Yaşamak pahalıdır, ölmek ise “ucuz”

İki yönde tuhaf alâmetler görüyoruz. Kıyamet alâmetlerinden söz eder tüm dinler.

Birinci yön, yaşamakla ilgilidir. Yaşamak çok pahalıdır. İsterseniz işçi olun, yaşamak çok zordur. Evinizin kirası, bir yandan size çok yüksek gelir, diğer yandan ise, tuhaftır ama para bile sayılmaz. 25.000 TL kira, pahalıdır ve 600 dolar etmektedir, 600 ise korkutucu bir rakam değildir. Bir çorba içeceksiniz, bir restoranda 200 TL, diğerinde 90 TL’dir ve her ikisi de pahalıdır. Elektrik, su, gaz faturaları çok pahalıdır. Isınamazsınız ve ısınamadığınız hâlde fatura yüksektir. Yol ücretleri yüksektir, yakın dönemde 5 TL ödediğiniz şey, şimdi 25 TL’yi geçmektedir ve buna bakarak, “ah bir an önce 65 yaşına gelsem de ulaşım bedava olsa,” diyesiniz gelir. İyi ama emeklinin aldığı ücret tuhaftır. “Emekli olacağına öl” diyeceğin ücrettir.

Bir kilo domates almak yok, bir ya da iki domates, oldukça pahalıdır. Et artık yenmeyecek kadar yüksektedir. Mutfak ise, kendisi bir para emen yerdir.

Eğitim ve sağlık, artık bizden, işçi ve emekçilerden uzaktırlar. Doktora gitmek korkulacak bir şeydir; hem sonucu duymak korkutucudur, hem de beklemek, yer ve sıra bulmak, bedava denilen şeye ödeme yapmak korkutucudur. Ya ilaçlar, hem çok pahalıdır ve hem de işe yaramaz. Eğitim de öyledir. Okula gitmek, başlı başına bir iştir. İç çamaşırı, don giymeyen çocuklar, su parası olmayan çocuklar, açlık çeken çocuklar eğitimin bir gerçeğidir. Ve ücretsiz değildir eğitim.

Pahalıdır yaşamak.

Bize çay ve simit hesabı yapıyorlar ve ne çay ne simit eskisi kadar dost değildir, burunları büyümüş, fiyatları şişmiştir. Yakında, simit ve çaya bakma ücreti talep ederlerse şaşmamak gerek.

Yaşamak pahalıdır.

Ama ölmek, tersine ucuzdur.

Yaşamak ne denli pahalı oluyorsa, ölmek o kadar ucuz hâle geliyor.

Her gün intihar eden insanların sayısı, ülke genelinde 5’i geçmektedir. Canına kıymak o kadar da kolay bir iş değildir. Ve gerçek sayı da bu değildir.

Her gün borç batağında yaşamak yerine ölümü seçen insan sayısı artmaktadır. Ucuzdur ölmek, bir köprüden kendini atmak, kendini trenin önüne atmak ve daha başka yolları vardır.

Ölmek ucuzdur.

Fabrikada bir iş cinayetinde ölmek mümkündür, o kadar ki, birçok işçi, sabah işe giderken evdekilerle vedalaşmaktadır. Bu yükü içinde taşıyarak işe gitmektedir. Parfüm üreten işçilerin ölümünü hatırlayalım. Her gün 4-5 kişi iş cinayetlerine kurban gitmektedir. Ve bu rakam eksiktir. Mesela göçmen işçilerin ölü bedenleri havalimanı inşaatına gömülmekteydi. Mesela Soma’da ölen sayısı doğru açıklanmamıştır.

Ölmek ucuzdur.

Yurt dışına ihraç edilirken, ilgili ülkeler tarafından kabul edilmeyen sözüm ona “organik” ürünler zehirlidir ve iç pazara satılmaktadır. Kanserojen yumurtaları bir ülke reddedince, o yumurtalar iç pazarda satılmaktadır. Her gün, yavaş yavaş ölmekteyiz. Her birimiz, bu sefer bu hastalık bir başka, demektedir. Öyledir, çünkü ne yediğin domates domatestir, ne kullandığın yağ yağdır.

Ölmek ucuzdur. Her gün inşaatlarda işçiler ölmektedir.

Ama artık, ülkeye tatil için gelen ve lüks otellerde kalma şansı olmayan insanlar da ölmektedir. Çünkü otel tarım kimyasalları ile ilaçlanmaktadır. Çünkü binada her türlü zararlı böcek vardır ve kendi soyadı böcek olan bir aile, böcek ilaçları ile ölmüştür.

Zehirli dondurmalar, sağlıksız ürünler, kullanım tarihi geçmiş ilaçlar, gıdalar, yani ölmek ucuzdur. Başına kiremit düşer, inşaat bir anda çöker, deprem olur, deniz kimyasal kaplanmıştır, içtiğin su zehirlidir, kullandığın ilaç bağımlılık yapmaktadır vb. Yani, ölmek ucuzdur.

Bir mafya grubu, sizin ev kiranız kadar bir paraya insan öldürmektedir. Ölmek ucuzdur.

Ama yaşamak, işte o pahalıdır.

Bizim için pahalı olan yaşamak, bir azınlık için son derece ucuzdur, bedavadır.

Bizim için bir eziyet olan çalışmak, patron için zevktir.

Bize ölüm getiren şey, onlara kâr getirmektedir. Bizi intihara sürükleyen şey, onlar için bir çeşit soygun, bir çeşit oyundur.

İki sınıfın yaşamıdır bu.

Bir tarafta biz milyonlarca işçi ve emekçi, diğer tarafta bir avuç para babası, kapitalist.

Onların kârları, özel mülkiyet üzerine kurulu bu burjuva egemenlik, bizim yaşamımızı çalmakta, yaşamımızı almaktadır. Bu yüzden açlık vardır. Açlık, kapitalizmin sonucudur. Bu yüzden işsizlik vardır. İşsizlik kapitalizm tarafından bizzat yaratılır. Çalışan işçidir, iş bulamayan ise yedek işçidir. Yedek, çalışmayan işçi sayısı ne kadar fazla ise, işçi ücretleri o kadar düşüktür. Ve işçi ücretleri ne denli düşük ise, kapitalistin kârı o denli fazladır.

Tüm bu ölümlerin nedeni kapitalist sistemdir. Onlar, kâr için, daha fazla kâr için, daha da fazla kâr için, işçi ve emekçilerin kanını emmekte, ölümlerine yol açmaktadır. Bu, sistemin temelidir, gerçeğidir.

Ölümü ucuzlatan, yaşamayı pahalı hâle getiren bizzat özel mülkiyet sistemidir.

İşçinin, milyonlarca insanın cehaletinin sebebi bu kapitalist sistemdir. Devlet onların devletidir ve egemenliklerinin aracıdır.

Yaşamak istiyorsak, insanca yaşamak istiyorsak, bu sistemi yerle bir etmemiz, özel mülkiyete son vermemiz, bir avuç kapitalistin çıkarlarına hayır dememiz ve insanın insan tarafından sömürülmesine, aşağılanmasına son vermemiz gereklidir.

Yaşamak, devrimci mücadele ile, direnişle, örgütlü direnişle mümkündür. Başka türlü yaşamın bir anlamı kalmamıştır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz