Saray Rejimi, TC devletinin, tekelci polis devletinin olağanüstü örgütlenmesidir. Egemen (yani uluslararası sermaye ve onun yerli temsilcileri tekelci sermaye) Saray Rejimi’ni organize etmiştir. Bu Saray Rejimi, çeşitli türden profesörlerin sandığı ve bize söylediği gibi, seçimlerle gelmemiştir. Hayır, Saray Rejimi, bir karşı-devrim örgütlenmesidir. Kürt devrimine karşı, dünyada sürmekte olan paylaşım savaşımının gereği olarak, Gezi ile birlikte gelişen toplumsal direnişe karşı ortaya çıkan bir rejimdir. Egemen, Saray Rejimi’ni, saldırılarla, kanla ve katliamlarla organize etmiştir.
Bu noktada, bazı liberal solcuların, bazı Batıcı profesörlerin, bazı “uzmanlar”ın, her gün dua niyetine tekrar ettikleri gibi, “TC devleti, laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti” değildir. Hiç olmamıştır, bugün hiç değildir.
Parlamento bir görüntüdür. İşlevsizdir. Parlamento, sistemin bugün gereksinim duyduğu seçim sisteminin bir görüntüsüdür. Seçimler, yok hükmündedir, meşru değildir. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, “seçimle geldiniz..” diye başlayan sözleri, Saray’ı meşrulaştırmak içindir. Seçimler, 2015 yılından bu yana sürekli hilelidir.
Saray Rejimi, sözüm ona muhalif olan tüm burjuva partilerin içinde yer aldığı, görev aldığı bir sistemdir. CHP, Saray Rejimi’nin içindedir.
Ve şimdi, Saray Rejimi, güçlendirilmek istenmektedir.
“İç cepheyi güçlendirmek” budur. “İç cephe” dedikleri kime karşı cephedir? Elbette işçi sınıfına, elbette emekçilere karşı bir cephedir.
Saray Rejimi, TC devleti, işçi sınıfına karşı bir iç savaş yürütmektedir. Kürtlere karşı savaş, hem bir iç savaştır hem de dışarıda bir savaş demektir. Kürtlere dayatılan katliam politikaları açık ve nettir. Kimyasal silahlar, bombalar, katliamlar sürekli devrededir. Bunun üzerine suikastları koymaktadırlar.
Tam bu noktada, Bahçeli eli ile “barış” adı ile anılan ama ismi konulmayan adımlar, gerçekte, Kürt hareketini bölmek, “ya benden tarafsın ya da bertaraf olacaksın” politikasının bir uzantısıdır. Bu politika, içeride ve dışarıda savaş politikasının devamıdır.
Saray Rejimi, “yağma, rant ve savaş ekonomisi”ni sürdürmektedir. Bu yağma, rant ve savaş ekonomisi, Batı emperyalist güçlerinin, uluslararası tekellerin ve onların yerli ortakları olan tekellerin ortak politikasıdır. Tam bir yağma politikası ortadadır. Tam bir rant ekonomisi uygulanmaktadır. MB uluslararası fonlara %16,4 dolar üzerinden, garantili faiz vermektedir. Bu fonlar, MB ile anlaşmalar yapmakta ve dolar kuru konusunda garantiler almaktadır. ABD’de, Batı başkentlerinde, bu faiz oranlarının reklamları yapılmaktadır. TC devleti tam bir savaş ekonomisi uygulamaktadır. Savaş ve silah sanayii, Saray’a yakın şirketlere peşkeş çekilmektedir. Ve ülkenin tüm zenginlikleri uluslararası ve yerli tekellere aktarılmaktadır. Tüm bunlar, gizli değil, açık adımlarla uygulanmaktadır.
Ve elbette Saray Rejimi, güçlenmek için, tüm gücü ile saldırmaktadır. Bu saldırılar, aslında toplumun esir alınmasını hedeflemektedir.
Gerçekte işçi sınıfına karşı bir iç savaştır bu.
Ama egemen, Saray Rejimi eli ile, burjuva muhalefete de saldırmaktadır. Belediyelere kayyum atandığında sessiz kalanlar, adım adım aynı baskı ile kendileri karşılaşmaktadır. CHP belediyeleri kayyum uygulamaları ile karşı karşıyadır. Bu, esir alma, burjuva muhalefeti hizaya sokma politikasıdır. “İç cepheyi güçlendirme” politikasının devamıdır. Saray Rejimi, tüm saldırılarına rağmen, tüm baskı ve şiddet politikalarına rağmen, dikiş tutturamamaktadır. Egemen bu nedenle, herkesi Saray’ın politikalarına tâbi kılmaya çalışmaktadır.
Beşiktaş Belediyesi’ne operasyon bu amaçla yapılmıştır. Hayır, belediyelerin hilesiz, rüşvetsiz iş yaptıklarını söylemiyoruz. Ama operasyonun amacı bu değildir. Beşiktaş Belediyesi’ne operasyon, CHP’nin derin adamlarından Erdoğan Toprak ve ekibine, bize destek vereceksiniz, demek içindir. Operasyonun kendisi bir tehdittir.
Elbette, bu arkası gelecek bir operasyon gibi görünmektedir. Erdoğan, “turpların büyükleri” daha torbadadır demektedir. Turp değil, turplar, büyüğü değil büyükleri demektedir. Ama hiçbir burjuva parti, Erdoğan ve çevresinin kirli çamaşırlarını ortaya sermeye bile yanaşmamaktadır. Erdoğan ailesi kadar büyük turpları olan var mı? Ama hiçbir burjuva parti, sanki bir anlaşma yapılmış gibi, aile sırlarını ortaya koymuyorlar. Mesela İmamoğlu, İBB’de, Erdoğan’ın diplomasının olup olmadığını, hangi diplomaya sahip olduğunu açıklayabilecek durumdadır. Öyle ya, Erdoğan, eski Beyoğlu belediye başkanıdır, eski İBB başkanıdır. Ama bunu açıklamaya yanaşmıyorlar. Sanki bir çeşit anlaşma yapılmıştır ve Erdoğan’ın kirli çamaşırları açıklanmayacak diye tembihlenmişlerdir. O çamaşırları ancak NATO açıklayabilir gibi bir anlaşma vardır.
Ümit Özdağ’ın alınması da bu sürecin bir parçasıdır. Çok açık olarak Saray, burjuva cepheyi, olduğu gibi atılacak adımlara destek vermeye ikna etmek istemektedir.
Halk TV’ye dönük operasyon da bunun bir parçasıdır. Artık, hiçbir biçimde “ben bir şey yapmadım, bana dokunmazlar” diye bir durum yoktur. Korkmanın artık anlamı da yoktur.
Ve bu yolla, işçi sınıfına, sol harekete gözdağı verilmektedir. Bunları tutukluyoruz, size neler yapacağımızı siz düşünün, denmektedir. Oysa, Saray Rejimi, her türlü şiddeti, her türlü baskıyı, her türlü hukuk tanımazlığı zaten her gün, çoktandır devreye sokmaktadır. Biz devrimciler, işçiler, öğrenciler, kadınlar zaten baskının her gün bin çeşidi ile karşı karşıyayız.
Baroya dönük saldırı, tüm burjuva partilerin bile isteye sessiz kaldıkları bir saldırıdır. Baroya, dünyanın en büyük barolarından biri olan İstanbul barosuna saldırı, sıradan bir saldırı değildir. Ve baro, bu saldırıya karşı direnmek zorundadır, direnmelidir. İşçiler, öğrenciler, baroya dönük bu saldırıya karşı, baronun direnişine destek vermelidir. Bu destek baro ziyareti şeklinde de olabilir, davalara katılmak şeklinde de ya da doğrudan bir eylem örgütleyerek de olabilir.
Saldırılar, Saray’ın isteklerini sorgusuz sualsiz yapmak konusunda tereddüt edenlere yönelmektedir. Ayşe Barım olayı da budur. Ayşe Barım’a 5 milyon doları geri ver ve doğrudan bize çalış, denilmektedir. İşin ucu Şahenk ailesine kadar gitmektedir. Ama bunlar gündeme gelmemiştir. Sonuçta Gezi Direnişi’ne bağlanmıştır. Saray, egemen, Gezi Direnişi ile şaftı kaymış olduğunu bir kere daha itiraf etmektedir. İlgili ilgisiz herkesi Gezi davasına bağlamaktadır. Sırada tanınmış isimler, ortada durmaya çalışan, Saray Rejimi’ne karşı açık bir tutum almayan tanınmış sanatçılar olduğunu düşünmek mümkündür. Yeni bir Gezi olmasın diye, eski Gezi’ye katılmış ünlü isimlerin biat etmesini istiyorlar.
Saray, “iç cepheyi sağlamlaştırmak” politikasını uygulamaktadır. Bu nedenle, önce burjuva cephenin içinde yer alan, ama Saray’a tam biat etmeyen unsurlara hiza vermek istemektedir. Böylece, tüm toplumu esir alma, sindirme politikası devreye sokulmaktadır.
İşçi sınıfının, emekçilerin, kadınların, gençlerin direnişi gelişirken, bu direnişin daha geniş toplumsal kesimleri etkilemesini önlemek istemektedirler.
Ve tüm saldırılarda, tüm tutuklanmalarda, iç savaş hukuku devreye sokulmaktadır. Tek bir sanık bile, tutuklanmadan suçlanmamaktadır. Tutukluluk başladıktan sonra, uygun suçlar uydurulmaktadır. Bu, burjuva hukuk sisteminin durumunu göstermektedir. Burjuva muhalefet, onların sözcüleri uzmanlar, profesörler, sürekli olarak “TC devleti, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir” diyerek dua etmeye devam etmektedir.
Saray Rejimi’nin hedefi açık ve nettir. İki direniş hattını, Kürt devrimi ve işçi sınıfının devrimci direniş hattını yok etmeye çalışmaktadırlar. Bunun öncesinde, burjuva muhalefeti, artık tam olarak hizaya sokmak istemektedir. Yaptıkları budur.
Baroya karşı saldırı, giderek boyutlanacaktır. Bunu görmek mümkündür. Mimar ve mühendisler odası, Tabipler Birliği gibi demokratik kitle örgütlerine karşı saldırılar bunun ardından gelecektir. Aynı saldırılar, ne kadar Saray’a şirin görünme mesajları verirlerse o kadar hızla sendikalara da yönelecektir. Bu nedenle, Saray’a şirin gözükecek mesajların artık kimseye bir yardımı olmaz.
Cepheler nettir. Saray Rejimi’ne karşı, işçi sınıfının devrimci direniş cephesinde yer almak gerekir. Bu konuda tereddüt eden, bunun bedelini ödemekten kurtulamayacaktır.
İşçi sınıfı, direnen herkes, Saray’ın tüm saldırılarına karşı, doğrudan Saray’ı hedef alan bir direniş hattı geliştirmek zorundadır. Saray Rejimi’ne, TC devletine karşı, bizim cephenin yeri, Birleşik Emek Cephesi’dir. Artık, sınıf savaşımında herkes, kendi yerini, safını seçmek zorundadır. Bunu bugün bilinçle seçmeyenler, yarın istemeden de olsa seçmek zorunda kalacaktır.
Sistemin içeride ve dışarıda savaş politikalarına karşı Birleşik Emek Cephesi ile, genel direnişi örgütlemenin zamanıdır.
Evet, laf ile işler yürümez. Genel grev, genel direniş demek ile, genel grev örgütlenmiş olmaz. Ama, işçi sınıfının adım adım, bu genel grev ve genel direniş talebini yükseltmesi gereklidir. Baroyu savunmak için, baroya karşı saldırılara karşı durmak için dayanışma eylemleri, bu nedenle çok önemlidir.
Genel grev ve genel direniş, işçi sınıfının adım adım örgütlenmesine dayanmak zorundadır. Birçok sendika, bunun önünde engeldir. Bunu biliyoruz. Ama iyi örgütlenirse, gelişecek olan direnişin önünde hiçbir sendika durmayacaktır. Bu direniş, herkesin safını net olarak seçmesini sağlayacaktır.
Genel grev/genel direniş, uzun süreli bir mücadele demektir. Bu, her adımda ortaya çıkacak direnişleri ertelemek demek değildir. Elbette her direniş gelişirken, o direnişi desteklemek gereklidir. Genel direniş, ancak ve ancak bu direnişlerin, küçük büyük demeden gelişmesi, bu direnişler içinde iken örgütlülüğün geliştirilmesi ile mümkündür. Her işçi direnişi, her kadın direnişi, her hak arama eylemi, hayvanların katliamlarına karşı her eylem, her çevre direnişi, her öğrenci eylemi, bu genel grev ve genel direnişin geliştirilmesi için bir adım olmalıdır. Ve bu, tüm devrimci hareketin açık ve net görevidir. Bu ertelenemez görevdir.
Büyük bir sakinlikle, büyük bir kararlılıkla, büyük bir enerji ile direnişleri geliştirmek, büyütmek ve örgütlülüğü geliştirmek mümkündür, zorunludur.
Bu iki sınıfın dünya çapındaki savaşımıdır. Bu savaşımda, bugün safını seçenlerin gündemi, genel grev ve genel direnişi örgütlemektir. Egemen, işçi sınıfına, emekçilere, açlığı, işsizliği, yokluğu ve yoksulluğu ancak işçi sınıfı örgütsüz olduğu ölçüde dayatabilmektedir. Çıkış örgütlülüktedir. İşçi sınıfı, devrimci bir sınıf olarak ayağa kalkmalı, bunun için örgütlenmelidir.
Saray Rejimi, tüm dünya kapitalist sisteminin bir parçası olarak, onun gibi, ondan daha büyük bir hızla çürümektedir. Devrim ve sosyalizm talebi, giderek daha köklü bir biçimde, işçiler arasında yer bulmakta, öğrenciler ve kadınlar arasında yer bulmaktadır. Başka da bir çıkış yolu yoktur. Savaşı önlemenin tek yolu, devrimdir, sosyalizmdir. Buna giden yol, örgütlenmedir, birleşik emek cephesidir, birleşik emek cephesi bayrağı altında topyekûn direniştir.