Sistem artık haznesi dolmuş bir kanalizasyon şebekesi. Her gün bu şebekenin bir yeri patlıyor ve ortalığa pislik saçılıyor. Daha birinin kokusu dinmeden peşi sıra başka bir pisliğin kokusu kaplıyor ortalığı. Katledilen çocuklar, tecavüz edilen bebekler, kafası kesilen kadınlar, yenidoğan servislerinde öldürülen bebekler…
Bir kamusal alan, bir kamu hizmeti piyasaya açıldığında, sermayeye gel buraya yatırım yap dendiğinde, yani kamu hizmeti kâr etmenin aracına döndüğünde bu alanı her tür yağma ve talana açmış olursunuz. Hatırlayın Erzincan’ın İliç ilçesindeki maden cinayetini, burada sadece 9 işçi katledilmedi, bir ilçenin dağı, ormanı, taşı, toprağı, kurdu, kuşu, suyu, havası da katledildi. Geride kalan insanlar da yavaş bir ölüme mahkȗm edildi. Hatırlayın o görüntüleri; tıpkı bir felaket filminin bir distopik sahnenin görüntüleri değil mi? Bir kamusal alanı, dağı, ormanı, yaylayı sermayeye açarsan geriye elinde kalacak olan bu. Şimdi Kaz Dağları’nı, Marmara’nın, Ege’nin, Trakya’nın tek oksijen deposunu İliç gibi yapmak istiyorlar. Kaz Dağları’nın %79’u maden sahası ilan edilmiş durumda. Bu örneği sadece yağma ve talanı daha rahat göz önüne getirebilelim diye veriyorum.
Sağlık da, eğitim de, barınma da, ulaşım da, altyapı da hepsi böyle. Sermayenin girmediği ve yağmalamadığı bir tek alan yok. Sağlık alanında sermayenin yağmasının önünü açmak demek olan Sağlıkta Dönüşüm Programının nasıl adım adım hayata geçirildiği Kaldıraç’ın Ağustos 2024 tarihli sayısında ele alınmıştı. Foseptik çukuru taştığında, artık bazı şeyler gizlenemez olduğunda ya da ortaya çıkan ilişkiler ağı sadece görünenle sınırlı kalabilsin diye soruşturmalar gündeme geliyor.
İşte yenidoğan servislerindeki bebek katliamı da böyle bir şey. Şimdi adım adım gidelim.
1- Soruşturma süreci titizlikle ele alınmış. Nasıl bir titizlikle? Soruşturmanın ucunun büyük sermaye sahiplerine, birer holding olan tarikatlara, Sağlık Bakanlarına sıçramaması için titizlikle yürütülmüş. Bir grup cani doktor, hemşire ve diğer sağlık personelinin işi olarak görülmesi istenmiş ve soruşturma da mümkünse bu minvalde yürütülüyor. Küçük bir örnek: Soruşturma sürecinde 19 hastanenin adı geçiyor ama nedense yalnızca 9’u kapatılıyor. Hemen hiçbir hastane sahibi soruşturmaya dâhil edilmiyor.
2- Örneğin bir inşaat şirketi bir kamu ihalesi almış olsun. Aldığı teşvikler, muafiyetler bir yana, genellikle ihalenin verildiği rakam iki-üç defa revize ediliyor. Yani inşaat bitmiyor, bir kez daha ihale ediliyor ya da ihale edilen rakam artırılıyor. Bundan başka inşaat şirketi, kullandım dediği kadar demiri, kumu, aksamı kullanmıyor. Birinci sınıf malzeme üzerinden ihale alıyor üçüncü sınıf malzeme kullanıyor. Birinci sınıf işçilik diyor üçüncü sınıf işçilikle yetiniyor. Bitirdim diyor ama aslında bir ton eksikle yapıyı teslim ediyor. Yani ihale bedelinin yanı sıra malzemeden, işçilikten, hafriyattan artık aklınıza ne gelirse oradan da kâr ediyor. Biz buna artık alıştık. Ee, inşaat sektörü bunu yapıyor da niye sağlık sektörü yapmasın? Muayene olmamış hastayı muayene olmuş gibi göstermek, yatmamış hastayı yatmış göstermek, yapılmamış ameliyatı yapılmış göstermek, takılmamış protezi takılmış göstermek, bu da ilave bir kâr etme yöntemi. Ne demişler, devletin malı deniz yemeyen keriz. Üstelik bu bugünün işi de değil. Ne zaman ki Sağlık Bakanlığı özel hastanelerden hizmet almaya başladı o zamandan başlamış, geçmişte de sıkça gündeme gelen ama bugün ölümlerle birleştiğinde sanki ilk defa yapılıyormuş gibi görünen bir şey.
3- İşte yenidoğan soruşturmasında da bu bir grup cani sağlıkçının, bebekleri hastanede bir gün daha fazla tutmak ve bunun üzerinden Sağlık Bakanlığından ödeme almak, kullanılmayan ilacı kullanıldı gösterip bunu da el altından piyasaya satmak gibi bir nedenle bu işe soyundukları söyleniyor. İyi de öldürmek niye? Hiç ihtiyacı olmayan bebeği de yenidoğan yoğun bakıma alırsın 5-10 gün tutarsın sonra annesine teslim edersin, üstelik çocuğunu kurtarmış melek doktor, iyi hastane unvanını da alırsın. Ölümlerin sadece 12 bebekle sınırlı olduğu şüpheli, geçmişte de çeşitli hastanelerde yoğun bebek ölümlerinin yaşandığını biliyoruz. Öldürmek niye? Acaba yalnızca bizim mi aklımıza geliyor bu soru? Yine soruşturmadan öğreniyoruz ki bu yoğun bakım ünitelerindeki kameralar çalışmıyor.
Mesela bebeklerin organları mı çalınıyor? Mesela bebekler üzerinde ilaç denemeleri mi yapılıyor? Mesela bebeklerin kanından zenginler için gençlik iksiri olarak kullanılan bir madde mi elde ediliyor? Bunlardan herhangi biri yapılıyorsa elbette bebeğin yaşama şansı olmaz.
4- Bu ülkede yılda 40 bin çocuğun kaçırıldığı söylenmekte. TÜİK’in kaybolan çocuklara ilişkin veri yayınladığı son yıl 2018. 2018’den bu yana bu konuda veri yayınlanmıyor. Epstein dosyasında Türkiye’den kaçırılan 42 bin çocuktan söz ediliyor ama henüz bu konuyu ele alıp araştıran bir gazeteci yok.
5- Kırmızı bültenle aranan uyuşturucu baronları, kırmızı bültenle aranan kara para aklayıcıları, kumar/bahis patronları, bilumum suç örgütü liderleri bu ülkede vatandaşlık alıp birinci sınıf vatandaşlar olarak işlerine devam ederken, kırmızı bültenle aranan organ kaçakçımız olmasın mı? Artı Gerçek’ten Hale Gönültaş yazdı. Kırmızı bültenle aranan İsrail asıllı Boris Wolfman 4 Aralık 2015 tarihinde Türkiye’ye geliyor. Hakkında “uluslararası organ kaçakçılığı ve bilinçli ölüme sebebiyet vermek” suçlarından kırmızı bültenle arama kararı olan bu kişi gözaltına alınıyor. İsrail bu kişi için iade talebinde bulunuyor. Ancak Türkiye “takdir hakkını” kullanarak ben yargılayacağım diyor ve yargılama sonucunda 12 Temmuz 2016’da “yeterli delile ulaşılamadığı gerekçesiyle” serbest bırakılıyor. Buna da “baron aklama” diyelim. Yani Türkiye Cumhuriyeti sadece kara parayı aklamıyor, onların sahiplerini de aklıyor.
Yine Hale Gönültaş’ın haberinden öğreniyoruz ki Maraş depremi sırasında İsrail’in tıbbî destek sağlamak üzere deprem bölgesinde kurduğu sahra hastanesinin ismi Rabin Medical ve bu hastane Boris Wolfman ve organ çetesi ortaklarının faaliyet gösterdiği hastane. Böylesine bir can pazarının yaşandığı bir yer, organ kaçakçıları için bulunmaz bir fırsat olsa gerek. Ölenlerin sayısının resmî rakamların belki de on katı olduğu bir yerde kim bu sahra hastanesinde olup biteni sorgulayacak? Böyle düşünmüş olmalılar. Ama onurlu ve cesur gazeteciler de var.
Tüm bu verileri alt alta sıraladığımızda, bu durum yalnızca “yenidoğan çetesi” diye önümüze atılan bir grup insan müsveddesi hekim ve sağlık çalışanıyla sınırlı değil. Bu sadece buzdağının görünen yüzü. Ya gerisindeki büyük sermaye, tekeller, holdingleşmiş tarikatlar, uluslararası organ mafyasıyla ilişki kurulmasın isteniyor. Ya da tam da bunlara alan açmak için saha temizliği yapılıyor.