Öncesinde hukuksal alan, yani yargı zaten tarumar olmuştu.
Ve ardından, büyük çaplı bir saldırı başlatıldı. Ülkenin her yanına, IŞİD çeteleri salındı. Yüzlerce kişi bombalarla öldürüldü. Her gün ortalama 20 cenazenin kalktığı bir yaşam ortaya çıkarıldı. Sadat adlı şirketler eli ile, halklara karşı özel savaş devreye sokuldu. Kürt illeri, ilçeleri yok edildi, katliamlar devreye sokuldu.
Ve tüm bunların adı, “terör”le mücadele oldu.
Devlet, en büyük terör ve çete olarak ortaya çıktı. Ama yine de adına “terör”le mücadele dediler.
Tüm bu savaş politikası, Suriye’de süren ve Türkiye’nin içinde yer aldığı ABD cephesinin yenilgisi ile yakından ilişkilidir.
Tüm bu savaş, Kürt hareketinin gelişimi ve IŞİD çetelerine karşı direnmesi ile yakından ilişkilidir.
Tüm bu savaş, Türkiye’yi boydan boya sarsan, halkın kendine gelmesinin adımları demek olan, Gezi Direnişi ile yakından ilgilidir.
Tüm bu gelişmelere karşı, TC devleti, bir yandan çeteleşmeye ve daha fazla çeteleşmeye başladı ki, bu dünya gericiliğinin, ABD ve ortaklarının tam da yapmak istediği şeye denk düşmektedir. ABD başta, tüm dünya gericiliği, dünyanın her yerinde çeteleri devreye sokmakta, bu yolla, azgın bir gerici “terör”ü örgütlemektedirler. IŞİD, tek başına bunu anlatır. ABD ve ittifakları, IŞİD eli ile tüm bölgeyi, tüm Ortadoğuyu, karıştırmak, tahrip etmek, halkları, tarihi imha etmek istemektedirler. Bölge bu çeteler eli ile dümdüz edilmek istenmektedir. Hem yağmalanmakta, hem de katliamlara maruz kalmaktadır.
Tam da bu yönde, Türkiye’de de devlet çeteleşmekte, çeteler eli ile azgın bir “terör” devreye sokulmaktadır. Bir yılı aşkın süredir gördüğümüz şey budur.
Bunun üzerine, 15 Temmuz darbesi ile bir yeni süreç eklenmiştir. Darbenin başarılı olduğu, aslında amacına ulaşmış olduğu, zira Saray eli ile darbenin devam ettirildiği açıktır.
Bu ABD’ye bağlı Fettullahçı örgüt ile başlayan darbe, aslında, Saray eli ile devam ettirilmektedir. Bu yolla, hem devletteki çeteleşme, hem de halka yönelik kullanılan “terör” birlikte yükselmektedir.
OHAL, bu işi görmektedir.,
Başbakan, OHAL, aslında devlete karşı ilan edilmiştir, halka karşı değil diye söylemlerde bulunmuştur. Ama gerçekte böyle bir şey olmaz. Devlet, devlet içindeki kadroları gerçekten temizlemek isteseydi, devlet gerçekten bu işle yüzleşmek isteseydi, devlet gerçekten IŞİD ile mücadele etmek isteseydi, daha fazla şeffaflık, daha fazla demokratikleşme, daha fazla barış süreçlerini işletirdi. Demokratikleşme , şeffaflık ve barış süreçleri, aslında devlet içindeki çetelerin, ucu nereye varırsa varsın temizlenmesi iradesi demek olurdu.
Ama Saray bunu yapmak istemiyor.
Saray, daha büyük bir baskı ve şiddeti devreye sokarak, Suriye savaşının yenilgisini, içerde bir çılgın fırsata çevirmek istiyor, Kürt halkının mücadelesini boğmak istiyor, bunun için bölgedeki tüm gerici çetelerle iş tutuyor, ve Gezi Direnişi ile ayağa kalkmaya, kendine gelmeye başlayan halkı tam olarak bastırmak istiyor.
Bu halkların, insanın esir alınma sürecidir.
İşte bu nedenle devlet eli ile, çeteler eli ile, birlikte bir “terör” devreye sokuluyor.
Yeni içişleri bakanı, acımasız olmaktan söz ediyor. Katliamların, Kürt illerinin görüntüleri ortada iken, daha acımasız olmak ne demektir? Ankara garında bombaları patlatanlar ortada iken, daha fazla acımasız olmak ne demektir? Yeni özelleştirme paketleri, akıl almaz yağma planları ortada iken, daha fazla acımasız olmak ne demektir? Ülkede her gün iş cinayetlerinde insanlar ölürken, kadın cinayetlerinde kadınlar öldürülürken, mitinglerde insanlar bombalanırken, düğünlerine canlı bombalar salınırken, daha acımasız olmak ne demektir?
Devlet “terör”ü tırmandırılmaktadır.
Bunun yetersiz kaldığı yerlerde, SADAT vb ile özel savaş devreye sokulmaktadır. SADAT bir nevi Saray galdiosu olarak devrededir.
Bunun da yetersiz olduğu yerlerde IŞİD çeteleri halkın üzerine salınmaktadır.
Normalde, bir darbe, eğer bir cemaat eli ile devreye sokulmuş ise, ve sonunda önlenmiş ise, bir yandan dinin azgınca kullanımına son vermek üzere bir eğilime yol açar, devlet içinden, cemaat çeteleri temizlenmeye başlanır, devletten, dinin kullanımına karşı önlemler gelişmeye başlar. Oysa, devlet daha ilk gününden, tüm kadroları ile, diğer cemaatlere yol açmaktan söz ediyor ve daha ilk gün Yenikapı’da adeta dinsel bir ayın düzenleyerek işe koyuluyor.
Nihayet, OHAL, tüm çıplaklığı ile, kendini ortaya koymaktadır. Binlerce öğretmen, Gezi Direnişine katıldığı için görevlerinden alınmaktadır. Kürtlerin elinde olan belediyeler, hukuk tanınmaz bir biçimde kayyum’a devredilmektedir.
Neymiş, seçilmiş olmak, suç işlemeye, terör örgütünü desteklemeye hak vermez imiş.
Bugünlerde, ülkemizin, gözde “terör örgütü” FETÖ’dür. Fettullah grubunu en çok destekleyen, bizzat Cumhurbaşkanıdır. Bu durumda, %52 ile seçilmiş Cumhurbaşkanının görevini bir kayyuma devretmek kesinlikle olanaklıdır. Üstelik çok ama çok daha fazlası ile.
Kürt hareketinin elindeki belediyeler, siyasal olarak, kendi programları doğrultusunda, seçimlerde halka verdikleri sözler doğrultusunda iş yapmıştır. Oysa seçilmiş Cumhurbaşkanının, Başbakanın, Fettullahçı güçlerle tuttuğu işbirliği, halka verdiği sözle, açıklanan siyasal programı ile bağlantılı bile değildir. Zira bizzat dönemin Başbakanı, bugünün Cumhurbaşkanı, kendi desteğini ifade etmiş, “rabbim beni affetsin” demiştir.
Bu durumda, Cumhurbaşkanlığı dahil, Başbakanlık dahil, genelkurmay başkanlığı dahil, MİT dahil, Fettullah ile ilişki geliştirmiş, bunu bilerek ve kuşkuya yer bırakmayacak şekilde yapmış olan her kurumun başına kayyum atanmalıdır.
Soru şudur, kayyumu kim atayacak? Öyle ya kayymu atayacak olan yargı, kayyumu atayacak olan devlet mekanizması zaten kayyumluk olmuştur.
Burada açıkça ortaya çıkmaktadır ki, tüm halk, tüm yönetime, bizzat kendisi geçmelidir. İşçiler ve emekçiler, doğrudan kendi iradeleri ile yönetimi almalıdır.
Belediyelere kayyum atamak ne demektir?
Belediye başkanını tutuklamak, alışılmış olan idi.
Ama belediyelere kayyum atamak ne demektir?
Halkın bu kayyuma itaat edeceği , kayyumun, vali veya kaymakam aracılığı ile sağlanamayan düzeni sağlayacağı nasıl düşünülebilir?
Belediyeye kayyum atamak, belediye binasına, seçilmiş başkanın girememesi midir? Bu durumda, belediye binaları, seyyar hale mi gelecek? Devlet, her gün yeni belediye binası olarak ilan edilecek yerleri kayyumla işgal edecek, oralara Türk bayrağını çekecek, ve ertesi gün, yeni bir bina için bunu mu yapacak? Halkın iradesi ile seçilmiş belediye başkanını tutuklamak ayrıdır, belediyeye kayyum atamak apayrıdır.
Uygulamaya bakılırsa, her ilçedeki devlet bürokrasisinden birisi, mesela kaymakam, aynı zamanda belediye başkanı olmaktadır. Peki, bunu halk tanımazsa, durum nereye varacaktır? Her ilçede bir darbe mi yapacaksınız?
Biz bunu tanımıyoruz ve halkı bu durumu tanımamaya çağırıyoruz.
Bu halkın iradesine karşı açık saldırı, aynı zamanda halkın, kendi iradesini tüm ülkeye yayması için bir çağrıdır. Halk, işçiler ve emekçiler, bizzat devleti ele almalı, bizzat iktidara geçmelidir. Tüm yönetim aygıtları, halkın seçeceği komitelere devredilmelidir. Devlet çarkı içinde suça bulaşmamış, rüşvete, yağmaya, Fettullah başta olmak üzere cemaatlere bulaşmamış kurum kalmamıştır. Tüm devlet çarkı içinde, başta ABD olmak üzere, tüm emperyalist merkezler, Almanya, Fransa, İngiltere, İsrail vb örgütlüdür. Tümü, görevlerinden alınmalı, iktidar halkın devrimci komitelerine devredilmelidir. Bu komiteler, mahalle mahalle, işyeri işyeri seçilmeli, ve seçilenler, her an, açık oylama ile görevden yine seçilenler tarafından alınmalıdır.
İşte o zaman özgür bir ülkeye doğru adım atmış olacağız.
İşte o zaman sömürü ve yağmayı önlemek için adım atmış olacağız.
İşte o zaman gerçek suç çeteleri ile hesaplaşma olanağını yakalayacağız.
İşte o zaman bu büyük devlet terörü bitmeye başlayacaktır.
Görüldüğü gibi, mevcut durumda halkın yaşam hakkı vb söz konusu değildir. Devrim ile iktidarı alaşağı etmek ve işçi ve emekçilerin iktidarını kurmak dışında bir yaşam yolu yoktur. Devletin kayyum atamaları ve tüm saldırıları bunu açıkça ortaya koymaktadır.