Kapitalizmin krizinin en yoğun yaşandığı dönemlerden birindeyiz. Ekonomik kriziyle, yönetememe kriziyle her geçen gün saldırganlığını arttıran bir Saray Rejimi var. Dünyada emperyalist paylaşım savaşı devam ederken tetikçilik rolünü üstlenen TC de bir sömürge ülke olarak krizin ağır faturasını işçilere, emekçilere, öğrencilere, kadınlara, halklara ödetme konusunda ısrarcı, başka da yolu yok zaten.
Artan krizlere karşı bizim cephemizden gelişen direnişler de Saray’ın elini zorlaştırmaya, çözülüşünü hızlandırmaya devam ediyor. 500 günden fazladır devam eden Boğaziçi direnişi, 8 Martlarda Taksim’in her sokağını zorlayan binlerce kadın ve LGBTİ+, iki ayda 130 fabrikada greve, işgale çıkan işçiler, sermayenin rant-yağma-talanına karşı doğasını savunanlar ve daha birçok direniş Saray Rejimi’nin yönetememe krizini derinleştirmekte.
Biliyoruz ki bu direnişlerin hepsi devletin korkulu rüyaları olmakta ve saraylarını sarsmakta. Peki sarsılan saraylarını nasıl sağlama alacaklar? Halkın haklı öfkesini sistem içine kanalize ederek.
Bugün tutturmaya çalıştıkları milliyetçilik damarıyla, toplumun öfkesinin devletin çözülüşüne etki etmesini engellemeye çalışıyorlar. İşte iktidarın ve burjuva muhalefetin birlik olduğu yer: Öfkeyi göçmenlere yöneltmek.
Her gün gelen zamlar, eriyen maaşlar, ödenemeyen faturalar, kiralar ve derinleşen ekonomik kriz sonucu yoksullaşan toplumun öfkesi Saray eliyle göçmenlere yöneltiliyor. Biliyoruz Saray saldırılarını saklama gereği duymuyor, yalanlarının biri bin para, utanmaları zaten yok, omurgaları hiç olmamıştı. Bütün bunların karşısında duruyormuş gibi gözüken CHP’ye, burjuva muhalefetine ne demeli? Devletin bekasını korumanın derdiyle, aman kitleler sokağa çıkmasın, öfkesini örgütlemesin derdiyle en güçsüze vurmanın verdiği rahatlık içindeler.
İktidarıyla, muhalefetiyle egemenlerin zihnimizi bulandırmasına izin mi vereceğiz? Senden güçlüye biat et, güçsüzse vur tepesine. Öfkenin kaynağını arayıp bulduğunda egemenleri görüyorsun ve evet güçlüye kafa tutmak zor geliyor. Egemenlere kafa tutmak; emek istiyor, dayanışma istiyor diye en güçsüze vurmak insanlığın çürümesidir.
Hepimizin cevabını aldığı bir soru var “Suriyeliler neden hep Türkiye’ye geliyor?”. TC Suriye’ye tetikçi olarak girecek peki burada yaşayan halk nereye gidecek? Uçakla İtalya’ya mı yoksa Fransa’ya mı? Elbette yürüyerek en yakınındaki yere gelecek hem de Avrupa ile anlaşarak paraları cepleyen TC, bu durumdan da hiç rahatsız değil. Saray’ın Suriye’ye girme kararına ortak olan CHP ise bu katliamın, yağmanın, talanın ortağıdır. Bugün bir başka yüzle göçmenleri hedefe koyarak, buradan güç devşirmeye çalışarak “karşısında” oldukları iktidarın ortaklığını yapıyor.
Göçmen karşıtlığını perçinlemek için öne çıkartılan bir başka konu ise kadınlara yönelik saldırıların artması. Her ay onlarca kadın öldürülüyor, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılıp kadın örgütleri kapatılmaya girişiliyor, failler cezasız bırakılıp Çilem’in ve Nevin’in cezasını onanıyor, uzman çavuş Musa Orhan tecavüz faili olmasına rağmen korunuyor, 8 Martlarda polisiyle ve gazıyla kadınlara, LGBTİ+’lara saldırılıyor… Hâl böyleyken kadına yönelik tacizin, şiddetin sorumlusu göçmenlermiş gibi lanse ediliyor. Aslında burada failin ırkı önemli değildir, çünkü asıl sorun erkek egemen ideolojidir. Kapitalizm var oldukça erkek egemen ideolojiyi örgütleyecektir. En başta yargısıyla, kolluğuyla her kurumuyla kadınlara saldıran devletin ta kendisidir, hesap ondan sorulmalıdır.
Egemenlerin kadını koydukları yer ancak bacı, ana, köledir. Kadınların özgürleşmesi gibi bir düşünceleri olmamıştır ve olmayacaktır. İstanbul Sözleşmesi’ni savunur gibi yapan burjuva muhalefet de kadına şiddeti bitirmeyecektir. Hatırlamaya çalışın ne zaman kadınların yanında oldular? İsyan eden, sokağa dökülen kadınlara saldırılırken mi yoksa failler korunurken, aklanırken mi? Bu devlet biz kadınların, işçilerin, emekçilerin, öğrencilerin, halkların devleti değil. Emeği sömürülenlerin ve emeğimizi sömürenlerin, üretenin ve el koyanın, işçi sınıfının ve burjuvazinin olduğu bir sistemde iki sınıfın ortak hiçbir çıkarı olmayacaktır. Bu yüzden devlet, egemenlerin korumanın aracıdır, bizim değil. Onlardan ne koruma bekleyeceğiz ne de zihnimizi bulandırıp öfkemizi sistem içinde tutmalarına, güçsüze yöneltmelerine izin vereceğiz.
İspanya’da bir duvara yazıldığı gibi “Bizi soyanlar göçmen ve yoksul değil, buralı ve zengin”. Hayatımızın her alanına saldıranlara karşı öfkemizi gün geçtikçe büyütecek ve hedefimizi net olarak ortaya koyacağız. Tıpkı Bilkent’te konuşmacı olarak okula sokulmak istenen Ümit Özdağ’ı sloganlarla gönderen arkadaşlarımız gibi tutum almalıyız. Bu sistem alaşağı edilmedikçe insanlar yurdundan edilecek, savaşlar devam edecek. Hangi ırktan olduğu fark etmeksizin işçiler, öğrenciler, kadınlar, LGBTİ+’lar için cehennem olan bu sistem, burjuvazinin cennetidir. Bu düzeni alaşağı etmek ellerimizdedir. Öfkeni yerinden edilene değil, bizi yerlerimizden edene yönelt. Bu çürümüş sistemi ait olduğu çöplüğe yollamak için Kaldıraç saflarında örgütlen, kazanalım!
“…
Ve karanlık senaryosunu
parçaladığımızda
bütün şarkılarda
kendi dilinde
şu nakarat dillenir
Bütün Halklar Kardeştir.”
Bekir Kilerci/Kimlik Kartı
KALDIRAÇ ÜNİVERSİTE