Yaşamı, her alanda yaşamı savunmak, elbette kolay olmayacaktır.
Karanlık ve ölüm kusan, bunun karşında sevinç duyan, insan olmaktan çıkmış varlıklara dönen egemenlerle mücadele etmek her zaman zordur.
Bunu, bizden önce mücadele etmiş olanlar şöyle açıklıyorlar; bunlar cennetlerini kaybetme korkusu ile saldırıyorlar. Yani saldırmak için, yani bunca baskı ve şiddet için, yani bu yağma ve vahşet için iyi nedenleri var.
Oysa yaşamı savunmak, bu denli kolay değil. Değil, çünkü, yaşama saldırıyı anlamak, hissetmek o kadar kolay olmuyor. İkincisi, yaşamı savunacak bir bilinç ve onun işareti olarak örgütlenme o kadar kolay gelişmiyor. Ve bu nedenle, toplara, TOMA’lara, tanklara karşı direnmek o kadar kolay bir süreç değildir.
Ama imkânsız hiç değildir.
Örnek mi, uzağa gitmeye gerek yok, Cizre’ye bakın, Sur’a bakın, Cerattepe’ye bakın.
Devlet, her geçen gün saldırılarını hayatın her alanında artırıyor. Topyekûn saldırıyorlar. Sadece ağızlarında bismillahtan çok savaş kelimesi geçmiyor, sadece her ortamda, savaşı kışkırtmak için hamle yapmıyorlar, sadece her fırsatı kullanıp tehditler savurmuyorlar. TOMA’larını, tanklarını, bombalarını devreye sokuyorlar. Ve saymakla bitmez vahşi saldırılarını devreye sokuyorlar. Kahvede oturan bir genci öldürüp “karakola bombalı saldırı hâlinde idi” diyebiliyorlar. Dilek Doğan’ın katledilmesini hatırlayalım. Cizre’de bombalarla öldürülmüş, yanmış cesetleri hatırlayalım, operasyon bitti ama sokağa çıkmak yasak uygulamalarını hatırlayalım. Hukuku ayaklar altına alan Sur saldırılarını hatırlayalım.
Belli ki, çok ama çok korkuyorlar. Bu korkularını bize, halklara, işçi ve emekçilere bulaştırmak istiyorlar. Son seçimlerden bu yana binlerce kişiyi katlettiler ama doymuyorlar.
Ve bu saldırganlığı gizlemek için, gerçeğin öğrenilmesini gizlemek için, tüm basını, medyayı denetim altına alıyorlar. En sonu, İMC TV’nin uydudan atılması ile ortaya konan basını susturma girişimi, gerçeğe tahammül edemeyen yönetim anlayışının göstergesidir.
Tam bir karanlık yaratmak istiyorlar.
Kan ve karanlıktan besleniyorlar, bunun için daha çok kan ve daha çok karanlık için her yolu deniyorlar.
Kendi hukuklarını, kendileri çiğniyorlar ve bu arada “yeni anayasa” tartışmalarını yürütüyorlar. Kuzu, montofon ineğinden söz ediyor ama, bugün, tarlaya dalmış domuz sürüsü gibi her şeyi yok ediyor, imha ediyorlar.
Bir yandan Başbakan, her hafta bir Kürt ilinde, kendine bağlı adamları toplayıp, kendini kandırıyor, bizim Kürt halkı içinde desteğimiz var diyor, diğer yandan ise fiili Başkan, Muktedir, kükrüyor, fezlekeler gelsin diye emrediyor.
Seçilmiş belediye başkanlarını tutuklamaları yeni değil.
Şimdi ise HDP milletvekillerini yargılamak için dokunulmazlıklarını kaldırmayı gündeme getiriyorlar. HDP’yi parlamentodan atmak için, HDP nezdinde tüm muhalefeti susturmak için, yeni bir saldırı devreye koyuyorlar.
Muktedir emrediyor, savcılar harekete geçiyor. Demek, artık, savcılara TV kanallarından, muhtarlara vb. yapılan konuşmalardan emirler veriliyor. Siz kimsiniz diyorlar, “ağanın lafı üstüne laf” olur mu, diyorlar. Sürekli saldırı, sürekli yasak, sürekli ceza emirleri veriyorlar.
Bu bir topyekûn savaş çağrısıdır. Başka türlü ayakta kalmaları mümkün değildir. Bunu kendileri de biliyorlar. Korkuları bundandır.
Ölümle korkutuyorlar, ölüm sıradanlaşıyor, her gün ölüm haberleri geliyor.
Hapisle korkutuyorlar, ülkenin her alanı hapishane oldu, dışarısı ile içerisinin farkı kalmadı.
Bu topyekûn savaşa karşı, hayatın her alanında, yaşamı, barışı ve özgürlüğü savunmak, insan olarak kalabilmenin asgarî koşulu hâline gelmiştir. Hayatın her alanında, direnişi örmek, örgütlemek gerekir. Telâşsız ama kararlı biçimde her dakika direnişi büyütme zamanıdır.
Her karanlığın bir sonu vardır.