Önce, savaş boruları çaldı.
İçeride sıkışmış, çözülmekte olan Saray Rejimi’ni ayakta tutmak için, derinleşen krizi örtmek için Erdoğan ve Saray, savaş naraları atmaya başladı.
Rant, yağma ve savaş ekonomisi, esas olandır. Saray Rejimi’nin ana dayanağının bu olduğu unutulmamalıdır.
Kahramanlık naraları içinde Suriye’de “güvenlikli bölge” için çarpıştıklarını ilan edenler, içeride Haydarpaşa ve Sirkeci garlarını iç etmeye çalışıyor, ihaleleri var güçleri ile götürmeye çabalıyorlar. Savaşta ölen için “şehadet şerbetini içti” diye övgü düzenler, bir kere de kendileri şehadet şerbetini içmek için aceleci ve hevesli olmadılar. Askerler “şehadet şerbeti” içedursun, onlar Haydarpaşa ve Sirkeci rantlarını, savaş ekonomisinin kaymağını götürmeye çalışıyorlar, tüm hızları ile.
Saray Rejimi, kendi varlığını sürdürmek için savaş baltalarını çıkarmak üzere, ABD’den, efendilerinden izin istedi. Karşılığında hangi öpücükleri verdiler bilinmez ama Trump, buyurun, biz askerlerimizi çekiyoruz, dedi. Saray Rejimi’nin çapsız erkanı, büyük bir hevesle, “ABD Kürtler yerine bizi seçti” propagandaları eşliğinde, aslında kendine güvensizliğini ortaya koydu. Fırsat bu fırsattır dediler. Biraz milliyetçilik havasını körükleyecek “zafer”e ihtiyaçları var. Hem bu yolla, CHP’yi HDP’den koparmış olacaklardı. Ve elbette, hafife almamak lazım, tarihlerinde sabittir, katliam politikaları ve fetih histerileri için büyük bir fırsat yakalamış oldular.
ABD izin verdi, onlar da yola koyuldu.
Acaba tetikçi, hiç düşünmeyen saldırgan mıdır? Böyle tarif edilebilir mi? Acaba tetikçi, patronun ne istediğini hiç mi merak etmez? Hiç mi düşünmez?
TC devleti, işgalci, katliamcı politikalarını sergileme fırsatını bulduğunda, aklî melekelerini hemen bir yana bırakıyor. Suriye’ye dalıyor, ama ABD’nin planlarından habersiz midir? Tamamen mi habersizdir?
ABD yolu açtı, çünkü, hiçbir zaman bir halkla işbirliği yapmak ABD tutumu değildir. Emperyalistler, kendilerine ihtiyaç duyanları korumazlar, kullanırlar ve bir kenara atmaya çalışırlar. Bunun sayısız örneği vardır. ABD, esas olarak Trump’ın ifade ettiği gibi, petrolü garantiye alma peşindedir. Bu arada IŞİD işini TC devletine bırakmıştır. Suriye savaşının tüm faturasını Türkiye’ye ödetme hevesindedir. Elbette Türkiye’nin bu günahta büyük payı var; tetikçidir, saldırgandır, işgalcidir, katliamcıdır. Ama ABD emirleri ile bunları yapmıştır. Yani ABD’nin günahlarını görmezden gelmek doğru değildir ve elbette, yenilgi tüm çıplaklığı ile ortaya çıktığında, ABD kaçma olanaklarına daha fazla sahiptir. Türkiye tetikçi olarak olup biteni bile anlayacak durumda değildir. Kaldı ki, fizikî olarak Suriye’nin komşusu olmaktan kurtulma, ülkesini mesela Amerika kıtasına taşıma olanağı da yoktur. Kaldı ki, ABD için Türkiye’ye istediğini yaptırtmak, özellikle bu coğrafyada zor değildir, Kürd’e saldırmanın dayanılmaz bir hafifliği, her zaman TC yöneticilerinin ortak noktası olmuştur.
İşte ABD, TC devletine saldır emrini, “askerlerimizi çekiyoruz” duyurusu eşliğinde vermiştir. Kürd’e saldırmak, fetih histerisi, katliam olanakları ve içeride iktidarı uzatabilmek için gereken “kahramanlık havası” için fırsat bulmuş olan Saray Rejimi, hemen harekete geçmiştir. Daha derinlikli düşünmelerine de gerek yoktur.
Öyle anlaşılıyor, ABD, Kürtlerin Suriye devleti ile bu kadar hızla anlaşabileceğini görememiştir. ABD, Türkiye’nin tarif edilen bölgeyi alacağını, kendisinin de petrol alanlarını tutacağını düşünmüştür. Kürt güçlerinin Suriye devleti ile anlaşıp, Münbiç ve Kobanȇ’ye girmesi, ABD’nin planlarını değiştirdi.
Kürtler ile Suriye devleti arasında anlaşma ortaya çıkar çıkmaz, ABD, teşvik ettiği Türkiye’ye, dönüp, “dur” demeye başladı. Ama fetih ruhu ve saldırganlık, katliam politikaları ve açgözlülük, Türkiye’nin durmasına engel idi. Erdoğan durmak ister miydi bilinmez ama Saray Rejimi sadece Erdoğan demek değildir. Ve ABD, kartlarını masaya koydu. Erdoğan ve ailesinin mal varlığına el koyma tehdidi işe yaradı, ateşkes anlaşması imzalandı.
TC devletinin yapısı ile katliam politikaları arasında ne kadar sıkı bağ var ise, tıpkı onun gibi, Saray Rejimi ile “Erdoğan ailesinin mal varlığı” arasında o denli sıkı bir bağ vardır. Ve mal varlığı tehdidi, işe yaramıştır. Belki de ABD, Suriye savaşının yenileni olarak savaş tazminatlarını ödemek için, elinde kalan petrol sahaları ve Erdoğan ailesinin mal varlığını önerecektir. Bilemiyoruz.
Erdoğan, daha önce kararlaştırılmış Putin görüşmesi tarihini temel almış olmalı. 120 saatlik ateşkes, her nasıl oldu ise Putin görüşmesinin sonrası anlamına geldi. Mal varlığına el konulması tehdidi, ABD isteklerine evet anlamına geldi.
Yoksa, ABD, hem Kürtleri arkadan vurdu, hem de Türkiye’yi engelledi mi diyeceğiz? Bu doğru değildir. ABD, “güvenlikli bölgeyi” Türkiye’ye bırakıp, Suriye sorununu içinden çıkılmaz hâle sokup, petrol sahalarına kendi askerini konumlandırıp, savaşın maliyetini Türkiye’nin üzerine yıkmak istedi. Ama TC ordusu ve ÖSO, bölgeyi tutmakta yeterince atak olamadı ve Kürtler, Suriye devleti ile hızla anlaştı. Planın bir parçası çökünce, ABD, TC devletine dur deme yoluna girdi.
Tetikçinin kahramanlık serüveni böyle oluyormuş
Mal varlığı tehdidi, ateşkes anlaşması olarak ortaya çıktı.
Ama ne anlaşma!
Savaş bir trajedi ise, bu anlaşma tam bir komedidir.
Türkiye ve ABD arasında bir anlaşma imzalanıyor. 13 maddesi var. Türkiye bu anlaşmaya “ateşkes” demek istemiyor. Çünkü, diyor, karşımızdaki güç PYD’dir ve terör örgütüdür. TC’nin kendisi IŞİD’in hamisidir ve IŞİD’i koruyan bir güç, başka birine “terör örgütü” demektedir. Ama komiklik bu kadar da değildir. Barış Pınarı adı verilen saldırı ve işgal girişiminin anlaşması kendisine izin vermiş olan ABD ile yapılıyor. Ama Türkiye ile ABD arasında bir savaş yok, ateş yok. ABD buna “ateşkes” diyor, Türk tarafı ise “ateşkes” demeyin diye kükrüyor.
Tek komik olan bu değil.
Trump’tan bir mektup alıyor Erdoğan. Mektubu saklamak istiyorlar ama ABD mektubu deşifre ediyor. Mektup tam bir skandaldır.
Erdoğan, dünya çapında en çok hakarete uğrayan lider olma unvanını tescillemek istiyor. Sürekli hakaret davaları açması bu anlama gelir. Herkese hakaret davası açıyor. Onbinlerce hakaret davası açmış bir başka lider var mı? Belki daha fazla hakarete uğramış olan vardır, olmuştur, ama hiçbiri bunu tescillemek için bu kadar dava açmamıştır.
Bu hakaret davaları nedeni ile, gazeteciler, mektubun içeriğini yayınlayamıyor. Yayınlasalar, “hakaret” etmiş olacaklar, çünkü mektup hakaretler içeriyor. Bunun Trump için ne büyük bir rezillik olduğu bir yana, Türk tarafı, mektubu görmezlikten geliyor. Mektubun ekinde, Trump’ın adlandırması ile “general” Mazlum Kobani’ye yazılmış bir başka mektup bulunduğu söyleniyor (Bu yazı kaleme alındığında, söyleniyordu, ama Erdoğan, birkaç gün sonra, bunu bizzat açıklamıştır ve doğrulamıştır).
Ateşkes anlaşması, muğlaktır. Tek açık olan bölümü Türkiye’nin ateş keseceği ve PYD güçlerinin geri çekileceğidir.
Ama PYD güçleri, birçok yerde Suriye ordusunun bir parçası olmaya başlamıştır ve PYD bayrakları ile Suriye bayrakları birlikte dalgalanmaktadır.
Saray Rejimi, görüşmem dediği Suriye devleti ile karşı karşıya gelmeye başlamıştır. Dün, Emevi Camii’nde namaz kılmak için saldıranlar, bugün, Suriye ile nasıl ilişki kuracaklarını şaşırmış durumdalar.
Efendi ABD, saldırı iznini vermiştir ama plan ona aittir. Sahada durum değişince, hemen Türkiye’ye maliyeti yıkma eğilimini ortaya koymakta tereddüt etmez.
Kahramanlık naraları, masada “mal varlığı” sorunu ortaya atılınca, bir anda biter.
Anlaşma, gariptir, ilk maddesinde, Türkiye’nin NATO üyeliğini tanımaktan söz ediyor. Bir yanlışlık değilse, bu, Türkiye ile NATO ilişkilerindeki kırılmaya işaret etmektedir. Ama nedense, bu Kürtlere ve Suriye’ye karşı başlayan katliam ve işgal savaşında bir madde olarak ortaya çıkmaktadır. Bu maddeye bakılınca, anlaşma, gerçekten de Türkiye ile ABD arasındadır. Ama Türkiye’nin NATO üyeliği yeni değildir, yeni olsa, birkaç devlet de belki “hayırlı olsun” mesajları gönderirdi.
CHP, acaba nasıl bir partidir? Diyelim ki Saray Rejimi çözülüyor, CHP de onun kadar çözülmektedir. Durmadan Suriye’de ne işimiz var, Ortadoğu bataklığında ne işimiz var, diye “çırpınan” CHP, mecliste tezkereye “evet” diyor. Bunun adına politika denirse eğer, bu olsa olsa politikanın komik cinsi olur.
Saray Rejimi, tam bir çözülüş içindedir ve çıkışı daha fazla baskı, daha fazla saldırganlık, katliam politikalarına devam kararında bulmaktadır.
120 saat, Salı akşamı sona eriyordu ve Salı günü, Soçi’de Putin ile görüşme vardı. Dün uçağını düşürdükleri, dün düşmanı oldukları Rusya’dan umutlu haberler beklemekte olduklarını tüm Saray basını yazmıştır.
Oradan da bir “deklarasyon” çıkmıştır. Rusya, buna anlaşma denmesini istememektedir.
10 maddelik bir “anlaşma” metni ortaya çıkar.
Türkiye, bu 10 maddede, Suriye’nin toprak bütünlüğünü resmî olarak kabul eder. Fetih seferlerinin sonudur bu. Bundan böyle TC devletinin Suriye topraklarında fetihe kalkmayacağını varsayabiliriz. Demek ki, Irak topraklarında bunu yapmaya devam edecekler.
Türkiye ve Rusya mutabakat metninde PYD kendi adı ile anılmaktadır, adının yanında “terör örgütü” vb. gibi bir şey yoktur.
Türkiye IŞİD ile ilişkilerini değiştirmek zorunda kalacaktır, çünkü “her türlü terör” denildi mi, işin içine ÖSO da girecektir, yeni adı ile Milli Suriye Ordusu da girecektir. Bundan böyle İdlib daha hızlı çözülecektir. Şimdi, ABD-Türkiye cephesi, İdlib’deki suç belgelerini yok etme hevesinde olacaktır. Bunun içinde bazı liderler de dahildir. Özellikle ABD, savaş sonrasında Suriye savaşında işlenen suçlarla ilgili belgeleri yok etme hevesini ortaya koyacaktır.
Suriye’nin toprak bütünlüğü üzerine önceden de nutuklar atan Türkiye, ne hikmetse, Suriye adına milli ordu kurmaya yönelmiştir. Çocukluk değilse bu, sıkışmışlık ve çaresizlik değilse bu, Saray Rejimi tarzına uygun bir komedi olmalıdır. Milli Suriye ordusu kuranlar, sonunda Rusya ile mutabakat metninde Suriye’nin toprak bütünlüğünü imzalamışlardır.
Şimdi mesele, Afrin, İdlib, Tel Abyad gibi alanlardan Türkiye’nin çekilme meselesine gelecektir, hem de umulandan daha kısa bir süre içinde.
Soçi anlaşması metninde, Türkiye’nin başlattığı ve yarıda kesilen işgal harekâtının sahada yarattığı yeni durum, statüko olarak kabul edilmiştir. Bu, Kobanȇ ve Münbiç’teki değişikliğin de kabul edilmesi anlamına geliyor. Sınırda Suriye güçlerinin kontrolü almasının kabul edilmesi anlamına da geliyor. Ama aynı zamanda TC ordusunun girmiş olduğu Tel Abyad ve Resulayn’daki durumunu da statüko olarak kabul ediyor demektir.
Emevi Camii’nde namaz kılma hevesi, artık bir başka boyut almıştır.
Savaşın yenilen tarafı olan ABD ve Türkiye’nin bu yenilgiyi kabul etmesi, bu yenilginin resmîleşmesi süreci başlayacaktır.
Kuşku yok ki, ne ABD, ne de Türkiye amaçlarından vazgeçmeyecek, yeniden saldırgan hamlelerini devreye sokacaklardır. Türkiye’nin katliam politikaları, Kürt halkına dönük saldırganlığı, hem içeride hem de dışarıda sürecektir. Bunda şüphe yoktur. Ama bu saldırganlık da durumu değiştirmeyecektir.
Saray basını, Saray medyası ne kadar yaygara yaparsa yapsın, her adımı bir zafer olarak sunmaya ne kadar devam ederse etsin, gerçekler kendini eninde sonunda dayatacaktır. Hem ekonomik kriz daha da ağırlaşacaktır, hem de bu yenilginin yol açtığı yeni durum AK Parti’de ve dahası Saray Rejimi’ndeki çözülmeyi hızlandıracaktır.
Rant, yağma ve savaş ekonomisi, daha ağır sonuçları ile, halkın yaşamını çekilmez kılacaktır.
Savaş trajedisi, daha büyük sonuçlarını ortaya koyacaktır.
Halkın gözünde devlet çarkı, daha çıplak olarak ortaya çıkmıştır. Demokrasi vb. yalanlar, artık eskisi gibi etkili olma şansına sahip olmayacaktır. Sahte barış nutukları artık anlamını kaybetmiştir ve daha da kaybedecektir. Halkların gerçek düşmanları tek tek ortaya çıkmıştır. Halkların buna ne denli tepki geliştirecekleri ayrı bir konu olsa da, artık bu yalanlara karınlarının tok olacağı açık olmalıdır.
Ama tüm bunlar, direniş ile anlam kazanabilir. Anlamlı ve kalıcı sonuçlar, işçi sınıfı ve emekçilerin direnişi ve örgütlülüğüne bağlı olarak ortaya çıkabilir.
Tüm bölgede, halkların anti-emperyalist direnişi, nesnel olarak daha da güçlenme olanağını elde etmiştir. Tüm bölgede örgütlülük, direnişin gelişiminin ana belirleyici etkeni olacaktır. Ve Gezi Direnişi ile başlamış olan direniş süreci, daha da kök salma olanaklarına sahiptir. Kürt halkının istikrarlı direnişi, Batı’da da gelişecek direniş ile daha da güç kazanacaktır.
Bu trajediye, bu komediye son vermenin tek gerçek yolu devrim ve sosyalizm mücadelesidir. İşçi sınıfı, sahne almak zorundadır.
İşçi sınıfı ekonomik krize, savaşa, katliamlara, baskılara karşı kendi direnişini geliştirmek zorundadır. Genel direniş ve genel grev, işçi sınıfının gündemi hâline gelmiştir. Sendikaların bundan kaçınması mümkün değildir. Hayatın her alanında gelişen direniş, küçük veya büyük fark etmez, birleşik bir direnişe dönüşmek zorundadır. Devrimci görev, bu direnişi örgütlemek ve yaymaktır.