Bir yeni dünya savaşı bir açıdan çoktan başlamıştır, bir açıdan kapıdadır. Başlamıştır, çünkü, epeydir dünyayı yeniden paylaşmak için ABD harekete geçmiştir. ABD, işi zamana bırakırsa kaybedeceğini, Almanya, Fransa, Japonya, İngiltere vb. karşısında pazar kaybedeceğini, dünyanın tek süper gücü hayallerinin çöpe gideceğini görüyor. Ve bu nedenle hâlâ askerî üstünlük ve SSCB döneminden kalan Batı güçlerinin hiyerarşik yapısının en üstünde oturmaktan gelen avantajını kullanmak istiyor. Bu nedenle savaşı çoktan başlatmıştır. Bir yandan kaybetmemek için NATO aracılığı ile Avrupa üzerindeki kontrolünü sürdürmek istiyor. Diğer yandan ise, bölüşümün yoğunlaştığı alanlarda, en başta da bölgemizde, konumunu güçlendirmek istiyor.
Diğer yandan bakılırsa savaş esas olarak daha başlamamıştır. Savaşın bir cephesini oluşturan ABD karşısına, AB dikilmemektedir. Ve giderek, ABD, paylaşmak için can attığı, kendinin Büyük Ortadoğu dediği alanda, Rusya, Çin, Hindistan vb. ülkelerle karşı karşıya geliyor. Kısacası bu süreç, ABD karşısında yer alacak güçlerin tam olarak netleşmediği, henüz netleşmediği bir süreçtir.
İşte Suriye savaşı ya da savaşın Suriye safhası, bu açıdan bir netleşme eğilimine işaret etmektedir. Suriye’de, Rusya, Libya sürecinden farklı olarak doğrudan sahaya inmiştir. Elbette, bu adımını Suriye ile olan anlaşmaları ve Suriye’nin kendisini davet etmesine dayandırmaktadır. Bu, elbette ki ABD ve müttefiklerinin tutumundan farklıdır.
Savaşın, gün geçtikçe dünyayı sarmaya başladığını görebiliyoruz. ABD, Ukrayna’da, Ortadoğu’da, Kore yarımadasında, Latin Amerika’da, Balkanlar’da, Kafkaslar’da sürekli olarak gerginliği tırmandırma politikasını izliyor.
Suriye savaşı, bu açıdan bir dönüm noktasıdır. Öyle görünüyor.
Savaşın tüm niteliği açıktır: Bu bir yağma savaşıdır. Türkiye, Cerablus üzerinden Suriye’ye dalarak, saldırgan, emperyalist güçlerin tetikçisi, bir koyup üç alma hevesli bir tutum ortaya koymuştur. Bu öyle anlaşılıyor, TC egemenlerinin öteden beri bastırdıkları yağma savaşı histerisinin ortaya çıkışıdır. Cerablus’a, muhtemelen ABD emri ve Rusya’nın izni ile girmişlerdir. Ama girdikleri andan başlayarak ortaya çıkan hava, gerçekte, TC devletinin Suriye’nin egemenlik haklarına açık bir tecavüzde bulunduğunu göstermektedir. Erdoğan, El Bab’a yürümekten, çetelerden bir “milli ordu” kurmaktan söz ediyor. Suriye içine dalarken yanına aldıkları ÖSO güçlerinin içinde MİT’in organize ettiği (Sultan Murat, Abdülhamit vb.) gruplar vardır ve adlarını bile açık bir müdahaleyi ortaya koyacak tarzda seçmişlerdir. ÖSO içinde yer alan grupların 8 tanesi, doğrudan CIA tarafından yönetilmektedir. Tüm bu tablo, açık bir saldırganlığı ifade etmektedir. Türkiye, Suriye için milli ordu mu kurmaktadır? Bundan daha komiği herhâlde duyulmamıştır. Ve Türkiye, Kürt halkı başta olmak üzere halklara karşı savaşmak için fırsat kollamaktadır.
Ve tüm 5 yılı aşkın süredir süren Suriye savaşı boyunca, TC devleti, sürekli yağma peşindedir ve bunun için sürekli yalan üreten bir mekanizma geliştirmiştir.
Yalan öyle bir karanlık yaratmaktadır ki, bir süre sonra tüm yalanları ortaya çıktığı hâlde, hiçbir şey değişmemektedir.
Suriye devletinin kimyasal silâh kullandığı söylendi, ama sonunda kimyasal silâhı kullananın, El Nusra olduğu ortaya çıktı ve yine de bir şey değişmedi.
Türkiye’nin TIR’larla silâh sevk ettiği ortaya çıktı, öncesinden söylenen, gıda vb. gönderiyorduk, yalanı açığa çıktı, sonuçta bir şey değişmedi.
Söylenen yalan, ilk anda öyle bir pompalanıyor, tüm basın öyle bir seferber oluyor ki, sonrasında yalan ortaya çıkınca, çok küçük haberlerle idare ediliyor. İlk büyük yalan, gerçek ortaya çıkınca karartma politikası ile gerçeğin üzerine örterek, etkili kılınıyor. Hep ilk büyük yalan akıllarda kalıyor.
Kürt hareketi ile kurulan masayı düşünün. Dolmabahçe açıklaması, sanki hiç yapılmamış gibi, sanki İmralı’da görüşmeler hiç olmamış gibi davranılmaktadır. Öylesine bir karanlık yaratıyorlar ki, gerçek tamamen şüphede kalmaya başlıyor.
Yağma savaşı, büyük çaplı bir yalan üretim makinası ile birlikte sürdürülüyor.
Yağma, sadece Suriye içine ordu sokmakla ilgili değildir. Yağma aynı zamanda içeride de sürmektedir. TC devleti, ülkenin her yanını, derelerini, ormanlarını, tarım alanlarını, kamu işletmelerini, sularını, tüm doğal zenginliklerini, bir bir yağmalamaktadır.
Ve bu yağmalama, büyük çaplı şiddetle birlikte sürmektedir. Artvin’deki maden ocağı için Rize’de mahkeme haftasında OHAL kullanılarak giriş çıkışlar engelenmektedir. En küçük bir hak arama eylemine, şiddetli bir saldırı ile yanıt verilmektedir. Devlet, tüm baskıcı gücünü devreye sokmuştur.
Ve bu baskı, tüm halkları, tüm direnişi bastırmak içindir. Bu nedenle, Kürt halkı başta olmak üzere tüm devrimci güçlere saldırmaktadırlar. Katliamlar planlamaktadırlar.
Öyle bir karanlık oluşmuştur ki, katliamlar açıktan planlanmaktadır. Sadece otobüste şort giyen kadına tekme atma denemeleri değil, sadece Başbakan’ın kadınlara, kocanızı idare edeceksiniz nasihatları değil, sadece tarikatların birinin yerine hepsini devlet içine çeken uygulamaları değil, daha korkunçlarını devre sokmaktadırlar. Maraş ve Çorum katliamları, 1970’lerin sonlarında devlet eli ile yapılmış katliamlardır. Bu katliamlara benzer katliamlar, Alevilerin evlerinin işaretlenmesi ile başlatılmak istenmektedir. Kürt halkına karşı süren katliam politikası, giderek genişletilecektir.
Yağma savaşı, daha çok şiddeti gerekli kılıyor. TC devleti, her türden hukuku ayaklar altına alan bir saldırganlığı, hem içte hem de dışta devreye sokmuştur. Adeta yel ekmektedirler.
Yalan, bu politikanın ayrılmaz parçasıdır. Bu nedenle, basına dönük bir baskı politikası da devrededir. Basın, ya susturulmakta ya da doğrudan devletin emrine alınmaktadır. Doğan medyası, yandaş medya kervanına katılmıştır ve tümü birlikte tekleşmektedir. Diğer tüm muhalif basın susturulmak istenmektedir.
Bu yolla, bir karanlık oluşturulmuştur, oluşturulmaktadır. Ülke baştan aşağıya karanlığa bürünmüştür. SADAT AŞ, bu karanlığın açık ifadesidir. Bizzat Saray’ın egemenliği bu karanlığın ifadesidir. Baştan aşağıya karanlık ilişkiler ağı ile, çeteler devletin her alanında egemendir.
Derler ki; karanlığın en zifiri hâli, şafağın doğmasından önceki hâlidir.
Derler ki; hiçbir karanlık sonsuz değildir.Ve derler ki; yel eken fırtına biçer.