“Kampanya programı, eyalet kurumlarının kaynakları yukarıya doğru aktarmasının, yoksulluğu polislikle yönetmesinin ve toplumsal maliyetleri emekçilere yüklemesinin kaçınılmaz ya da değiştirilemez olmadığını açık biçimde ortaya koyuyordu.”
New York belediye seçimlerini, kendisini demokratik sosyalist olarak tanımlayan ve işçi sınıfının maddî krizlerine doğrudan seslenen söylemleriyle öne çıkan Zohran Mamdani kazandı. Biz de Mamdani’nin bu seçim zaferinin ne anlama geldiğini, onu siyasal olarak öne çıkaran faktörleri, “demokratik sosyalizm” kavramını ve bu başarının olası etkilerini Preston Carter’a sorduk.
Preston Carter, Fordham Üniversitesi Felsefe Bölümünde doktora adayıdır ve aynı zamanda Fordham Lisansüstü Öğrenci İşçileri-America İletişim Çalışanları Sendikası (Communications Workers of America) Local 1104’ün kurucu üyelerinden ve iş temsilcisidir. Sözleşme uygulamalarını denetlemek ve işçi gücünü örgütlemek üzere çalışmakta; araştırmalarını ise Fransız Karayipleri bağlamında sömürgecilik, dil ve ırksal kapitalizm üzerine yürütmektedir.
Bize; Mamdani’nin başarısının kentte giderek derinleşen konut, ulaşım, yoksulluk ve göçmenlik krizlerine doğrudan temas eden somut talepler üretmesinden geldiğini, seçimlerin fiilî bir mücadele alanına dönüştürülebileceğini, geleneksel Demokrat Parti kanallarının dışında harekete geçirilen gençler, kiracılar, sendikal taban ve göçmenlerden oluşan geniş bir koalisyonla çalışmanın etkililiğini aktardı.
İşte Kaldıraç olarak yaptığımız röportaj…
Kaldıraç: Zohran Mamdani’nin zaferi tüm dünyanın dikkatini çekti. Başlangıcını ve taban örgütlenmesini nasıl oluşturduğunu anlatabilir misiniz?
Zohran Mamdani hakkındaki ilk izlenimim seçim siyaseti üzerinden oluşmadı. Mamdani’nin kim olduğunu bilmeden önce, çoğu Güney Asyalı, Müslüman ve işçi sınıfından olan taksi şoförlerinin yıkıcı nitelikteki tefecilik türü krediler altında ezildiği “madalyon krizi”ni duymuştum. Mamdani hakkında öğrendiğim ilk şey, kentteki siyasetçilerin şoförleri yüzüstü bıraktığı ve eğer yanılmıyorsam en az bir şoförün yaşamına son verdiği bu süreçte, onların açlık grevine katılmış olmasıydı. Onların açlık grevine destek verdiğini duyduğumda, kararlılığı beni etkilemişti.
Kampanyasının iç işleyişi hakkında doğrudan konuşamam ama örgütsel kapasitenin sağlanmasında en büyük rolü kesinlikle Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri oynadı. Zohran’ın kampanyasını DSA altyapısına derinlemesine kök salmış olarak nitelendirebilirim.
Kampanya yapısı, bilinçli bir tercih olarak yeni katılımcılara son derece açık biçimde kurgulanmıştı. Bir taban sendikacısı ve seçilmiş baş temsilci olarak, üyelerimizi harekete geçirme fırsatı doğabileceğini kısa sürede fark ettim. Örneğin, uluslararası lisansüstü çalışanlar oy kullanma hakkına sahip değildir; ancak kent politikalarının sonuçlarını doğrudan yaşarlar. Oy kullanma hakları olmasa bile, yine de sendika çatısında kampanya yürütebilir ve telefon görüşmeleri yapabilirlerdi. Bu önemliydi oy hakkından yapısal olarak mahrum bırakılan üyelerimin, siyasal alanı anlamlı bir biçimde şekillendirmesine imkân tanıdı.
Mamdani’yi ABD siyasetinde benzersiz kılan neydi? En çok hangi politikalar önemliydi?
Kendi işyerimin perspektifinden en sağlıklı biçimde konuşabilirim. Üyelerimiz açısından öne çıkan husus, Zohran’ın yaşamlarımızı şekillendiren maddî krizlere doğrudan hitap etmesiydi. Sık sık gıda kıtlığı, evsiz kalan üyeler (tahliyeler dâhil) vb. sorunlarla karşılaşıyoruz. İlk toplu sözleşme mücadelemizde, reel ücretlerimiz düşerken metro ücretlerinin düzenli olarak artması nedeniyle iş kaynaklı ulaşım için sübvansiyon talep ettik. Ayrıca barınma desteği için de mücadele ettik, örneğin çok pahalı olan öğrenci evlerinde kalan mezun işçiler için ödenek talebi gibi. Ve farklı oturum statülerine sahip çok sayıda çalışanımız olduğu için, ICE ile işbirliği yapmak yerine New York’un sığınma politikalarını savunan politikacılara ihtiyacımız vardı.
Söyleyebileceğim şu ki, bu koruma ve haklar için mücadele ettik ve müzakere yürüttük ancak üniversite çoğu zaman uzlaşmaz bir tutum sergileyebiliyordu. Zira “şehirde aslında kimsenin sübvanse edilmiş ulaşım hakkı yok (lise öğrencileri hariç)”, “konut krizi ekonomik koşullardan kaynaklanıyor ve üniversitenin ekonomiyi kontrol etme imkânı yok” gibi gerekçeler öne sürebiliyorlardı.
Benim açımdan Zohran’ı özgün kılan, yürüttüğümüz mücadeleleri ve meseleleri zaten anlayarak kampanyaya başlamış olmasıydı. Konuları ele alırken ve onlar hakkında konuşurken ekonomistlerin değil, işçi sınıfından New Yorkluların bakış açısından hareket ediyordu. Kampanya programı, eyalet kurumlarının kaynakları yukarıya doğru aktarmasının, yoksulluğu polislikle yönetmesinin ve toplumsal maliyetleri emekçilere yüklemesinin kaçınılmaz ya da değiştirilemez olmadığını açık biçimde ortaya koyuyordu.
Ayrıca milyarderlerin var olmaması gerektiğini söyleyerek “biz” ile “onlar” arasında açık bir ayrım kurdu. Mamdani (yapısal sınırlamaların yanında kendi eksiklikleri ve başarısızlıkları bulunsa dahi) New York City’deki yerel sorunlarımız ile emperyalizm arasındaki bağlantıları da kurabildi. Kamu hizmetlerini kısan aynı devletin savaş ve soykırım için muazzam harcamaları sürdürdüğünü gösterdi.
Sendikamla uyumlu olan politikalar, New Yorklularla da karşılık buldu:
- Zenginleri vergilendir
- Kiraları dondur
- Hızlı ve ücretsiz otobüs ulaşımı
- ICE ile işbirliğine son ver
New Yorklular bu politikaların nasıl hayata geçirildiğini doğrudan görebilmekte ve değerlendirebilmektedir; bence bu açıklık, maaştan maaşa yaşayan New Yorklular için son derece önemlidir. Bu değişiklikler görece sınırlı olsa da emekçiler bu somut kazanımları hatırlayacaktır. Küresel sol içinde, soyut söylemler yerine açık ve gündelik taleplere yönelen bir eğilim bulunmaktadır ve Mamdani’nin programı da bu yönelimi yansıtmaktadır.
Kampanya sırasında günlük örgütlenme nasıl yönetildi? Tanınmayan bir figür olan Mamdani belediye başkanlığı seçimlerini kazanmayı nasıl başardı?
New York’un her mahallesinde düzenli olarak kapı çalışmaları (canvassing) yapılıyordu. İnsanlar Zohran’ın kampanya sitesinden bu çalışmalar için 3 saatlik vardiyalara kaydolabiliyor, henüz karar vermemiş seçmenlerin kapılarını çalıyorlardı. Bu çalışmaların koordinasyonunu yapanlar saha liderleri dediğimiz kişilerdi ve neredeyse hepsi gönüllülerden oluşuyordu. Saha sorumlularına Zohran bez çantası gibi sembolik hediyeler, kapı çalışmaları yapanlara ise özel rozetler ve “Metrocard”a gönderme yapan “Zetrocard” adlı bir damga kartı veriliyordu. Kampanya hiçbir şekilde ürün satmadığı için bu eşyalar sadece kampanyaya katılanlarda bulunuyordu.
Mamdani gerçekten olağanüstü bir konuşmacı, ancak medyanın aşırı bireyci yaklaşımı malum. Kampanya, kapı çalışması yapan gönüllülerin kırdığı kapı çalma rekorları sayesinde kazanıldı; insanlar Zohran’ı televizyon görünümleriyle tanımış olabilir ama bence kampanyayı asıl “çevirisi olmayan siyaset” diye anılabilecek yüz yüze temasla, kapı kapı dolaşan bu çalışmalar sayesinde tanıdılar.
DSA gibi önceden var olan örgütler ne kadar önemliydi?
Daha önce de işaret ettiğim üzere, önceden var olan örgütlenmelerin önemini abartmak neredeyse mümkün değildir. DSA’nın New York City’de yürütülen kampanyalar konusunda oldukça geniş bir deneyimi bulunmaktadır. Sanırım çoğu insan bu hazırlığın izini özellikle Bernie’ye kadar sürebiliyordur. Bunun yanı sıra, COVID pandemisi sırasında görünürlüğü artan dayanışma ağları ve kiracı birlikleri de mevcuttur. Ayrıca DRUM (Desis Rising Up & Moving) gibi göçmen ve/veya diaspora örgütleri bulunmaktadır. Ve son olarak, şu sıralar en çok zaman ayırdığım örgütlenme türü olan sendikalar vardır.
Bu örgütlerin tamamının tüm dikkatini Mamdani üzerine yoğunlaştırdığı söylenemez. Bu yapıların birçoğu ya da bu yapıların bazı üyeleri Mamdani’nin kapasitesine ilişkin bir ölçüde kuşkulu yaklaşmışlarsa da genel olarak kapı çalışmasını daha fazla insana ulaşmak için iyi bir yöntem olarak gördük. Zohran’ın kampanya ekibinin yöneticileriyle yapılan görüşmelerden anladığım kadarıyla, kampanyanın başından itibaren Zohran’ın bu denli başarıya yaklaşabileceğini kimse gerçekten öngörmemişti. Görüşülen kişilerden biri Zohran’ın kazanacağını “bildiğini” iddia etmiş, fakat bunu söylediğini duyduğum tek kişi o. Geriye dönüp bakıldığında, bu kadar kötü rakipleri yenme kapasitemiz konusunda böylesine tereddüt etmiş olmamız inanması güç görünüyor. Ancak Zohran’ın yüzde 1 seviyesinden gelip hem önseçimi hem de genel seçimi kazanabileceğini o aşamada kimsenin bilebilmesi mümkün değildi.
Mamdani kendisini demokratik sosyalist olarak tanımlıyor. Bu ne anlama geliyor? ABD’de sosyalizm nasıl görülüyor?
Zohran, demokratik sosyalizmi sıklıkla “Tanrı’nın bütün kulları için onurlu bir yaşam mücadelesi” olarak çerçeveliyordu. Bu ifade, Amerikan liberalizminin dar dilinin dışında ahlâkî adalet sözlüğüne sahip işçi sınıfı göçmen toplulukları arasında yankı buldu.
Bernie Sanders’ın bu kavramı ana akım siyasete yeniden sokmasından bu yana, DSA Marksistleri, sosyal demokratları, anarşistleri ve komünistleri tek bir çatı altında toplayan geniş kapsamlı bir sosyalist oluşum olarak faaliyet göstermektedir. Bu çatı altında “demokratik sosyalizm” genel olarak kapitalizmle, ırksal sömürüyle, finansal yağmayla ve emperyal şiddetle yüzleşmeyi ifade etmektedir.
DSA, internet sitesinde demokratik sosyalizmi şöyle tanımlamaktadır: “Sıradan insanların işyerlerimizde, mahallelerimizde ve toplumda gerçek bir söz hakkına sahip olduğu bir sistem.” Açıkçası bu, teknik olmaktan uzak bir tanımdır. Bu tanımlardan çok tatmin olmuş değilim; ancak örneğin bir MAGA Cumhuriyetçisi ya da birçok Demokrat Parti makinası seçmeni açısından, sosyal demokrasi ile komünizm arasında genellikle kayda değer bir ayrım yapılmamaktadır.
Kampanyaya hangi kesimler katıldı? Siyasi yönelimleri neydi?
Bu gerçekten geniş tabanlı bir koalisyondu: gençler ve öğrenciler, işçi sınıfından göçmenler, sosyalistler ve DSA üyeleri, kayıtlı olmayan ya da seyrek oy kullanan seçmenler (ki hem oy kullandılar hem de kapı çalışmasına katıldılar), sendikaların taban üyeleri (çoğu zaman tabandan örgütlenerek). Dikkat çekici olan, bu kadar çok insanın geleneksel Demokrat Parti kanalları dışında harekete geçirilmiş olmasıydı.
Trump’ın yönetiminin nasıl bir etkisi oldu? Verilen oylar onun politikalarının bir reddi miydi?
Trump, emekçilere refah vaat etti ancak fiiliyatta yalnızca düşmanlık, polis şiddeti ve ICE terörü sundu. Bununla birlikte, birçok New Yorklu Hochul’un Ulusal Muhafız konuşlandırmaları[1] ve Adams’ın ICE ile işbirliği[2] nedeniyle de kendini güvensiz hissetti. Evet, oyların hem Trump’ın siyasetinin hem de Demokratların bu yönetim karşısındaki kayıtsızlığı ve suç ortaklığının güçlü bir reddi olduğunu düşünüyorum. Her iki taraf da farklı biçimlerde olsa da aynı zorlayıcı aygıta dayanıyor.
Dolayısıyla, Mamdani’yi göreve taşıyanlar Trump’ı reddetmiş olmakla birlikte, bana göre aynı derecede dikkat çekici olan, işçi karşıtı iki partili mutabakatın varsayılan ve bu nedenle öfke uyandıran alanlarının da reddedilmesidir. Örneğin birçok kişi için, Mamdani’nin Filistinlilere yönelik soykırım konusunda iki partinin hizalanmasına karşı durması önemlidir. Mamdani bazı hatalar yapmış olsa da Alexandria Ocasio-Cortez ve Bernie Sanders kadar hayal kırıklığı yaratmış değildir. Yalnızca birkaç gün önce, soykırımı yeniden açıkça isimlendirmiş ve ABD’nin bu süreçteki sorumluluğunu dile getirmiştir.
Mamdani’nin zaferinin gelecek seçimler ve Demokrat Parti üzerinde ne gibi etkileri olacak?
Bernie’nin devre dışı bırakılması, Demokrat Parti’nin işçi sınıfı siyasetini engelleyeceğini ve baltalayacağını ortaya koydu. Mamdani’nin zaferi ise aynı derecede önemli bir başka hususu gösteriyor: disiplinli bir sosyalist örgütün, sendikalar, kiracılar ve göçmenlerden oluşan bir koalisyonun desteğiyle, partinin anti-sosyalist işleyişine rağmen hâlâ başarı elde edebileceğini.
Mamdani’nin varlığı, Demokrat Parti’nin reforme edilebileceğine dair bir kanıt değildir. Demokrat Parti, Mamdani’yi engellemeye yönelik çabalarını sürdürmektedir ve onun politikalarını hayata geçirmek daha fazla güç inşasını gerektirecektir. ABD’de iki partili sistem üçüncü parti adaylarını kolaylıkla etkisizleştirebildiği için, Mamdani’nin zaferi, oy pusulası hattının taktiksel biçimde kullanılabileceğini ve önseçimlerin bir mücadele alanına dönüştürülebileceğini göstermektedir.
Benim açımdan Mamdani’nin kampanyasında en takdir ettiğim husus şuydu: Bir yandan Mamdani, temel kampanya programının kapı çalışması sırasında herhangi bir tercümeye, jargona ya da teknik dile ihtiyaç duymadan aktarılabilir olduğunu sıklıkla vurguluyordu. Öte yandan, kampanyanın kilit materyallerinin önemli bir bölümünün İspanyolcaya, Urducaya, Hintçeye, Kreolce ve Yidiş dillerine -bana kalırsa eşi benzeri görülmemiş bir ölçekte- çevrildiğini de dikkatle gözlemledim. New York’ta 800’ün üzerinde dil konuşulmaktadır. Bu dillerin birçoğu, ABD’nin işgallerini, askerî müdahalelerini ve ekonomik baskılarını bizzat deneyimlemiş topluluklara aittir. Bu nedenle bu çeviri pratiğinin, maddî bir fark yaratmanın son derece önemli ve somut bir yolu olduğunu düşünüyorum. Bir bakıma kampanya, aynı anda hem “çevirisiz siyaset” hem de “çeviri siyaseti” yürütmüş oldu. Kampanya materyallerinin bu dillere çevrilmesi yalnızca sembolik bir jest değildi; bu toplulukların, kendilerini yerinden eden yapılara karşı siyasal özneleşme kapasitesinin teyidi niteliğindeydi.
[1] New York Eyalet Valisi Kathy Hochul, kamu güvenliği ve göçmen barınma krizi gibi gerekçelerle şehirde Ulusal Muhafız birliklerini görevlendirmişti.
[2] New York Belediye Başkanı Eric Adams yönetimi, göçmenlerin tutulması ve sınır dışı edilmesine yönelik federal göçmenlik kurumu ICE ile bilgi paylaşımı ve operasyonel düzeyde işbirliği yapmıştı.




