Eğer mayıs başlarında meydana gelen ve hâlen devam etmekte olan isyan olmasa idi Fransa ile ilgisi ve/veya ilişkisi olanlar dışında kimsenin bu küçük ülkenin varlığından bile haberi olmayacaktı. Öyle ya Güney Pasifik’te yer alan, kendisine en yakın kara parçası olan Avustralya’ya 1200 km uzaklıktaki 18.000 km2 toprağı ile yaklaşık bir Kayseri, yaklaşık 300 bin nüfusu ile yaklaşık bir Yalova olan bu toprak parçası kimin umurunda olabilirdi ki?
Ne var ki işin boyutları hayli farklı. Neden mi? Her şeyden önce bir takımada ülkesi burası. Adaların çevresi ise hayli uzun. Bu nedenle Almanya’nın üç katı kadar bir deniz alanına sahip bu küçük ülke. Kontrol yetkisine sahip olduğu deniz alanında ise oldukça zengin maden yatakları bulunduğu tahmin edilmekte. Öte yandan Pasifik’teki ABD-Çin rekabetinin kızışmış olması da bu küçük ada ülkesinin öneminin artmasına neden olmuştu son yıllarda.
Ülke dediğime bakmayın, bağımsız bir yer değil burası Fransa egemenliğinde 1853 yılından beri.
1946 yılına kadar Fransa için “sömürge” bölgesi idi burası. Bu tarihte yapılan statü değişikliği ile “Denizaşırı Fransa Toprağı” (TOM: Territoire d’outre mer) olarak kabul edildi Fransa tarafından. 2003 yılında ise Fransa’ya bağlı Kendine Özgü Bölge (Sui Generis) statüsünü aldı. Hayli ilginç bir statü bu. Fransa toprağı olarak kabul ediliyor. Fransa vatandaşlarının haklarına sahip olması gerekir burada yaşayanların. Peki bu hakka sahip mi burada yaşayan insanlar? Hem evet hem hayır. Oy kullanırlarken Fransa vatandaşıdırlar. Ancak Paris’te bir milletvekilleri yoktur örneğin. Fransa’ya vergi öderler, Fransa ordusunda askerlik yaparlar ama AB vatandaşlarının haklarına sahip değildirler. Fransa toprağı kabul edilir burası ama AB toprağı kabul edilmez. Neden? Bilinmez. Tabii Paris’ten yönetilirler, kendilerini ilgilendiren tüm önemli kararlar Paris’te alınır.
İşte böyle bir statüye sahip Yeni Kaledonya. Biraz zorlama ile “Yaşar Yaşamaz” durumu var diyebiliriz.
Ülke nüfusunun yarıya yakını Fransız asıllı. Buraya neden geldiklerinin de ilginç bir öyküsü var.
1871’de başlıyor bu öykü. Paris Komünü iktidarı sona erince burayı bir açık hava hapishanesi olarak kullandı Fransa burjuvazisi. Yaklaşık 10 bin komünar buraya sürüldü. Daha sonra da muhalifler için sürgün yeri olarak kullanıldı burası. Fransa’nın izlemekte olduğu politikaları eleştirenler soluğu burada almakta idiler. Nerede ise bir asır devam etti bu uygulama. Kimi zaman çıkarılan aflarla geri dönüş olanağı sağlanmış olsa da başta maddî zorluklar olmak üzere pek çok neden, gidenlerin dönmesini engelledi. Günümüzde burada yaşamakta olan 100 binden fazla Fransız başta komünarlar olmak üzere Fransa burjuvazisine, onların sömürge politikalarına muhalefet etmiş olan insanların torunlarıdır ağırlıklı olarak (Bunlara Caldoches denilmekte). Son yıllarda bir de Fransa’dan gönüllü olarak gelip yerleşenler oldu. Metropolitains adı verilen bu göçmen grubuna bir de kamu görevi yapmak için gelen Fransızlar eklenince ülke nüfusunun nerede ise yarısı Fransızlardan oluştu. Cezayir’de Fransız sömürgeciliği karşıtı 1871’de başlatıp 1884’e kadar aralıklı olarak devam eden ayaklanmada Fransa’nın eline geçen isyancılar da buraya sürüldüler. Bu suretle bir de Cezayir asıllı insan topluluğu oluştu burada. Bu insanlar hâlâ Fransa’dan nefret etmekte, Cezayir’e sempati beslemekte ve yerel halkla dayanışma içinde olmayı görev kabul etmekteler.
Fransa burayı bir açık hava cezaevi olarak kullandığı yıllardan itibaren bölgenin demografik yapısını değiştirme politikasını da izledi. Kanaklar adı ile bilinen yerel halkın nüfus ağırlığını ortadan kaldırmak için pek çok projeyi hayata geçirdi. Tahmin edilebileceği gibi göçe zorlama politikaları idi izlenen. Göçe zorlanan Kanaklar, Güneydoğu Asya’nın veya Okyanusya’nın değişik bölgelerini yurt edindiler kendilerine. İnsanları göçe zorlayarak adeta bir soykırım suçu işledi burada Fransa. Bu politikaların sonucu olarak buranın gerçek sahipleri olan Kanaklar nüfusun ancak %40’ını oluşturmaktalar bugün.
Dünyanın büyük bir kısmı Mayıs 2024’te duydu buradaki mücadeleyi. Oysa 1980’li yıllardan bu yana süregelen bir kavga var burada.
Kanak Sosyalist Ulusal Kurtuluş Cephesi önderliğinde sürmekte bu mücadele. 1980’li yıllardan beri süregelen bir mücadele olmasına karşın dikkatlerden kaçmış maalesef. Oysa gerek silahlı mücadele gerekse açık platformlarda sürdürülen bir mücadele var. Umarım bunsan sonra daha fazla ilgi çeker burada yaşananlar.
KSUKC, adından da anlaşılabileceği gibi “Ulusal Kurtuluş” mücadelesi veren bir örgüt. Tarihsel olarak kendi halklarına ait olan toprak parçasını kendileri yönetmek istiyorlar. Dolayısı ile bağımsızlık mücadelesi vermekteler.
Haksız olabilirler mi?
Elbette HAYIR.
Üstelik haklılıklarını perçinleyen siyasi nedenlerin yanında ekonomik nedenler de var buyurun:
Tam 15 milyar USD bu ülkenin GSYH tutarı. Basit bir bölme işlemi ile kişi başına düşen gelirin 50 bin USD olduğu görülmekte. Türkiye’de kişi başına düşen gelirin tam beş katı.
Refah toplumu olması gerek. Ancak değil. Gelir dağılımı son derece bozuk. yerel halk sefalet içinde. Fransızlar görece rahat. Fransa’nın politikalarını uygulamakla görevli olan bürokratlar ve elbette Fransa işbirlikçileri ise refahı yaşamaktalar.
Bu kadar da değil.
Yaklaşık yılda 10 milyar USD kâr transferi yapılıyor Fransa’ya. Bölgeye 17 bin km uzaklıkta olan Paris’e her yıl transfer edilen 10 milyar USD.
İsyan etmez mi insan?
Bu arada hemen belirteyim ülkenin bağımsızlığı için tam üç referandum yapıldı son otuz yıl zarfında. Hepsinde kaybetti bağımsızlık yanlıları. Demografik yapıdaki değişimin doğal sonucu. Ancak 2021 yılında yapılan referandum hayli ilginç bir sonuç yarattı:
%96,5 HAYIR. Şaşırtıcı mı? Bence değil.
Nedenine gelince, kovid pandemisi şartlarında yapıldı bu referandum.
KSUKC ertelenmesini istedi oy kullanma işleminin. Fransa kabul etmedi. Bunun üzerine boykot çağrısı yapıldı. Çağrı karşılık buldu. Katılım %40 oranında gerçekleşti bu referanduma. Anlaşılabileceği gibi referanduma katılan %40’ın %96,5’lik kısmı bağımsızlık karşıtı olan. Kimler olabileceğini tahmin etmek güç değil sanırım.
Konu uluslararası yargıya taşındı. Referandum iptal edilebilir. Bu nedenle önlem aldı Fransa.
Bir yasa tasarısı oylandı mecliste. “On yıl ve daha uzun süre Yeni Kaledonya’da yaşamış olan yabancılar oy kullanabilecek” bu tasarıya göre. Mecliste kabul edildi tasarı, sıra senatoda. Orada da kabul edilecek büyük olasılık.
Liberaller ve onlarla işbirliği halindeki faşistler (ve ırkçılar) destekliyorlar taslağı. Üstelik sosyalistler de bu kirli ittifaka destek vermekteler. Komünistler çekimser. Tek muhalefet “Boyun Eğmeyen Fransa” hareketinden. “Bu bir sömürgecilik olayıdır.”
Boyun Eğmeyen Fransa hareketinin bu cesur çıkışı yeterli olabilir mi tasarının reddine? Sanmıyorum. Tasarı yasallaşacak büyük olasılıkla.
Ne var bunda, son derece demokratik bir uygulama değil mi, diye sorabilir insanlar. Görünüşte öyle. Lakin Fransa insan gönderdi oraya yıllardan beri. Yerel haklı da göçe zorladı. Yukarıda da belirttim adeta bir soykırım yaşandı burada. Bunun sonucunda demografik yapı değişti büyük ölçüde.
Tasarı yasallaşırsa eğer, Kanak halkının barışçıl bir biçimde bağımsızlık kazanması için mucize gerekli olacak. Mayıs başında ortaya çıkan isyanın nedeni bu.
Küçük bir ülke için önemli sayılabilecek sayıda insan öldü mayıs ayı zarfında. Tahrip edilen kamu binaları var. Yollarda barikatlar ve daha bir sürü şey. Düşük yoğunluklu bir savaş yaşanıyor adeta. Kısa sürede bitecek gibi görülmüyor.
Fransa adadaki asker sayısını iki kat arttırdığı gibi beş yüz kişilik takviye yaptı buradaki polis gücüne. Macron bir günlüğüne de olsa durumu yerinde değerlendirmek için 17 bin kilometre uçtu. Fransa’nın niyeti açık. Buradan çekilmeyecek.
Peki neden? Sadece prestij değil söz konusu olan başka nedenler de var.
Öncelikle bu küçük adalar ülkesinin Uzak Doğu’ya giden deniz yollarına egemen bir konumda olması önemli. ABD ve AB, bölgedeki denizyollarının egemenliğini ellerinde bulundurdukları sürece Çin’e karşı üstünlük kuracaklarını düşünüyor ve bu ada devletini stratejik bir alan olarak görüyorlar.
İkinci olarak Yeni Kaledonya topraklarında ve deniz sahasında bulunan (veya bulunduğu düşünülen) madenler.
Nikel bunların içinde baş sırada. Dünya nikel rezervinin %10’u burada. Hâliyle önemli bir nikel üreticisi bu ülke. Nikel ise yenilenebilir temiz enerji üretiminde hayatî bir role sahip. Özellikle elektrikli otomobil üretimi için çok önemli. Bu araçların kalbi sayılabilecek bataryaların ana maddesi nikel.
Hâlen yılda 50 bin ton olan dünya tüketiminin önümüzdeki beş yıl içerisinde 250 bir tona çıkacağı düşünülüyor.
Biraz fantezi yapacak olursak Citroen, Renault, Peugot, BMW, Opel ya da Mercedes veya Volkswagenlerin yollarda yürümesi nikele bağımlı olacak yakın gelecekte.
İşin bir başka yanı daha var.
Dünyanın en önemli nikel rezervleri Rusya, Endonezya, Yeni Kaledonya, Küba ve Çin’de.
Rusya ve Çin’in ABD ve AB ile ilişkileri meydanda. Küba’nın durumu da belli.
Geçen yıl Endonezya ile Çin arasında yapılan işbirliği anlaşması sonucu Çin bu ülkenin nikel rezervlerini işleme hakkını elde etti. Büyük bir yatırım planlanmakta burada.
Geriye sadece Yeni Kaledonya kalıyor. Eldeki son kale adeta. O da giderse AB otomotiv endüstrisi Rusya-Çin ekseninde oluşan ittifaka ya da sosyalist Küba’ya bağımlı hâle gelecek.
Dolayısı ile sorun otomotiv endüstrisinin bekası ile doğrudan ilgili.
Geçtiğimiz yıl Nijer’de gerçekleşen siyasal değişim sonrası Fransa buradaki kontrolünü tamamen yitirmiş ve tüm askerini ülkeden çekmek zorunda kalmıştı.
Bu sadece Fransa için değil tüm AB için önemli bir gelişme idi. Nijer AB’nin en büyük uranyum tedarikçisi idi. Fransa’nın bu ülkedeki kontrolü sayesinde ucuza temin etmekte idi uranyumu. AB ülkeleri elektrik enerjilerinin yaklaşık %25’ini nükleer reaktörlerden elde ediyorlar. Paris’teki Trocadero meydanı ya da Berlin’deki Unter den Linden bulvarı daha pahalıya aydınlanıyor geçen yıldan beri. AB için daha da kötü olanı Nijer yönetiminin Rusya ile yaptığı işbirliği anlaşmaları. AB Ukrayna savaşında Rusya’ya yönelik politikalarını değiştirmediği takdirde daha da pahalıya aydınlanacak buralar.
Yeni Kaledonya’da kontrolün yitirilmemesi ikinci büyük darbe olacak AB’ye. Bu nedenle Fransa çekilmeme kararında. Yerel halkın kararlı mücadelesine ne kadar dayanabileceği ise belirsiz şimdilik.
Bu arada Fransa Azerbaycan’ı suçladı Yeni Kaledonya’daki gelişmeler ile ilgili olarak. Azerbaycan’ın Fransa’ya yönelik olumsuz bir politikası var. Fransa’nın Ermenistan üzerinden Kafkasya’da yayılma arzusuna yönelik tepkinin bir ürünü bu durum. Dolayısı ile destekliyor Yeni Kaledonya isyanını. Ancak gücü ve etki alanı hayli sınırlı Azerbaycan’ın. Bu nedenle desteği sadece moral düzeyde kalmaya mahkûm, ötesine geçmesi olası değil.
Aslolan Yeni Kaledonya halkının bağımsızlık kavgası. Onurlu bir kavga bu.
Bu kavga yerel halkın zaferi ile sonuçlandığında ABD destekli AB emperyalizmi büyük bir darbe alacak.
Nokta.