Bu süreç, paçayı kurtarma girişimlerine öncelik veren politikaları gündeme getirdi. Cumhurbaşkanlığı, sağlam bir liman olmasa da, geçici bir liman olarak seçildi.
Ve ardından, Erdoğan-genelkurmay devleti, AK Parti devleti, gelmekte olan seçimlerde, gerçekte kendileri için son derece kısa vadeli davranışlarla, hem gerilimi artırma, savaşı destekleme, hem de Erdoğan’ı sahnede etkin kullanma yolunu seçtiler. Aslında bu tablo, güç gösterisinden çok, mezarlıktan geçerken ıslık çalma ve “bak ben korkmuyorum” davranışına benzemektedir. Öyle yaptılar.
Seçimlerin ardından ise çıplak bir gerçek ortaya çıktı: Tüm uygulamalarına rağmen, akıl almaz baskı ve saldırganlıklarına rağmen, adaletsizliklere rağmen, HDP barajı geçti. Böylece, AK Parti’nin tek başına iktidarı ortadan kalkmış oldu.
Parlamentoda, yasa yapma süreci ciddi ölçüde değişim göstermek zorundadır.
Tam bu noktada, bugün, hükümetin kurulmasını beklemeden, seçim barajının kaldırılması teklifi verilmelidir ve bunu HDP yapabilir ve ikincisi, aynı ölçüde acil, son çıkan iç güvenlik yasasının iptali oylamaya sunulabilir. Bu iki şey ve eğer varsa daha başkaları, hemen devreye sokulabilir. Cumhurbaşkanının örtülü ödeneği ve rant getiren projelere dahli konusundaki yasal değişiklikler devreye sokulabilir. Bunlar için hükümetin kurulmasını beklemek gerekli değildir.
Bu yeni tablo, Erdoğan ve devleti, tüm süreci gözönüne alarak yeniden değerlendirme yapma noktasına kilitlemiştir. Erdoğan ve anlayışı için, burjuva anlamda bir demokrasi kültürü yoktur ve kaybetmeye alışık olarak davranmayacaklardır. Daha şimdiden erken seçimi bir tehdit olarak kullanması, içinden geçilen bu süre içinde kendi işleri diyeceğimiz projelere, rant projelerine önlemler alması boşuna değildir. Burjuva anlamda dahi seçimle gitme gelenekleri yoktur. Bu nedenle, buldukları cenneti kaybetmemek için, daha saldırgan adımlar atacakları açıktır.
Dün “Kobanê düştü düşecek” diye sevinçle ellerini ovuşturanların, günü geldiğinde Kobanê’ye saldıran IŞİD’i, içeride açıktan kullanmaktan çekinmeyecekleri açıktır. Ağrı’da, Adana ve Mersin’de, en son Diyarbakır’da denedikleri saldırganlıklar, gözükaralığın olumsuz anlamda örneklerindendir.
Şimdi, Erdoğan, seçim sonuçlarını ele alıyor ve mutlaka yanında Ala Efkan’ı ile birlikte, bu kez daha saldırgan bir politikayı nasıl devreye sokarız planları yapıyor. Umdukları şey, tek başına iktidar olabilecekleri bir yeni seçimdir. Ama ipi bu kadar germek, belki de onlara daha fazlasını da kaybettirecektir. Seçimlerden, istediklerinin çok ötesinde, mesela %35’lerde bir sonuç ile de çıkabilirler. Ki, öyle anlaşılıyor ki, bu seçimlerden bile %41 ile çıkmadıklarını kendileri biliyorlar.
Erdoğan, bir olağanüstü rejim uygulamasını fiilen hayata geçirmiş durumdadır. Bu yeni olağanüstü rejim, savaş tamtamlarının çalındığı bir rejim olacaktır. Erdoğan ve AK Parti, devlet, hepsi birlikte, PKK’nin ateşkes sürecini, Öcalan’ın hapis koşullarını tehdit hâline getirmişlerdir. Ne yaparlarsa yapsınlar, ateşkesin bozulmayacağını düşünüyorlar. Bu konuda sınırları zorluyorlar. Tutuklamalar, baskılar, saldırılar ardı ardına geliyor. Erdoğan ve devlet bu saldırgan politikalarla ne elde etmek istiyor, doğrusu bu pek de belli değildir. Ama fırsat bu fırsat, hazır ateşkes süreci konusunda PKK tüm samimiyeti ile davranıyor, bu durumu kullanmak istiyorlar. Ne elde ederlerse kârdır mantığı ile devam ediyorlar.
Bu yeni olağanüstü rejim, aynı zamanda, Gezi süreci ile başlayan, Kürdistan dışındaki tüm coğrafyada ortaya çıkan direniş eğilimini kırmayı hedefliyor. Evet, ülkenin kalanında Kürdistan’daki gibi açık bir örgütlülük, güçlü bir örgütlülük gerçekleştirilmiş değildir. Ama işlerin eskisi gibi olamayacağı da açıktır.
Bu olağanüstü hâl, aynı zamanda, rant ve yağma politikasının, iktidarın açıkça inşaat müteahhitliğinden aldığı yüzdelerle kurduğu çarka dayalı sistemini devam ettirmek için de gereklidir. Sadece “Yeşil Yol” projesine bakın. Çoğunlukla AK Parti iktidarına oy vermiş Artvin, Rize ve Trabzon halkları, katliamın, rant katliamının önüne geçmeye çalışıyorlar. Bunları durdurmak için, havuz medyasının propaganda makinası artık işe yaramıyor ya da yeterince işe yaramıyor. Bu
nedenle, olağanüstü hâl uygulamaları devrededir.
İşte yeni hükümet kurma politikaları bu koşullar altında şekilleniyor.
AK Parti, bir adım geri atarak iktidarda olmak ile, Erdoğan’ın yaklaşımı ile, ne olursa olsun iktidarda olmak arasında gidip gelmektedir.
Erdoğan, büyük riskleri göze alarak, cennetini korumak için her yolu denemektedir. Bu süre içerisinde ise, olağanüstü hâl ile devam etmek isteğindedir. Erdoğan, sanki seçimin kendisine bir avantaj sağlayacağı dürtüsü ile davranmaktadır. Bu arada ise savaş politikalarına hız verip, sınırları, Kürt hareketinin sabrını son noktasına kadar kullanmak isteğindedir.
Erdoğan, yasal olarak zaten temelini attıkları olağanüstü hâli, fiili olağanüstü koşullar hazırlamak için kullanıp, olağanüstü koşullardan bir iktidar çıkarmak istiyor. Bunun için hem savaşı kundaklıyor, hem bölgede savaşa açık destek vermeye devam ediyor, hem de toplumun tümünde baskıyı artırmak için saldırıyor.
Ranta dayalı yağma politikaları, artık Karaman’ın fetvaları ile yürüyecek gibi değildir. İnşaat işlerinin kârlılığı ne kadar cazip ise, riskleri de o kadar büyümüş durumdadır. Bu nedenle, iktidarı kaybetme riski, Erdoğan ve çevresi için ölümden de kötüdür.
Onun için, Erdoğan, kaybedilmesi söz konusu bile edilemeyecek bakanlıkları ele alıyor, tartışıyor.
İşte hükümet kurma çalışmalarının ardında, böylesi bir süreç işliyor.
İşte tam da bu noktada, devrimci hareketin, devrimci sosyalizmin örgütlenmesi çok daha yakıcı hâle geliyor. Toplumun tüm kesimlerinin örgütlenmesi için, yeterince olanak vardır. İşçi ve emekçilerin örgütlenmesi, işçi sınıfının her düzeyde, sendikal, siyasal vb. örgütlülüğü çok ama çok yakıcıdır.
Devrimci hareket, elde edilen başarılara takılı kalmamalı, bunun keyfini sürecek bir durum yoktur, tersine, tüm olanakları işçi sınıfının ve toplumun geniş kesimlerinin örgütlenmesi için seferber etmek gerekir, seçim sürecinden daha fazla bir emekle.