Biyolojik evrimsel süreciyle bugünkü insanın yani Homo Sapiens’in tarihi yaklaşık olarak 40 bin yıl önceye dayanır. Sınıflı toplumların tarihininse yaklaşık 10 bin yıl önceye dayandığı bilinmektedir. Ataerki kavramının ne olduğunu anlayabilmek ve kavrayabilmek için türümüzün gelişim sürecinde yer alan kırılmalarla birlikte onun ortaya çıkardığı üstyapı-altyapı ilişkilerini incelemek gerekir. Çünkü üstyapı ilişkileri altyapı ilişkilerinin koruyucusudur. İlk başta iktidarı yıkmak yani devleti yıkmak gerekir. Sonrasında altyapıyı değiştirmek gerekir ki bu da üstyapıya etki eder ve üstyapı ilişkilerini değiştirir. Bu yüzden bu yazıda ataerkiyi kavramak için ilk olarak türümüzün kültürel evriminde yaşadığı kırılma noktalarından olan sınıflı topluma geçişi nesnel zeminleriyle ele alacağız. Yaklaşık 30 bin yıllık bir zaman dilimine dek bu süreç içerisinde neler yaşandığına bakarak ataerkiyi tanımlayacağız.
İlkel komünal toplumdan sınıflı toplumlara: Özel mülkiyet ve ataerki
İlkel komünal toplumun örgütlenmesi temel olarak yaşamsal ve neslin devamı üzerine kurulu ilişkiler ve zorunluluklar bütünüyle işlemekteydi. Topluluk olarak yaşayan insan avcılık ve toplayıcılık işlevleriyle yaşamını idame ettirmekteydi. Biyolojik evrimde; insan türünün iki ayak üzerine kalkması ve kalça kemiklerinin genişlemesi doğum sürecini daha sancılı bir sürece sokmaktaydı. İnsanın doğumdan sonra bakıma ihtiyaç duyan bir canlı olmasından ötürü onu doğuran kadının hareket alanını kısıtlamaktaydı ve doğan çocuk ise topluma bağlıydı. Kadın, topluluk içerisinde biyolojik olanın kültürel olan arasındaki diyalektik bağ gelişimi ve daralan fiziksel kabiliyeti neticesinde domestik alanın işleyişi ile ilgiliydi.
Altyapının örgütlenmesi, altyapının üstyapı ile olan bağına bakarken kritik noktaları bize göstermektedir. Kısaca, avcı olan erkek ile toplayıcı olan kadın arasında iş bölümü oluşmaya başlamaktaydı. Hayvanlardan elde edilen yüksek besin değeri topluluğun varlığını idame ettirmesini sağladı. Avlanan hayvanın tuzlanıp saklanması, bağırsaklarından ipliklerin, iğnelerin üretilmesi üstyapıda değişimlere, altyapının yeniden örgütlenmesine yol açmaktaydı. Üretim artması -yoğunlaşması da diyebiliriz- topluluğun artık ihtiyacı dışında olanı saklayabilmesine yol açmaktaydı.
Bu süreci okurken belli noktaları gözden kaçırmamak gerekiyor. İnsanın biyolojik olarak evrimine müdahale ettiği noktada, doğa ile olan savaşımı sıçrama noktalarından birini yaşadı. İki ayak üzerine kalkıp ellerimizin serbest kalması bu meydan okuyuşun somut bir hâlidir. Üretimin yoğunlaştığı ve tekniğin geliştiği süreçte topluluk içerisinde ise doğan çocuğun toplumun üyesi olduğu, baba kavramının olmadığı ve anne soyluluğa dayalı bir durum vardı.
Dışarıya çıkan avcı erkeğin yoğunlaşan üretimi, diğer gensler ya da topluluklarla savaşlara zemin yarattı. Bu noktada ortaya çıkan mülk edinme ve iktidar, ata tarafından belirlenen bir toplumsal yapıya dönüşüme ve anne soylu toplumun ikamesine yol açtı. Yani, erkeğin üretim sürecinde, kadının ise yeniden üretim sürecinde üstlendiği görevler ve biyolojik cinsiyete bağlı iş bölümü bir yandan gelişmekte olan mülkiyet kavramı ile biçim değiştirmekteydi. “Ataerkil bir rejim ise tanım olarak diğer eşitsizlik biçimlerine ve özellikle toplumsal iş bölümünde temellenmiş olanlara dayanmakta ya da onlarla eklemlenmektedir.” (Mojab, 2018). Diğer genslerle ve topluluklarla ilişkiyi etkileyen artı ürün, artı ürünün mülk edinilmesi gerekliliği, mülkiyet kavramını geliştirirken; yeniden üretim sürecinde bulunan kadın da artık “mal” olarak alınmaya başlamıştı.
Mülkiyet edinme ve kadının toplumsal yaşamda yerinin ikincil plana atılması birlikte gelişen süreçlerdir. Mülkiyet ile iktidar yani erk kavramı oluşmuş, egemenlik anlayışı gelişmeye başlamıştır. Bu süreci ele aldığımızda ise soyun devamı artık anne tarafından değil, “mal” olan kadının sahibi olan “erkek” tarafından belirlenmeye ve erkeğin mülk üzerinde hakimiyet kurması da toplumsal düzenin bir parçası hâline gelmeye başlamıştı. Yani ataerki, türümüzün bu sürecinde özel mülkiyetle iç içe gelişen ve belirginleşen bir durumdadır. Artı ürünün elde edilmesi ve sahiplik ve hakimiyet anlayışının oluşması özel mülkiyeti ve erki ortaya çıkarırken, toplumsal iş bölümünde kadının yeniden üretim sürecinde aldığı pozisyon, toplumsal hayatta daha az yer alışı ve kadının “mal” hâline gelmesi de ataerkiyi oluşturmuştur. “Özel mülkiyet yönetiminin kurulmasıyla birlikte, kadının erkeğe bağlı olması kesinlik kazanmıştır. Kadının aşağı bir yaratık olarak görüldüğü, hatta küçümsendiği dönem başlamıştır. Ataerki kişisel mülkiyetin egemenliğini, aynı zamanda da kadının bastırılmasını ve tutsaklığını meydana getirdi.” (Bebel, 2019).
Özel mülkiyetin toplumsal yaşamda kurulan yapılarla birlikte örgütlenmeye başlaması, erkin yani iktidar odaklarının oluşumunu gerektirmiştir. Sahiplik kavramı elde edilen üzerinde yönetme hâlini geliştirmiş ve devletin oluşumunu toplumun ihtiyaçları doğrultusunda ortaya çıkarmıştır. Toplumun içinden çıkan devlet yapısıyla birlikte sınıflı toplumlar oluşmuştur.
Aile kurumu da özel mülkiyetin oluşmasıyla beraber kendini insanlığın gelişim sürecinde farklı form ve biçimlerde göstermiştir. Yine de kısa bir bakışla aile, “miras”ı yani özel mülkün aktarımını koruyan bir örgütlenme modeli olarak ortaya çıkmıştır. Mülk üzerinde sahiplik kuran erkeğin yani babanın mülkünün, aile içerisinde kan bağı yolu ile soyunu devam ettirecek olan çocuklarına geçmesi gerekmekteydi. Özel mülkün erkeğin elinde birikmesi ve mülkün aktarımı için babaları bilinen çocuklar yetiştirme zorunluluğu, ailenin erkek egemenliği üzerine kurulmasını perçinlemiştir.
“Erkek egemenliğinin başlamasıyla birlikte kadın, toplum içindeki eski yerini yitirdi, aşiret konseylerinden çıkarıldı ve karar verici etkisi yok sayıldı. Erkek, evlilikte kadını sadakate zorladı. Kendisi ise bu zorunluluğun dışında kaldı. Kadın sadakati ihlal ettiğinde, yeni düzenin yurttaşının başına gelebilecek en ağır ihaneti işlerdi; erkeğin evine mülkünün mirasçıları olarak yabancı çocuklar sokardı. İşte bu nedenle eski halklar arasında, kadının evlilikte aldatan tarafta yer alması, ölüm ya da kölelikle cezalandırılırdı.” (Bebel, 2019).
Ataerki: Kavramsal tartışmalar ve tanımlamalar
Ataerki kavramı süreç içerisinde yeniden tanımlanmıştır. Biraz da ataerki kavramının ne olduğunu ve nasıl bir süreçten geçtiğini inceleyelim;
“Ataerkinin (patriarchy) kavramsal kökeni onyedinci yüzyılda siyaset bilimi alanında Thomas Hobbes, Sir Robert Filmer ve John Locke arasındaki tartışmaya dek uzanır. Sonraki dönemlerde Adam Smith, Karl Marx, Friedrich Engels aile biçimlerini ya da üretim biçimlerini ifade etmek için bu kavrama başvurmuştur. Sosyoloji alanında Max Weber otorite biçimlerini tanımlamak üzere ataerkiyi kullanmıştır.” (Mojab, 2018).
Ataerki kavramı, tarih içerisinde kullanılan bir kavram olmakla beraber buna dair fikirler 20. yüzyılda gelişmiş, kavramın kökeni ve tarihsel gelişimi feminist literatürle birlikte daha fazla tartışılmaya başlanmıştır.
“Ataerki, cinsiyet eşitsizliğini açıklamak, yorumlamak için kullanılan bir kavramdır. Ataerkinin (patriarchy), temel anlamı babanın egemenliğidir. Kavram, pater (baba) ve archie (yönetim) sözcülerinin birleşmesinden meydana gelmektedir. Ataerki kavramı, feminist literatürde erkek egemen toplumu ifade etmek için kullanılır. Kökeni kapitalizm öncesine dayanır. Feminist literatüre ataerki kavramını radikal feministler kazandırmıştır. Manası, erkek egemenliği, erkek egemen sistemdir. Marksizm’den yararlanan feministler ise kavramın, kapitalizm ile bağını kurmuştur. Marksist feministler arasında iki farklı ayrışma olmuştur. Başka bir görüş ise ataerkiyi, ideoloji ya da cinsellikle temellenen, tarih dışı bir olgu olarak ele almıştır. Kadınların ikinci planda olmasının sebebini, kadınların erkeklerle olan ilişkisinden değil, sermaye ile ilgili olduğunu savunmuşlardır. Sosyalist feministler ise kadınların ezilmesini, sınıf sömürüsüyle erkek egemenliğini sentezleyerek açıklamışlardır.” (Mojab, 2018).
Sınıf ilişkilerinin ataerkiyle nasıl bir bağı olduğu, ataerkinin tarihin hangi döneminde nasıl ve neden geliştiği, tartışmaların ana kilit noktalarından biridir.
“Radikal feministler ataerkiyi evrensel, kimi zaman ideoloji kimi zaman biyolojiyle açıklanan bir yapı olarak tarif ederken, sosyalist feministler ataerkiyi tarihselliği içinde, toplumsal üretim ilişkileriyle bağlantılı yapısal bir sistem olarak yeniden tanımlamıştır. İkincisi kadınların ezilmesinin nedenine dairdir ve dolayısıyla feminist mücadeleyi ve feminist politikaları belirler. Radikal feministler günümüzde cinsiyet eşitsizliğini sadece erkek egemenliği sistemi olarak ataerkiyle açıklayıp, feminist mücadeleyi ataerkiye karşı bir mücadele olarak yürütürler. Sosyalist feministler ise günümüz toplumunu karakterize eden iki sistemi, kapitalist üretim ilişkileri ile ataerkil toplumsal ilişkileri birlikte ele alırlar. Bu ayrım, sosyalist feministlerin günümüz toplumunu ataerkil kapitalizm ya da kapitalist ataerki biçiminde kavramlaştırması ile kendini dışa vurur.” (Mojab, 2018).
Feminist literatür ataerkiyi erkek ile ilişkilendirerek ve kadın-erkek ilişkisine daha bağlı bir çerçevede teorize etmektedir.
“Kelimenin düz anlamıyla babanın egemenliği anlamındaki ataerki, farklı siyasi eğilimlerden feministler tarafından siyasi, iktisadi, toplumsal ve söylemsel yapılar aracılığıyla kadınlar üstünde kurulan eril tahakküm ya da kadınların; tekil ya da kolektif olarak erkekler tarafından ezilmesine atıfta bulunmak için yaygın olarak kullanılan bir kavram olarak açıklamaktadır.” (Mojab, 2018).
Feministler ile sosyalist feministlerin teorik yaklaşımdaki farkı elbette ki mücadelenin odak alanlarına, aileyi kavramsallaştırmasına ve kadının kurtuluşuna dair yaklaşımına etki etmektedir.
“Radikal feministler cinselliğe, kadın kültürüne, erkek egemenliğine, ataerkil kültür ve ideolojinin yeniden üretildiği alan olarak aile ve diğer kurumlara vurgu yaparken, sosyalist feministler sınıfa, ücretli işe, ücretsiz kadın emeğine ve ataerkil kapitalizmin yeniden üretildiği kurum olarak aile ile diğer kurumlara odaklanırlar.” (Mojab, 2018).
Hem sosyalist feminist literatür hem de sosyalistler için ataerki analizinin temeli ise tabii ki Marx ve Engels’ten gelmektedir.
“Marx ve Engels, ataerki kavramını üretim ilişkileri ile açıklamıştır. Engels, erkek üstünlüğünün ilk olarak ataerkil ailede oraya çıktığını ileri sürmüştür: Ataerkil aile, büyükbaş ve küçükbaş hayvan sürülerini yetiştirmek ve toprak mülkiyetini elde tutmak amacıyla, özgür ya da bağımlı bir grup insanın aile içinde, babanın egemenliği altında örgütlenmesidir diyerek açıklamıştır (Engels, 1990). Ataerkil ailede, mülkiyet ilişkileri erkeğin elindedir. Aileyi yöneten erkektir, kadın ve çocuklar erkeğin tahakkümü altındadır.” (Mojab, 2018).
Bu bağlamda “Marksist düşünce, cinsiyetler arası eşitsizliğin araştırılmasını sınıf bağlamında çözümleyerek, toplumsal cinsiyet ile sınıf arasındaki bağı kurmuştur, kadınların ezilmesini tarihsel diyalektik yöntemle çözümlenmesine olanak vermiştir.” (Mojab, 2018).
Bu noktaya kadar, ataerki kavramının feminist teorik ve politik yeniden inşa sürecini incelemeye çalıştık. Bu süreçte, feminizm içindeki temel ayrışmaların da ataerki kavramında düğümlendiğini görüyoruz. Ayrıca kadınların günümüzdeki konumunun çözümlenmesinde ataerkinin tek başına açıklayıcı olmadığını düşünüyor ve ataerkiyle beraber sınıflı toplumların tarihinin incelenmesinin gerekli olduğunu anlıyoruz. Kadınların kurtuluşunun ataerkiyle içselleşmiş olan özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıyla olacağını savunuyoruz.
Ataerkinin kurumsallaşması
Ataerki kavramının yaşamsal karşılığının kökenlerini tartışırken, tarihsel uzamda yerini ve zamanını belirtmek oldukça tartışılan bir konudur. Bizim amacımız, ataerki sorunsalının temellerini köleci toplumdan önceye dayandırdığını fakat oluşum ve gelişim sürecini özel mülkiyetle okumak gerektiğini açıklamaya çalışmaktır.
Ataerkinin ortaya çıkışı sürecinde özel mülkiyet kavramı kilit nosyonlardan birisidir. Ataerki bir üstyapı kurumuna ait olarak bir ideolojik baskı aygıtıdır. Sınıflı toplumların benzer hiyerarşik düzen tarihini ele almakla birlikte, ataerkiyi ideolojik bir form olarak özel mülkiyet ile iç içe ve tarih içerisinde sınıflı toplumlarla içselleşmiş bir kavram olarak değerlendirmek gerekir.
“…[a]taerkini tüm sömürü ve tahakküm biçimlerine eşlik eden, onları payandalayan ve bu biçimler tarafından durmaksızın yeniden üretilen bir iktidar formu olarak ele alma kanısındayım. Bir başka deyişle, ataerki, toplumsal kesimler, sınıflar arasındaki eşitsizlik ve baskı ilişkileri tarafından sürdürülmektedir.” (Özbudun, Sarı, Demirer, 2007).
Ataerki, tarihin bir döneminde ortaya çıkmış bir kavram olarak zaman içerisinde gelişim göstermiş, farklı biçimlerde kendini var etmiştir.
“Bir tahakküm biçimi, bir iktidar formu olarak sömürüye dayalı ilişki biçimlerine dayanak oluşturan ataerki, aynı zamanda, bu özelliğinden dolayı yüksek ölçüde esnekliğe ve uyarlanabilirliğe sahiptir ve farklı tarihsel dönemlerde, farklı coğrafyalarda, farklı görüntülerle çıkar karşımıza. Çünkü getirisi, yalnızca kadınların erkekler tarafından baskı ve denetim altında tutulması değildir; ‘muktedirler’in genel olarak ‘güçsüzler/zayıflar’ üzerindeki baskı ve denetimini meşrulaştıran bir dizi zihniyete, bir dizi simgesel örüntüye de kaynaklık etmektedir.” (Özbudun, Sarı, Demirer, 2007).
Sınıflı toplumların oluşumuyla beraber ataerki kurumsal kimliğini kazanmıştır. Devlet yapısı gibi ataerki de bir yönetim mekanizmasını oluşturur. Burada belirleyici olan özel mülkiyettir.
Özel mülkiyet ortadan kalkmadan ataerkinin de ortadan kalkması mümkün olmayacaktır. Yani kadının özgürleşme tarihi özel mülkiyetle içsel olan ataerkinin ortadan kalkmasıyla başlayacaktır.
*= Kadın Mücadelesi Kavramları Atölyesi çerçevesinde yapılan tartışmalardan hareketle yazılmıştır.
KAYNAKÇA
Bebel A. (2019). Kadın ve Sosyalizm. Çev. Sabiha Sertel, Sevin. Altınçekiç, Yordam Kitap.
Engels F. (1990). Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni. Çev. Kenan Somer, Sol Yayınları: Ankara.
Mojab, S. (2018). Marksizm ve Feminizm. Yordam Kitap Yayınevi: İstanbul
Özbudun S., Sarı C., Demirer T. (2007). Küreselleşme, Kadın ve Yeni-Ataerki. Ütopya Yayınevi.