Ya kapitalizmin sonu ya da insanlığın ve uygarlığın sonu. Bir orta yol mümkün değil…

“Değişimin sırrı eskiyle cebelleşmek değil, yeniyi yaratmak için ayağa kalkmaktır.”
Dan Milland

“Bilginin en büyük düşmanı bilgisizlik değil, bildiğini sanmaktır.”
Stephen Hawking

“Kör adam karanlık bir odada, orada olmayan kara kediyi arıyor.”
(A blind man in a dark room looking for a black cat that is not there).
İngiliz halk deyişi

Atmosfer ısınıyor, doğanın dengesi hızla altüst oluyor, ekosit (canlı türlerinin yok oluşu) derinleşiyor, sosyal kötülükler (açlık, yoksulluk, bir sefalet, aşağılanma…) almış başını gidiyor… Milyarlarca insanın ölümüyle sonuçlanacak nükleer savaş ve “nükleer kış” riski büyüyor… Yeryüzünün egemenleri, “ekonomi büyüyecek, sorunlar çözülecek, sabredin” diyor… Oysa yıkımın asıl faili, yere göğe konmayan, hikmetinden sual olmayan ekonomik büyüme… Kapitalizmin iflah olmaz sınırsız büyüme, genişleme, yayılma eğilimi ve dinamiği… O hâlde sadede gelebiliriz, neden böyle oldu, neden bir uygarlık krizi veya aynı anlama gelmek üzere bir sürdürülemezlik durumu ortaya çıktı? Kapitalizm insanlığın ve uygarlığın “normal hâli” değil, bir sapma olduğu için… Araçlarla amaçlar ters-yüz olduğu, öküz arabanın arkasına koşulduğu için…

İklim konferansları birbirini izliyor, “doğayı koruma” ve “yeşil teknolojiler” söylemi dillerden düşmüyor ve fakat işler hızla sarpa sarmaya devam ediyor… O hâlde bu kolektif başarısızlıktan hangi sonuçları çıkarmak gerekiyor? Söylemle gerçeklik arasındaki bu uyumsuzluğun sebebi ne?

Aslında ekolojik mücadele hayatî önem taşıyor, bu niteliği itibariyle de çağımızın tüm ilerici güçlerinin birincil gündemini oluşturması gerekiyor… Elbette sosyal eşitlik, özgürlük, demokrasi, kadın hakları, yeni sömürge statüsünü indirgenmiş halkların mücadelesi de son derecede önemli, değerli… Bunlar ne kadar önemli ve saygı değer olursa olsun, gezegende canlı yaşamın riske girdiği, üzerinde durduğumuz zeminin çökmekte olduğu bir dünyada ne gibi bir kıymet-i harbiyesi olabilir? Aslında ekolojik mücadelenin tüm diğer emansipasyon (kurtuluş) mücadele biçimlerine önceliği var… Zira iklim krizi ve ekosit (canlı türlerinin yok oluşu) insanlık tarihinde görülmemiş bir yıkımın habercisi… Tüm iklim uzmanları alarm zilini çalmaya devam ediyor ve harekete geçmek için çok az zamanımız kaldığını haykırıyorlar…

1995 Kyoto Konferansı ve sonrasında gerçekleştirilen iklim zirvelerine rağmen, atmosferin ısınmasına, iklim krizine neden olan karbon gazı emisyonu hızla artmaya devam ediyor… Pek revaçta olan güneş enerjisi panelleri, elektrikli araba söyleminin de hiçbir kıymet-i harbiyesi yok… Seyirciyi oyalamaya yarıyor… Aynı şey biyo-çeşitlilik için de geçerli… Kapitalizm her tökezlediğinde bir teknolojik yenilik peydahlayarak kaldığı yerden yoluna devam ediyor… Ve her yenilik de bir “kurtuluş” olarak sunuluyor…

Şimdilerde yüzleşmek zorunda olduğumuz tüm insanî, sosyal ve ekolojik sorunlar, kapitalizmin iflah olmaz sınırsız büyüme, genişleme, yayılma eğiliminin ve dinamiğinin sonucu… Kapitalizm her ileri aşamada daha çok alanı kapsıyor, sömürgeleştiriyor, istila ediyor, önüne çıkan her şeyi şeyleştiriyor, nesneleştiriyor, metalaştırıyor, parayla alınır-satılır hâle getiriyor ne var ne yoksa ölü metalara, bir kâr aracına dönüştürüyor… Hiçbir sınır tanımıyor… Etrafınıza şöyle bir bakın, metalaşmamış, paralılaşmamış, özelleştirilmemiş, soysuzlaşmamış bir şey var mı? İnsanların hayal dünyası da dâhil artık metalaşmamış, soysuzlaşmamış hiçbir şey yok… En sonunda… Kapitalizm kendi suretinde bir insan yaratmış bulunuyor… Tüketiyorum o hâlde varım diyen tuhaf bir yaratık…

Öyle ki, ekonomik büyüme sağdan sola tüm kesimlerin vazgeçilmezi… Slogan şöyle: ekonomi büyüyecek, tüm sorunlar çözülecek, insanlar zenginlik ve refah denizinde yüzecek… Egemen söylem öyle ama aslında tüm sorunların nedeni şu ekonomik büyüme denilen… Kapitalizm koşullarında ekonomi büyüdükçe, milli gelir (GSYH) arttıkça, sosyal kötülükler, iklim krizi, ekolojik yıkım, ekosit (türlerin yok oluşu) derinleşiyor…

İki nedenle “yeşil teknoloji”, “temiz enerji” denilenin hiçbir kıymet-i harbiyesi yok… Seyirciyi oyalamaya yarıyor… Birincisi, büyük miktarda güneş enerjisi, güneş panelleri üretimi, işte elektrikli araba üretmek için çok miktarda madenin yerin altından çıkarılması gerekiyor ki bunlar en büyük kirletici… Üstelik fosil yakıt harcanarak yerin altından çıkarılıyor… Birleşmiş Milletler Örgütü Çevre Programı (2019), madencilik ve kapitalist tarımın sera etkisi yaratan karbon gazı salınımının yarısına, biyolojik çeşitlilik kaybının da %90’ına neden olduğunu kaydediyor…

Aşırı karbon gazı emisyonu, sera etkisi yaratan en kirletici faaliyetler gözden uzak yerlere, Asya’ya, Afrika’ya, Latin Amerika’ya kaydırılıyor… Bidayetten itibaren kapitalist, kolonyalist, emperyalist Batı’nın zenginliği, şimdilerde Küresel Güney denilen dünyanın geri kalanının sömürüsü, yağma ve talanı sayesinde mümkün oldu ve Garp Cephesinde de Şark Cephesinde de yeni bir şey yok… “Küresel Güney” denilen dünyanın öteki yarısı, madencilik ve sanayi mallarının çoğunu üretiyor… “Yeşil enerji” denilenler fosil enerjilerin yerini almıyor, ona ekleniyor… Egemen söylemin aksine, hâlâ karbon çağındayız… Garp cephesinde yeni bir şey yok! Nitekim, Dünya Enerji Ajansının Raporuna göre, 2024 yılında kömür, petrol, doğalgaz üretimi en yüksek düzeye ulaştı… Hâlen fosil yakıtlar dünya ölçeğinde yeryüzünde yaşamı riske atan enerjinin %80’ini temsil ediyor… Kapitalizm her tökezlediğinde, bir yenilik (inovasyon) peydahlayarak kaldığı yerden devam ediyor… Yeni pazarlar, yeni değerlenme imkânları yaratıyor… Tabii doğal çevre tahribatını derinleştirerek, yaşamın temelini aşındırarak…

O hâlde işler sarpa sarmaya, yaşamın temeli hızla aşınmaya devam ederken, “gerçek bir sol muhalefet”in ne yapması gerekir? Slogan şu olmalıdır: kapitalizm bizi öldürüyor, vakitlice kapitalizmden çıkmalıyız… Aksi hâlde sınırsız büyüme, genişleme yayılma eğilimine ve dinamiğine sahip kapitalist barbarlık, insanlar da dâhil canlı yaşamı sonlandıracak…

Kapitalizm dâhilinde “sosyal adaleti” tesis etmek, doğa tahribatını durdurmak mümkün değildir… İki emperyalist savaş arası dönemde ve “şanlı otuzlar” da denilen 1950-1980 aralığındaki sosyal kazanımlar sadece emekçi sınıfların mücadelesinin eseri değildi. Sömürge, daha sonra da yeni sömürge statüsüne indirgenmiş ülkelerin emeğinin aşırı sömürüsü ve doğal kaynaklarının hoyratça yağmalanmasının sonucuydu… Batı kapitalizminin damarlarındaki kan olan petrolü sudan ucuza kullanıyorlardı… Aslında “kapitalizmin altın çağı” diye bir şey mümkün değildir, asla iflah olmaz, sadede gelmez… Şımarık Elon Musk’ın 442 milyar dolar serveti var ve hızla artmaya devam ediyor… 160 ülkenin milli gelirinden fazla… Bu skandal sorun ediliyor mu?

Siyasetin gündemi şeylerin gerçeğine yabancılaşmış durumda… Aynı İngiliz halk deyişindeki gibi…

İkinci emperyalistler arası savaş sonrasında, 1950-1980 aralığında emperyalist Batı’da geçerli “sosyal demokrasi”yi ihya etmek mümkün değil. Kaldı ki, sosyal demokrasi de büyümecidir… Üretilenin eşitlikçi, adil paylaşımı gereklidir ama yeterli değildir… Vakitlice zararlı, lüzumsuz, vazgeçilebilir üretime son vermek, üretimin yönünü gerçek ihtiyaçlara döndürmek ve üretileni de olabildiğince eşit, adil paylaşmak gerekiyor ki, öyle bir şey kapitalizm dâhilinde mümkün değildir… Boşuna neden söz ettiğini bilmek önemlidir denmemiştir… Eğer kapitalizm dâhilinde bir gelecek yoksa, insanlık ve uygarlık tehdit altındaysa, muhalifim, solcuyum, sosyalistim, komünistim, ekolojistim, sosyal eşitlik istiyorum, insanlığın ve tüm canlıların geleceğinden kaygılıyım diyen herkesin ikircikli olmayan bir tarzda ve vakitlice kapitalizmden çıkma mücadelesine katılması gerekiyor… Zira saçma-sapan, ipe-sapa gelmez “gerekçeler”le mücadeleden kaçınmak, istemeyerek de olsa yıkıma ortak olmak anlamına gelecektir…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz