Savaşın yoğunlaşmış haliyle diplomatik-politik arayışlarındaki yoğunluğun eş zamanlı ve birbirine paralel gelişmesi de güç ilişkilerinin zorunlu ve kaçınılmaz bir sonucu olarak görmek mümkündür.
Suriye’de gelişmelerin her aşama politik-stratejileri etkilemekte ve her aşamada yeni hamlelerin yapılmasına yol açmaktadır. Ancak Rusya uçağının düşürülmesi, Suriye’deki askeri ve politik dengeleri geçmişten farklı olarak bütünüyle değiştirdi. Bu sürecin kaybedenleri ve kazananları çok daha belirgin olarak ortaya çıktı. Bir bakıma ‘uçağın düşürülmesi öncesi ve sonrası’ olarak tanımlayabileceğimiz yeni süreç önümüzdeki birkaç ay içerisinde askeri ve politik dengelerin bütünüyle netleşeceğini ortaya koyuyor.
Rusya’nın Suriye’de başlattığı çok kapsamlı askeri operasyonlar hem küresel ve bölgesel güçlerin stratejilerini hem de Suriye’deki iç politik dengeleri de çok yönlü değiştirdi.
Rusya’nın ve Esad askeri güçlerinin IŞİD ve El Nusra merkezli Fetih ordusuna karşı başlattığı askeri operasyonlar, başta ABD olmak üzere bölgede aktif olmaya çalışan bütün güçlerin pozisyonlarını zorunlu ve kaçınılmaz olarak yeniden belirledi. Özellikle Türkiye’nin Suriye stratejisini önemli ölçüde işlevsizleştirdiği, tersine Esad’ın hâkimiyet alanlarının çok hızla genişlediği hemen herkesin gördüğü bir realitedir. Peki, Türkiye başarısızlıktan sorumlu gördüğü Rusya’ya karşı bir hamle yapma gereği mi duydu yoksa bir biçimiyle yönlendirildi mi? Bu sorunun yanıtını peşinen vermek zor. Ancak uçağın düşürülmesi Türkiye’nin bölgesel inisiyatifini çok ciddi oranda bitirdi.
Rusya’nın uçağın düşülmesinden sonra Suriye’de panikleyeceğini düşünenler ve özellikle Türk devletini yönetenler yanıldı. Rusya stratejik S300 ve S400 füze sistemlerini Suriye’ye yerleştirmekle kalmadı, Suriye hava sahasını kontrol altına aldı. Böylelikle ABD uçakları dahi operasyonlar için Rusya’da izin almak zorunda kaldıklarını açıkladılar. Ayrıca Rusya’nın gelişmiş stratejik bombardıman uçaklarını Suriye’ye yerleştirdiler. Ak Denize önemli bir askeri güç yığan Rusya, savaş gemileriyle operasyona aktif destek vermeye başladı. Tank, top gibi zırhlı araçları da kullanarak kara savaşına da katılmaya başladı. Putin’in uluslararası gazetecilere yaptığı değerlendirmede şu açıklaması Moskova’nın bakış açısını ortaya koyuyor: “Türkiye eskiden Suriye’nin hava sahasını sürekli olarak ihlal ediyordu. İsterse, buyursun şimdi de etsin.”
Rusya, Suriye’deki savaşın seyrini tek başına değiştirdi ve Esad bağlı askeri güçler, son iki ayda çok önemli mevziler elde ettiler. Suriye ordusu önümüzdeki birkaç ay içerisinde Humus, Hama, İdlib, Halep bölgelerini bütünüyle kontrol altına alarak müzakere masasında tahmin edilenden daha güçlü oturmayı ve politik dengeleri kendi lehine dönüştürmeyi planlıyor. Rusya’ya ait olan bu planın öncelikli adımlarından biri İslamcı örgütlerin denetiminde olan havaalanlarının kontrol altına alınmasıdır. Plan başarılı bir şekilde işliyor Rusya, hem Suriye’nin askeri fabrikalarını işlerli hale getiriyor hem de kendisine ait tank, top gibi kara araçları Esad ordusunun hizmetine sunuyor. Kara harekâtı ile hava operasyonları eş zamanlı birbirini tamamlar düzeyde ilerlemesiyle Radikal İslami güçlere önemli darbeler vuruluyor. Uluslararası alanda çok ciddi olarak sıkışmış olan Türkiye’nin askeri destek verememesi nedeniyle güç kaybeden El Nusra merkezli Fethi Ordusu ele geçirdikleri bölgeleri terk etmek zorunda kalmaya başladı.
Rusya’nın stratejisi Türkiye’yi çok yönlü kuşatmaya almaktır. Ekonomik yaptırımlarla başlayan, politik ve diplomatik adımlarla ilerleyen sürecin iki önemli noktası bulunuyor. Türkiye’nin uluslararası ilişkiler de ve bölgesel ilişkilerde Türkiye’nin etkisizleştirilmesidir. Moskova bu planı çok kapsamlı ve kararlı bir şekilde uyguluyor. Öncelikli olarak Suriye merkezli ilişkilerde Türkiye’nin etkisinin bütünüyle kırılmasını sağlamaktır. Buna ilişkin veriler ortaya çıkmaya başladı. Rusya’nın Suriye’de artarak gelişen operasyonlarının önemli bir nedeni de Türkiye’nin askeri olarak kuşatılmasıdır. Öyle ki Türkiye’nin Suriye’ye yönelik ne bir uçağı kalkıyor, ne de kara da bir adım atabiliyor. Bu şansı kalmadı denebilir. Türkiye’nin Suriye’ye yönelik en küçük bir askeri hamlesi Rusya tarafından çok ağır bir şekilde yanıtlanacaktır. Rusya karşısında etkisizleşen Türkiye için iki çarpıcı örnek var: Rusya’ya ait bir askeri geminin boğazlarda geçerken, bir askerin omzunda 4,2 km menzile sahip bir roketle gövde gösterisi yapması oldu. Türk devlet yöneticilerinin bunun bir meydan okuma olarak algıladılar. Erdoğan’ın ‘bu davranış çocukluktur’ cümleleriyle sıradanlaştırmaya çalışması aslında Rusya karşısındaki çöküş pozisyonunu gösteriyor. Diğeri ise Rusya tarafından ilk kez denen askeri bilgi toplama/casus uçağının Türkiye hava sahasından 1500 km derinliğinde gözlem yaprak Türkiye’ye ait askeri bölgelerin bir haritasının çıkartma faaliyetini yapması ve Türkiye’nin buna sessiz kalması, ‘gerilim istemiyoruz’ değil, güç dengeleri bakımından çok belirgin bir teslimiyeti ifade ediyor.
Doğrudan Türkiye’yi ilgilendiren son derece önemli bir konuda Washington ve Moskova arasında önemli uzlaşı sağlandı. Rusya’nın iddiası Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin gündemine getirmesini kararlaştırdı: ‘Türkiye’nin IŞİD petrolünü alıp pazarladığı’ meselesinde somut bazı adımların atılması benimsendi. Obama ile Putin’in ortak iradesiyle; “BM Antiterör Komitesi’nin IŞİD’e sınırı olan ülkelere giden petrol ticaretini engellemeye yönelik faaliyetlerini denetlemesi” kararının merkezinde Türkiye’nin bulunmasıdır. Aynı şekilde Rusya ve ABD tarafından hazırlanıp Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde kabul edilen yasa tasarısı “IŞİD-El Kaide gibi örgütlere ait finansal varlıkların gecikmeden dondurulması, seyahatlerinin engellenmesi, silah, mühimmat ve askeri malzeme almaları, askeri danışma, teknik destek edinmelerine izin verilmemesi” kararını içeriyor. Özellikle Rusya’nın baskısı sonucu hazırlanan karar tasarısında esasen. Türkiye’nin ‘BM Anti-Terör Komitesi’ tarafından denetlenmesinin politik sonuçları tahmin edilenden çok daha ağır ve etkili olacaktır. Türkiye’nin Suriye merkezli Radikal İslamcı örgütlerle olan ilişkilerinin daha ileri düzeyde mercek altına alınarak deşifre sürecine girilmesi sadece petrol akışıyla sınırlı olmayacağı ve uluslararası bir boyut alacağı çok açıktır.
Rusya uçağının düşürülmesinden sonra Moskova’nın Suriye politikasında çok daha karalı bir tutum alarak, Suriye’deki bütün askeri dengeleri değiştirecek adımlar atması, ABD’nin politikalarını doğrudan etkiledi. Türkiye’nin NATO’da beklenen desteği görememesinin çok ötesinde ABD, Rusya ile hızlı bir uzlaşı içerisinde sorunun çözümünde önemli adımlar atmaya karar verdi. ABD Dışişleri Bakanı Kerry’in Rus Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ve Putin ile yaptığı görüşmede bu çok daha belirginleşti. Kerry, “ABD’nin temel amacının Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın görevden ayrılması olmadığını”na dikkat çekti ve “ABD ve partnerlerimiz Suriye’de rejim değişimi arayışında değil” değerlendirmesiyle Moskova ile açık bir uzlaşı içerisinde olduklarını bir kez daha teyit etti. Suriye’deki sorunun çözüm çerçevesini esas olarak Rusya tarafından çiziliyor. ABD-Rusya yakınlaşması Türkiye’nin sürecin dışında tutulması konusunda da ortak bir irade birliğinin oluştuğunu gösteriyor. Başta Almanya olmak üzere Batılı ülkeler aşamalı olarak yönünü Şam’a döndürecekler bundan kimsenin şüphesi olmasın. Yalnızlık psikolojisine kapılan Ankara, önümüzdeki birkaç ay içinde Şam ile görüşmek için mesaj göndermesi kimseye sürpriz gelmemelidir.
Türkiye’nin Kürdistan Bölge Yönetimiyle ilişkilerini stratejik ilişkiler kurmayan devletin Barzani’ye ilk kez devlet protokolüyle karşılamış olması, özellikle Bağdat hükümetiyle yaşanan ciddi sorunların bir sonucu olarak görmek yanlış olmayacaktır. Bağdat’ın Musul’da bulunan Türk askerlerinin derhal çektirilmesi için verdiği ültimatomdan sonra bölgede yalnızlaşan Türkiye’nin yeni ilişki ağları kurmasının bir sorunu olarak Barzani ile yakın bir temas kurma zorunluluğu hissetti. Bir siyasi lider olarak Barzani’nin de öncelik olarak MİT’e götürülmesi, meseleye politik-stratejik değil, anlık-güvenlik merkezli bakış açısının terk edilmediğini gösteriyor. Türkiye’nin Güney Kürdistan ile ilişkilerine çok daha fazla sarılmaya başlaması, Rus uçağının düşürülmesinden hemen sonra başlaması da bir zorunluluktan kaynaklandığını gösteriyor. Bu bakımdan Güney Kürdistan yönetimi Türkiye’nin Suriye, Irak ve PKK gibi zayıf halkalarını görüyor. Bu süreci bölgesel çıkarları bakımından değerlendirmeye özellikle Türk devletiyle PKK arasındaki ilişkilerde ikili bir politik denge oluşturmaya çalışıyor. Küresel güçler, Kürdistan Yönetimi ile Türkiye arasındaki ilişkilerin belli bir sınırda tutmaya özen gösteriyorlar ve belirlenen sınırın aşılmasına izin vermeyecekleri de çok açıktır. Rusya ait uçağın düşürülmesinden sonra Türkiye’nin Suriye’deki etkisi ciddi oranda azalırken tersine PKK-YPD politik-askeri gücünün artması Güney Kürdistan bakımından da hesaba katılması gereken bir durumdur.
Rusya ile oluşan kriz, AKP iktidarının ABD ve AB ülkeleri karşısındaki konumunu önemli oranda zayıflattı. Rusya karşısında çok belirgin bir tedirginliğe giren AKP, geçmişte İncirlik üssü üzerine büyük pazarlıklar yaparken, bu kez üssü İngiltere, Fransa ve Almanya’ya koşulsuz açtı. Mülteci meselesinde AB’ne yaptığı 3 milyar şantajlıkta önemli oranda etkisiz kaldı denebilir. Ayrıca Suriye politikasında ABD baskılarına direnen Türkiye, bu kez tersten itaat politikasına yöneldi. NATO bayraklı savaş gemilerinin Türkiye’ye koşullandırmasında ısrar eden AKP iktidarı, NATO’nun bütün dayatmalarını -Çin’de alınması düşünülen füze sistemlerinden vazgeçilmesi- koşulsuz kabul etti. Rusya karşısında NATO’nun Türkiye’nin yanında olduğu imajını vermeye özel bir önem veriyor. Ancak meselenin hiçte öyle olmadığı NATO’nun Türkiye’ye matik teamüller dışında aktif bir destek vermediği görüldü. NATO, Türkiye’nin Suriye politikasına karşıdır ve özellikle Radikal İslamcı Hareketlerin desteklenmesine karşı açık bir tutum aldı. Obama’nın 98 km bir alanı kontrol edin talimatı, çok açık bir mesajdır. Bu bakımdan NATO, Türkiye’nin Rusya ile karşı karşı kaldığı krizden memnun görünüyor.
Rusya’nın geliştirdiği çok yönlü kuşatma ve hamleler karşısında şaşıran ve özür kelimesi dışında her tavizi veren Türkiye askeri-politik bir bunalım içerisinde debeleniyor. Öyle ki, İsrail’e kafa tutan ve diplomatik ilişkiyi kesen, bunu yıllarca seçimlerin önemli bir argümanı haline iktidar, İsrail ile büyükelçilikler düzeyinde diplomatik ilişkilere yeniden başlama kararı aldı. İsrail ile sadece politik değil aynı zamanda askeri ve enerji konularında yeni anlaşmalara yöneleceğinin işareti verildi.
Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın dâhil olduğu Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT) Rusya öncülüğünde oluşan Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nü (KGAÖ) kurarak ortak bir askeri strateji belirme kararı aldılar. Bölge ülkeleri, Rusya’ya ait Su-24 uçağının düşürülmesi nedeniyle ‘Rusya’nın yanında olduklarını ve Türkiye’nin özür dilemesi gerektiğini’ çok açık olarak ifade etmiş olmaları, Rusya’nın AKP’yi bütünüyle yalnızlaştırmasının politikasının kesintisizce uygulandığını gösteriyor. Ayrıca Türkiye’nin Azerbaycan üzerinden Orta-Asya ülkelerine yönelik açılım politikası daha ilk adımda sıfırlandı denebilir,
Arap Birliği ülkelerinin Dış İşleri Bakanlarının Kahire’deki toplantısında ‘Türkiye’nin Musul’da asker bulundurulmasını işgal olarak görüp oy birliğiyle ‘kınama’ kararı almış olmaları ve askerlerin ‘koşulsuz’ çekilmesi gerektiğine vurgu yapmış olmaları, Türkiye’nin Arap dünyası karşısındaki konumunu gösteriyor. AKP ile yakın ilişki içerisinde olan S. Arabistan, Katar gibi ülkelerin ‘kınamaya onay vermiş olmaları, AKP merkezli politikaların çöküşünün bir başka yansıması olarak değerlendirmek gerekir.
Devletin askeri, askeri, politik ve diplomatik tarihinde çok yönlü dönüşüm artık Rusya uçağının düşürülmesi öncesi ve sonrası olarak tarihe geçecektir. Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerde sadece ekonomik, diplomatik ve askeri olarak kaybetmedi. Esasen uluslararası ve bölgesel ilişkilerde önemli darbeler yemeye başladı..Özellikle Ortadoğu siyasetinde Türkiye’nin eski varlığını gösterme şansı bulunmuyor. Rusya’nın bloke ettiği hiçbir ülke, Irak ve Suriye merkezli siyasette eskisi gibi rol oynayamaz. Bugünkü dengeler içerisinde Rusya’nın bloke edeceği tek ülke Türkiye olacağı, Putin’in 1400 gazeteciyle yapmış olduğu yıllık röportajında çok daha net görüldü.
Türkiye, Rusya konusunda çok belirgin düzeyde politikasız bir sürecine içine girmiş bulunuyor. Ne yapacağına karar veremiyor. NATO’dan, ABD ve AB’den beklenen desteği göremediği için dikleşmesinin pek şansının olmadığını görüyor. Başta Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, koru halinde ‘Rusya stratejik dostumuzdur, bir olay yüzünden Rusya’dan vazgeçmeyiz, bu sorunları konuşarak çözeriz, Rusya’yı önemsiyoruz. Uçağın Rusya’ya ait olduğunu bilseydik farklı davranırdık, keşke olmasaydı’ gibi pişmanlık söylemlerinin karşılığında Putin’in yanıtı net: ‘Türkiye, bize düşmanca davrandı’ yani Türkiye’nin ‘düşman’ kategorisinde görüldüğünü ifade etti.
Bölgesel hegemonya mücadelesinde tek başına bir güç olmak için kendi politikalarını dayatmaya başlayan Türkiye, artık kaybedenler grubunda bulunuyor. Güç dengeleri içerisinde önemli oranda izole olmasının temel nedeni, ısrarla uygulamaya devam ettiği başarısız stratejinin sonucudur. ‘Strateji Derinlik’ adına Başbakanlığa atanan Davutoğlu’nun belirlediği yüzeysel-çöküş politikası aynı zamanda Türkiye’nin politik konum kaybına yol açtı. Bunun bir başka anlamı, bölgesel ilişkiler yeniden şekillendirilirken Türkiye’ye biçilen rol önemli oranda zayıfladı ve stratejik dengelerin dışına düşmeye başladı.
Bu sürecin kaybedenleri: süreci aktörü olmak isteyen ancak konum kaybına uğrayan Türkiye öncelikli olarak ön plana çıkıyor. Dolaylı olarak kaybeden diğer bir devlet S. Arabistan ve bunların aktif olarak desteklediği IŞİD ve El Nusra merkezli Radikal İslamcı Hareketler olarak sıralamak mümkündür. Kazanan tarafı İran, Esad, Hizbullah ve PYD olarak tanımlamak mümkün. Bu sürecin aktörleri Rusya ve ABD, bölgesel rekabet içerisinde ‘uzlaşarak’ ilerlemeye devam ederek, dengeleri birlikte belirleyeceklerdir. o