Bu nedenle de devlet denilen makinanın da ortadan kalkmasını isteriz. Sınıflar yok ise, bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki diktatörlüğü de olmaz. Diktatörlüklere de demokrasilere de sınıf gözü ile bakarız ve sınıflar ortadan kalktığı zaman devletin de ortadan kalkacağını biliriz. Devlet denilen makinanın, sınıfların varlığının itirafı olduğunu biliriz. Sınıfların varlığı, insanın insana kulluğu demektir, sınıfların varlığı, ezen ve ezilen demektir, sınıfların varlığı, sömüren ve sömürülen demektir.
Sınıfların varlığı, her türden ayrımcılığın, her türden aşağılanmanın, her türden ezilmenin, temelidir. Böyle baktığımız için, sınıfların varlığına olumsuzluk olarak bakarız. Sınıflar var olduğu sürece, “insan öncesi” bir dünyada yaşadığımızı düşünürüz. Sınıfların varlığına dayanan devlet, her türlü “pisliğin” kendisidir. Bu nedenle, devletin tümden ortadan kalktığı komünist aşamayı, insanlığın gerçek tarihinin başladığı aşama, “insan öncesi” yaşamdan, insan yaşamına geçiş olarak görürüz.
Yani, devlet denilen şeyi sevmeyiz.
Hatta, Ekim Devrimi’nin, yeterince dünyaya yayılamadığı için, kuşatma altında, ağır saldırılar altında, devlet makinasını zorunlu olarak geliştirmek zorunda kaldığını düşünürüz.
Günümüzdeki her türden devlet, burjuva sınıfın, onunla beraber bazı sınıfların, işçi ve emekçiler, halklar üzerinde açık bir diktatörlük olduğunu söyleriz. İster Almanya’daki gibi bir devlet olsun, bizim için bir burjuva diktatörlüktür, ister Amerika’daki gibi olsun, bizim için bir burjuva diktatörlüktür. İster Fransa’da olsun, ister İngiltere’de, bu devletler birer burjuva diktatörlüktür. Dahası, dünya devrimci tarihi boyunca, işçi sınıfının mücadelelerine karşı örgütlenmiş, bu devrimlerden öğrenerek bir karşı-devrim örgütlemiş devletlerdir bunlar. Bu nedenle deriz ki, günümüz burjuva demokrasisi, faşizmin dişlilerini kadife örtülerle örtmüş, karşı-devrim örgütlenmesine göre örgütlenmiş, tekelci polis devletleridir. Bu nedenle deriz ki, modern burjuva basın, devletin, burjuvaların, halkı uyutmak için örgütledikleri bir tarz karanlık yayan devlet aygıtıdır.
Ama elbette biliriz ki, her burjuva devletin bir diğerinden de farkı vardır. Fransız devleti Alman devletinden, İngiliz devleti Amerikan devletinden farklıdır. Bu farklılıklar, aslında, o ülkede sınıf mücadelesinin şekillenişine, dünya çapında sınıf mücadelesinin gelişimine bağlı olarak oluşmaktadır.
Türkiye’deki devlet de böylesi farklılıklar içerir. Özü itibarı ile, bir burjuva diktatörlüktürler ve biz, bu burjuva demokrasi (diktatörlük)’lerinin geçmiş sınıf savaşımı deneyimlerini içerdiğini, mesela faşizmi içerdiklerini söyleriz. Bu nedenle, bu durumu anlatmak için, günümüz devletine tekelci polis devleti diyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, son yıllarda, bir yandan “ileri demokrasi” sözlerini diline dolamış, diğer yandan ise içeride ve dışarıda akıl almaz bir hukuksuzluk üzerine dans ediyor.
Muktedir, belli ki yakın uzak çevresi de böyle düşünüyor, içeirde ve dışarıda bir saldırı politikası ile ayakta durmaya çalışıyor. Muktedir, belli ki yakın çevresi de böyle düşünüyor, devletin bir beka sorunu var, diyor.
Beka sorununun ne kadarı devletin, ne kadarı Erdoğan’ın kişisel beka sorunudur bunu bilmek de kolay görünmüyor. Daha çok görünen, bu ikisinin giderek iç içe geçtiği ve TC devletinin, kendi içinde manevralar yapamayacak hâle geldiğidir.
TC devleti, çözülmektedir.
Bu savaş, içeride ve dışarıda sürdürülen bu savaş, çıkmaz bir yoldur ve bu çıkmaz yola niçin girdiklerinin de açıklaması, kendi gelecekleri açısından yok gibidir. Ülke, içte ve dışta büyük bir çarpışmanın içine sokularak, bu yolla, gelecek diye görülen bir çobanlık sistemi örgütlemeye çalışıyorlar. Bu savaş ve bu gürültü, içeride ve dışarıda savaş, bizzat bu amaç için bir fırsat olarak görülüyor. Bu nedenle, beka sorunu derken neyin anlaşıldığı, devletin mi Erdoğan’ın mı beka sorunu olduğu artık ayrılamıyor. Erdoğan da açıkça bunu dile getiriyor, bana hayır derseniz, ülke kalmaz diyor. Bana 400 milletvekili verin, ölümler dursun, diyebiliyor.
Doğrusu, bunları hangi cümlelerle söylüyorlar, artık bunun bir önemi yok. O nedenle, ince ince, satırı satırına alıntı yapmaya gerek yok. Ama Erdoğan’ın, içeride ve dışarıda bir düşmana ihtiyaç duyduğu, bunu bulduktan sonra tam gaz yürüyebileceğini düşündüğü açıktır.
TC devleti çözülmektedir.
Bu savaş süreci, bu çözülmeyi daha da artırmaktadır.
Devletin içinde FETÖ-Erdoğan çatışması, yerini başka çatışmalara bırakacaktır. TC devletinin çözülüşünde önemli bir faktör de, dünyada süren paylaşım savaşımıdır. Hem AK Parti’nin içinde İngiliz kanadı, Alman kanadı, Amerikan kanadı, İsrail kanadı vardır, hem de FETÖ’nün içinde bu kanatların tümü vardır. Bu nedenle, bu çatışma Erdoğan’ın FETÖ avlamaları ile bitirilemez. Dahası, FETÖ diye, kimi avladıkları da belli değildir. Devrimcilere, halklara, özellikle Kürtlere dönük operasyonlar, yeterince açıklayıcıdır.
Bu arada yeni devlet, bir yandan Erdoğan, bir yandan Bahçeli ayakları üzerinde mi yükseliyor?
Kanımızca hayır.
Devlet, bugün, daha farklı eğilimler üzerine yükseliyor.
Biri ırkçılıktır. Diğeri mezhepçiliktir. Bu ikisini birlikte ele almak lazım, çünkü, ne zaman ve nasıl birbirinden ayrıldıkları belli değil. Bir yandan FETÖ’ye karşı operasyonlar yapıyorlar, bu durumda “dinin siyasallaşması”na karşı olmaları beklenir ve buna uygun olarak “laiklik”e istemeden de olsa destek vermeleri beklenir. Oysa öyle olmuyor. Bir yandan vatan hainliği diye bir vurgu ile ırkçılık yükseltiliyor, diğer yandan cemaatlerin her biri kollanıyor, öne çıkartılıyor. FETÖ’den muzdarip olduğunu söyleyen devletin “yüksek” katları, bir akıl geliştirip, cemaatleri devletten uzaklaştırmayı seçmiyor, tersine, cemaatlere yol açıyorlar. Hakyol cemaatı, Menzilciler, Süleymancılar, bir yandan devlet kadrolarına çağrılıyor, öte yandan ise destek vermezlerse tehdit ediliyorlar.
Erdoğan’ın pragmatik aklı, cemaatler gerçeğinin oya devşirilmesi üzerine kuruluyor. Şimdi gelsinler, tıpkı Gülen cemaati gibi, işimizi çözsünler, yardım etsinler, sonra işlerini görürüz diye düşünüyor.
Irkçı ve mezhepçi hava, akıl almaz ölçüde zehirli bir hava yaratıyor ve devlet yönetimindeki kişilerden tuhaf açıklamalar, adeta itiraflar ortalığa saçılıyor. “Afedersin Ermeni” sözünü hatırlamayan yoktur. Sünnilik üzerine yapılan vurguların haddi hesabı yoktur. Bunlara yenileri ekleniyor. Mister Numan Kurtulmuş “Bizim için bağımsızlık gâvura gâvur demektir” diye buyuruyor. Kendisi bir Mister gibi konuşuyor. Gâvur, Müslüman olmayan halklara deniyor. Mister Kurtulmuş, bunu bilir.
Bir çeşit itiraftır. Gelişen savaş, içeride ve dışarıda sürdürülen bu anlamsız ve vahşi savaş, devlet yönetiminde katliam planlarının yapılmasına kadar gelmiş mi ki, Mister Kurtulmuş, “gâvura gâvur demek”ten söz ediyor. Silâhlanma çağrılarını da bunun yanına koyun lütfen. Mister Kurtulmuş, emperyalizm denilen şeyleri bir kenara atmış ve gâvur edebiyatı ile, bu ırkçı ve mezhepçi dili öne çıkarıyor.
Savcılar ve hakimler için yeni atamaların Hakyol, Menzilciler, Süleymancılar arasından yapıldığı bir ortamı bunun üzerine koyun. Acaba, devlet adına “intikam naraları” atan Soylu, Süleymancı mıdır, Hakyolcu mudur, yoksa Menzilci midir? Acaba bakanlar nasıl seçiliyor? Hazır çobanlık sistemi için ayarlamalar yapılırken, bakanlar kuruluna MHP’den de adam alınması planlanırken, hangi mezheplerin daha öne çıkacağını da söylesinler ki, çobanlık sisteminin neye dayanacağını da görebilelim?
Yeni devlet, ırkçılık ve mezhepçilik üzerinden örgütleniyor.
Ama bu arada, Erdoğan, SADAT AŞ başta olmak üzere, Suriye’de savaşan çeteler içinde olmak üzere, yeni bir İslam î gladio örgütlüyor. Bir ucu NATO’ya, diğer ucu paraya, öbür ucu İslam’a dayanan bir çeteleşme, devletin her kurumunda şekil almaktadır. Erdoğan, bunlara dayanarak, bugün kendisine faydalı olur diye devletin kapılarını açtıkları mezhepleri tasfiye etmekte zorlanmayacağını düşünüyor.
Oysa, aynı anda, bu mezhepler de silâhlanıyor. Her açıdan, hem devlet olanaklarını kullanmak konusunda, hem de Erdoğan’ın neler yapacağı konusunda.
Kuşku yok ki, yeni devlet, bir yandan ırkçı, bir yandan mezhepçi bir tonda örgütleniyor. Ama bu çetelerin aynı zamanda bir parasal arayışı olduğu açıktır. Sadece devletin örtülü ödeneği bunların hizmetine sunulmuyor. Bunlar aynı zamanda büyük ihaleler alıyor, büyük paralara konuyor.
Irkçılık, mezhepçilik, yağmacılık ve rantçılık ile birlikte yürüyor. Vatan derken ranta bakıyorlar, mezhep derken yağmalamaya bakıyorlar. Bu kirli ilişki ağı içinde herşey birbirine karışıyor. Savaş ortamı, tüm bu düzenlemeleri yapmaya olanak sağlayan bir örtü işlevini görüyor.
Acaba, 37 milyon dolar para alarak İHA denilen insansız hava araçlarını devlete satan Sümeyye’nin eşi Albayrak, hangi tarikattandır? Acaba, büyük ihaleleri alanlar, hangi tarikatlardadır? Acaba bakanlar içinde bir tarikata bağlı olmayan bir kişi bile var mıdır? Ve sonuçta tüm bu tarikatlar, gerçekte rant ve yağmaya dayanan birer çete hâline gelmiş, getirilmiştir.
İşte Erdoğan’ın seferberlik ilanı da bunlar içindir. Erdoğan, artık ne dediğini de şaşırmış durumdadır. Tüm devlet yetkilileri, bir gün önce söylediklerini yalanlayarak yaşıyorlar. Bu, seferberlik konusunda da böyle oldu. Erdoğan, seferberlik ilan etti.
Seferberlik ilanı ciddi olmalıdır.
Ama Erdoğan, sonra bundan geri adım attı. Gerçekte seferberlik ilanı ciddi, devletin belli koşullarda attığı bir adımdır. Seferberlik ilanının ardından Ankara’da otellere el konulması, muhtarların sürekli olarak muhbirlik ağı ile toplanması vb. uygulamalar gelişmeye başladı. Ertesi gün, Erdoğan, ben eline silâhı al sokağa çık demedim, dedi. Henüz eline silâhı alıp çıkan olmamıştı. Bundan sonra o da olacaktır. Erdoğan, meğerse, ekonomik seferberlikten söz ediyormuş.
Bize sorarsanız, Erdoğan, tüm cemaatlere, tüm çetelere, haydi uyanık olun, işimiz zorlaşıyor demek için, seferberlik çağrısı yaptı. Ama aynı zamanda Cumhurbaşkanı olduğu için, iş biraz karıştı.
Bugün, devletin tüm kurumları ile çeteleşmesi süreci yaşanıyor. Bu elbette paylaşım savaşımının da beraberinde getirdiği bir gelişmedir. TC devleti savaşa bu denli daldıktan sonra, bu paylaşım savaşımının etkilerinden kendini kurtaramaz. Yaşanan budur.
Bugün yeni devlet olarak karşımıza çıkarılmaya çalışılan şey, ırkçı-mezhepçi, öte yandan yağmacı ve rantçı bir yeni çeteleşmedir.