Yoksullar İbo’yu hiç unutmadı

“Bazen susarak ettiğimiz laflar, konuşarak harcadığımız sözlerden daha çok şey anlatır.”[1]

Samed Behrengi’nin, “Herkes ölür ama yalnızca bazıları gerçekten yaşar”; Friedrich Nietzsche’nin, “Bazıları öldükten sonra doğar”;[2] Vergilius’un, “Seni yaratan çağa ne mutlu…” diye betimlediklerdendi…

“Bütün samimiyetimle bir daha söylüyorum. Bu yola baş koydum. Başımı alabilirsiniz. Fakat partim ve yoldaşlarım, iktidarınızı yerle bir edecektir. Sizden ve sizleri buraya gönderenlerden korkmuyorum,” kesinliğiyle ser vermek pahasına sır vermemiş ve Konfüçyüs’ün, “Susmak, insanı ele vermeyen sadık bir yoldaştır,” saptamasını -işkence tezgâhında- teyit etmişti…

Cehennem ateşini andıran sorgusunda, “Bak şimdi elimizdesin,” tehdidi karşısında dik durmuş, diklenmekten de asla vazgeçmemişti…

“– Evet, elinizde tutsağım.

– Sen Kürt değilsin, Alevi ve Türk’sün; Kürtlerden sana ne, onları sen mi kurtaracaksın?

– Hayır, partimiz önderliğindeki halk ordusu ve halk savaşı kurtaracaktır.

– Emin misin? İnanıyor musun, gerçekten?

– İnanmasam Dersim dağlarında işim ne? Bu yola baş koyduk, geriye dönüşümüz yoktur.

– Bana Haymanalı derler; sen o yolun sonunu göremeyeceksin.

– Size ben de Çorumluyum diyesim geliyor. Bütün samimiyetimle bir daha söylüyorum. Bu yola baş koydum. Başımı alabilirsiniz. Fakat partim ve yoldaşlarım, iktidarınızı yerle bir edecektir. Sizden ve sizleri buraya gönderenlerden korkmuyorum. Sinirlenmenize gerek yok. Ben sizler tarafından tutsak alınan bir komünistim. Savaş kurallarına uymanız lazım.

– Güldürme beni İbrahim.

Hepsi birden ayağa kalktı.

Haymanalı,

– Senin partini çökerttik, Oruçoğlu, Aslan, Taşyapan elimizde; senin örgüt lideri olduğunu söylüyorlar. Hepsi bülbül olup şakıdılar. Sen hâlâ onları korumaya çalışıyorsun.

– Defalarca söyledim; parti ve örgüt lideri değilim, kim ya da kimler olduğunu da bilmiyorum. Bu ismini söylediğin şahıslar, benim Çapa Yüksek Öğretmen okulundan arkadaşlarım.

Gece saat 02’yi bulmuştu; Hepsi ayağa kalkarak, İbrahim’le tokalaştılar, Haymanalı İbrahim’e dönerek kendine yazık ediyorsun… dedi ve gittiler.”[3]

Adı İbrahim Kaypakkaya’ydı…

Kafasında üstü yırtık ve yamalı kahve renkli bir kasket, sırtında yerli bir askerî parka, altında ceket, kazak… üst üste giyilmiş üç tane pantolon, ayağında bir çift beyaz yünden yapılmış ve köylerde elle örülen çorap ve onun üzerinde naylon çorap, bir çift 45 numara Çelik marka lastik ayakkabı”yla[4] tutsak edilmişti.

MİT raporlarında “İhtilalci komünizmin Türkiye’deki en tehlikeli örgütü”[5] olarak tanımlanan Parti’yi ve Ordu’yu yoldaşlarıyla birlikte kurduğu için en ağır işkencelere maruz kalıp, Diyarbakır zindanında 24 yaşında katledilmişti.

Coğrafyamızda tehlikeli ilan edilen onun “En tehlikeli komünist görüşleri” içerisinde, T. “C” devletinin hakikâti, “Cumhuriyet” tarihi, Kemalist iktidarın niteliği, Kürt meselesi, Kürdistan gerçekliği, Kürt ulusunun kaderini tayin hakkı, devrimin niteliği, yolu gibi aslî meseleleri yer alıyordu.

“Kemalizmle devrimciliğin bir arada olamayacağını” net bir biçimde ortaya koyan o, “kral çıplak” demişti.

“Öngördüğü mücadele metotları” eğilip bükülmeyecek kadar netliğini korumaktayken; İbrahim Kaypakkaya’nın anısından hâlâ korkulması boşuna değildir.

Nubar Ozanyan’ın, “Hiçbir zulmü kabul etmedi. Hiçbir yanlışı sevmedi. Övülmeye değil, devrimin tüm önderleri gibi anlaşılmaya ihtiyaç duydu,”[6] notunu düştüğü o, kısacık yaşamına sığdırdığı fikirleri ve eylemleri ile yolu açmış ve egemenler için korkutucu bir put kırıcı olma onurunu kazanarak ölümsüzleşti.

Kabul edilmeli: Yirmili yaşlardaki İbrahim Kaypakkaya, kelimelere sığmayacak parlaklıkta yüksek meziyetlere sahip, kuşağının en ileri devrimcilerindendir.

* * * * *

Yaşar Ayaşlı’nın, “İbrahim mütevazı bir emekçiyi andırıyordu. Etkileyiciydi, etrafındakilerden farklı olduğu daha ilk bakışta anlaşılıyordu. Hâl ve hareketlerindeki olgunluk, özgüvenli duruşu, görüşlerini derli toplu ifade etmesi ile dikkat çekiyordu. Okumaya ve yazmaya ilgisi olsun, gençlik ve köy çalışmaları deneyimi olsun, İbrahim’i yarenlerinden erken olgunlaştırmış olmalıydı,”[7] diye betimlediği o, zor koşullarda, sırtını dağlara verip, kırlarda barınma imkânları yaratırken, ilk iş olarak kütüphane kurmayı hedefler. “Şimdilik bir adet gizli kitaplık hazırlayın. Kitaplık, barınma yerleri gibi olsun ve içinde çalışılabilsin… İleride kitaplarımız çoğaldıkça, her bölgede böyle kitaplıklar hazırlamalıyız.” Yoldaşlarına yazdığı bir notta böyle demektedir.

Evet, Çin Kültür Devrimi’nden doğrudan etkilenmiş bir ’68’ydi…[8]

’68’in aslî özelliği, “Önce eylem vardı” düsturunu kendisine rehber almasıdır. ’68 bu anlamda eylemin ateşi içerisinde doğmuş, o ateşte pişmiş, eyleme öncelik veren kopuştu.

Öte yandan ’68 sadece egemen sistemine meydan okuma, mevcut rejimden bir kopuş değildi. O, solcu/sosyalist olduğu “iddia”sındaki geleneksel tarz-ı siyasetten kopuştu.

“Komünistler, tarihin devrimci mücadelede bir silah hâline getirilmesini bilirler”…

“Esasen biz komünist devrimciler, prensip olarak siyasi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi hiçbir yerde gizlemeyiz. Ancak örgütsel faaliyetlerimizi, örgüt içinde bizimle birlikte çalışan arkadaşlarımızı ve örgüt içerisinde olmayıp da bize yardımcı olan şahıs ve grupları açıklamayız. Kişisel sorumluluğum açısından gerekeni zaten söylemiş bulunuyorum. Ben buraya kadar anlattıklarımı samimiyetle inandığım Marksist-Leninist düşünce uğruna yaptım. Ve sonuçtan asla pişman değilim. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve can bedeli bir mücadeleyi ön görerek çalıştım ve neticede yakalandım. Asla pişman değilim. Bir gün sizin elinizden kurtulursam gene aynı şekilde çalışacağım”…

“Hâkim sınıflar, kendi milliyetçi politikalarına karşı çıkan herkese ‘bölücü’ damgasını yapıştırırlar”…

“Kemalizme miras diye sarılmak bizi Kemalist iktidarın hunharca ezdiği işçi köylü yığınlarından, emekçilerden koparır. Bu emekçiler daha çok İslâmî bir yönelime sahiptirler. Mustafa Kemal, halkımızın değil gerici sınıfların tarihinin parçasıdır. Bizim işimiz ona karşı mücadele etmektir,”[9] diyen İbrahim Kaypakkaya, ’68 hareketi ve ’78 devrimci kopuşunun sembol isimlerindendi…

* * * * *

İbrahim Kaypakkaya, 1949 yılında Çorum’un Sungurlu ilçesinin Karakaya Köyü’nde yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğdu. İlkokulu üç ayrı köyde okuyup bitirdi. Devlet parasız yatılı sınavlarını kazanarak Hasanoğlan Öğretmen Okuluna girdi. Devrimci düşüncelerle tanıştığı Öğretmen Okulunu bitirdikten sonra sınavlarını kazandığı İstanbul’daki Çapa Yüksek Öğretmen Okuluna başladı. Orada devrimci çevrenin önde gelen kişilerinden biri hâline geldi.

İlk bildirisini, Çetin Altan’a bir gezi sırasında gericiler tarafından saldırılması üzerine kaleme aldı. Ders çalışmaya çok az vakti olmasına rağmen başarılı bir öğrenciydi. Fikir Kulüpleri Federasyonu’na (FKF) bağlı olarak Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Fikir Kulübü kuruldu ve Kaypakkaya başkanlığa seçildi. İbrahim Kaypakkaya, derneğin kuruluş bildirisini kaleme aldı ve bu bildiri okulda dağıtıldı. Okul yönetimi hemen harekete geçti. İbrahim Kaypakkaya ve diğer kurucu üyelere “1 ay okuldan uzaklaştırma” cezası verildi; dahası savcılığa ihbar edildiler.

Artık dergilere yazılar yazmaya başlamıştı. Öğrencilik dönemi boyunca sırasıyla Forum, Ant, Türk Solu, Aydınlık gibi dergilerde yazıları çıktı. FKF’nin 2. Kurultayına Çapa’dan delege olarak katıldı. Çapa Fikir Kulübünün başkanı olan Kaypakkaya, 6. Filo’ya karşı bildiri yayınladığı gerekçesiyle Kasım 1968’de okuldan atıldı. Okuldan atılma ile ilgili kararı Danıştay bozdu. Fakat yönetim dokuz öğrenciyi geri alırken, Kaypakkaya için bu kararı uygulamadı.

FKF ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) içinde ortaya çıkan ayrışmada Milli Demokratik Devrim (MDD) tezini savunan kesimde yer aldı. İşçi-Köylü gazetesinin İstanbul’daki bürosunda çalışan İbrahim Kaypakkaya, Aydınlık ve Türk Solu dergilerine yazılar yazdı. Aydınlık içinde meydana gelen ayrışmada Doğu Perinçek’in başını çektiği PDA kanadında yer aldı.

Türkiye’de 1970 yılında şehirlerde ve kırlarda kitlelerin devrimci mücadele ruhu gittikçe yükseliyordu. O, Trakya Değirmenköy’de toprakları için ağaya karşı mücadele eden köylülerin arasındaydı. Kaypakkaya ve bu direnişte yer alan diğer devrimci önder Cihan Alptekin, buradan dönerlerken gözaltına alındılar ve işkenceden geçirildiler.

Yükselen mücadele 15-16 Haziran 1970’te doruğa ulaştı. İbrahim Kaypakkaya, bu büyük direnişin sıra neferlerinden biriydi. Gece sabahlara kadar bildiri basıyor, gündüz kavganın en yoğun olduğu yere koşuyordu. Bu mücadeleden çıkarılması gereken dersler bağlamında yürütülen tartışmalarda, PDA-TİİKP’in merkezi ile ters düştü.

İbrahim Kaypakkaya, 1971 başlarında Çorum ve köylerinde araştırma çalışmalarına çıktı. Bu aynı zamanda 12 Mart faşist cuntasının tezgâhlandığı tarihti. Yükselen devrimci başkaldırıyı durdurmakta yetersiz kalan göstermelik parlamenter araçların bile çok görülmesi üzerine, sıkıyönetim ilan edildi. Grevler, kitle eylemleri, mitingler yasaklandı, bütün devrimci dergiler, kitle örgütleri kapatıldı. Devrimci avına başlandı, binlerce devrimci tutuklandı, onlarcası katledildi. O da arananlar arasındaydı.

1972’ye kadar Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) saflarında çalıştı ve DABK üyesi olarak görev yaptı. Sonra Doğu Perinçek ve çevresinin revizyonist ve oportünist olduklarını belirterek, 15 kadro ve 20 civarında sempatizanla, 24 Nisan 1972’de Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist ve Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu’nu kurdu.

TKP-ML faaliyetlerinin yoğunlaştığı Çemişgezek bölgesinde mücadele ederken, 24 Ocak 1973’te Dersim-Çemişgezek ilçesi Vartinik köyü Mirik mezrasında bulunduğu köyün etrafı sarıldı. Çatışma sırasında TİKKO’nun ilk liderlerinden Ali Haydar Yıldız yaşamını yitirirken. İbrahim Kaypakkaya yaralı olarak çatışma alanından uzaklaştı. Beş gün sonra, kendisinin saklandığı köydeki bir öğretmenin ihbarıyla yakalandı.

İbrahim Kaypakkaya, Gökçe Karakoluna kadar buzlu derelerin içinden yaya sürüklendi. İlk ifadesi karakolda alındı. Onu hemen konuşturup işini bitirmek istiyorlardı. Ancak o, örgütsel konuda ifade vermedi. Bundan sonra, bitmek bilmeyen işkenceler başladı. Şubat başında önce Dersim’e, oradan Elazığ’a, oradan da Diyarbakır’a götürülüp Savcı Yaşar Değerli’ye teslim edildi. Kaypakkaya, burada gittikçe ağırlaşan yaraları yüzünden ölüm tehlikesinin belirmesi sonucu askerî hastaneye yatırıldı.

İbrahim Kaypakkaya’nın onlara gerekli bilgileri vermeden ölüp gitmesine razı değildiler. O, burada donma/kangren sonucu iki ayağını da kaybetti. Şubat ayı başlarında iyileştikten sonra tekrar sorgular başladı. Onu konuşturmak için akla gelebilecek her türlü işkence yöntemini deniyorlardı; fakat tüm çabaları boşa çıktı. Şaşmaz bir kararlılıkla hiçbir örgütsel faaliyeti hakkında bilgi vermedi; işkenceciler bu durum karşısında çılgına dönüyorlardı.

İbrahim Kaypakkaya, bazı özel istekler yüzünden ve görüşebilmek için babası Ali Kaypakkaya’ya da mektup yazmıştı. Babası, oğlunun mektubunu alınca çok sevindi. Aylardır haber alamadığı oğlunun yaşadığına sevinmişti. Hemen onun istediği şeyleri yerine getirip 19 Mayıs 1973 günü Diyarbakır’a doğru yola çıktı. Bundan önce de Diyarbakır’a gitmiş fakat onu oğluyla görüştürmemişlerdi.

Mayıs ayı başlarında işkenceler birkaç gün durur. Savunmasını hazırlamak için kalem ve kâğıt ister işkencecilerden. Verirler. “Herhâlde sorgulamalar bitti” diye düşünüp savunmasını hazırlamaya başlar. İşkenceciler karşısında başı dik durmanın, davasına bağlılığın gururu ve inancı ile dolu olarak aldığı notlar arasında şiirler de vardır. O günlerde karaladığı bir şiirde şöyle der: “…gider …gider, nice koçyiğitler gider/ Senin de içinde bir oğlun varsa çok değildir/ Ey mavi gök! Ey yağız yer bilesin ki/ Yüreğimiz kabına sığmamakta/ Örsle çekiç arasında yoğrulduk/ Hıncımız derya gibi kabarmakta…”

Ancak baba Ali Kaypakkaya’yı Diyarbakır’da oğlunun ölüm haberi karşıladı. Oğlunun intihar ettiğini söylediler. Oğlunun cesedinin üzerindeki kurşun izlerini gördü. Bunların ne olduğunu sorduğunda, görevliler bir cevap veremediler. Kaypakkaya’yı konuşturamayacağını anlayan işkenceciler onu 18 Mayıs günü kurşuna dizmişlerdi. İbrahim Kaypakkaya’nın mezarı, doğum yeri olan Karakaya’dadır. Kaypakkaya’nın yazılarının toplandığı Seçme Yazıları adlı bir kitabı vardır.[10]

* * * * *

O, “süreklilik içindeki kopuştan kopuş” demektir. ’71 devrimci önderleri gibi, kendilerine devrimcilik adına sunulandan kopar ve başta silahlı mücadele olmak üzere “müesses nizam”ın dışına çıkıp, teorik ve ideolojik düzlemde radikal bir kopuşu gerçekleştirir.

Onun Kemalizm tahlili sadece bir “tarih değerlendirmesi” değil aynı zamanda hâkim sınıfların devletinin yapısı, ideolojik biçimlenişinin çözümüdür.

İbrahim Kaypakkaya’nın 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nden çıkardığı dersler bu anlamda dikkat çekicidir. Örneğin; “İşçi hareketi, birinci olarak, devrimin şiddete dayanacağını, bunun zorunlu ve kaçınılmaz olduğunu gösterdi… İkinci olarak, işçi hareketi, burjuva devlet teorilerine ağır bir darbe indirdi. Halkın kurtuluşunu hâkim sınıfların ordusundan beklemenin ne derece ahmakça bir hayal olduğunu gözler önüne serdi… Üçüncüsü, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, gerçek kahramanın kitleler olduğunu bir kere daha gösterdi. Ve bir avuç seçkin aydın grubuna dayanarak devrim yapmayı hayal eden bireyci küçük-burjuva akımlarına ağır bir darbe indirdi,” ifadelerindeki üzere…

Evet o, sosyalist ortamının en geri yanlarına savaş açmıştı; millicilikle, şovenizmle barışık solculuğun kirli yanlarına karşı çıkıp, oportünizme karşı tavır almıştı. Politikasını sınıfsal antagonizma zemininde konumlandırdı. Onun için mücadele devrimin güncelliğiyle biçimlenirken, sınıf siyasetinden asla vazgeçilmezdi…

Coğrafyamız devrimci hareketine egemen söylemin dışında, ezber bozarak Ulusal Sorun ve Kemalizm analizinde farlı şeyler söyler. Kemalizmden kopmayan ve hesaplaşmayan, aynı zamanda ulusal sorunu Marksist bir şekilde analiz etmeyenlerin devrimci olmasının imkânsız olduğuna dikkat çekerek.

“Demokratik Cumhuriyet” güzellemeleri, resmî ideoloji paradigmaları İbrahim Kaypakkaya için gülünçtür.

Tıpkı devletin belirlediği sınırlarda, açtığı alanlarda “politika yapan” post-Marksist likidasyon sürecine, çözülüş sürecine mündemiç “teorik” zırvalar gibi.

Bu noktada İbrahim Kaypakkaya’nın sistematiği net ve ayrıştırıcıdır.

Özetin özeti: İbrahim Kaypakkaya, egemen(lerin) paradigmanın iflasını muştulayıp, devrimci bir pratikle hayata geçirendir…

İbrahim için, kim ne yazarsa mutlaka bazı şeyleri eksik bırakır. Onun en ileri yanı mütevazılığı, “Çelik aldığı suyu unutmayacak,” kararlılığındaki vazgeçmeyişidir.

O, Vedat Demircioğlu’yla, Taylan Özgür’le (aslında 1960’ta Turan Emeksiz’le) başlayan “genç ölüm(süzlük)ler”, Mahirlerle, Sinanlarla, Denizlerle birlikte, Erdal Erenler ile sürdürülen kavganın en ileri ucundaki kızıl bayraktır.

Ataol Behramoğlu’nun, “Cellat uyandı yatağında bir gece/ Tanrım, dedi, bu ne zor bilmece:/ Öldükçe çoğalıyor adamlar,/ Ben tükenmekteyim öldürdükçe,” dizelerinin kanıtıdır; ölümü yüceltmeden mücadeleyi bayrak edinip insanca yaşanır bir dünya için ölümsüzleşendir.

Bilmeyen var mı? Yoksul bir köylü çocuğu olarak hayata başlayan o, partisinin kadroları arasında en çok hamalları sevdi. Onlara özel bir önem verdi. Hamallar da, yoksullar da onu hiç unutmadı.

21 Kasım 2025, İstanbul.

[1] Friedrich Engels.

[2]           Friedrich Nietzsche, Ecce Homo – Kişi Nasıl Kendisi Olur?, çev: İsmet Zeki Eyüpoğlu, Say Yay., 1993.

[3]           Hasan Zengin, “Diyarbakır Sıkıyönetim Tutukevinde Kaypakkaya ile Son 48 Saat”, 17 Mayıs 2019… https://ozgurgelecek52.net/diyarbakir-sikiyonetim-tutukevinde-kaypakkaya-ile-son-48-saat/

[4]           29 Ocak 1973 tarihli Savcılık İfadesi.

[5]           TKP-ML Dava Dosyası, MİT Raporu, 1973.

[6]           Nubar Ozanyan, “Sınırlara ve Zamana Sığmayan Genç Öndere”, Yeni Özgür Politika, 28 Mayıs 2024… https://ozgurgelecek51.net/nubar-ozanyan-sinirlara-ve-zamana-sigmayan-genc-ondere/

[7]           Yaşar Ayaşlı, “İbrahim Kaypakkaya Farkı”, 22 Mayıs 2023… https://sendika.org/2023/05/ibrahim-kaypakkaya-farki-685428/

[8]           “Ben hayatımda kimseye 68’liyim demedim. Bu zaten benim hakikâtimdir. Bunu ifade etmeye gerek yoktur. Devrimci hayat içindeki duruşuyla bir tavır gösterir. Ne olduğunu illa kendisinin tanımlaması gerekmez. Hayatımızın belirli bir döneminde belirli bir hareketin içinde bulunmuş olmakla övünmek de bana yabancı bir tutumdur. Niye o hareketin içinde oldum, bir karşılık beklemeksizin oldum. Bundan dolayıdır ki ben mesela bedel ödemek kavramından da hiç hoşlanmam. Çok yaygın kullanılıyor ama. Devrimcisin, asisin elbette ki görevini yerine getirmişsindir. Bunun sonuçlarıyla da karşılaşacaksındır, bunu göze almışsındır zaten. Dolayısıyla bir durumdur bu. 60’lı yılların devrimcisi olmak o yıllarda yaşamış olan genç insanın yapmış olduğu bir ahlâkî seçimdir, bir taraf olmak, bu seçim doğrultusunda yaşamış olmak veya yaşamaya devam etmekte olmaktır. Bunun övünmekle, başka tutumlarla hiçbir bağlantısını kuramıyorum. Hakiki olan kendi hakikâtini yaşamaktadır. Bunu ifade etmeye gerek yoktur.” (Oktay Etiman).

[9]           İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Umut Yay., 1992.

[10]          Hüseyin Aykol, “Ser Verse de Sır Vermeyen Yiğit Devrimci Lider”, Yeni Yaşam, 18 Mayıs 2023, s. 10.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz