10 Ekim Ankara katliamıyla ilgili çıkardıkları “…daha yolumuz var…” ve Hrant Dink anması için çıkardıkları “Kuşlar” sokak oyunlarından tanıdığımız Tiyatro KAJU manifestosunu, 13 Aralık 1997’de işkencede katledilen dergi yazarımız, şairimiz, ortağımız Bekir Kilerci’nin “Alarga Gönül” şiiriyle bitiriyor:
“Biz kaçınılmaz olanız. Biz sizin endüstriyel hatalarınızın sonucuyuz. Biz sizin yarattığınız toplumdan çıktık. Biz devrin başarılı başarısızlıklarıyız, bu rezil medeniyetin belalılarıyız. Bizler, ahlaksız sosyal seçilimin yaratıklarıyız. Biz, güçlüler ile karşılaştık. Sadece güçlü olanlarımız dayanabildi.
Biz uygun olanların hayata devam edeceklerine inanıyoruz. Siz, maaşlı kölelerinizi kirliliğin içinde ezerek hayatınızı devam ettirdiniz. Sizin hakimiyetinizdeki savaşın kaptanları, kanlı büyük vurgunlarını işçilerinizi köpekler gibi vurarak yaptılar. Böylelikle ayakta kalabildiniz. Sonuçtan şikayet etmiyoruz, doğruluğunu kabul ediyoruz ve biz de aynı doğa kanunu içindeyiz. Ama şimdi bir soru ortaya çıkıyor; varolan sosyal çevrede hangimiz hayata devam etmeliyiz?”
Sanat köreltilmiş toplumsal algılayış, duygulanım ve hareketin ifade edilebilme yöntemlerini ortaya koyarken, direnişin ana yollarından biri oluyor. Ve direniş bir kez daha yukardaki sorunun yanıtını belirliyor, cevabı direnenler veriyor.
Toplumsal olarak tanımlı simgelerle üretilen sanat, değişen toplumsal ilişkilerle eskimiş bilinç arasındaki gerilimden doğar. Bugün duygular ve bilinç burjuva kültür tarafından yoksullaştırılmıştır. Toplumsal ilişkiler iyileştirilemez bir sınıra çekilmiştir. Bu çarpık birikim ancak radikal bir biçimde yıkılırsa her şeye yeniden başlanabilir. Bilinci geliştirmek zorundayız, duyguyu değiştirip temizlemeli, düşünceyi ise bozup yeniden yapmalıyız.
Tiyatro başlangıçta halkın içinden doğmuş, özgür eylemken, aristokrasinin güdümüne girmesiyle sınıfsal ayrım yaşandı; baş kahraman, koro, seyirci. İdealist poetikanın, mutlak özne konumuna getirdiği karakteri, Bertolt Brecht bir nesne, ekonomik ve toplumsal güçlerin sözcüsü olarak Marksist bir çizgiye otururttu. Herkes bu oyuna dahildir. Artık herkes rolünü oynamalı, toplumun zorunlu dönüşümünde baş kahraman olmalıdır. Bugün ezilen halklar kendilerini özgürleştiriyor ve bir kez daha tiyatroyu ele geçiriyorlar. Duvarlar yıkılıyor. Ezilenlerin Tiyatrosu’yla seyirci tekrar oynamaya başlıyor.
Augusto Boal çizdiği Ezilenlerin Tiyatrosu Kaju Ağacı’nın köklerinin Etik, Dayanışma, Felsefe, Politika Çoğalma, Tarih, Katılım, Kelime, Ses, İmaj’la beslendiğini anlatıyordu. Bir kuş çizmişti ağacın üzerine. Uçan bir kuş. Kuşun ağzında bir tohum vardı, ‘Örgütlenme ile Çoğalma’yı temsil ediyordu. Ve ekliyordu:
‘Bu ağaç herhangi bir ağaç değil. Kaju ağacını bilir misiniz? Kaju ağacı ilginç bir ağaçtır. Nereden çıkacağını bilemezsiniz. Kökleri toprağın altında yürür, bambaşka bir yerden kök vererek, orada büyümeye başlar. ‘Ezilenlerin Tiyatrosu Ağacı’ da bir kaju ağacıdır. Kökleri toprağın altındadır ve farklı bir ülkeden, farklı bir şehirden gövde vermektedir.’
Biz; Tiyatro KAJU.
Kök saldık başka bir kara parçasında, gövde verdik.
Bir kuş konmuştu o ağaca. Tohumu aldı ağzına ve baktı ufka.
….
Uçacak o
bir güvercin gibi narin
kırlangıç kadar keskin,
albatros gibi görkemli
şahin kadar hızlı uçacak,
uçacak gözlerden uzak
maharetler saçarak uçacak
o malum günü gelecek
bir duvarda patlayacak
parçalanacak.
Dağılacak çöpleri öteye, beriye.
Tan yeri ağarınca
kanat sesleri kainatı sarınca
irili ufaklı kuşlar
çöpleri yuvalarına taşıyacak.
Her yuvada olacağım o zaman ben.
Bilmeyecek elbet bunu hiç kimse
bir ben bileceğim
bir de sen.
Not: Manifestomuzu yazarken J. London, C. Caudwell, A. Boal’ün metinleri ve Bekir Kilerci’nin şiirinden faydalandık. Eserlerinden faydalandığımız sanat emekçileri bize yol gösteriyor. Yolumuzu aydınlatan bütün devrimci sanatçı ve düşünürleri saygıyla anıyoruz.
Tiyatro KAJU Cumartesi günleri 12:00-15:00 arası AKA-DER Kadıköy şubede, Salı günleri de 17:30-20:30 arası Taksim’de Kaldıraç büroda çalışmalarını sürdürüyor.
Yaşasın özgür sanat!
TİYATRO KAJU