Önceki Bölüm: İşçi Sınıfını İktidara Taşıyacak Araç Olarak Parti
Ülkemiz devrimci hareketi, (daha geniş anlamı ile sol hareket tarihi değil, devrimci hareket) tarihi boyunca, işçi hareketi ile aynı kanallardan akmamıştır. Kısa süreli kesişme noktaları olmuş; ancak bir tek kanal yaratamamıştır.
Bu zaten kendiliğinden olmaz. O halde bu tespitin bir başka okunuşu şudur: Devrimci hareket, işçi sınıfını devrimcileştirememiştir. Yaşanan yenilgiler, en çok bu nedenle, kalıcı zaferlerin kaldıracı haline getirilememiştir.
Bu öznel bir eksikliktir. Bu öznel eksiklik, pek çok etkenin rol oynadığı bir süreçtir. Örneğin; tarih bilinci eksikliği, örneğin; somut durumun “eksik” tahlili vb. gibi. Fakat aslında bu eksiklikler, sonuçta örgüt anlayışında somutlaşır. İdeoloji, örgütlü bir davranışa dönüştüğü zaman, ayrıştırıcı ve aynı anlama gelmek üzere birleştiricidir. İdeoloji örgütsel davranışa dönüşmeye başlayınca, grupları (isterseniz kişileri) birbirlerinden, benzerlerinden ayırır; ama kendini net ifade etme gücüne dönüştüğündeyse, başka bir tarzda birleştiricidir.
Pek çok kişi kabul etmektedir ki, devrimci hareketimiz “birlik” içinde değildir. Bunu kabul edenler arasında dost olmayanlar varsa da samimi ve dost olanlar da azımsanacak düzeyde değildir. Fakat bir yanlış anlayış, birlik konusundaki tartışmalara egemendir. Sanılıyor ki, herkes “ayrı gruplar” şeklinde örgütlendiğinden bir “ayrılık” çıkıyor. Tersine, devrimci hareketimiz tarihinde ayrılıklar “tam” değildir. Ya da örgütsel davranışta ifadesini bulan ideolojik ayrılıklar fazla değildir.
Bir grup, kendi rotasını, başkalarından habersiz olarak belirlerse ve bu konuda ne kadar sağlam bir çalışma yaparsa, aslında kendi benzerlerini o kadar rahatlıkla sezer, anlar. Yani, kendini net ifade edebilme durumu, kendini ideolojik, örgütsel ve ahlâksal olarak ifade edebilme durumu ne kadar gelişmiş ise, o kadar “ifade eksikliğine” dayalı ayrılıkların, sudan ayrılıkların önüne geçilmiş olur. Başka ifade ile anlatalım. Eğer bir hareket kendini, amaçları ve ilkeleri ile ortaya koyarsa, ayrılıklar o kadar azaltılır. Yani, bir hareket, kendini başkalarına göre değil, kendi analizlerine göre, kendi düşleri ve eylemleriyle tarif etmelidir. Bu ise zordur. Başkasının savunduğu bir görüşte hata bulmak kolay yoldur; ama bütünlüklü bir görüş ifade etmek hem zordur, hem de kazandırıcıdır. İşte bu temelde söyleyecek olursak, ülkemiz sol hareketinde, ideolojik ayrılıklar ya da ideolojik ayrılıklara dayalı örgütsel ayrışmalar azdır.
İşte burada, bunun en temel nedeni, parti konusundaki yanlış kavrayış olarak ortaya çıkar.
Bilinç, sonuçta eylemde ifade bulduğunda bilinçtir. Toplumsal mücadelede bu eylem, ilk ve temel olarak, örgüttür. Yani, bilincin ifadesi, nasıl bir araç yaratıldığındadır. Taşı delmek için bulunan araç, bilincin keskinliğinin de ifadesidir. Toplumsal mücadelede bu aracın, her iki sınıf açısından da örgüt olduğunu biliyoruz. Burjuvazinin aracı ya da temel örgütü, devlettir. Devletin gelişimi ve şekillenişi, egemen sınıf bilincinin en somut bilincidir.
İnsanın tarihteki rolü, bilinciyle gelişiyorsa, bilinç de en somut ifadesini, en tartışmasız ifadesini örgütte buluyor. Buna göre örgüt gelişiyor, şekilleniyor.
Öyleyse, bilinç-örgüt bağlantısını yansıtan bir netleşme, asla ayrılık sayılmaz.
Buna rağmen, sol hareketimizin, daha özel olarak devrimci hareketimizin bir birlik sorunu olduğu da açıktır. İşte biz bu noktada, birliğin, iyi niyetli birleşme çağrılarına bağlı olmadığını, tersine kendini örgütsel olarak net ifade etmekte saklı olduğunu geliştiren eylem ile sağlanacağını iddia ediyoruz.
Devrimci hareketimiz, gücü nitelikte aramayı öğrendikçe, bu sorun da çözülecektir.
Nitelik, örgüt ve eylemdedir.
İşte tam bu noktada bir yanlış bakışı düzeltmeliyiz.
Sol hareketimiz tarihi içinde, örgüt ve parti, birbirinden sunî bir biçimde ayrı tutulmuştur. Şöyle bir basamaklandırma genel olarak kabul görmektedir: Önce grup olursun, sonra örgüt ve en sonunda da parti. Bu basamaklandırmada gizli mantık, şöyle ifade edilebilir: Grup isen, hataların daha bağlanabilirdir; zira iddian da azdır. Örgüt olduğunda, henüz tam bir şey olmuş sayılamazsın. Parti olduğunda ise, büyümüş ve “her şey olmuş” sayılırsın. Kimine göre parti oldun mu, senin yapamayacağın iş yoktur, kimine göre parti oldun mu, “öncülüğü de aldın” demektir. Bunlar birer hedef olarak da ele alınmaz, neredeyse iş bitmiş demektir.
Aslında, bu bakış, örgüt ve parti arasında, sunî bir ayrım yaratmaktadır; ama bu bakış destek görür. Hem parti olunca, “büyüdük” demek isteyenlerce, hem “gücümüz olmadığı için adımız örgüt olsun” diyenlerce. Biri partiyi “şişirir”, diğeri örgütü küçümser. Böylece, nicelik olarak büyüdükçe “parti” olunur, büyüyemedin mi de örgüt olarak kalınır.
Bu bakış, dünyanın pek çok ülkesinde, devrimcilerce anlaşılamaz; çünkü adı parti olmadığı halde, iktidara yaklaşan, iktidarı alan, iktidarı alma mücadelesini tüm yönleri ile yürüten örgüt veya hareket vardır.
Demek oluyor ki, örgüt isminin sonunda yer alan bir “P” harfi ile bir “H” harfi ya da bir “Ö” harfi, durumu değiştirmez.
Parti, “part” sözcüğünden, yan parça, ya da ayırmak sözcüğünden geliyor. Parti, kendini benzerlerinden ayırmak anlamına geliyor. Siyasal açıdan kendini benzerlerinden ayırmak, amaç ve ilkelerde bir şekillenmeyi gerektirir. Yani, eylemine yol gösterecek amaç, bu amaç etrafında örgütleniş ve bütünleşme anlamındadır. Bu durumda, sana en çok benzeyenlerin içinden, amaç ve ilkeler etrafında ayrılmak, işin temeli oluyor.
Bu temelde, örgüt ile parti arasında ciddi bir ayrım yoktur. Örgüt, daha genel bir isimdir. Örnek olsun, parti bir örgüttür. Partinin de kendi örgütleri vardır; Ankara örgütü, gençlik örgütü vb. Parti bir örgüttür, parti örgütleri de birer örgüttür. Parti örgütleri, partiye bağlı örgütlerdir, program ve amaçları açısından tamamen bağlı, belli örgütleniş biçimleri açısından farklı; ama ilkeleri açısından yine bağlıdırlar.
Parti, literatürde daha çok siyasal örgütü anlatmak için kullanılır. Bir anlamda, net bir iddiayı ifade eder. Fakat diyelim ki siz bir siyasal “hareket” olarak kendiniz ifade ediyorsunuz. Bu durumda ya henüz program ve ilkeler açısından şekillenmenizi tamamlamamışsınızdır ya da bu süreci tamamladığınız halde, herhangi bir nedenle, bu adı seçiyorsunuzdur. Bu ikinci durumda, bir “hareket” ile bir parti aynı şeydir. Burada seçilen adın kuşkusuz bir mantığı olabilir; ama belirleyici bir ayrım (parti ve örgüt arasında bir ayrım açısından) değildir.
Siyasal bir örgüt, eğer devrimcilerin örgütü ise, iktidarı almanın, iktidarı alma mücadelesinin aracıdır. İşçi sınıfının iktidara taşınması ve sınıfların ortadan kaldırılması amacına bağlı olarak eylem yürütür. Ve tabii ki böylesi bir “özne” kendine hangi adı verirse versin bir partidir.
İşte bu noktada, bu basit gerçekliğin kabulünü önleyen pek çok önyargı vardır ülkemizde. Bunun en trajik örneği Devrimci Yol örneğidir. Devrimci Yol, ülkenin hemen her köşesinde örgütlü, adının sonunda “parti, hareket, örgüt” geçmeyen, kendini örgüt olarak kabul eden; ama parti olarak görmeyen bir örgüttü. Peki, parti olmasının önündeki engel neydi? Aslında Devrimci Yol yönetiminin, 12 Eylül’ün hemen öncesinde, “iç savaş” tespiti yaptığı halde, “parti kuramayız” kararı almış olması bunun nedenini son noktada iyi anlatır. Devrimci Yol, öncü savaşı başlatma işini, partinin kuruluşunun sonrasına koyar. “Parti kurulduktan sonra öncü savaş başlar”, ifadesi giderek partinin hiç kullanılmamasına ve doğru “iç savaş” tespitinin ardından, işçi ve emekçileri iç savaş anında partisiz bırakma kararına vardırılmıştır. Yani, burada, “Eğer parti olursak, öncü savaşı başlatmak konusunda tüm bahanelerimiz de kalkar.” gizli mantığı vardır. Kuşku yok ki öncü savaşını başlatan güç ya da grup, gerçek anlamda (belki program ve tüzüğü yazılmamış olsa da) bir partidir. Onun için parti-öncü savaş önceliği tartışması gerçekte sunî bir tartışmadır, yapaydır. Öncü savaşını başlatmak bir irade işidir. Zaten parti de bu iradeyi koyabilmektir. Burada kaç kişi olduğunun bir önemi yoktur.
Bir grup yola çıkarken, önünü tam göremiyor ya da başka taraftan yola çıkan kollarla çakışma ümidi taşıyorsa ya da sadece o an için öyle olduğunu görüyorsa kendi adını bir grup, bir hareket, bir örgüt olarak koyabilir. Giderek netleşip bir yol çizebilecek noktaya gelinirse, aslında parti haline geldiği halde, adını eskisi gibi tutabilir; ama her iki durumda da öncülük iddiasını içinde taşır. Burada öncülük, kendi dışındaki devrimci gruplara öncülük anlamında da değildir. Hayır, bununla sınırlı olamaz. Öncülük, ilkin, devrimin temel dayanağı olan işçi sınıfına, kitlelere öncülüktür. Nice örgüt vardır ki parti adı taşımadığı halde kitlelere öncülük etmiştir ve nice parti vardır ki adına rağmen öncülük ile zerre kadar ilgisi olmamıştır. Zira öncülük isme bağlı değildir. Öncülüğün ne olduğunu bir sonraki başlığa bırakalım.
Bitirirken, parti-örgüt ilişkisinin, partinin örgütleri bağlamında ele alınmasını burada gerekli görmüyoruz. Sadece söylemek gerekir ki devrimcilerin partisi, örgütlerin bütünüdür. Yani o örgütler, komiteler vb. şeklinde örgütlenir.