başlıklar altında yenilenen tartışmalar ise ayrı bir konu olarak önümüzde durmaktadır. Soru aslında çok net: İktisadî ilişkiler hukukî kavramlar tarafından mı düzenlenir, yoksa tersine, hukukî ilişkiler iktisadî ilişkilerden mi kaynaklanır? Cevap ise bizler açısından oldukça berrak. Her işçinin kendi günlük yaşamından çıkarımda bulunarak varacağı sonuç bizim açımızdan tamamlanmış gibi görünse de eğer art niyet aramaz isek en iyi ihtimalle sosyalizmi kapitalizmden bakarak kavrama çabasının verdiği çelişki ve buhran karşımıza kaçınılmaz olarak sosyalizm soslu akademik burjuva gevezelik olarak çıkmaktadır.

Aşağıdaki uzun alıntıyı da paylaşmazsam olmaz diye düşünüyorum. Aslında kitabın birçok bölümünü bu yazıda paylaşma arzum öylesine fazla ki son noktada kitabın kendisinin okunması ile bu sorunun en azından benim açımdan giderilmiş olacağını bilmek sevindirici.

Hak doğası gereği, sadece aynı ölçeğin kullanılmasıyla ortaya çıkabilir; ama eşit olmayan bireylerin (ve bireyler, eşitsiz olmasalardı, farklı bireyler olmazlardı) aynı ölçekle ölçülmesi, ancak, tek bir bakış açısına tabi kılınmaları, yalnızca belirli bir taraftan bakarak değerlendirilmeleri, örneğimizde sadece işçiler olarak ele alınmaları ve onlarda başka hiçbir şeyin görülmemesi, başka her şeyin göz ardı edilmesi durumunda mümkün olabilir. Ayrıca, bir işçi evlidir, diğeri değildir; birinin çocuklarının sayısı diğerininkinden fazladır vb. vb. Demek ki, sağlanan emek miktarı ve dolayısıyla da toplumsal tüketim fonundan alınan pay eşit olduğunda, biri fiilen bir başkasından daha fazlasını alır, biri bir başkasından daha zengin olur vb. Bütün bu kusurların önüne geçmek için, hakkın, eşit olmak yerine eşitsiz olması gerekirdi.

Ama uzun doğum sancılarının ardından kapitalist toplumdan çıkıp gelmiş olduğu hâliyle komünist toplumun birinci evresinde bu kusurların varlığı kaçınılmazdır. Hukuk hiçbir zaman toplumun iktisadi yapısının ve bununla belirlenen kültürel gelişmişliğinin üstünde olamaz.

Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde, bireyin işbölümüne köleleştirici bağımlılığı ve bununla birlikte aynı zamanda kafa emeği ile kol emeği arasındaki karşıtlık ortadan kalktıktan sonra; çalışmak, geçim aracı olmanın ötesine geçip, en önemli yaşamsal gereksinim hâline geldikten sonra; bireylerin çok yönlü gelişimiyle birlikte üretici güçler de arttıktan ve ortak zenginliğin tüm pınarları gürül gürül akmaya başladıktan sonra, ancak bu noktadan sonra, burjuva hukukunun dar ufku tümüyle aşılabilir ve toplum, bayrağına şunu yazabilir: Herkesten yeteneklerine göre, herkese gereksinimlerine göre! (Gotha ve Erfurt Programları Üzerine, Marx-Engels, s. 28).

Bu uzun ve oldukça keyifli alıntıda Marx kapitalizmin bağrından çıkmış hâli ile sosyalist toplum ve komünist toplumlar arasında “hak” kavramı üzerinden bir karşılaştırma yapmaktadır. Komünist toplumda “herkesten yeteneklerine göre herkese ihtiyacı kadar” sloganı işte bu çalışmada yayınlanması ile hepimizin hafızalarına kazınmıştır. Burada en önemli ön koşulu, burjuva hukukun dar ufkunun aşılması olarak belirtiyor Marx. Ayn Rand gibi başarısız burjuva kalemşörler yeteri kadar üretmeyenin hak ettiğinden daha fazla alacağı, çok üreteninse hak ettiğini alamayacağı safsataları ile kapitalist sistemin üretim anlayışı ile kendilerince cevap üretmeye çalışsalar da, sadece “biz aynı dünyaların insanı değiliz” diyerek cevap vermeyi uygun bulmaktayım.

Yazının bu aşamasına kadar sabırlı okuyucuda eğer merak uyandırmayı başarabildiysem amacıma ulaşmış sayılırım. Bu nedenle eser hakkında daha fazla detaya girmeden yazımı yavaş yavaş tamamlasam iyi olur sanırım.

1891 yılı Erfurt Kongresi’ne gelindiğinde Erfurt Program Taslağı 1875 yılındakinden daha ileri bir hâl alır. Gerek parti içi mücadele ve Lassalle taraftarlarının etkisini yitirmesi gerekse de partinin sınıf savaşımı içerisinde giderek büyümesi parti programını Marksist çizgiye yaklaştırmıştır. Engels, Erfurt Program Taslağı hakkında “bugüne kadarki programdan çok olumlu bir farklılık gösteriyor” derken bu durumu ifade etmektedir.

Erfurt Programı üzerine Engels tarafından yürütülen federalizm, özyönetim, yasal yollarla komünizmin gerçekleştirilmesi vb. tartışmalar okur tarafından ilgiyle okunacaktır diyerek bundan sonrasını meraklı okura bırakmalıyım. Ancak şunu muhakkak eklemek isterim. Sadece ilgiyle okumak maalesef kalıcılık için yeterli değil. Mutlaka ama mutlaka bütün eserlerde olduğu gibi üzerine düşünmeli çalışmalı ve tartışmalıyız. Kavrayışımızı ne kadar artırırsak öğrenmemiz ve yeni yöntemler bulmamız o kadar zenginleşecektir. Bu noktada birlikte tartışma sanıldığından etkili sonuçlar ortaya çıkarmaktadır.

Milyonların yüzünü işçi sınıfı mücadelesine, sosyalizme dönecekleri günlerin ön günündeyiz, O hâlde daha da gür “şimdi Marksizm zamanı” diyebiliriz.

27.01.2023

 

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz