Yöntem ile gelecek arasında yol alan bir sendika: Öğretmen Sendikası!

Sendikamız hâlâ inşa sürecinde. Dört yılını tamamlayan bir sendikanın kuruluş sürecini geride bırakması çoğu şeyi tamamladığı anlamına gelmiyor.

Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası, kuruluş tartışmaları ve perspektifi ile aşılması ve tekrarlanmaması gereken çoğu şeyin karşıtı olarak doğdu. Bu doğuşun ilk ayları pratik atılganlık ve arka arkaya gösterilen militan bir aksiyonla ilgi çekici geçti. Duyarlı emek kitlesinin sendikanın ilk çıkışına yönelik taşıdığı ve yansıttığı sorular genel kalıplara, formüllere dayanıyordu. Kimileri meslek sendikacılığının yanlış olduğunu vurguluyor, kimileri ise eğitim mücadelesini dar bakış açısı ile kamu hattından alıyor ve bizi bir şeye dâhil olmamak ya da ona katılmamakla eleştiriyordu. Özel sektörde çalışan eğitim emekçilerinin mücadelesine büyük anlamlar yüklememek en doğrusu fakat eğitim gibi kritik bir alanda da iktidar olan sermayeye karşı etkin bir mücadelenin sınıf hareketine katabilecekleri henüz görülmüyordu. Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası yeni bir sendika olarak kafalarda bir şeyler uyandırdı diyebiliriz.

Gelen eleştiriler yazılı olarak cevaplanmadı. Teorik bir tartışmanın konusu hâline getirilmedi. Dışarıya yönelik bu tür bir kayıtsızlık tercih edilse de sendikanın kuruluş sürecinde tartışmalara katılan herkese bu eleştiriler sendikanın soruları olarak soruldu: “Neden yeni bir sendika? Neyi reddetmiyoruz, hangi sendikal anlayışları eleştiriyoruz? Bulunduğumuz iş kolunun yapısal sorunları ortadayken engeller nasıl aşılacak? Sendikanın ismi politik açıdan doğru mu? Hem işçi hareketinin hem eğitim hareketin nasıl parçası olabiliriz?”

Bağımsızlaşmanın stratejik nedenleri 

Bir mücadele aracının niteliği, onun siyasal hedefleri ya da siyasal sınırları ile açıklanabilir. Mücadele biçiminde tercihler ise mücadele aracının çözmekle yükümlü olduğu sorunların hangi görevleri örgütün önüne koyduğu ile açıklanabilir. Sadece aracı belirlemek yetmez, sadece biçime odaklanmak ilerletmez. Örgütlenme alanının taşıdığı ilişkiler, örgütlenmeye aday kitlenin hazır bulunuşluğu ve sendikanın yönelimi bir uyumu ifade etmek zorunda.

Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası, adının çağrıştırdığı ilk anlamı ile eğitim alanının bir kısmını kapsama “darlığı” ile kuruldu. Yine sendika, içinde bulunduğu torba iş kolunda diğer emek kitlesini dışında tutan bir anlayışla da kuruldu. Bu bilinçli tercihlerin bir bağımsızlaşma ve nihayetinde bir şeye ya da birkaç şeye bağlanma niyeti taşıdığını ifade edebiliriz. “İşte meslek sendikacılığı!” diyenleri duyar gibiyiz. Bu kısmı biraz açalım.

Kavram tartışmaları arasında proleterleşen nüfus 

Nüfusun işçileşmesi sadece işçi sayısının artması anlamına gelmiyor. Bazı meslek gruplarının (kalifiye) sermaye ve patronla girmiş oldukları ilişki, üretim sürecinde edindikleri rol, yarattıkları artı-değer, sermaye ile aralarında oluşan çelişki/karşıtlık ile bir değişim yaşadığı ortada. İşçi sınıfının tabanı genişliyor, işçi sınıfı toplumsallaşıyor. Diyebiliriz ki 90’lar ve devamı mülksüzleştirme ve yoksullaştırma saldırıları altında arada kalan, sınıfın daha önceki yapısına, profiline kısmen ters özellikler taşıyan insanları proleterleştirdi. Türkiye’de sayısı 11 milyondan 22 milyona çıkan işçi nüfus tek ve net bir görüntü vermiyor. Kristalize olmuş, başka yerlere dağıtılmış, amorf bir yapıya sahip olan emekçi sınıf, yeni katılımcıları ile daha da saçaklanıyor. Sendika olarak bir kavram tartışması ya da tespit arayışı içinde değiliz. Bu konuda araştırmalar yapılıyor, tanımlar kavramsal düzeye ulaşıyor. Fark ettirmeye çalıştığımız şey proleterleşen nüfusun özgün koşullar ve özellikler taşıyor olması. Bu özgünlüğü kavrayacak mücadele araçlarının oluşturulması zorunlu. Sendikal örgütlenmenin yerleşik, statükocu bir düzlemde hareket ettiğini düşünürsek milyonlarca yeni işçinin sendikasız kalmasının diyetini “Meslek sendikacılığı yapmayacağım” doğruculuğu ödeyemez.

Karakterler aşınıyor, sınıf karakteri beliriyor!

Sistemin kişilerin kimliklerine yaptığı etki sosyolojik alanda da araştırılıyor. İnsanların eskiye nazaran meslekleri ile kurdukları ilişki, meslek kimliği oldukça zayıf. “Yeni kuşak da artık özel bir emeğe karşı kayıtsız” gibi tespitlerin sorumluluğu sadece insana ait değil. Yani kendisini öğretmen olarak hissetmeyen, onu ancak kamuya atanırsa öğretmen olarak görecek olan milyonlarca insan aynı anda meslek arayışı içinde. İnsanın iş, yerleşim ve duygusal alan başta olmak üzere, kişiliğini oluşturabileceği sabitlikten ve devamlılıktan yoksun oluşu; karakter aşınmalarını, verdiği tavizleri de besliyor. Bir meslekte sabit kalamamanın en büyük nedeni güvencesiz çalışma koşulları. Bu geniş çalışma alanında Özel Sektör Öğretmenleri Sendikasının her sene kaybettiği ortalama bin beş yüz üye bu durumu çok iyi anlatıyor. İnsanlar, öğretmen olarak devam edemeyecekleri bir değişkenlikte güvensizlik içinde meslek değiştiriyorlar. Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası, eğitim emekçilerinin alanı terk etme, uzaklaşma eğilimini zayıflatan bir mücadele odağı olma özelliği de taşıyor. Bunu başka bir mücadele aracı ile sağlayamazsınız. Sınıf hareketi ve örgütlemesi üzerine akıl yürüten herkesin bu somut analizi -tek başına- sosyolojik alana bırakmadan sınıf mücadelesine bir katkı olarak sunması gerekiyor. İşte avukatlar, işte mühendisler, işte… Mücadele cephesi yeni bileşenleri ile büyüme fırsatı taşıyor. İktidar temsilcilerinin bize sıklıkla söylediği gibi: “Taban maaşı alırsanız diğer meslek grupları da ister. Taban maaş gelirse beş bin kurum batar.

Milyonlarca insana temel çalışma konumunu sarsacak örgütler lazım. Gerisi gelir!

Bağlanmak; parçası olmaya çalışmak 

Kamusal eğitim çoktan tasfiye edildi. Artık eğitimde özelleştirme henüz tamamlanmamış gibi bir savunma hattı örmek yerine eğitimin kamusal bir anlayışla yeniden inşasını hedefleyen bir mücadele hattının kurulması zorunludur.

Eğitim-öğretim sürecinin özelleştirme politikaları ile yaşadığı değişim; bu alanda özgün koşullara sahip, güvencesizliği çok net ve yakıcı bir biçimde hisseden, genç bir emekçiler kitlesi oluşturdu. Büyük patronların TOBB Eğitim Meclisi, Cumhurbaşkanlığı Eğitim Politikaları Kurulu, patron dernekleri eli ile yönettiği ve dizayn ettiği özel öğretim alanı büyüdü. Sermayenin işleyiş yasasına uygun ilerleyen bu süreç kamusal eğitim mücadelesi verenlerin sermaye karşıtı mücadelesi ile yanıtlanmadı. Kamuda bulunan eğitim sendikalarının politik zayıflıkları hantal, yeteneksiz ve geriye düşen eğitim mücadelesine doğru daraldı. Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası, kampanyaları ve fiilî mücadele anlayışı ile tanıttığı, güçlendirdiği talepleri ile eğitim mücadelesinin etkin bir gücü hâline geldi. 10 no.lu iş kolunun yüksek engelleri kadar eğitimin özel alanında biriken öfkeyi ve direniş potansiyelini görmeyen kamu eğitim sendikaları, kendisine doğru koşan bir sendika gördü. Eğitim nöbeti ile üst noktaya çıkan girişken hareket gücü olma özelliği, Sendikanın eğitim mücadelesinin bir parçası olma konumunu tescilledi. Bu aynı zamanda işçi sendikalarının arasından çıkıp eğitim sendikası da olabilme, kılık değiştirmeden mücadelede fiilî anlamda program değiştirme kapasitesinin yansımasıydı. Bu kapasitenin diğer karşılığı da sendikanın eğitim mücadelesi ile kendisini sınırlamayan, diğer mücadeleci işçi sendikaları ve kesimleri ile ortak hareket edebilen yaklaşımlarıydı. Bu iki bağlanma biçimini meslek sendikacılığı kabuğunu kıran, sendikanın ismini ve olanaklarını zorlayan bir yerden yorumlamakta fayda var. Yöntemi politikada, örgütlenmede bir anlayış ve strateji üzerinden belirlemek pozitif sonuçlar yarattı fakat yine de zorluklarla karşı karşıyayız.

“Bağımsızlık” neyi çağrıştırıyor? Neden ayrılmaya çalışıyoruz?

Klasik, geleneksel sendikacılığın eleştirisi ya da iyi sonuçlar yaratmadığı ile ilgili yorumlar var. Taraftarları artıyor. Sendika olarak ezberlerden, şablondan ve politik doğruculuktan uzak durmaya çalışıyoruz. Özgünlük, emekçilerin üretim alanı içindeki konumu, sınıf ilişkileri ve karşıtlığın vaat ettikleri, mücadele aracının nerede ve nasıl konumlandığı vs. Bunları dikkate aldığımızda tek çözümü ya da modeli ifade edemeyiz. Bu nedenle Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası yöntem ve eylemde tek çözüm ya da model değil fakat yeni sendikal hareketin de bir üyesidir çünkü geleneksel sendikacılık, uzlaşmacı ve bürokratik olanı temsil ediyor. Hakların kullanımını denetlemekten öteye geçmeyen bürokratik sendikacılık tarzı, toplu pazarlık bağıntısı ve alanda kurduğu hâkimiyet ile varlığını sürdürüyor. Sendika içi resmî ilişkiler, bilgi ve deneyim birikiminin tekelleştiği hiyerarşik yapılar; özel danışmanlar ordusu ile profesyonel görünüyor ama uğursuz bir rolü oynuyor. Bağımsız sendika olmak ana çatıda bu konfederal yapılardan ayrı hareket etmek anlamına da geliyor. Geleneksel sendikacılıktan kurumsal kopuş deneyim ve eleştiriler üzerinden şekillenen bağımsızlaşma eğilimini güçlendirdi. Bağımsızlaşma aynı zamanda yöntemde özgürleşme anlamına geliyor.

Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası; yöntemde özgürleşme rahatlığına kavuşmak, bağımsız sınıf tavrına yönelik olası müdahalelere maruz kalmamak için fiilî bir kopuşu benimsedi. Bu nedenle yapısal/büyük sorunları taşıyan bir iş kolunda ayrı bir sendika olmayı tercih etti. Okur, bir kurumsal kopuştan bahsettiğimizde bir yerden ayrıldığımızı sanabilir. Bu kopuş elbette DİSK’in Türk-İş’ten ayrılmasından farklıdır. Fiilî bir kopuştur. Eğitim Nöbeti döneminde Meclisin önünde bir direniş odağı yaratan, parkın bir sene boyunca kapalı olmasına vesile olan sendika, 10 no.lu iş kolundan, onu tahakküm altında tutan sendikal bürokrasiden fiilî olarak kopmuştur. Bunu kazanım olarak görüyoruz.

10 no.lu iş kolu neden dağıtılmalıdır?

KOOP-İŞ Başkanı Eyüp Alemdar’ın tarafımıza bu konudaki ifadeleri şöyleydi: “Bu iş kolunu ben kurdum, bu iş kolunu iki kişi değiştirebilir: Biri ben diğeri de Cumhurbaşkanı. Ben zaten istemiyorum, diğerine ulaşmaya da sizin gücünüz yetmez.

4,5 milyondan fazla çalışan, 45 bini geçen yetki barajı. Bir konfederasyona üye iki ayrı sendika ve yetkili sendikalar arası rekabet ile ideolojik olarak da dizayn edilen bir iş kolu. Toplam çalışan sayısının yüzde 7’si sendika üyesi. Bu oranın yüzde 6’sı kamu binalarında bulunuyor. Meclis, bakanlık binaları, üniversiteler, kalkınma ajansları, vakıflar, odalar, sendika şubeleri… Çoğu ısmarlama yöntemlerle sendikalara verilmiş, pay edilmiş yerler. Özel sektörde örgütlenme oranı sadece yüzde 1. 10 no.lu iş kolu emek hareketini bir doğrultuda yönetmek, onu resmî sınırlara hapsetmek için de uygun koşullar sunuyor. İşçi sınıfının geri eğiliminin beslendiği, emekçilerin sendikalara günübirlik çıkarlarla katıldığı, rekabeti besleyerek sendika değiştirdiği bir alan aynı zamanda. Patronlar için de kaçış, iş kolu. En yakın ve somut örnek Çağrı İş Sendikasının başına gelenler.

Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası, kuruluş aşamasında yaptığı tartışmanın zamanını kolladı. Kısa sürede artan üye sayısının sağladığı politik özgüvenle ana taleplerinden biri olan eğitim ve kültür iş kolunun kurulması talebini harekete geçirerek muhataplarına götürdü. Talebi düzenlemenin önünü açmak için formülleştirdi. İş kolundaki sendikaları tartışma alanına çekti. Tartışmalardan ve görüşmelerden çıkardığımız sonuçlar şunlar:

  1. DİSK başta olmak üzere, ona üye sendikalar da dâhil sendikaların genelinin 10 no.lu iş kolu üzerindeki tahakküme karşı verebilecekleri politik bir kavga yok. Düzenleme için girişkenlik yok denecek kadar zayıf ya da düzenlenmenin önemi fark edilmiyor. Sine-Sen ve Müzik-Sen ihtiyacın farkında ama yetersizlikler söz konusu.
  2. Politik ezberler, şematik düşünme bu konuda da karşımıza çıkıyor. Benmerkezcilik, daha önce yapılan önerileri ve tespitleri tarihsel belge olarak görmek… DİSK’in 16 iş kolu önerisinin yüceltilmesine dahi tanık olduk.

Sendikamız, tüm  sendikalar arasında toplu iş sözleşmesi hakkı olmayan en kitlesel sendika durumunda. Elbette eğitim emekçilerinin toplu iş sözleşmesi hakkına ulaşmak birincil amaçlarımızdan. Fark ettirmek istediğimiz şey ise olası bir iş kolu düzenlemesinin yaratacağı olumlu sonuçlar.

  • Başta aktarmış olduğumuz ifadeden de anlaşılacağı gibi 10 no.lu iş kolu Türk-İş’e teslim edilmiş durumdadır. Çalışma Bakanlığı yetkilileri de mücadelemizin yarattığı basınç karşısında bu “ayrıcalığı” teyit etmiştir. İş kolu değişikliği bu tahakkümü sarsacaktır.
  • Eğitim iş kolunun kamuda olduğu gibi özel sektörde de ayrı bir iş kolu olarak yer alması, sendikamızın toplu iş sözleşmesi hakkını kazanması anlamına gelecek. Eğitimde sermayeye karşı verilen mücadele başka bir aşamaya sıçrayacak. Yaklaşık 500 bin emekçinin çalışma koşullarını etkileyen toplu iş sözleşmeleri yapılacak. Bu toplu iş sözleşmelerinin metal iş kolunda olduğu gibi birer MESS olan patron dernekleri ile merkezî düzeyde yapılması olağan. “Eğitim iş kolu”, eğitimde sermayenin darbelenmesi demek. Ters etki ile kamusal eğitim alanı güçlenecek çünkü ucuz iş gücünden, güvencesiz çalışma koşullarından beslenen patronlar alandan kaçacak.
  • 10 no.lu iş kolunun formülümüz doğrultusunda düzenlenmesi baraj altında kalan diğer sendikaları daha da yüreklendirecek. Daha gerçekçi hedeflerle hareket etmelerini sağlayacak. Baraj düşecek. Sahne, set, sinema emekçileri ortak bir iş kolunda baraja çok daha yakın olacak. Örgütlenme stratejilerinde değişen koşullara göre değişimler yaşanabilecek.
  • İş kolu üzerinde açılan gedik sayesinde iş kolundaki dengeler sarsılacak. Başka iş kolunda sendikal yetkiden kurtulmak isteyen patronlar için 10 no.lu iş kolunun bir kaçış alanı olma şansı azalmış olacak.
  • Ufku ve görevleri sendikal sınırların dışına çıkarmak isteyen emek hareketi için daha geniş pencereden bakmak gerekiyor ise grevin, sendikanın, dayanışmanın gücünü elinde tutan sendikal bürokrasi kan kaybetmiş olacak.

Son Söz Yerine 

Eksiğimiz çok. Zorluklar fazla. Başarıyı çoğaltabiliriz. Başarıyı devam ettirmek için alışkanlıklardan vazgeçmek, yöntem üzerine düşünmek, bazı doğrularda ısrarcı olmak gerekiyor.

Bizi takip eden, izleyen kamuoyuna; ortak mücadele kulvarından ya da kesişecek yolları da hesaba katarak şu düşüncelerimizi ulaştırmak istiyoruz: Tesadüfe inanmıyoruz. Nesnel koşulların en iyi ittifak gücü olduğunu biliyoruz. Yine de yönteme inanıyoruz, ona sarılıyoruz. Sendikaların kolay yıpratıldığını, gelecek vadedenlerin “yorucu” bir işleyişe çekilebildiğini düşünüyoruz. Politik kestirmecilik, ikameci yaklaşım, eleştiri ve tespit dilinde yaygın ama sendikaları yönetirken ya da onlarla temas edilirken unutuluyor.

Dağınıklık fazla. Nesnel koşullara uyum gösterecek ve potansiyeli sahici hedefler üzerinden kalıcı örgütlere taşıyacak yetenekli insan sayısı az. Değişim ve ilerleme ise mümkün. Grupçuluk zararlı çünkü daralmayı ve içe çekilmeyi yaratıyor. Sınıf hareketi ve toplumsal harekette kabarmanın azlığı iradeci/deneysel faaliyeti öne çıkarıyor. Sabır ve yetenek lazım.

Bağımsız bir odak/emek inisiyatifi şart. Bu yakıcı ihtiyaç sendika önlüklerini bile terk etmeyi gerektiriyor. Etkide, yönelimde, harekette, politikada güç olmak ve sendikal bürokrasiyi yıkabilmek için aklı ve öfkeyi kuşanmalıyız.

Yenilecek, sırtı yere serilecek çok patron var. Yürüyelim!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz