Bunlara bağlı olarak daha cüretkar olur, korku duvarlarını daha rahat yıkarız. Gezi’de, Kobane direnişinde, Soma işgalinde bu söylediklerimizi hissettik, yaşadık. Oysa şimdi daha farklı bir dönemin içerisindeyiz. Meydanlarda çok daha az insan var, verilen emeğin karşılığını hemen görebilmek mümkün olmuyor. Mücadele ederken günlük moralimiz anlık değişimlere uğrayabiliyor, kendimize ve dünyayı değiştirebileceğimize daha az güveniyoruz. Tarihin içinde özne olduğumuzu unutup, değişimin zorluğu karşısında umutsuzluğa kapılıyoruz. İnsanlık değerleri bizim için geri sıralara düşebiliyor, bir duruma tepki vermekte atıllaşabiliyoruz.
Yaşanan bu sürecin ve bu değişimin bizlere gösterdikleri var. Evet, bunlar hissiyatlarımız ve bir miktarıyla gerçeği yansıtmakta. Fakat bu hissiyatları yaratan asıl gerçek, örgütlülüğümüzün zayıflığı. Bu durumu tek başına devletin şiddetinin artmasıyla, patlayan bombalarla açıklayamayız. Örneğin Kürdistan’da, devletin tankıyla, topuyla, JÖH’üyle, PÖH’üyle aylarca mahallelere sokulmadığı direnişler sürmektedir. Ve muhtemeldir ki Kürt halkı, dünkü mücadelesinden daha ileri noktada olan bir mücadele yürütmektedir. Bunu yapabilmesinin ana sebebi ise örgütlü bir halk olmasıdır.
Bizim içinse Gezi Direnişi’nde açıkça gördüğümüz örgütlenme ve direnişi büyütme ihtiyacımız, bugün kendini daha yakıcı bir biçimde ortaya koymaktadır. İhtiyacımız olan hala örgütlülüktür; üniversitelerde, mahallelerde, fabrikalarda örgütlülüğü adım adım geliştirmemizdir. İçinde bulunduğumuz barbarlık çağında insan olarak kalabilmenin de tek yolu budur. Ensar Vakfı’nda çocuklara tecavüz edildiğinde susmamak, birileri yoksullukla alay ettiğinde cevap vermek, ona Hindistan’daki çay işçilerini hatırlatmak için; sokak ortasında kadınların bedenleri teşhir edilirken ses çıkarmak, meydanlarda ve bodrumlarda onlarca insan öldürülürken boyun eğmemek ve alışmamak için, kısacası insan kalmak için örgütlenmemiz gerekiyor. Susmamak, sinmemek tek başına sosyal medyadan ses çıkarmak değildir. Bu devletin istediği sessizliği sağlayan, güdük bir eylem biçimidir. Bu yöntem, bugün üniversitelerde barışı savunan akademisyenlerin, üniversitelerde insanlık için direnen bizlerin ne yaptığını tam olarak kavramakta ve sesimize ses katmakta eksik kalacaktır.
Bizler bulunduğumuz her alanı adım adım, ilmek ilmek, sabırla bir direniş alanı gibi örgütlemeliyiz. Biliyoruz ki bizim kendimiz dışında bir çıkış yolumuz yok; kapitalizmin çürümüşlüğünden kurtulmanın yolu kendi mücadelemizde. Bu noktada kapitalizmin kolaycı, emeksiz yaklaşımıyla savaşmanın, bunu okullarda yıkmanın yollarını bulmalıyız. Bir eylemle, bir olayla hayat hem değişir hem değişmez. Evet, belki okulumuzdaki bir eylem büyük değişimlere sebep olmayacak ama başta bizi değiştirecek ve diri tutacaktır. Aynı zamanda daha fazlasına giden yolu örecektir.
Devlet bugün üniversitelerde her gün saldırıyor ve çeşitli şekillerde baskılar uyguluyor. Bu saldırıları püskürtmeye çalışırken asıl hedefimizi -üniversitelerde kitlelerin örgütlenmesi, üniversitenin bir direniş mevzisi haline getirilmesi, yeni yaşamın nüvelerini barındıran mekanlara dönüştürülmesini- unutmamalıyız. Zaten saldırıların püskürtülmesini sağlayacak olan da bu örgütlülüktür. Bu sebeple alanımızda hangi eylemlerin örgütleyici olacağını tartışıp, hızlıca inisiyatif alarak harekete geçmeliyiz. Direniş, direnenlerin insiyatifiyle, direnmek isteyenlerin örgütlenmesiyle, insan kalma çabasıyla gelişecektir. Kimse direnişi dışardan beklememelidir. Bu sebeple herkese, kendi gücünü hatırlatmalı, birlikte eylemler örgütlemeli, direnişi hep birlikte yaratacağımızı propaganda etmeliyiz.
Ertelemeci tavırlarla doğrudan savaşmalıyız. Bugün yapılacak bir işi ertelemenin, insanlık değerlerini ertelemek olduğunun ayırdına varmalıyız. Her alanda örgütlülüğümüzü artırmalıyız. Herkesi Kaldıraç komitelerinde örgütlenmeye çağırmalıyız. Fikirlerimizi taşıyan dergimizi, gazetemizi daha fazla insana ulaştırmalıyız ve buradaki fikirler üzerine tartışmalar yürütmeliyiz.
Akademisyenlerimizin bildirisi üniversitelerde insanlık onurunun, insanlığın değerlerinin savunulmasına bir yol açmıştır. Bizler de bu yolda daha fazla aşama katetmeliyiz. Üniversitelerde geniş katılım sağlanan ve devletin çürümüşlüğünü gözler önüne seren yaratıcı eylemler örgütlemeli, geniş kitle faaliyetlerimizi artırmalı, alana uygun müdahaleler geliştirmeliyiz. Bu müdahaleler pek çok şekilde geliştirilebilinir. Örneğin; şiir okumak ve dağıtmak, tiyatrolar hazırlamak, pankartlar asmak. Bu örnekler bizim yaratıcılığımızla ve alanın özgün koşullarına göre çeşitlendirilebilir. Önemli olan kalıcı örgütlenmeleri sağlayabilecek ve kitleleri sokağa taşıyabilecek biçimleri bulmaktır.
Üniversiteler tarihleri boyunca bir yanıyla sermayeye hizmet ederken, bir yanıyla da direnişlere ev sahipliği yapmıştır. Bulundukları coğrafyalarda hareketi yükseltmişler, hatta kimi zaman direnişi başarıya taşıyan kırılmaları yaratmışlardır. İstanbul Üniversitesi işgali, ODTÜ işgali, Sorbonne Direnişi, Politeknik Direnişi, Havana Üniversitesi bu durumun örneklerindendir. Bunlar yazılmış tarihlerdir. Fakat bugün biz yeni bir tarihi ellerimizle yazıyoruz. Hayatımızın her alanında bunun bilincinde olarak hareket etmeli, üniversitemize bu gözle bakmalıyız. Hocalarımızla ve arkadaşlarımızla beraber geliştireceğimiz direnişlerle, bu tarihe üniversitenin özgürleştiğini yazacak olan bizleriz. Bu yüzden herkesi bu tarihin, bu direnişin bir parçası olmaya çağırıyoruz.
Umut Günaçan